HAVRA Sinagog ve Şiirlerimizde Huri ile Havra İlişkisi

13.11.2016

 

  

Havra Sinagog ve  Şiirlerimizde Huri ile Havra İlişkisi

Osmanlıca yazılışı havra : خاورا - هاورا 

Havra sözcüğü sözlük anlamı ile Yahudi mabedi sinagog anlamı olmasına rağmen Arapça ‘da havra ahu gözlü güzel kız anlamına da gelir.

Yahudilerin ibadet ettiği tapınaklara denir. Havra veya Sinagog denir.   "Synagogue",   Yunancada toplantı için kullanılan bir terimdir.  Havra’nın Türkçedeki karşılıkları arasında “ Çok gürültülü yer[1] anlamı da vardır. ( bkz Ma'bed ( Mabet ) Deyr Tapınak Büthane, Manastır )

Madrid'de kahvehaneyi gördüm ki havradır
Bir yerdeyiz ki söz denilen şey palavradır" - Y. K. Beyatl

İbranice ’de sinagog kelimesinin anlamı  (ibadet evi)  şeklindedir.  “Sinagoglar, büyük bir ibadet salonuna (ana tapınak) ve dinî çalışmalar için küçük odalara sahiptir. Bazen sosyal toplantı salonları ve ofisler de bulunur. Bazı sinagoglar Tevrat çalışmaları için, beit midraş (Sefarad) ya da beis midraş (Aşkenaz) adlı ayrı odalara sahiptir. Sinagoglar kutsal yerlerdir ve sadece ibadet amaçlı kullanılırlar. Modern Yahudi toplumlarında sinagoglar daha geniş rollere sahiptir. Bu nedenle bazı sinagoglarda yemek salonları, koşer mutfaklar, dînî okullar, kütüphaneler, günlük bakım yerleri ve küçük şapeller vardır. “ [2]

Divan şairleri Havrâ kelimesini sinagog  -  Yahudilerin tapınağı manasında çok az kullanmışlar, çoğu kez de havra kelimesini ahu gözlü güzel kız, huri anlamına da gelecek şekilde, tevriyeli, kinayeli şekillerde kullanmışlardır. Hatta divan şairlerinin havra kelimesini huri kelimesinin eş anlamlısı olarak dah sık kullandıkları gözükür. Havrâ ile huri arasında kurulan ilişkinin, Budist tapınağı ile Ferhar  Güzeller Mabedi  arasında kurulan ilişkiye   benzer bir ilişki içinde  kullanıldığı da dikkati çeker.  ( bkz Halluh ( Ferhar : Güzeller Mabedi ) Hoten ve Nevşâd Şehirleri ) Bilindiği gibi   divan şairleri Halluh Şehrinde Ferhar adlı Budist tapınağında  sürekli olarak yetmiş güzelin bulunduğu, bu tapınağa gelen misafirlere bu güzellerin sunulduğu düşüncesi vardır.  Nitekim  divan şairleri boynuna hac, istavroz, çelipa takmış olan  Hıristiyan güzelleri hakkında da benzer şeyleri düşünmekte,    Hz İsa’nın  çarmıha çekildiğini temsil eden  hac işaretini güzellerin boyunlarındaki  gördüklerinde  kollarını açarak gel kendilerine “gel gel “ diyen bir  Hıristiyan güzeli görmş gibi hayal etmektedirler.  [3] ( BKZ Çelipa Nedir Şiirimizde Haç - İstavroz - Hıristiyan Güzeli )

Mümkün mü miyanını görüp açmasın ağuş
Ol kâfir eder şekl-i çelipa kim görse                       Nabi

Olur elbette meftun ı çelipa ol büt-i tersa
Kinar etmek dilersen serbeser bekşude- ağuş ol.    Nedim [4]

O Hiristiyan güzeli istavrozu elbette sever. Eğer o güzeli kucaklamak istiyorsan sen de kucağını istavroz gibi aç.  
Nitekim putlara tapanların tapınaklarındaki kadın heykellerini de - Büt-i Tersa  - tapılacak güzeller olarak düşünmüşlerdir.  

Kaçma Haşmet’yen eya kâfir-i tersa suret
Açmışım şekl-i çelipada sana ağuşum            Şair Haşmet 

Ey Hiristiyan güzeli ne olur Haşmet’ten kaçma, bak kollarımı istavroz gibi açmış sana koşuyorum.

Eger küşteñ mezârı lâlesin bulsa ide havrâ
Ruhına bergini gül-gûne dâgın hâl-i ‘anber-sâ  EMRÎ ( D. Edirne?, Ö. Edirne 1575 )

Şu halde divan şairlerinin Havrâ kelmesini huri ve melek kelimeleri ile eş anlamlı düşünmelerinin mantığını anlamış bulunmaktayız.  Böyle düşünmelerinin diğer bir nedeni de dinlerin müminlerine verdiği cennet vaatleri olmalıdır. Bu nedenle Müslümanlık dışındaki dinlerin ibadet yerleri hurileri çağrıştırıyor olabilir.  

Nitekim divan şairleri Havrâ kelimesini Yahudilerin tapınakları ve ibadet mekânları olarak kullanmamışlar,  aksine;  huri, melek, huri kadar güzel kadın ve sevgili anlamlarında kullanmışlardır.  Hatta araştırmamız sırasında havrâ kelimesini ibadet yeri anlamında kullanan bir beyte de rastlayamadık.

Dehânı gâib olmış hatt-ı sebz-i yârda gûyâ
Yitürmiş sebze-zâr-ı cennet içre hâtemin havrâ     EMRÎ ( D. Edirne?, Ö. Edirne 1575 )

Servler mi turan çevre temâşâya yahud
Hulle-i sündüs ile geldi mi havrâ bu gice            Cafer Çelebi

Çevreyi temaşa etmekte olanlar, servi (boylu güzeller) mi, yoksa bu gece sündüsten dikilmiş cennet elbiseleriyle huriler mi geldi? ”

Divan şairlerinin havra kelimesini Yahudilerin ibadet yeri  anlamında anlayıp görmedikleri  aksine  içinde hurileri gezdiği bir güzeller mabedi olarak  düşündükleri  çok açıktır.

Leb-i havrâya misvâk ile sûfî diş biler ammâ
Baŋa cânâne besdür varsun ol nâdânuŋ olsun hep         BURSALI RAHM

Bursalı Rahmi’nin bu şiirinde de havra melek, huri manasındadır.  Sufi ile misvak ise havrâ nın – huriye benzeyen sevgilinin-  ağzına ve dudaklarına diş bilemektedir.

‘Âşıkam ‘âşık ki fikr-i zülf-i havrâ eylemem
Pây-ı ‘aklı beste-i zencir-i sevdâ eylemem              FEHÎM- KADÎM

Divan şairlerinin tasavvurunda havrâ hurilerin ve melekelerin toplandığı bir yer, hatta huri veya melek olarak düşünülmüştür.    Havrâ ‘ya benzetilen sevgililerin boylarının ve saçlarının uzun olduğu ve çok güzel kıyafetler giymiş olarak tahayyül edildikleri dikkati çeker.

Carûbu zülf-i havra  ferraşı  bad-ı cennet
Derbanı   izz ü devlet ikbal perdedarı                 Nedim,

Onun sarayında havrâların- hurilerin saçı; süpürgeci, cennet rüzgârı sarayının kapıcısı, izzet ve devlet; perdedarı ise ikbaldir.

Fikret-i imrûz ile ferda bilen arif değil
Ârzû-yı cennet ü havra bilen arif değil            Fuzuli [5]

Bugünün yarının kaygusunda olan, cenneti ve hurileri düşünen asla arif değild

 

 KAYNAKÇA

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar