UYGARLIKLAR İLE HARRAN
Harran, dünyadaki ilk üniversiteye sahip olması, Dünyanın ilk tapınaklarının yapıldığı Göbeklitepe ile aynı arazi üzerinde yer alması, toprak evlerinde Sümer kubbe sistemini andıran hatta devam ettiren örneklerin görüldüğü tek yerleşim yeri olması, Pagan kültürünün yeryüzündeki en son şehri olması, gibi sebeplerle önem kazanan antik bir şehirdir. Antik kentinden günümüze şehrin kalesi, surlarının bir kısmı ile İslam döneminden kalma Büyük Cami minaresi ulaşmıştır. Büyük Cami İslam fethinden önce Mezopotamya uygarlıklarının ve dinlerinin belli başlı mabetlerinden birisi olan Sin mabedi’nin camiye çevrilmiş halidir.
Harran eskiden Cullab ve Deysan nehirlerinin suladığı mümbit bir arazi üzerinde ve yolların kesiştiği bir kavşak noktasında, kervanların konakladığı bir menzil şehri olarak tarih sahnesine çıktı. Dört yöndeki Uygarlıkların geçit yeri üzerindeydi ve Yukarı Mezopotamya’yı Aşağı Mezopotamya’ya götüren kilit bir arazideydi. O zamanlar tüm dünya’nın beşiği bu coğrafyaydı. 13. yy dan sonra ise Cullab ve Deysan gibi coğrafyadan da silindi.
TARİHÇESİ
Harran’ın Tarihini üç döneme ayırmak mümkündür.
Sin Kültü ve Mezopotamya Kültürü Etkisindeki Harran
Harran adının MÖ.2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerindeki şekliyle günümüze geldiği bilinmektedir. Harran' da MÖ.2000'den önce Mittaniler, MÖ.2000' den sonra ise Mittanilerle beraber, Hititler, Asurlar ve Batı Sami kavimleri, yaşamıştır. Bu süreçte Harran’a Sümer, Akat ve Elam Keldani, Hurri, Mitanni ve Asur uygarlıkları da egemen olmuştur. Bu arada Asur Prensleri, başkenti Harran olan yeni bir Asur Krallığı kurmuşlar, bu devletin ömrü pek kısa olmuş, Harran, Pers kavimleri tarafından tahrip edilmiş ve son Asur Prensliği de tarihe karışmıştır.
Harran bu kültürler yumağında Yukarı Mezopotamya’da gelişen bir şehir oldu. Harran’ın adı Sümerceden kaldığı gibi, Harran’daki Sin Tapınağı da bu kültürün mirasıdır. Günümüzdeki Harran en çok koni tipli kubbeleri olan evleriyle tanınmıştır. Bu tip kubbeli evler Sümer Kültürün den kalan yaşayan bir mimaridir. “ Sümerler, Taş temeller üzerine güneşte ya da fırında kurutulan kerpiç tuğla kullanarak Dünya sanatında ilk mimari eserleri yapmaya başlamıştı. Kubbe sistemini bulan ilk uygarlık da Sümerlerdir.” [1] Daralarak yükselen koni şeklindeki kubbe şekli Harran’da örnekleri görülen kubbelere[2] benziyordu.”
Bu uygarlıklar döneminde Harran önemli bir Kült ( Tapınma ) merkezi haline gelmiş bu uygarlıkların en önemli tanrılarından birisi olan Sin adına Harran’da önemli bir tapınak yapılmıştır. “Harran, Sin (Sümerler ve Akadlar'ın ay tanrısı) kültünün önemli bir merkezidir. Helenistik dönemle başlayıp ortaçağ boyunca süren zaman zarfında, Pythagorasçı felsefe, hermetizm ve uygulaması olan simya, Hrıstiyanlığa karşı antik bilgeliğin savunucusu olan Neo-Plâtoncu felsefe ile Kalde geleneğine ait inanç ve bilimlerin harmanlandığı bir kenttir.” [3]
Söylentiye göre yedi gezegene adanmış yedi şehir vardı ve Harran Sin'e adanmıştır.
Mezopotamya uygarlıklarında Sin, Ay tanrısıdır ve bu uygarlıkların en önemli tanrısı olan Enlil ile birlikte en önemli üç tanrıdan biridir. “Sin, Asur, Babil teolojisinde ikinci tanrı üçlemesini oluşturan Sin (Ay)-Shamash (Güneş)-Ishtar(Venüs) üçlüsünün en önemli tanrısıdır ve diğerlerinin babasıdır. Nitekim bu dönemde Sin'in sembolü olan hilalin yanına iki tane yıldız eklenilerek bu üçlünün sembolize edildiği görülür. İlk üçlüyü oluşturan büyük tanrılar ise Anu( Gökyüzü)-Bel(Toprak)-Ea(Su)dır.”[4]
Harran, doğuya batıya ve Kuzeye giden antik yolların kesişme noktasında olması ve Sin tapınağına sahip olması sebebiyle bu uygarlıklar döneminde oldukça önemli bir kent haline gelmiştir. Harran kervanların uğrak yeri, antik yolların dağıtım kavşağı, kuzeye, güneye ve batıya giden yolların yol ayrımında ve Büyük Tanrı Sin’e adanmış bir kent olarak ve Sin Mabediyle önem kazanmıştır“Gece gökyüzünün gören gözü olan Sin, tanrıların yazıcısı Nebo'nun (Merkür) ilahi buyrukları üzerine yazdığı bir dolunay diski olarak tasvir edilir. Ayın yansıyan gümüşi parlaklığı ona bilicilik (kehanet) ve antlaşmaların tanığı ve garantörlüğü işlevini de vermiştir.”[5] Nitekim eski çağ uygarlıklarının yaptığı anlaşmaların altına Sin’in şahitliği ibaresi konuluş olması bu yüzdendir. Sin’in kenti Harran işte bu yüzden kutsal bir kült merkezidir. “1849 yılında Akdeniz'de bulunan Cythera (Kithira) Adası'nda keşfedilen, eski Akatlılara ait ve 1853 yılında yazılmış bir elyazmasındaki bilgilere göre Sin Tapınağı, Kral Naram-Sin tarafından M.Ö. 19. yüzyılın sonlarında kurulmuştur." [6]
Antik Harran’ın şehir planı ile Sin tapınağı ve Ay Tanrısı Sin’i sembolize eden sekizgen şeması ile yakından bir ilgisi olduğu söylenmektedir. “Sin(Ay) tapınağı ise sekizgendi. Sin tapınağı ile birlikte Harran şehir planının sekizgen olması ve surların sekiz kapısının olması Harranlıların geometrik sembolojiyi kullandıklarını gösterir.”[7]
Harran, kelimesi etimolojik yapısı itibariyle Sümer ve Akat,dilinde ve eski uygarlıklarda “yolların kavuştuğu yer”, “kavşak” anlamına gelmektedir. Önasya dili olan Akatça’daki “Harranu” sözcüğüyle “Seyahat ve Kervan” anlamına gelir. [8]. Harran, özellikle Asur, Ticaret Kolonileri devrinde Anadolu ile sıkı ticari ilişkiler yürütmüş olan Asurlu tüccarların uğrak yeri olmuş hatta bir ara Asur Prensliklerinden birisine başkentlik de yapmıştır.
Harran mazisinde olan kutsal kent kimliğini İslam egemenliği esnasında da sürdürmüş, İslam’ın hoş görüsü altında dünyadaki Pagan kültürünün en son şehri olarak varlığını Moğol İstilasına kadar devam ettirmiştir. Bir yandan Mezopotamya Uygarlıklarından gelen kültürel birikimi bünyesinde yaşatırken, Hıristiyanlığın yayılması yoluyla İskenderiye’deki Mısır kültürünün izlerini alıp Harran’a kaçırıp getiren Mısırlılar sayesinde Mısır kültürünün son izleri de Harran’a taşınmıştır. Hatta Hıristiyanlığın yasakçı tutumu Yunan ve Roma ’nın kadim kültürünü devam ettirmek isteyen son kalıntılarının da Harran’a kaçışmasını sağlamış, böylece Harran bu kültürlerin buluştuğu yegâne son sığınak olarak dünyanın ilk üniversitesine kavuşmuştur.
Pagan Kültürünün son kalesi olarak kalan Harranlılar Makedonyalılar sayesinde Yunan,Hıristiyanlığın baskısı sebebiyle kaçışan Mısır ve kökenlerinden gelen Mezopotamya Uygarlıklarından kalan kültürleri kendilerine göre yorumladılar. Moğol istilasına kadar da bu kültürü sürdürdüler. ”Harranlılar, kendi geleneksel yıldız-gezegen kültürüne dayalı politesit/paganist din anlayışlarını Helenizm etkisinde yeniden yorumlamaya yoluna gitmişlerdir. Helenizm etkisindeki Harranlılar, her ne kadar dinsel açıdan eski Yunan geleneğinden etkilenseler de, binlerce yıldır adeta kendileriyle özdeşleşmiş olan gezegen kültüne dayalı politeizmden asla ödün vermediler."[9]
Harran Felsefe ekolünde kitabi dinlerin de izleri vardı ama onların dinsel inancı tüm dinlerin etkisiyle oluşan farklı bir dindi: “ Harranlılar, ruhun göçmesi inancına inanıyorlar ya da ruhun bedenden ayrıldıktan sonra yıldızlar dünyasında kaldığına inanıyorlardı. Onlara göre iki dünya vardır: a)Gökler dünyası ve b)Ay küresinin altındaki dünya. Yer küresi, gök, güneş ve yıldızlar yaratılmamış olup, ezelidirler. Harranlılar peygamberlere de inanmıyorlardı. Onların peygamberleri, filozoflar ve bilginlerdi.” [10]
Helenistik Felsefe ve Roma- Bizans Egemenliğindeki Harran
Harran, M.Ö. 332 tarihine kadar Mezopotamya uygarlıklarının sonuncusu olan Pers İmparatorluğu yönetiminde kalmıştır. Pers Kralı III. DARA (Daryus) İssos Savaşı 'nda Makedonya Kralı İskender'e yenilince, Yukarı Mezopotamya ve dolayısıyla Şanlıurfa ve Harran da, Makedonyalıların eline geçmiştir. [11]
İskender’in ölümünden sonra bölge Selevkosların idaresine girer. Bu esnada Fırat’ın batı yakasında Zeugma kenti, Bu günkü Urfa’nın yerinde ise Edessa kenti kurulmuştur. Zeugma ( Belkıs ) , Harran, Edessa ve Antakya bu süreçte kültürel bağlantısını kuvvetle sürdüren kentler olarak belirir.[12] Seleaukoslar dönemi, Romalı ar'ın Pompeus kumandasındaki ordularının Urfa'yı almalarıyla Seleaukoslar tarih sahnesinden silinmiştir. [13] Zeugma Romalılarla Sasaniler arasında sınır kenti olarak kalırken Harran ve Edessa ( Urfa) büyük ihtimalle Sasanilere bağlı Otonom kentler olarak kalmış olmalıydı. Bu dönemde bu kentlerin önemi azalmayacak aksine artacaktır. M.S.244
Roma İmparatorluğunun Batı ve Doğu diye ikiye bölünmesi üzerine Şanlıurfa, Doğu Roma İmparatorluğunun İranlı Sasanilerle sınır bölgelerindeydi. Bizans ve İran'ın yüzyıllar boyu devam eden kanlı boğuşmalarında Harran Edessa ve Zeugma harabe olmaya başladı. Romalı Zeugma ise, Sasani istilasıyla tarih sahnesinden çıktı. [14] Harran ve Edessa’nın önemiyse artıyordu. Romalılar kaybettikçe Bu şehirler güçlenmişti.
Bizans ve Roma Hıristiyanlığı kabul etmeye başlayınca Doğu Roma İmparatorluğunun resmi dini olan Hıristiyanlık, akademileri ve felsefe okullarını kapatmaya başlamıştı. Bu merkezlerden ayrılan filozoflar Harran'a sığınmaya başladılar. Harran, yeni dini kabul etmek istemeyen Yunanlılar´ın ve diğer karşıtların merkezi haline geldi. Roma’nın sayesinde Hıristiyanlık İskenderiye’yi de kuşatmış, Antik Mısır dinine sadık kalan İskenderiye okulunun son hocaları da ellerindeki kitaplarla Antakya ve Harran’a sığınmak zorunda kalmışlardı. Mısır, Makedon, Yunan , Roma kültüründen kalan bu kitapların birçoğu "Harran Sabiileri" tarafından Arapçaya tercüme edilmişti. Bu tercüme eserler İslam bilginlerinin Antik Yunan ve Mısır felsefelerini öğrenmesini sağladı. Aynı zamanda ve aynı yöntemle batılı bilginler de İslam Felsefesini Harranlılardan öğrendi.
İslami dönemde Harran
Hz. Ömer zamanında Yermuk’ta Bizanslıları mağlup eden Übeyt İbni El Cerrah, ÇUKUROVA, HATAY ve Harran ovasını fethetti.[15]
Harran’daki Sabilerin ve Putperestlerin İslam egemenliği altında dahi varlıklarını 13. yy kadar sürdürebilmeleri ilgili şöyle bir anlatı vardır. “830 yılında Halife al Ma'mum Harranilere dinlerini sormuş onlar da "Biz Harranileriz" diye cevap vermişlerdir. Halife al Ma’mum ise kendisi seferden dönünceye kadar Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik veya Sabiilik arasından birini seçmeleri gerektiğini söyledi. "Kitaplı" dinlerden biri değilseler putperesttirler ve putperestlerin kanlarını dökmek caizdir Bu durumdan telaşlanan Harranilerden bazıları Müslüman veya Hıristiyan olurken, "Biz Sabiiyiz" demeyi uygun gördüler.“[16] Bu politika Sayesinde Harran’daki Pagan kültürü İslam’ın hoşgörüsü altında 13 yy ‘a kadar kültürünü sürdürmüştü.
HARRAN DA İLK ÜNİVERSİTE
Abbasi Hükümdarı Harun Reşid, Harran’a bir üniversite kurdurdu. Üniversitede sürdürülen bilimsel çalışmalar din, gökbilim, tıp, matematik ve felsefe olmak üzere beş bölüme ayrılmıştı. Felsefede Platon, Aristoteles, Plotinos’un öğretileri okutuluyor ve antik uygarlıkların eserleri Arapçaya tercüme ediliyordu. Harran üniversitesinde Sabiiler, Hristiyan ve Müslümanlardan oluşan âlimler bir araya toplanmıştı. Emeviler ve Abbasiler, Eyyubiler döneminde Makedonya ( Kalde) Mısır, Yunan Roma Bizans kültürünün son mirasçılarına sığınak olarak Harran, bilim dünyasına çok önemli katkılar sağlamıştı.
“Harran özellikle tıp, astronomi ve matematik başta olmak üzere birçok alanda çevre okullardan oldukça ileri bir bilimsel kaliteye sahipti. Mesela İbni Nedim, 'Aletler ve Kullanımları Hakkında Bir Kelam' diye bir başlık altında usturlab hakkında bilgi verirken bunu ilk kullanan kişinin Batlamyus olduğunu, ancak bu tür astronomik aletlerin ilk kez Harran'da kullanıldığını, daha sonra çeşitlenerek diğer yerlere yayıldığını söyler. Bu aleti kullananlar arasında Ahmed b. İshak el-Harranî, Rabi b. Firas el-Harranî, Ali b. Kanuta el-Harranî gibi isimler vardı. Aynı devirlerde Kura b. Kanuta el-Harranî'nin bir dünya haritası yapmış olduğu da bilinmektedir."[17]
Harran, ünlü Tıp ve Matematik bilgini Sâbit bin Kurrâ’; dünyadan aya olan uzaklığı ilk olarak doğru hesapladı, ünlü astronomi bilgini El-Battanî’; atomun mucidi oldu. Cabir bin Hayyan ve cebir ilminin mucidi oldu, ünlü din bilgini Şeyhü’l İslam İbn-i Teymiyye bu okulu bitirmişti. Hatta Farabi bile bu okulda yetişmişti. Bu okul trigonometri ve Astromi alanında da diğer pek çok buluşa imza atmıştı.
Harran şehri sadece Sabilerin ve Pagan Kültürünün izlerinde ürünler üretmemişti. Harranlı pek çok İslam âlimi hadis, fıkıh, tefsir, tarih gibi ilimler sahalarında değerli eserler yazdı. Harran bu alanda hizmet eden Yüzden fazla âlim ve ravi’ler yetiştirmişti. [18] Bununla da kalamayarak Urfa ve Harran pek çok Peygamberin ve evliyanın yaşadığı bir yer olarak anılmayı sürdürmüştü. Makedonya uygarlıklarından kalan dini merkez olma hüviyetini İslam uygarlığı süreçlerinde de devam ettirmeyi başarmıştı. Birçok Peygamberin babasının ailesinin veya yaşadığı yerin Harran ve Urfa olduğu rivayetleri her zaman devam etti. Nuh, İbrahim, Yakup, İshak, Lut , Şuayıp, ve Hz Musa gibi birçok başka Peygamberler ya Harranlı ya da Harranla ilişkili olan peygamberler olarak kabul edilir.
“Harran Okulu birçok kaynaktan beslendi. Kökleri Keldani ve Mecusiydi. Muhtemelen yok olmaktan kurtardıkları bazı eski Yunan elyazmaları bağırlarına basmışlardı. Ancak aynı zamanda Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam'dan etkilenmişlerdi. ”[19]
Harran, dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden “Harran Ekolü”nün merkezidir. Bu felsefeleri Mısır uygarlıklarındaki Thoth veya Tehuti adlı tanrıların, Yunan Uygarlığındaki Hermes’in ve Mısırlı âlim İmhotep’in yazdığı sanılan kitaplardaki öğretiler ile kitabi dinlerden alınan etkileşimlerden ortaya çıkan bir felsefeydi. Bu felsefenin odağında gözüken Hermes bir tanrı olarak değil “ bir tanrıdan ziyade ilahi sezgilerle esinlenmiş bir bilge “ gibi kabul edilmektedir. Bu felsefenin oluşmasında Harran’daki mütercimlerin, Yunan Felsefesi konulu Latince yazılmış eserlerden Arapçaya yaptıkları çeviriler, İskenderiye’den Harran’a getirilen Antik Mısır medeniyetine ait kitaplardaki bilgiler önemli rol oynamıştı
“MS.II.asırdan itibaren burada korunan bilimsel eserlerin Bağdat'a aktarımı, Sabit b. Kurra ve Yuhanna b. Haylan gibi önemli bilginlerin Bağdat'a göçmeleriyle veya Müslüman öğrencilerin bizzat Harran'a gelerek orada ders almaları yoluyla gerçekleşmiştir. Ancak bu süreçte en önemli olgu olarak karşımıza Yunanca'dan Süryanice aracılığı ile Arapçaya yapılan tercüme faaliyetleri çıkmaktadır.”[20]
Antik Harran üniversitesi ve felsefesi batı felsefesinin yeniden yorumlanarak İslam medeniyetinin oluşmasında böyle bir katkı sağladı. .Bu bilgiler ve tercümeler İslam âlimlerinin batı felsefesini fark etmesini ve anlamasına yol açtı. Ayrıca batılı âlimler de İslam medeniyetini aynı şekilde fark edip analiz etti. “ Halen batı üniversitelerinde Tarihi Harran Üniversitesi’nde yetişmiş olan bilginlerin eserleri ders kitapları olarak okutulmakta ve adlarına kürsüler bulunmaktadır.” [21]
Bu kültür son nefesini Moğol işgalinde verdi.
Halifeler, Emeviler, Eyyubiler, Selçuklular ve Abbasiler dönemlerinde Zeugma yok olmuşken, Edessa ( Urfa ) , Harran, Antakya , SELEUCIA PİERİA, bu bölgelere yakın olan Epiphania ve Eliaussa Sebaste, Korykos şehirleri Seleaukoslar ve Roma Döneminde kurulup ihtişamını devam ettirecekti. Abbasilerin son zamanlarında başlayan taht kavgaları, Selçukluların ve Eyyubilerin zayıflaması 1258 yılına kadar devam ederken Cengiz Han'ın torunu Hülagu Han, Bağdat’ı alarak Abbasioğulları Devleti'ne son vermiştir. Bu süreçte Harran ve Edessa bir hayli tahrip edilir. Böylece, Şanlıurfa ve Harran şehirlerinin ulaşmış oldukları yüksek kültür ve parlak dönemler Abbasoğulları, Eyyubiler ve Selçuklu ve Memluklar sonrasında yıkılmaya başlamıştır. Özellikle Harran ve Harran'daki üniversite yani Büyük Cami, Moğol istilasıyla, MS. 1260 bir daha eski durumuna gelememiştir. Osmanlılar zamanında Edessa ( Urfa ) yeniden önem kazanmaya çalışırken Harran tamamen önemini yitirmeye başlayacaktır.
17 yy da Harran’ı gören Evliya Çelebi, burasını, "Şehir harap, evler toprak olup kalesinde insanoğlu kalmamıştır. Ancak kargir camileri, han ve hamamları kalıp diğer harap evler içerisinde çöl Arapları kışlamaktadır" cümleleriyle anlatmaktadır.[22]
ANTİK HARRAN ŞEHRİNDEN KALINTILAR
Antik Kent kalıntılarının ortasında Harran höyüğü bulunmaktadır. Şehirde dış surların izleri ve içkale ve şehir sınırları içersindeki harabelerde Sin Mabedi ve üniversite gibi eski eserlerin temel kalıntıları yer almaktadır. Harran"ın zengin mimarisinden sadece surlar, iç kale, Ulu Cami, Şeyh Hayat el-Harrânî türbe ve camii ile konik kubbeli evler günümüze kadar gelebilmiştir.
HARRAN KALESİ
Harran şehrinin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilen iç kale, dikdörtgen planlı olup, köşelerinde onikigen kuleleri mevcuttur. İslami kaynaklarda kalenin yerinde bir Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Kuvvetli ihtimal İçkale, tabletlerde ve yazılı kaynaklarda adı geçen Sin Tapınağı üzerine yapılmıştır. Emevi halifesi II. Mervan'ın 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. 90x130 metre boyutlarındaki kale üç katlıdır. Düzensiz dikdörtgen planındaki kalenin dört köşesinde onikigen birer kule bulunmaktadır.
HARRAN HÖYÜĞÜ
Arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında 2003 yılından buyana höyükte yapılan kazı çalışmaları çeşitli devirlere ait eserler ortaya çıkarılmıştır. Höyükteki kazılarda, M.Ö. VI. bine Halaf devrine tarihlenen buluntuları, Eski Tunç devrine ait figürin ve figürin başları, M.Ö. 1.950 Eski Assur dönemine tarihlenen silindir mühürler, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna’id’den ve Sin mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur. Höyük ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri Halaf, Ubeyd, Uruk, Tunç çağı , Hitit , Hurri, Mitanni r Asur Babil Akat, Yunan , Roma Helen, Bizans ve İslam devrinde de Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Zengiler, Eyyubi, Memluk ve Selcuklular gibi önemli uygarlıkları sinesinde barındırmıştır. Kazılardan elde edilen eserler Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. İslam Devrine ait şehir kalıntılarında ortaya çıkan mimari yapılar, dar sokaklara açılan bitişik nizamlı ve avluya açılan odaları bulunan dikdörtgen ve kare planlı evlerden oluşmaktadır. Mimari kalıntılar arasında insan gücüyle döndürülen değirmenler, zamanın öğütme sanayisi hakkında bilgi vermektedir. Açığa çıkarılan kent kalıntıları, ayrıca gelişmiş bir şehir planlamacılığı ve o devrin sosyo-ekonomik yaşam düzeyi hakkında da bilgi vermektedir. [23]
HAYAT EL-HARRANİ
Harran’da doğmuştur. Asıl adı, Şeyh Yahya Hayat b.Abdulaziz’dir. Hayat el-Harrani olarak tanınmıştır. Öldükten sonra tasarrufu devam eden keramet sahibi, önemli bir şahsiyettir. Kendisiyle çağdaş olan Sultanlar mutlaka Hz. Şeyhi ziyaret etmiş, onunla görüşmekten şeref duymuşlar ve hayır duasını almışlardır. Selahatin-i Eyyubî, Halep hükümdarı ve Urfa fatihi Nureddin Mahmud Zengi Hz. Şeyhi ziyaret eden İslam Fetihlerinin önemli komutanlarıdır. Özeliklikle mevlid ve kandil gecelerinde ziyaretçi akınına uğrar. Şanlıurfa’ya gelen ziyaretçilerin Hayat el-Harrani hazretlerine uğramadan gitmedikleri görülür.[24]
HARRAN ULU CAMİİ
Harran, M.S. 640 yıllarında Halife Hz. Ömer zamanında İslam hâkimiyetine geçmiş, Emevilerin son halifesi II. Mervan zamanında da bir süre başkent olmuştu. Ulu Cami veya Cennet Cami, Harran höyüğünün kuzeydoğu eteğinde yer alır. Caminin doğu cephesi mihrabı, şadırvanı ve minaresinin büyük bir bölümü korunmuştur. Türkiye’de İslam mimarisinde yapılmış en eski cami olan Harran Ulu Cami, M.S. 744-750 tarihleri arasında Emeviler devrinde Halife II. Mervan tarafından yaptırılmış ve daha sonra çeşitli zamanlarda onarımlar görmüştür. Ulu Cami 104x107 m. ebadında bir alanı kaplar, minarenin zaman içinde yok olan Ahşap merdivenleri, aslına uygun bir şekilde 105 basamaklı olarak yeniden yapılmıştır.
Eldeki bilgilere göre Ulu Cami eski Sin Mabedi’nin yerine yapılmış veya Sin Mabedi Ulu Cami haline çevrilmiştir.
HARRAN KÜMBET EVLERİ
Harran’la özdeşleşen Kümbet, Kubbeli Evler veya Konik Evler diye bilinen Harran’a özgü evlerin bir kısmı mevcudiyetini korumaktadır. Sümer ve Mezopotamya kubbe ve mimari özellikleri yaşatan bu evlerin benzerlerine, Suruç ve Birecik köylerinde de rastlamak mümkündür. Harran’daki evlerin diğerlerinden ayrılan farkı, kubbelerinde tuğla kullanılmasıdır. “Evlerin yüksekliği içerden en çok 5 metreye ulaşmaktadır ve kubbeler, 30–40 tuğla dizisi ile örülmüştür. Örgüleri düzensiz bir şekilde balçık sıva ile bağlanan kubbe ve duvarlar, içerden ve dışarıdan yine bu harçla sıvanmıştır. Harran evleri bölge iklimine uyumlu olarak yazın serin kışın sıcaktır.” [25]
İMAM BAKIR (HZ.) CAMİİ VE TÜRBESİ
Harran'ın 3 km. kuzeydoğusunda İmam Bakır Köyü'nde 12 İmamdan beşincisi olan Ebu Ca‘fer İmam Muhammet Bakır'a atfedilen bir türbe ve camidir. Halife Hz.Ömer zamanında (miladi 639'da) Urfa ve Harran'ın fethi savaşına katılan Ebu Ca‘fer İmam Muhammet’in kopan bir parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin yapıldığı ve köye "İmam Bakır" adı verildiği söylenilmektedir.[26]
HAN EL-BA’RUR
Harran'ın 27 km. güneydoğusundaki Göktaş Köyü'nde bulunan Han El-Ba’rur, Eyyubiler dönemine tarihlenmektedir. Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervansaray; mescit, muhafız odası, ahırlar, hamam ve yazlık odalardan oluşmaktadır. Yapı, Anadolu Selcuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşımaktadır. 43.30x44.80 metre ölçülerinde kareye yakın bir avluyu çevreleyen kervansarayın biri kuzeyde, diğeri de batıda olmak üzere iki kitabesi bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre; kervansaray, İsa oğlu el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından 1128-1129 tarihlerinde yaptırılmıştır. Hanın ismi olan "Ba‘rur" kelimesi Arapça'da "Keçi gübresi" anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve yoldan geçen veya kervansarayda konaklayan misafirlerine ikram edermiş. Geleceğe dönük olarak "Benden sonra gelenler burayı keçi gübresi ile dolduracaklardır." demiştir. Yapı, Moğol istilasından sonra harap hale gelmiş ve yerli halk tarafından uzun yıllar ahır olarak kullanılmıştır. Gerçektende keçi gübresi ile dolması düşündürücü ve bir o kadar da anlamlıdır.[27]
ŞUAYB ANTİK ŞEHRİ
Şuayb Antik Kenti, Hanel Ba’rur’dan 11 km. sonradır. Harran’a ise 38 km uzaklıktadır. Şuayb Antik Kenti Geç Roma dönemine (M.S. 4-5. yüzyıl) tarihlenen bir yerleşim yeridir. Efes’i andıran mimarisinden dolayı Güneydoğu’nun Efes ’i olarak da tanımlanır. Şuayb Peygamber’in buradaki bir mağarayı ev ve ibadethane olarak kullandığı rivayet edilir. Bu Antik Kent ismini bu rivayetten alır. Halen bölgedeki bir mağara Şuayb Peygamberin makamı olarak ziyaret edilmektedir. Bu yerleşim yerinde çeşitli tarihlerde bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucu varılan ortak görüş, Şuayb Şehri isminin Arapçada “Eski İnsan Şehri” anlamına geldiği ve bu yerleşim içinde yer alan evlerin ise Harran Ovası’nda yaşayan insanların yazlıkları olduğu şeklindedir.[28]
Bu evler tipik Roma evleri tarzında yapılmış olup üçgen alınlıklı, çatılı ve etrafı duvarla çevrili bir avlu ve evin altında yer alan ana kayaya oyulmuş bir kilerden oluşmaktadır. Her evin içinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Evlere girişler avlu duvarlarında yer alan kapılardan yapılmaktadır. Bu kapılar ise ızgara planlı sokaklara açılmaktadır. Şuayb Antik şehrinde bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Yapılacak arkeolojik çalışmalar bu antik kentin bilinmeyen gizemli yönlerini ortaya çıkaracaktır.[29]
BAZDA MAĞARALARI
Bazda Mağaraları, Harran-Han el-Ba’rur yolunun 15. km. sinden itibaren yolun her iki tarafında tarihi taş ocakları bulunmaktadır. Bazda mağaraları 19.km.de yolun sağındadır. "Bazda", "Albazdu", "Elbazde" veya "Bozdağ Mağaraları" adıyla bilinir ve tanınır. Bölgenin en önemli ve en güzel görüntüye sahip taş ocağıdır. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephelerinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar meydana gelmiştir. Kayalara yazılmış Arapça kitabelerden, bu taş Ocağının 13. yüzyılda "Abdurrahman el-Hakkâri", "Muhammet İbn-i Bakır", "Muhammed el-‘Uzzar" gibi şahıslar tarafından işletildiği anlaşılmaktadır. Çevredeki Harran, Şuayp şehri ve Han el-Ba‘rur yapıları için yüzlerce yıl taş alınması neticesinde her iki mağarada da çok sayıda meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan özellikle büyük olanı yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye varan ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluşturulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır.[30]
KAYNAKÇA