Bu Eser 27.06.2013 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
Gökten çok Ayva Düştü: Özleşim Tarzı Masal ( Şahamettin Kuzucular)
Evler
saman içinde, tüccar talan içinde; develer uçmaz iken, balıklar koşmaz
iken, ülkelerin içinde, ülkülerin peşinde bir ülke varmış.Diye diye
kalemistan demişler. Her kelamdan yemişler, her kalemden dermişler.
Velhasıl kelam, ahalisi kalemlere o kadar heves eder imiş ki, her
ülkeden çeşit, çeşit, allımı allı, pullu mu pullu, güllü mü güllü ne
kadar kalem varsa derleyip,toplayıp getirmişler.
Az diyelim öz
olsun, söz dizelim tez olsun; dolma kalem, kesme kalem, çalma kalem,
çıkma kalem, çırpma kalem, çakma kalem yapma kalem, dönme kalem, yetme
kalem... ne kadar çengelli çengelsiz kalem çeşidi varsa bulunur olmuş.
Olmuş olmasına da bu kadar kalem çeşidinin arasında kurşun kalem yok
olmuş.
Meğerse
memleketteki kalemtıraşlar basma, yayma, dağıtma, düzleme, işlerinde o
kadar uzman olmuşlar ki bu eylemleri yapa yapa yiyecek, yutacak;
kesecek, kırpacak tek kurşun kalem dahi bırakmamışlar. Bu işgüzar
kalemtıraşlar nerde bir kurşun kalem bulsalar hemen üstüne çullanır,
kenarından köşesinden çekiştirip, önünden arkasından büzüştürüp,
kırparak, tır tarak, çekerek koparıp, yiyip bitirirlermiş.
Bu
kalemtıraşlar bir yazının bir köşesine postlarını serer, çakma kalem,
çıkma kalem, dolma kalem gibi çeşitlerin tatlarından hiç
hoşlanmazlarmış. Zati onların eti yenmez, kemiği kemirilmez, tatları,
kokusu da bir halta yaramadığından etrafta bulunmalarından da hiç
gocunmazlarmış. Bu kalemtıraşlar dahi sıfatları sayılan iş bu
kalemlerden üçer beşer yanlarından bulundururlar bu cicili bicili
kalemlere bakıp bakıp kurşun kalemleri kırpmanın, koparmanın hayaline
dalıp dalıp efkârlanırlar imiş. Velhasıl ülkedeki üç kişiden dördünün
böylesi kalemleri bulunurmuş amma kimsenin kurşun kalemi kalmamış.
Ülkenin onca kalemşoru, şilahşörü, yabankazı, gâvur sazı, ince belli,
dudu dilli, şom ağızlı, bom sakızlı, cart markalı, curt tafralı erkeği
dişili ne kadar çerme çeşit âdemi var ise hepsine haber salınmış ki : "
İş bu kalemden var mıdır? Yok, mudur?" diye
Az sormuşlar, çok
sormuşlar, dere tepe düz sormuşlar vesselam bulamamışlar. Amma ki
ülkenin Başboğaz'ının, Boşboğaz oğlu tutturmuş da tutturmuş ki " ille
ki ben o kalemden isterim."
Bulunamayınca da Boşboğaz yataklara düşmüş, eriyip biter olmuş. Boşboğaz'a soldan bakınca donu düşen, sağdan bakınca giyinen,
ecili,
bücülü, çakmalı, çıkmalı, dolmalı, dolmasız ne kadar kalem
getirmişlerse de o yutmamış. Sahtelerini alıp kokluyor, özlediği kokuyu
alamayınca bin bir çeşit ustanın bin bir emekle gavuristandan özel
gelen naylonlarla yapılmış kalemleri
kaldırıp atıyor "Dedemin
kaleminden isterim" deyip zırıl zırıl zırlıyormuş. Kalemşorlar,
şilahşörler, yazmacılar, basmacılar, çıkmacılar, çakmacıların hepsi
başucuna gelip " Bu kalem âlemin en iyisidir" deyip bin yeminle tasdik
etseler de Boşboğaz bir türlü ikna olmuyormuş. Boşboğaz ara sıra "
Bunca şahit böyle dediğine göre belki doğrudur" deyip kuşkuya düşünce
alıyor, yazıyor; kurşun kalem gibi yazmadığını, dedesinin getirdiği
kalem gibi kokmayıp bir takım ecnebi kokular geldiğini anlayınca ver
yansına başlıyormuş.
Bu işe çare bulunamayınca çakma küplere
binen Başboğaz çıkma kalemleri kırıp dökerek bas bas bağırmış.
Âlimlere, sanatkârlara, tacirlere, tüccarlara, işçilere ustalara deyip
düzmüş." Bu memlekette bu kalemden yok mudur? Hadi bulamıyorsunuz yapanı
da yok mudur?" diye söylenip durur imiş. Ahali ne yapmış ne etmiş bu
derde çare bulamamış. Üstelik bunca marifetli cicili, bicili, çakması,
çıkması varken Boşboğazın bu dertten ölmesini de bir türlü
anlayamıyorlarmış. Taa gâvuristandan getirtilen naylonlardan,
kokulardan yaptıkları kalemlerin hiç birini Boşboğaz bir türlü
beğenmiyor dır dır ediyor; eriyip, çürüyormuş.
Bulunamayışına sebep
kalemtıraşların olduğu anlaşılınca, onların katline karar vermişler. Ama
şirketleri geniş, sermayeleri gani, halıları da uçan halı olduğundan
kalemtıraşlar ortalıktan kayboluvermiş. Giderlerken de zaten kesip,
kırpıp, yeyip yutacak kalem kalmadığından üstüne bir de tef çalıp
dümbelek yutuvermişler. Vesselam Boşboğaz'a sahtesini yutturamayacağını
anlayan ahali gerçek bir kalem bulmaktan başka çare kalmadığına dank
etmişler.
Sayrılar gönderilmiş, postalar çıkarılmış, gümbür gümbür
çalınmış ki " İş bu kalemi bulan, gören, duyan, yapan getirene şunca
ödül var" diye bunu duyan Boşoğlan'la, Hoşoğlan az gitmemiş çok
gitmişler vara vara Cumhur Baba'nın' yanına varıp ondan akıl
dilemişler. Hikâyeyi dinleyen Cumhur Baba' yı almış mı düşünce!
Efkârından kara kara kaşları, kömür kömür saçları, katran gibi
sakalları bir anda ağarmamış mı? Elma yanakları saman sarısına, kiraz
dudakları buğday ölüsüne dönüvermiş. Oğlancıklara : " Oğulcuklar ben bu
dertten ölmeye ölmem de ben iyileşene kadar siz durun derdinize çare
olurum " demiş.
Demiş demesine, iyileşemiş iyileşmesine de bu
derde çare bulmaktan öte "Bu millet nasıl geldi bu hale" diye
düşünmekten yaban menekşesi gibi morara morara
boynunu büke büke zavallı Cumhur Baba o günlerden sonra olmuş mu Kambur Dede.
"Var
varanın, sür sürenin; destursuz bağa girenin hali budur " derler. Kara
kara kaşınıza kar düşmesin. Katran katran saçınıza ak girmesin.
Ömrünüz çınardan uzun, güzünüzde meyve olsun. Çağıl çağıl akan çiğdem
kokulu çaylara asitler dökülmesin. Dalınızda bülbülünüz, bağınızda
gülleriniz kurumasın. Karşı duran yayla, yaylak, ulu dağlar otağ olsun.
Özünüzde dirlik özü, sözünüzde mertlik sözü bulunsun. Derilsin
dürülsün bir cennet mekân olsun.
Diyelim de ne diyelim. Kambur
Dede, almış yanına Hoşoğlan'la, Boşoğlan'ı düşmüşler yola düşmesine de
Kambur Dedeye bir hal olmuş. Nerde bir ağaç görse dallarına bakar
durur; şöyle bir türkü tutturur olmuş:
İğde dalın dertlerime güler mi?
Sahte tavuk tencerede pişer mi?
Naylon ayı şu kayada poz verse
Köylü sülün saçlarına işer mi?
iğde görüp iğde keser, kiraz görüp kiraz keser olmuş. Nerde bir gül dalı görse bu sefer de eline kulağa atar:
Yapma bülbül gül gönlünü çelemez.
Dönme kuşlar keklik gibi gülemez.
Fabrikadan yâr çıksaydı bizlere
Şeyda gönlüm gerçek yâri bilemez
Deyip dururmuş.
Sonunda
Hoşoğlan'ı dal beygiri, Boşoğlan'ı kömür katırı gibi yüklemiş.
Yüklemiş de ha babam sırtlarına yüklemiş. Gâh durarak, bir çimerek, sap
yakıp, saman yutup gide gide Kalemistana varmışlar.
Kalemistan'ın
dükkânlarının vitrinlerinde naylon adamlar, naylon kadınlar ve
çocuklar varmış. Kambur Dede Selam vermiş almamışlar. Onlara dokunmuş
onlar ses vermemişler. Alçıdan ellerini tutunca tenlerinden bir
sıcaklık duymamış. Kalıp bir ifadeyle donmuş bir bakışla hep
görmedikleri bir yere bakıyorlarmış.
Yollardaki adamlar, kadınlar bile aynı imiş, adamlar mankenlere, mankenler de adamlara benzer imiş.
Kara
kara düşünerek, ıkın dökün yıkın sökün kaşınarak çıkmışlar Başboğaz'ın
yamacına. Bizimkileri allamışlar pullamışlar, hoş sefa dilemişler,
altlarına yaylı koltuk, önlerine masaları sermişler. Kılkuyruk çeketli
garsonlar, pon pon popolu tavşan kızlar önlerine koşu vermiş. Ellerinde
süslü süslü tepsiler, allı morlu kadehler, tabaklarında çekyatlarla
kanepeler gelip çadır direği yutmuş gibi dimdik durarak kimi " Ne
içersiniz" kimi "Ne alısınız" diye soruverirlermiş. İçeceklerden ayran,
yiyeceklerden kıymalı börek bulamayan Kambur Dedeyi sıkıntı basmış.
Ayranı tarif etmiş getirmişler bir rakı. Ispanaklı börektir zannedip
aldığına da, demişler ki bu kanepe. Neyse ki Kambur Dede köfteye
benzettiği Hamburger, domatese benzettiği hormontesten yemeye razı
olarak karnını doyurmayı başarmış. Ayran niyetine rakıları yuvarlayan
Hoşoğlanla, Boşoğlan zıbarıp kalıvermiş.
Kambur Dede bakmış ki
ağaç sandığı masa naylon ağaçtan sahte, yerlerdeki halılar
ipliklerinden sahte, oturduğu koltuğun derisi naylondan bile sahte,
giyilen kumaşın yünleri sahte, tutuğu bardağın camları sahte, gördüğü
her suratın renkleri sahte, velhasıl her ne görmüşse gördüğü her şey
sahte. Neylesin Kambur Dede?
Sahte
topraktan yapılmış vazodaki naylon gülleri eline almış Kambur Dede,
varmış Başboğazın yanına. Demiş ki : " Bu güller bizim bostanın
güllerinden çok güzel
görünürler ama nedense bunları koklamakla,
bunlara dokunmak; bostan güllerine dokunmak ve güllerini koklamakla
aynı şey değil. Sence sebebi nedir?" Başboğaz karşısındaki kamburun
cehaleti karşısında diyecek bir laf bulamamış.
"Senin dediğin güller
bir günde solar, bunlar senelerce solmadan durur. Bunlara parfüm döker
kokuturum, kadife kaplatıp yumuşatırım." " Peki " demiş Kambur Dede "
Senin derdinin çaresi ne kadar da kolaymış. Biraz sonra derdinin çaresi
ile gelirim. Ama bana oğlunun bir resmi lazım " demiş.
Birkaç
gün sonra Kambur Dede; Hoşoğlanla, Boşoğlan , Başboğaz'ın yanına tekrar
varmışlar. Oğlanlar ellerinde uzun ve geniş bir paket tutuyormuş.
Kambur Dede " Bizi Boşboğaz'ın yanına götürün "demiş. Gide gide
Boşboğazın mekânına varmışlar. "Herkes çıksın" demiş Kambur Dede. Bir
müddet sonra Başboğaz'ı odaya çağırıp : " İşte demiş derdine çare
buldum." Boşboğaz ağlamadan sızlamadan babasının istediği gibi
duruyormuş. Amma ki garip olan bir şey varmış. Oğluna sesleniyor o hiç
ses vermiyormuş. Kambur Dede: " Bu düğmelere basarak istediği sesleri
çıkartırsın" demiş oğlun istediğin sesi çıkarır demiş. Gözü oynamıyor
deyince, Kambur dede bir düğmeye basmış gözlerini oynatmış. Dokunmak,
koklamak isteyince de, Kambur Dede masaya dizdiği şişeleri, kutuları,
maskeleri göstermiş " Bunlarla istediğin gibi kokutur, oynatır, ister
güldürür, ister ağlatabilirsin. " Başboğaz'ın gözleri isnirinden Van
kedisi gibi bir gözü morarırken diğer gözü kızarır hale gelince: "Sen
oğluna her şeyin hatta sevginin bile sahtesini vermişsin. Ama o
dedesinden kalan gerçek kokuya hasretti, sen onu sahteye razı etmeye
çalışmışsın. Bak bu gerçeğinden çok daha güzel ve sorunsuz oğlunun
sorunlu gerçeğini bize ver güzel sahtesi senin olsun. Ödülümüzü de ver
de biz gidelim "demiş.
Başboğaz yutkunup tıksırmış: " Olur mu hiç demiş, o benim canımdan bir parça
O
benden bir özdür. Nasıl bununla değiştirebilirim? " Kambur Dede buraya
bak demiş. Baba bakmış ki gerçek oğlu, gerçek iğde, çam, köknar, söğüt
gibi çeşit çeşit ağaçlardan yapılmış kalemlerle oynuyor, onları
kokluyor bağrına basıyor, kâğıda yazıyor kalemtıraşla yontuyormuş.
Başboğaz
etrafta serpili yüzlerce çeşit çakma, çıkma, tükenmez, bitmez, süslü,
dolma kalemlere; bir de bu eğik büğük saçma sapan odun parçalarına
benzeyen daldan yontma gösterişsiz odunlara bakmış. Hepsi " Bu abuk
sabuk odun parçaları için miydi? "demiş kendi kendine.
Yok demiş Kambur Dede " Aradığı gerçekti, kalem buna bahane, gerçek kötü de olsa, evla sahteye göre."
Gün olmuş devran dönmüş, sahteler gerçek olmuş, gerçekler sahte olmuş.
Gökten çok ayva düşmüş birisini biz yedik , gayriyi kim yediyse?
( Özleşim ekolüne uygun bir öykü denemesidir.)