KategorilerEDEBİYATHalk Hikâyeleri Masal Destan Efsane Anonim EdebiyatGüldürücü Fıkralar Konu Tür Tip Yapı ve Örnekleri

Güldürücü Fıkralar Konu Tür Tip Yapı ve Örnekleri

24.08.2016


 

Güldürücü Fıkra Tanım:

Bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla insanları gülümseterek anlatmak amacıyla söylenmiş kısa, özgün halk anlatılarıdır.

Anonim halk edebiyatı ürünleri arasında önemli bir yere sahip olan fıkranın değişik kaynaklarda; "Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye anekdot." (Türkçe Sözlük; 1998, c.1: 778), "Kısa, yoğun bir anlatı tekniği uygulanan hikâye (Boratav,1978: 91)", "Motife yer veren, kısa ve özlü bir anlatıma sahip güldürücü küçük hikâye", Yeri geldiğinde, düşünceyi bir örnekle güçlendirmek bir hareketi eleştirmek için tasarlanan sözlü edebiyat ürünü kısa anlatma", "Bugün, halk edebiyatımızda halkın yarattığı realist ve güldürücü hikâye (Yıldırım; 1976: 4–5)" şeklinde tarifleri vardır.

 

Fıkralar genelde tek motife yer veren kısa, bir fikir etrafında kurulu ve bir hükümle sona eren güldürücü, düşündürücü küçük hikâyelerdir. Fıkra türümüzün gelişim çağları hakkında İ. Başgöz : “Türk halk kültürü fıkra sentezinde Orta Asya'dan getirdiklerimizin yanı sıra İslam kültürü ve Anadolu’nun eski kültürlerinden sürüp gelenler de vardır. Türk fıkralarına 15. yüzyıldan sonra Türk kültürünün yanı sıra Arap, İran ve Anadolu ögeleri girmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yayıldığı dört kıtadaki coğrafya içindeki Balkanların, Güney Rusya'nın, Kafkasların ve Afrika'nın Türk fıkra hazinesine katkısı vardır ( İlhan Başgöz, 1986:138–144) görüşüne sahiptir. Fıkralar kültürümüzün oluşum aşamalarından bu güne değin Türk kültürünün belirleyici etkisiyle şekillenmiştir. Fıkralar kişilere aitmiş gibi görünse de gerçekte toplumun tümüne mal olmuştur. Fıkralarda Türk halk kültürünün binlerce yıllık yolculuğunda toplum hayatındaki her türlü aksaklığın, çarpıklığın, zıtlıkların kesitleri vardır. “Fıkralar tarihin derinliklerinden gelir. Fıkraların yapılarındaki gülme olayını yaratan öğeler göz önünde tutulunca, halkın yaratma gücünden doğan bu estetik biçimlerde ince bir mizah, keskin bir alay ya da hikmetli bir söz mutlaka olur.” (Çukurova Fıkra Anlatma Geleneğinde Nasrettin Hoca Etkisi Prof. Dr. Erman ARTUN)

 

Fıkralar halkın sağduyusu ile iğneleyici özelliklerinin bileşkesidir. Fıkralar halkın mizaha, hayata, olaylara, kişilere ve bunlara bakış acısını yansıtır. Fıkralarda halkın hadiseler, davranışlar ve eylemlere gösterdiği hoş görüyü fark ederiz. Fıkralar, toplum ve insan ilişkilerini irdelemek, olaylara ayna olup yansıtmak yönleriyle işlevseldir.

 

Fıkra, ders vermek, bir dünya görüşünü belirtmek, herhangi bir düşünceyi örnekle güçlendirmek, yanılma durumlarına delil göstermek, hisse kapmak, sohbeti tatlı hale getirmek, hoşça vakit geçirmek amacıyla anlatılan fıkralar, konularını çeşitli olaylardan alırlar. Fıkra konuları, yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar üzerine kurmuştur.


 

 

Türleri:

 

Fıkralar kahramanlarına göre ikiye ayrılırlar.

1 - Kahramanları belirli halk tipleri olan fıkralar: Nasrettin Hocaİncili ÇavuşBekri Mustafa fıkraları gibi.

2 - Kahramanları belirsiz fıkralar: Bunlar çoğunlukla "Adamın biri", "Kadının biri", "Laz'ın biri", "Yahudi'nin biri" gibi sözlerle başlar.

Fıkralara genellikle olay kahramanının adıyla başlanır, sonra kısaca amaca yönelik olan olay anlatılır ve çarpıcı, beklenmedik, güldürücü bir sonla sonuçlandırılır. Bu çarpıcı son doğrudan söylendiği gibi, kimi zaman da dinleyicinin anlayışına bırakılır. Her ulusun toplumsal yapısını genel özellikleriyle yansıtan ulusal fıkra kahramanları vardır. Örneğin bizde "Nasrettin Hoca", Almanlar'da "Oylenşpigel", Araplar'da "Ebunevas" gibi. Kimi zaman da ulusların en belirgin özellikleri fıkrakahramanlarına sıfat olarak yüklenir. Örneğin "Cimri İskoçyalı", "Mübalağacı İranlı" gibi.
 

FIKRALARIN KONUSU:

P.N. Boratav: “Fıkraların yapılarındaki gülme olayını yaratan ögeler göz önünde tutulunca, halkın yaratma gücünden doğan bu estetik biçimlerde ince bir mizah, keskin bir alay ya da hikmetli bir söz mutlaka olur. Toplum yaşantısının, çelişkilerinin düşünce ve davranış farklılıklarından doğan çatışmaların fıkralara konu edildiğini görüyoruz. Bu fıkralarda insanların çeşitli davranışlarındaki aksaklıkları, gariplikleri abartılarak anlatılır (Boratav, 1996: 53–55).düşüncesindedir.

Prof. Dr. Erman ARTUN İse fıkraların konusu hakkında :” Fıkra, bir ya da daha çok olay üzerine kurulabilir. Her olayda değişik kişiler yer alır. Fıkraların merkezinde insan-insan, insan-toplum ilişkisi vardır. Toplum yaşayışının çelişkileri, düşünce ve davranış farklarından doğan çatışmalar fıkraların konularını oluşturur. Olay içinde yer alan kişiler, ortaya çıkan sorunları karşılıklı konuşmalarla aydınlığa kavuşturur ve bir hükme bağlar. Fıkraların çekirdeğini hayattan alınmış olaylar ve düşünceler oluşturduğu için, gerçekçi bir karaktere sahiptirler. Halk yaratma gücünden doğan bu estetik biçimlerde ince bir mizah, keskin bir alay ya da hikmetli bir söz mutlaka yer alır. Ancak bu üç öğe, her zaman bir arada bulunmayabilir.” Düşüncesindedir. Fıkralar, halkın olaylara bakışını dile getiren her konuda oluşabilir. Bir topluma ait fıkralar aslında o toplumun yaşam, davranış düşünme, olaylara bakış, hoşgörü mizah anlayışı vb özelliklerini ortaya koyar.

 

O yüzden fıkraların konusu toplumdan topluma değişen konuları içerir. Türk halk fıkraları doğal olarak Türk halkının yaşamında var olan tutum, davranış tavır ve yaşam biçimiyle ilgili gülmece ve alay anlayışını belirleyen konuları içerir. Prof. Dr. Erman ARTUN Türk halk fıkralarının konu sınırlarını şu şekilde belirler. “ Fıkralarının odağını sevgi, yergi, övgü, alaya

alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle eleştirir. O, kimi zaman bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Fıkralarda karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir.” Der (Çukurova Fıkra Anlatma Geleneğinde Nasrettin Hoca Etkisi Prof. Dr. Erman ARTUN)
 

FIKRALARDA TİPLER :

Fıkraların merkezinde daima insan ve insana bağlı olaylar yer alır. Konuları hayatidir, yaşanmış hayat sahneleridir. Olayların merkezinde bulunan kişilere ise fıkra kahramanı veya fıkra tipi adı verilir. Türk fıkralarında pek çok yerel ve yaygın tip bulunur. Kimi yerlerde bu tipler birbirinin yerine geçer. Nasrettin Hoca, , Bekri Mustafa, İncili Çavuş, Temel gibi tekil şahısları ifade eden tipler bulunduğu gibi Laz, Acem , Kürt, Arnavut, Andavallı, Karatepeli gibi belli etnik kesim, zümre veya yöreyi kasteden tipler de bulunur. “Bölge ve yöre tipleri denilince; belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan insanları temsil eden ve bağlı oldukları mekânla isimlendirilen fıkra tipleri anlaşılır. Bu tipin temel özelliği coğrafi bir isimle anılması ve adı geçen coğrafya içinde yaşayan insanları temsil etmesidir. Çukurova halk kültüründe yaygın bir şekilde anlatılan Abdal fıkraları, Karatepeli fıkraları Türkiye fıkra anlatma geleneğinde yerel fıkra tipine girer.” (Prof. Dr. Erman ARTUN) Kayserili, Çorumlu gibi tipleri bu ölçekte ele alabiliriz.

Türk halk Fıkralarının en Tanınmış tipi olan Nasrettin Hoca tipinin doğu ülkelerine de yayıldığını görürüz. Bu konuda araştırmalar yapan Doç. Dr Metin AKKUŞ, Nasrettin Hoca fıkra tipinin doğu ülkelerine yayılma şeklini şöyle ifade eder: Ancak coğrafya genişledikçe fıkra tipinin de, bölgesel özelliklerin etkisiyle değiştiği görülür. Bu, fıkra tiplerinin kültürel iletişim sonucu uluslar arasında gezinerek değişime uğraması demektir. Roma-Bizans dönemi Anadolu fıkra tipleri Ezop, Diyojen, ve Aristo’ya ait fıkraların Nasreddin Hoca fıkraları arasında da yer alması veya Hoca fıkralarının Alman, Fransız fıkra tipleri ile benzeşmesi bu tip veya milliyet değişiminin bir sonucudur. Doğu kültüründe fıkra benzeri anlatma tipleri, birbirine benzer özelliklerle tasvir edilmişlerdir. Bu tipler, ...mecnun, meczup ve divane... felsefî bir deliliğe sahip olan, her akıllıdan daha akıllı, keskin zekaya sahip, ama dış görünüşleriyle saf ve deli olarak algılanan yetenekli kişilerdir2...Somut ve biyografisi bilinen kişilerden ziyade .... büyük bir kısmı efsanevî şahıslardan oluşur. Bu şahıslar İslam kültüründe: Behlûl, Ebleh; Cuhâ/Cuhî, Talhak, Ayaz; Nasreddin Hoca, Bektaşî ve benzerleridir. Söz konusu tiplemeler, daha çok fıkra ve latifelerde birer kahraman ve halk filozofu rolünü üstlenirler (Çiftçi, 1998: 150).

Coğrafya değiştikçe, fıkralar gibi, fıkra tipi adlandırmalarının da değiştiği mizah dünyasında bilinen tabii gelişmelerdir. Doğu kültüründe Hoca tipinin adlandırmaları bu farklılaşmanın başında gelmektedir. Hoca tipinin benzerleri İslam coğrafyasında; Arap ülkeleri’nde Cuha; İran’da; Cuhî, Molla Nasıruddin, Molla Dü-Piyaza, Şeyh Buhlul, Molla Müşfik; Müslüman Hindistan’da Birbal; Endonezya, Malaya’da, Pak Pandır, Pak Kadok adlarıyla karşılandığı bilinmektedir (Bausani, Eİ2: 355). Hoca tipi değişik adlandırmalarla,

Suriye, Mısır, Fas, Cezayir ve diğer Arap ülkelerinde de yaşatılmaktadır. Aynı şekilde, Hoca’nın Romen Halk hikayelerinde Papelea, Pecâlà, Hapilea olarak görülmesi, tipin değişik coğrafyalardaki gezinmeleridir. Meşhur adıyla Hoca; Apendi (Efendi), Koco Nasridin, Kojo Nasır, Molla Nasreddin, Hoca Nasreddin ve benzeri adlarla Türk dünyasında dolaşmaya devam etmektedir. İran Azerilerinde, Hoca tipi, Klâsik Fars şiirinin hiciv şairi Ubeyd-i Zakanî ile eşleştirilmiştir. (DOĞU KÜLTÜRÜNDE NASREDDİN HOCA TİPİNİN BENZERLERİ, Doç. Dr. Metin AKKUŞ )

 

TÜRK HALK FIKRALARINDA YAPI

Fıkraların kendine özgü yapısal nitelikleri vardır. Bir olayın anlatımıyla varılacak olan bir ders ve hüküm bulunur. Anlatı zaten bu hükmü ortaya koyacak bir çelişkiyi ve gülünç durumu aktarmaktan çıkacaktır.

Prof. Dr. Erman ARTUN fıkranın yapısını söyle belirtmektedir. “Fıkra başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerine sahip bir hikâyedir. Kısa ve yoğundur. Hatta kimi zaman başlangıç ve gelişme bölümleri iç içedir. Hikâye genellikle tek olay ve düşünce üzerine kurulur. Her hikâye bir hükümle sona erer. Bu iki temel öğe fıkraların ana yapısını oluşturur. Fıkralar genellikle kuruluş bakımından bir tez ve bir karşı tezden oluşur. Hazırlık bölümünde kısaca olay ya da verilmek istenilen düşünceyle ilgili bilgi verilir. Sonra tez, karşı tez çıkar. Sonunda bir hükme bağlanır. Hüküm, fıkraların sonuç kısmıdır. Sonuçta hükümden alınacak hisse gizlidir. Her fıkrada mutlaka bir hisse vardır. Kısaca, fıkranın estetiğini yaratan öğenin temelini tartışma oluşturur. “ Fıkraların toplum yaşamında çok önemli bir başka işlevi de "örtük trans aksiyon" (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Demokrasi ve insan haklarının, istendik düzeyde gelişmediği, yönetimsel-toplumsal baskıların yoğun olduğu ortamlarda yaşayan ve bireyselleşmelerine izin verilmeyen insanlar; Yunus Emre'nin "Söyler isem olur savaş/Söylemez isem bağrım baş" (baş: yara) dizelerinde çok yalın ve etkili bir söyleyişle dile getirdiği bu dayanılmaz ikilemin açmazını, yüzyıllardır hep yaşamlarında ruhlarında duyumsamışlar ve onu aşmaya çalışmışlardır. Düşündüklerini ve doğru bildiklerini açıkça söyleyerek, savaş çıkarıp yaşamlarını yitirmeden ve susup bastırarak da yüreklerini, ruhlarını yaralamadan, dolaylı olarak "örtük" söylemenin yollarını aramışlardır. Bu "imalı iletişim" arayışları sırasında da çoğu kez, oldukça etkili bir yol olan masal, türkü, ninni, fıkra gibi sözlü halk anlatılarını aracı olarak kullanmışlardır.

Bu halk anlatıları içinde, sosyal ve siyasal baskıyı düzenlemede en elverişli olanı da gülmecedir. Hani, "Aşk gelince cümle eksikler biter"miş ya, gülümseme gelince de cümle hoşgörüsüzlükler biter. Anlatılan gülmecenin (fıkra) sonunda yaratılacak "gülüş" eylemi, anlatının içerdiği eleştiriyi iyiden iyiye kabul edilir kılıp "yenilir, yutulur" hale getirecek ve aynı zamanda bir "korunak" da oluşturacaktır. Bu nedenledir ki, imalı iletişimde halkımızın Nasrettin Hocayı "aracı", fıkrayı da "araç" olarak kullanması, öz savunma ve korunma açısından, çok bilinçle yapılmış bir seçimdir. Örneğin; çağın hızlı değişiminin ve acımasız yaşam koşullarının dayatmaları karşısında, giderek geçerliliğini yitiren kimi geleneklerin sürdürülmesi mümkün değildir. Bu konuda yapılacak bir zorlama da bireyi bunaltır.

 

Ekonomik koşulların giderek ağırlaştığı, "iki elin bir başı düzeltemediği" bir ortamda, konukseverlik geleneğinin korunup sürdürülmesi de pek mümkün görülmemektedir. İşte aşağıda vereceğim örnek fıkra, artık sürdürülmeye çalışıldığında, bireyi çok zorlayacak olan kimi geleneklere karşı, insanlara bir çıkış yolu göstermekte ve gerekirse, onların bazılarından vazgeçilebileceği "göndermesini" yapmaktadır. Şöyle ki: Nasrettin Hoca evinde otururken kapısı çalınmış. Hoca "kim o?" diye sorunca da dışardan bir ses "Tanrı misafiri" diye cevap vermiş. Bunun üzerine kapıyı açan Hoca, kapıdaki adamı tuttuğu gibi camiye götürerek "Eğer sen Tanrı misafiriysen, Tanrının evi işte burasıdır" demiş. Sonuç olarak fıkralar yalnızca insanları güldürmek, eğlendirmek için değil, toplumsal yaşamı düzenlemek, ders vermek, belirli bir düşünceyi, görüşü karşı tarafa "mizah" eşliğinde iletmek için halk tarafından yaratılmış, çok kapsamlı işlevleri olan halk edebiyatı ürünleridir.

Nasrettin Hoca Fıkralarından Örnekler:

 

 

Sıkarken


Nasrettin hoca bir gün yolun kenarında kedisini yıkıyomuş. Yoldan geçen arkadaşı hocaya:
-Hocam kediyi yıkama ölür.
Demiş. Hoca aldırış etmemiş ve yıkamış. Arkadaşı dönüşte hocayı tekrar yolun kenarında görmüş. Kedi ölmüştü. Adam:
-Hocam ben size kediyi yıkamayın ölür demedim mi? demiş. Hoca:
-Ben kediyi yıkarken ölmedi ki sıkarken öldü demiş.

 

Baklava


Hoca akşamleyin eve doğru yürürken, baklava seven bir köylüyle karşılaşır.
—Hoca, kisa bir sure önce bir adam büyük bir tepsi baklava götürüyordu...
-Beni ilgilendirmez!
-Fakat adam tepsiyi sizin eve götürüyordu
-O zaman seni ilgilendirmez!

-------

ALLAH BİLİYOR


Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış. Ev sahibinin gözü yerinden oynamış :  
-Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanın içini sıyırır, demiş.  
Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve :  
-Kimin içinin  sıyrıldığını Allah biliyor, demiş.

ALLAHIN RAHMETİ


Yağmurlu bir günde Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar :  
-Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı? Der.  
Zavallı adam eli mahkûm sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister :  
-Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun, der.  
Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der :  
-Ben rahmetten kaçmıyorum sadece Allahın rahmetine basmamak için çabalıyorum.

AKLIN VARSA GÖLE KOŞ


Hoca, bir gün kırlardan topladığı çalı çırpıyı eşeğine yükleyip evine götürürken :  
-Acaba, yaş çırpı da kurusu gibi yanar mı? Diye düşünür ve şeytana uyarak çakmağını çakar ve alevi çalı çırpıya dokundurur. Aralarında kuruları da bulunan çalı çırpı hemen alev alır. Eşekte bir korku, bir telaş, huzursuzluktur başlar. Anıra anıra, çifte ata ata dört nala koşmağa başlar. Hoca da arkasından olanca gücüyle bağırır :  
-Aklın varsa göle koş!

- -----

BANA NE AD KOYARLARDI?
Bir gün Nasretin Hoca'ya Timur :  
-Yahu, şu Abbasi halifelerinin her birisi birer lakab almış kimi El mutazım Billah, kimisi de El mütevekkil-Allah, diye anılıyormuş. Ben acaba onların zamanında hükümdar olsaydım, bana ne ad koyarlardı. Hoca hiç çekinmeden :  
-Sana da Neüzzü-Billâh derlerdi, cevabını vermiş.

BENİM NE YİYİP İÇTİĞİMİ SORMAZSINIZ...
Nasrettin Hoca, bir köyde vaaz veriyormuş. Laf arasında Hazreti İsa’nın göğün dördüncü   katında olduğunu söylemiş...  Vaazdan sonra, bir kadın Hoca'ya yanaşmış :  
-Hazreti İsa, orada ne yer, ne içer?, demiş.   Hoca’nın tepesi atmış :  
-Ey hatun, köyünüze geleli şunca zaman oldu, benim şu fukara köyde acıkıp acıkmadığımı sormazsın da, Allah’ın yanındaki peygamberin ne yeyip ne yemediğini sorarsın.

 

BEN UYUYORUM


Bir gün Nasreddin Hoca şehre gelip, bir arkadaşıyla birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı sormuş :  
-Hocam, uyudunuz mu?
-Buyurun birşey mi var?
-Biraz borç para isteyeyim demiştim.
Nasreddin Hoca derhal horlamaya başlayıp :  
-Ben uyuyorum! Demiş.

 

BU NASIL NAMAZ


Nasreddin Hoca abdest alırken, bir ayağına su yetmemiş. Namaz kılarken de bir ayağını yukarı kaldırarak namaz kılmış. Bunu gören cami cemaati :  
-Hocam bu nasıl namaz? Diye sormuş.  
Nasreddin Hoca :  
-Bir ayağı abdestsiz namaz, diye cevap vermiş.

 

Peştamal

 

Timur ile Hoca bir gün hamama giderler. Hoşbeş ederken Timur, Hoca'ya sorar:
"Hoca, ben köle olsam bana kaç para değer biçerdin?" Hoca:
"Ben bu işin tellalı değilim ama bir 15 akçe ederdin!" Bu laf üstüne Timur çok sinirlenir:
"Hoca" der "Senin dediğini kulağın duyuyor mu? Sadece bu peştamal 15 akçe eder be!"
Hoca hiç istifini bozmadan:
"Ben zaten peştamala biçtim bu fiyatı!" der...

-------

Kim suçlu ?

 

Hoca mahkemeye kadı tayin edilir. Bir gün bir adam koşarak mahkemeye gelir ve Hoca'ya:
-Farz edelim iki inek mera da dövüştü ve biri öldü., Hoca Efendi. Öldürenin sahibi sorumlu tutulacak mıdır? Hoca adamın hilekâr gözlerini fark edince:
-Yerine göre, diye cevap verir. Adam :
- Hoca Efendi mesela. Senin inek benimkini öldürdü!.
—Bu halde, genel olarak bilindiği gibi inekler hayvandır. Hayvanlara sebep bağlanmadığından kesinlikle sorumsuzlardır. Bu yüzden de, sahibi sorumlu tutulamaz!
—Özür dilerim, Hoca Efendi, dilim sürçtü. Benim inek seninkini öldürdü demek istemiştim!
Bu haber üzerine, Hoca’nın kani beynine sıçrar. Sakalını çeker, kalkar ve yeniden oturur.
—Bu ilk düşündüğümden daha karmaşık bir durum, der. Kadılara mahsus tüm ağırbaşlılığıyla kâtibine döner ve ekler "yanında ki rafta duran kara kaplı kitabi ver bakayım!"

 

Ticaret

 

Nasreddin Hoca bir gün pazarda 10 akçeye aldığı 10 odunu, 9 akçeye satıyormuş. Etraftan sormuşlar: "Hocam bu ne iştir hiç böyle ticaret olur mu?"
Hoca gayet sakin cevaplamış:
"Olsun. Önemli olan işi nasıl yaptığın değil, insanların seni iş yaparken görmesidir."

 

Nasıl Olsa Yarın Kıyamet Kopacak

 

Hocanın. Çok sevdiği bir kuzusu varmış öyle ki kuzuyu diğer. Hayvanlarından daha üstün tutmaktadır. Arkadaşları Hocanın bu zaafını bildiklerinden. bir gün gelip :-Hocam yarın nasıl olsa kıyamet kopacak gel şu kuzuyu kesip afiyetle yiyelim. Derler. Bu teklife hocanın gönlü razı olmasa da arkadaşlarını kıramaz kuzuyu kesip arkadaşlarına ikram eder. Ziyafet bittikten sonra hocanın arkadaşları yüzmek için dereye girer. Hoca her zamanki gibi ayağına gelen fırsatı tepmez. Arkadaşlarının dereye girerken çıkardıkları giysileri kuzuyu kızarttığı ateşte yakar. Arkadaşlar dereden gelince: --Ne yaptın hoca şimdi biz ne giyineceğiz diye feryat ederler. Hoca imalı bir tebessüm ile cevap verir: --Ne üzülüyorsunuz arkadaşlar nasıl olsa yarın kıyamet kopacak değil miydi?

 

Horoz Dövüşü

 

Nasrettin Hoca’nın horoz dövüşlerine yeni merak sarmış bir arkadaşı varmış. Birlikte gidip pazardan dövüşken bir horoz aramaya başlamışlar. Derken, arkadaşı bir horoz beğenmiş. Satıcıya adı ne bunun diye sormuş. Satıcı adı yiğit demiş. Arkadaşı horozu almış. Daha sonra yiğit hangi dövüşe girse dönüp kaçmış. Tabii ki rakibi de peşinde. Yiğit kaç dövüşe girdiyse hiç yakalanmamış. Arkadaşı, Hoca’ya: “ Hoca ne iştir? Benim yiğit neden dövüşe girmeyip kaçıyor?” demiş. Hoca: “ Bilmez misin Selami, yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır. Ne yapsaydı yani dövüşe girip de yara - bere içinde mi kalsaydı? Bak şuna hiçbir yerinde çizik bile yok. Hey maşallah! “ demiş.

 

Hazırlopçu

 

Nasrettin Hoca bir gün balık avına gitmiş. Dere kenarında bir ağacın altına oturmuş. Oltasını çıkarmış. Kancanın ucuna yanında getirdiği küçük beyaz kurtçuklardan birini takmış, suya fırlatmış. Başlamış beklemeye… İki üç dakika geçmiş geçmemiş, büyükçe bir balık oltanın önünde peydah olmuş. Balık oltanın etrafında birkaç tur atmış ve yemi kancasından çıkarıp yemiş. Nasrettin Hoca bu işe çok şaşmış.

Kancanın ucuna bir kurtçuk daha takmış. Balık aynı şekilde kurtçuğu yemiş, kancaya tutulmamış. Nasrettin Hoca balığa oyun oynamaya karar vermiş. Oltanın ucundaki kancanın ucuna biraz daha küçük bir kanca takmış, suya fırlatmış. Az sonra balık alışkın hareketlerle gelmiş, küçük kancayı kurtçuk zannedip ısırmış ve oltaya yakalanmış. Başlamış çırpınmaya… Nasrettin Hoca hemen oltayı sudan çıkarmış ve balığı tutmuş:
“ Seni köftehor, bütün yemleri yedin bitirdin. İyi alışmıştın hazırlopçuluğa. Ben buraya doyunmaya gelmiştim, doyurmaya değil ” demiş ve balığı pişirip, afiyetle yemiş.

 

TEMEL FIKRALARI

 

Temel otelin birinin odasında kara kara düşünüyor.. 'Ulan' diyor, "Ben aşağıdan içki isterken laz olduğum anlaşılır mı acaba?" Geçiyor aynanın karşısına ve prova yapıyor. "Bana bir fvisku.. yok böyle anlarlar".. "Bana bir rakı, yok" diyor "böyle de anlarlar". "Bana bir bira.. tamam" diyor "böyle iyi.. anlamazlar". Ve aşağıya iniyor. Masaya dirseklerini dayıyor ve sesleniyor: - "Barmen bana bir bira". Barmen Temel'i biraz süzdükten sonra soruyor: - "Birader sen laz mısın?" Temel:_

_ "uuuy sen benim laz oldiğumu  nasil anladın" diye sorunca , barmen de cevap verir.

- "Burası resepsiyon . Bar ise karşı tarafta . Resepsiyon ile barı ancak lazlar karıştırır. "

 

OTOBÜS

 

Temel ile Dursun iki katlı otobüsle seyahat ediyordu. Üst kattaki Temel bir ara cep telefonunu çıkardı ve alt kattaki Dursun'u aradı: - "Tursun, orada durum nasıl?" - "Hııüç... Bizim şoför uyumuş, otobüs öylece gidiyor." Temel: - "O da bir şey mi? Bizim katta hiç şoför yok daaa. Otobüs şoförsüz dür. "

TEMEL TRAFİK POLİSİ

 

Temel Amerika'da trafik polisidir. Bisikletle yol trafiğini ihlal eden bir papazı durdurur: - "Dur, ceza yazacağım." - "Ceza mı? Yazamazsın." - "Haçan nedenmiş o?" Papaz gülerek cevap vermiş: - "Benim sağ kolumda İsa, sol kolumda Meryem var." Temel hemen atılarak: - "Uy da, yazacuğum. Bisiklete üç kişi bineysun!.."

 

TEMEL UÇAKTA

 

İki Karadenizli uçağa binmiş. Uçak havalandıktan sonra uçağın motorlarından biri bozulmuş. Pilot anons etmiş: - "Uçağımızın bir motoru bozulmuştur. Telaşa gerek yoktur". Aradan çok geçmeden ikinci motor da bozulmuş. Pilot anons etmiş: - "Uçağın ikinci motoru da bozuldu....". Temel Dursun'a dönmüş: - "Tursun desene geceyi burda geçireceğiz."

 

TEMEL ÖLMÜŞ

 

Temel ölmüş. Öteki dünyada görevliler listeye bakmış ve Temel'e: - "Ya, senin adın listede yok sen bugün ölmeyecektin yanlışlıkla ölmüşsün. Seni tekrar dünyaya göndereceğiz. Ama kurallara göre insan olarak gönderilemezsin. Ancak istediğin bir hayvan olarak dünyaya gönderileceksin. Ne olmak istersin?" Temel biraz düşündükten sonra: - "Yunus balığı olayım", demiş. Ve anında yunus balığı olarak dünyaya ışınlanmış. Aradan 3 dakika geçmeden Temel tekrar öteki dünyaya dönmüş. Görevli sormuş: - "Ne oldu ya? Biz seni şimdi gönderdik niye geldin?" Temel masum bir şekilde cevaplamış: - "Yüzme bilmiyordum, boğuldum!"

 

TÜP GEÇİT MESELESİ

 

İstanbul'a tüp geçit yapılması için ihale açılmış.. Amerika, Japonya vs. hepsi teklif vermiş, 10 milyar, 20 milyar dolarlar... Bizim Temel'le Dursun ise 10 bin dolarlık bir teklif getirmişler. Komisyon gitmiş Trabzon'a; Temel'le Dursun'u görmeye. Demişler ki, "ihaleyi size vereceğiz, anlatın bakalım projenizi?" Temel başlamış anlatmaya... - "Ben gidi cem Anadolu yakasına başlıycam denizin altından kazmaya, İdris de gidecek Avrupa yakasından kazacak. Denizin altında ortada buluşuşcağız." Yetkililer sormuş: - "Peki ya hiç buluşamazsanız ne olacak?" İdris de bu sefer atılmış: - "O zaman bir tüp geçit fiyatına iki tüp geçit yaptırmış olacaksınız...
 

Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

 BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com 

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
erhantigli106
Erhan Tığlı4 years ago
Okulda derse girdim. Namık Kemal’in “Zavallı Çocuk” adlı eserini işleyeceğiz. Önce bir yoklama yapayım dedim. Tembel bir çocuğa Namık Kemal’in kim olduğunu sordum. Dudak bükerek, “Adı yabancı gelmedi hocam. Görsem tanırım” demesin mi! “Ne yazık ki göremezsin. Uzun yıllar önce öldü” dedim. Delikanlı üzüntüyle başını salladı: “Allah rahmet etsin!” Bir başka öğrenciyi kaldırdım. Namık Kemal’in hangi eserini işleyeceğimizi sordum. Bir cevap veremedi. Oysa birkaç gün önceden konuyu hazırlamalarını söylemiştim. Hayırsever bir arkadaşı eğilerek, “Zavallı Çocuk! Zavallı Çocuk!” diye fısıldayıp kopya vermeye başladı ama bunu duymayan zavallı çocuk put gibi duruyordu hâlâ. Gülerek şöyle dedim: “Arkadaşın seni ayıplıyor, sana zavallı çocuk diyor bak.” “Niye hocam?” “Namık Kemal gibi bir vatan ve hürriyet şairinin eserini bilemediğin için seni zavallı çocuk olarak görüyor da ondan!” *** Bir başka sınıfta Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş Şiiri”ni inceleyecektik. Bir öğrenciyi kaldırıp şiiri açıklatmaya başladım. Öğrenci şiirin, “Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?” mısraına gelince durdu. Ona ipucu vermek için, “İnsanın şakaklarına kar yağınca ne olur?” diye sordum. “Üşür efendim!” demesin mi... Ağaran şakaklarımı göstererek, “İyi ama ben üşümüyorum ki” dedim. Zeki bir öğrenci gülerek şöyle dedi: “Arkadaşımızın bu cevabından sonra üşümüşsünüzdür.” *** Bir öğrencimi tahtaya kaldırmış, şiir açıklatıyordum. Şiirde geçen, “yâr” kelimesinin ne demek olduğunu bilemedi. Kızdım. “Bir de genç olacaksın. İnsan genç olur da bu kelimenin ne demek olduğunu bilemez mi? Otur, öğren de öyle gel” diye bağırdım. Ya bir arkadaşı söyledi ya da ilham geldi. Öğrenci oturmaya hazırlanırken, “Sevgili hocam” diye bağırdı. Ama bunu öyle söylemişti ki, beni sevgili yapmış, “Sevgili, hocam” demesi gerekirken, “sevgili hocam” demişti. Sınıfta bir kahkaha koptu. Bozuntuya vermedim, gülerek: “Son anda bildin. Aferin sevgili öğrencim” dedim. İşte böyle, öğrenc