Gökyüzü Romanı Hakkında Konusu ve Özeti ile Reşat Nuri Güntekin

13.07.2020



Gökyüzü Romanı ve Reşat Nuri Güntekin Hakkında

 

Gökyüzü adlı roman Reşat Nuri Güntekin’in ustalık dönemi eserlerinden bir romanıdır.Romanın ilk baskısı 1935 yılında yapılmış, Reşat Nuri bu romanının 1928 yılında başladığı Maarif Müfettişliği yıllarında ve siyasete atılmak için uğraştığı dönemde kaleme almıştır.

1928 ile 1938 yılları arasındaki süreç Reşat Nuri Güntekin’inin romancı olarak şöhret kazandığı halde romancılık hayatı cenahından verimsiz bir dönemidir. Reşat Nuri Güntekin, 1928 yılında "Acımak" adlı romanını yazdıktan sonra yaklaşık on sene romancılığa ara vermiş Maarif müfettişliği yaptığı bu yıllarda diğer bir yandan da politikaya soyunmuştur.  Nitekim onun bu çabaları sonuç verecek 1939'da Çanakkale milletvekili olarak TBMM'ye girecektir.  1935 yılında yayımlanan Gökyüzü adlı romanı ise işte bu dönemde yazdığı ve yayımladığı bir romanı olmaktadır. 

Yazar bu romanında, belli bir iş yapma dirayeti olmayan batıl itikatlara inanmayan ama baskılar sonucu batıl itikatlara dayalı tedavilere rıza göstermek zorunda kalan bir tıbbiyeli yobazlıkla verilmesi gereken mücadeleyi anlatmaya çalışmıştır.

 

Roman Kahramanları

Romanın kahramanı :  Sürekli  yerli yersiz konuştuğu için Trablus’a sürülen ve oradan da  Paris’e giden, İstanbul’a döndüğünde Sevim’i evlat edinen tıbbiye mezunu bir adamdır. Trablusta iken arkadaş olduğu Mükerrem gibi ateist biridir.   Ancak Sevim’in hastalığı sırasında gökyüzü masallarına inanmıştır.

Mükerrem: Yaşı elliye yakın, maddi durumu yerinde becerikli ve tutumlu biridir. Bir defterdarın oğlu olan Mükerrem Bey,  iyi bir dini eğitim görmüş fakat şüpheci bir mizacı olduğu için dini inançları sarsılmış bir adamdır.

Sevim: Kahramanın halasının torunu, Çanakkale’de şehit olan bir Topçu binbaşısının kızıdır..  Sevim,  bir yangın sonrası dünyaya gelmiş; o dünyaya geldikten sonra annesi de hummaya yakalanıp ölmüştür.  Yatılı mekteplerde okurken Kahramanımız İstanbul’a dönünce onu evlat edinir. Sevim, kahramanımız gibi ateist olmuş fakat, gökyüzü masallarına inanmamaya başlamış, sıska, ufak tefek, esmer bir kızdır.

Diğerleri: Turgut, Asude Bacı, Gülşen Kalfa, Hadbe Resul, Doktor Hasan, Raşit Çocuk, Huriye yenge, Pervin, Pervin’in Kocası,

 

Romanın Özeti:

Romanın kahramanı olan eski tıbbiyeli, emektar hizmetçisinin ve sütannesinin oğlu olan Raşit’i ziyarete gider. Raşit ile Kahramanımız aynı yaşlardadır ve ikisi de bir diğerinin sütkardeşi olmaktadır. Raşit, altmış yaşına yakın bir adam olduğu halde küçüklüğünde ona Raşit Çocuk diye hitap edilmiş, bu yaşına kadar geldiği halde onun adı halen Raşit Çocuk kalmıştır.

Raşit,  bir vapur kaptanıdır ve yeni emekli olmuştur.  Yeni emekli olduğu halde denize halen düşkündür. Kahramanımız, Raşit ile görüşüp evine dönerken kendisinin de emekli olma vaktinin geldiğini hesap etmeye başlar.  Fakat emekli olabilecek bir yeri hatta Raşit’in anlattığı gibi bir geçmişi olmadığını düşünüp üzülmeye başlar.

Raşit, askere gittiğinde o tıbbiyede öğrencidir Öğrenci iken ülke kötü şekilde yönetilmektedir.. Babasını 8 yaşındayken kaybetmiş annesini ise hiç görmeden kaybetmiş, bu nedenle de onu amcası büyütmüştür.  

Kahramanımız, ulu orta konuşmayı seven,  rastgele ve her yerde politikadan, dinden konuşmayı seven biridir. Bu nedenle amcası onu sık sık uyarmış ama o bildiklerini ve düşündüklerini rast gele yerlerde konuşmaktan çekinmemiştir. Amcası onu uyardığı zaman amcasını korkak olmakla suçlamış ama gevezeliği ve kitaplarına yazdığı ipsiz sapsız notlar nedeniyle en sonunda Hasan Paşa karakoluna gönderilmiş, o Karakolda da onu ihtilalcı zannetmişler ve onu Trablus’a sürmüşlerdir.  

Trablus’ta dört sene kalmış ve doktor olmak hayali de suya düşmüştür. Bu nedenle politikaya atılmaya karar verir. Böylece fizik, kimya, tarih, felsefe okuyarak kendisini geliştirmeye de çalışır. Trablus’ta iken padişaha ve yönetimine de atıp tutmaya başlar. Bu nedenle hafiyeler peşine düşer ve evine girilerek eşyaları karıştırılıp kitapları vb aranır.  İki sivil memur eve girerek eşyaları karıştırmışlar, önemli gördükleri şeyleri de alıp gitmişlerdir.  Bunun üzerine korkup Paris’e ve jön Türklerin yanına kaçar. Oysaki tüm bunları yapan, devlet memurları değil bir arkadaşıdır.

Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul’a dönmüş,  gazetecilik yapmaya başlamıştır. Ancak yazıları siyasi felsefe derslerine benzediği için bu işte de tutunamaz.  Daha sonra bir sancağa mutasarrıf olarak gider. Ancak acemi olduğu için diğer memurların oyuncağı haline gelip bu işi de bırakır. Darulfünun Müderrisi olması önerilirse de neyin mütehassısı olduğunu bulamadığı için müderris de olamamış böylece ömründeki kırk senenin boşa gittiğini de anlamıştır.

Üstelik kırk yıldır âşık olamadığını bir, baltaya sap olmayı beceremediğini, evlenemediğini, çoluk çocuğa da karışamadığını fark eder. Evde tek başına yaşamakta Gülşen Kalfa ile vaktini geçirmektedir.

 Gülşen kalfa, annesinin evlatlığı ve yaşı yetmişe yakın bir kadındır. Gülşen kalfa da o’nun gibi dünya evine girememiştir. Bunun üzerine kahramanımız bir evlat edinme düşüncesine kapılır.  

Bu fikrinden sonra halasının torunu Sevim ile karşılaşır.  Sevim,  dünyaya gelir gelmez bir yangınla karşılaşmış bir sedyeye konarak yangından kurtulmuş doğduktan 4-5 gün sonra ise annesini de hummadan kaybetmiştir. Sevim ‘in babası da Çanakkale’de şehit olan bir binbaşıdır. Sevim’in hayatı yatılı okullarda geçmiş,  Amerikan Kolejinden diploma alacakken Sevim, kahramanımızı müsamereye davet ederek onu kendi arkadaşlarına amcam diye tanıtmıştır. Bunun üzerine kahramanımız da onu evlat edinir.

Bir gün kahramanımızın Trablus’tan arkadaşı olan Mükererem onları ziyarete gelir. Mükerrem de bir ateisttir ama Mükerrem İspirtizma ile ilgilenen bir adamdır.  Bu sırada 25 yaşlarında bir bankada memur olan Turgut, Sevim’den hoşlanmaya başlar. Fakat Sevim Turgut’u reddeder.

Kahramanımız ise  Mükerrem’le  birlikte aklı, mantığı bir yana atarak, “gökyüzü geceleri” olarak adlandırdıkları masallara inanmaya başlar.  Sevim de onlara katılır. Bu günlerde içinde garip şeyler olan Bursa’daki bir ev ile ilgilenmeye başlarlar. Bunun üzerine kahramanımız ile Mükerrem ve Sevim Bursa’ya gitmeye ve o ev de düzenlenecek olan ruh çağırma sahnesine tanık olmaya karar verirler

O evde düzenlenen ruh çağırma seansına katılırlar fakat ruhların yerine bacadaki leylek düşerek seanslarını bozmuştur. Bu seans sonrasında yere düşen bir nesnenin gürültüsü ile Sevim korkup bayılınca otele dönmüşler ama Sevim ‘e garip haller olmuştur.  

Sevim için getirilen doktorlar Sevim’in hastalığının ne olduğunu anlayamazlar.  Sevim’in hastalığı dört gün boyunca geçmeyince tekrar İstanbul’a dönerler. Yolculuk esnasında da Sevim kendine gelir. Ama zaman zaman geri nüksetmeye başlar. En sonunda Sevim’in menenjit olduğu söylenmiştir. Bu teşhisten sonra Doktor Hasan ile Raşit Çocuk da Kahramanımızın evine yerleşmiş olur.  Fakat bir müddet sonra Sevim’in menenjit olmadığı da iddia edilmeye başlanır.

Bir gece Raşit, merdivenlerden düşünce Sevim ayağa kalkıp kendine gelir.  Bu olaydan sonra Raşit ve Mükerrem evlerine döner. Fakat ilk hastalığı geçen Sevim’e ikinci bir hastalık gelir. Bu hastalığın da ne olduğu anlaşılamaz.  En sonunda Sevim’in hasta olmadığına Sevim’in bir sinir hastası olduğuna karar verilir.  

Sevim’in ışıktan rahatsız olmakta gözlerini tavandaki bir deliğe dikerek bakmakta intihar etmeyi düşünmektedir. Kahramanımız bir gün Sevim tarafından reddedilen Turgut’u da eve getirmiş, birçok insan da eve gelip giderek onun derdine çare bulmak için öneriler yapmıştır. Bu nedenle Sevim’i ocaklara götürmek, üzerinde tütsü yakmak gibi çözümler söyleyenler olmuştur.  Kahraamnımız bu garip söylencelere inanmak istememekte,  tütsü yakmak ocağa götürmek gibi batıl inançlara karşı çıkmaktadır. Lakin herkes onu bu tip tedbirlere başvurması için zorlamakta ve inandırmaya çalışmaktadır.

Kahramanımız tüm bunları saçma bulmakta bunları yapmak ile kendine olan saygısını yitireceğini düşünmektedir. Fakat tıbbı olarak her şeyi deneyen  Kahramanımız çaresiz kalınca artık gökyüzü masallarından çare ummaya başlar ve en sonunda Sevim’i Mayongalar ocağına götürmeye razı olur. Bunun için de Sevim’e bir Mayonga düğünü yapılır.

Nihayetinde Sevim’in hastalığı geçmiş ve Turgut’la nişanlanmıştır. Kahramanımız kendisine hala inanamamakta, tütsü ve Mayongaya inandığı için kendisini küçülmüş görmektedir. Kahramanımız bir gün tavan arasında bir şey ararken tavandaki çengelli çiviyi görünce intihar hikâyesini de Sevim’in uydurmuş olduğunu fark eder

 

 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar