KategorilerYAZILARÖyküHAYALLERİN GEMİSİ

HAYALLERİN GEMİSİ

30.11.2017
alırdı.Düşündü köşkte yoktu herhangi bir demir öğütülüp yontulabilecek,kalbi aşkla çarpıyordu adamın bunun ateşi yeterdi,insanı da bütün nesneleri de eritmeye.
 
Kumları fark etti birden, parıldayan sarı taneler; altın gibi değildi diğer kıyılar gibi saf altındı cennetin kıyısının kumları; avuç avuç topladı göğsünün sol tarafına dayadı, eridi altınlar adamın eli yandı; ama hayallerinin gerçekliğinde bunu da atlattı. Kalbinde ki umut eritmişti altınları adama bir demir yaratmıştı, hayallerin gemisinin demiri altındandı; adam demiri de gemiye bağladı.
 
Tanrının yaratmasına izin verdiği bu yüce nesne artık koydaydı çapası da kıyıda adam atladı gemiye, kendinden küçük tayfalar hayal etti gemide, hayalleri gerçek oldu binlerce tayfa bir anda var oldu. Duygularına göre var olmuşlardı, adamın uçsuz bucaksız düşünce evreninde kendilerine göre bir kavram bulmuşlardı.Bütün duygular tayfalara yansımıştı.Tayfalarda duygulara,geminin değil adamın bir parçasıydı hayaller ama ancak gemide gerçekleşebiliyorlardı.Yoğun düşünüyordu,derin düşünüyordu ne olursa olsun inatla düşünüyordu adam.Düşünmesi yetiyordu hayallerini gerçekleştirmeye ve geminin gittiğini düşündü.Rıhtımsız ve insansız tanrının kıyısından hareket etmedi çapa suya doğru.Elleri ile çekmeliydi demek ki çapayı,aynı anda geminin gittiğini düşünerek.Elleriyle çekti çapayı o anda demir aldı gemi cennetin kıyısından ve başladı yolculuk bilinmez sulara doğru.Tayfalar ümitli,gemiyi yaratan adam;dümene geçti,hizmet etmeyi değil hükmetmeyi seçti.Kaptan da kendisiydi,geminin efendisi de ilk olarak yıldızlar adasını düşledi,dümen döndü birden,gemi kendini çevirdi.
 
Parlıyordu ahşabı, güneşti geminin yelkenleri; umuttu yelkenleri bağlayan ipleri, hayallerin şarkıları gizlenmişti tayfaların yüzlerinin ardına, bir yolculuk başlamıştı artık bilinmeyenlere doğru aşk adına.
2 Düşmüş Yıldızlar
Yolculuk ne kadar uzunsa o kadar düşünmeliydi adam; kararları değiştiğinde dümen de değişiyordu, tek bir şey düşünmeyi öğretemiyordu zihnine gemi çoğu zaman yolunu şaşırıyordu ama yol alıyordu. Çok düşünmekti geminin adama ödettiği bedel kararsızlık ruhunu yıpratıyordu; ama aşkla ruhunu onarıyordu her gittiği adada yeni bir dünya hayal eden zihni, kendisini o adanın yerlisi yapıyordu.
 
Gemi ilerliyordu hızlıca, adam aradığı cevapları bulmuştu. Ulaşmak istediği kıyılara daha hızlıca varabilmek için gemiyi ve tayfaları unutmuştu. Gemiyi düşünmeden sadece gitmek istediği limanları ve adaları düşünmeyi bir çözüm olarak görüyordu. Çözümün bu olduğunu da yavaş yavaş unutuyordu, belki de bir gemide olduğu düşüncesi düşüncelerinin saplanıp kaldığı adaların yakınına vardığında aklına gelirdi ama ya gelmezse. Tayfalar endişeliydi bu kararlılıktan, hayallerin gemisinin tereddüt içinde ki yolculuğundan geriye ne kalacaktı. Her adada bırakılacak bir yolcu olsa bile hayallerin gemisinde, ne ile nereye gittiğini bilmeyen bir kaptan hayallerin güvenini sarsacaktı. Gemiyi ve tayfaları beklenmeyen değişimleri korkutacaktı. Ama tayfalar inançlıydı, bir tek kaptan vardı hayallerin başında; o da bu adamdı. Hayallerin gemisini yaratan adam, hayalleri her şeye rağmen koruyacaktı. Tayfalar rahattı, kararlılıkta da büyük bir huzur vardı.
 
Yıldızlar adasını düşünüyordu şimdi kaptan alacakaranlık vaktinde oraya varıp, karanlıkla ışık arasında yüzyıllardır yitip giden savaşın en kutlu tanığı olmak istiyordu. Işığın gücü hemen fark ediliyordu, karanlık onu binlerce mil öteye gizlese bile, gemi ilerledikçe yıldızlar adasının ışığı büyüyerek parıldıyordu. Tayfalar kürekleri çekiyordu. Yelkenlere ait olan hayallerin güneşi yıldızlara ışığıyla, karanlığın içinden parlayarak selam veriyordu.
 
Adaya yaklaşıyordu bir gemi, tayfaların ağzında güneşin türküleri söyleniyordu; tayfaların her biri yıldızları görmek için başka diyarlardan geldiler. Hayallerin gemisinin kaptanına biat ederek, gemiye bindiler. Yıldızlara karşı güneşin çengellerini adaya serptiler. Hayallerin gemisinin kaptanı hariç yıldızları görebilmek için hepsi gemiden indiler, uzaktan seyretmekte güzeldi kaptan için yıldızları, mutluluk taşıyan hayallerin gemisinin tayfalarını kaptan inemezdi gemiden, o inerse gemiyi kaybedebilirdi, gemiden inmek için bile geminin olduğu yerde kaldığını saatlerce düşünmeliydi o bunu yapamayabilirdi çünkü binlerce diyarın büyüsüne kapılmıştı aklı, onları düşünüyordu. Ayak basmasa bile ayak izi bırakamasa bile uzaktan selamlamak da yeterdi milyonlarca insanın belki de hiç ulaşamadığı limanlara ve diyarlara.
 
Tayfalar yıldızların üstünde parıldıyorlardı, heybelerini yıldız tozları ile dolduruyorlardı; daha önlerinde hiç bilmedikleri ne karanlık yollar da vardı. Ne kadar güçlü olursa olsun kaptanı ve yelkenleri ile hayallerin gemisi; tayfaların cepheleri, heybeleri ve biriktirdikleri de önemliydi.
Denizin sonsuzluğu yeni diyarlar demekti artık bu adadan da ayrılmanın vakti gelmişti. Tayfalar gemiye doğru yaklaşırken yalnız başınaydı gemide kaptan gözlerinde hiç hüzün yoktu, başkalarının mutluluğuna aç gözlülükle bakan bir adam değildi o oda manzaraya bakarak huzuru ve mutluluğu bulmuştu. Tayfalara seslendi ayrılma vaktinin geldiğini söyledi bu diyardan.
 
Kaptan
«Artık vakit, gitme vaktidir. Alacaklarınızı alın, biriktirdiklerinizi sırtlayın; düşüncelerim değişmek üzere gemi hareket edecektir; sizi bırakmak istemiyorum geride»
 
Tayfalardan Hırslı
«Biraz daha dayan kaptan, belki bir daha göremeyeceğiz karanlığın içinde gizlenmiş bu adayı; düşüncelerin sana ait hala çünkü gemi daha yeni yola çıktı daha yolun başında hükmedemezsen aklına, gemiden in gel buraya; umudu bulduğumuz yerde kalalım karanlığa rağmen ışığın içinde yaşayalım»
 
Kaptan
«Aklım düşüncelerime sonsuza kadar hükmedebilir, ama gemi dayanamaz benim sabırsızlığıma; iste gördünüz yıldızların adasını, heybeleriniz de yıldız tozları ile doldu, yeter artık bu kadarı»
 
Tayfalardan Zeki
«Hayallerin gemisinin kaptanı, yıldızlar adası bence senin hikâyenin doruk yeri; in gemiden burada kalalım birlikte sonsuza kadar mutlulukla yaşayalım»
 
Kaptan
«Güzelliğin geçiciliğine aldanamam ben; karanlığın yokluğunda kaybedecektir güneşi insanlar, karanlık varsa güneşe de gerek var. Sen bana sonsuza kadar mutlu olma fırsatını sunduğunu sanıyorsun, ama sen beni mutluluk içinde öldürmeye cüret ediyorsun. Ya mutsuzluğu özlersem, mutsuzluğumla şiirler yazmak istersem; yazamam aklımın sınırları kör eder bu ada bu yıldızlar sonsuza kadar, çok konuştuk hadi gitme vakti şimdi»
 
 
Tayfalardan Adil
«Zeki ve hırslı yalan söylüyorlar kaptanım, senin hakkını gasp etmeye cüret ediyorlar. Onları burada bırakma affet cüretlerini, insan yenmeli hırslarını ya da kabul etmeli bencilliğini»
 
Kaptan tekrarladı
«Gitme vakti şimdi»
 
Tayfalardan Hükümdar
«Yürüyün tayfalar, gemiye binmenizi kaptanın isteğiyle emrediyorum; bizi o getirdi buraya ve o götürecek dilediği yere; onu dinlemeyecekseniz ya kalın burada, ya da hiç binmeseydiniz gemiye»
 
Kaptan tekrarladı
«Demir alıyorum, şimdi gitme vakti»
Tayfalar uzatmadı kargaşayı hepsi bindiler gemiye; kaptan düşünmeye başladı ama bu sefer düşünmeye başlarken gözlerini kapattı, geminin dümeni döndü tayfalar kürek sallamaya başladılar. Aldıkları yıldız tozlarını bozdurmalıydılar ilk liman şehrinde; geminin daha çabuk ve hızlıca yol alabilmesi için kral yıldız tozlarına insanların değer verdiği bir ada düşlüyordu. Karanlığa düşmüş bir ada geliyordu aklına ve bir liman şehri Eichan Horest düşünmekten yorulan zihni cevabı bulmuştu güneşin yelkenleri karanlığı delerek Eichan Horest›a yönelmişlerdi.
3 Hükümdar
Eichan Horest’a yaklaşırken tayfalar kılıçlarını ve mızraklarını hazırladılar. Kötü bir kralın hükmettiği bir adada yıldız tozlarını gasp edilmeden pazara götürebilmek, zor işti. Limandaki görevlileri de aydınlatacaktı biraz yıldız tozları; rüşvet olarak bu karanlık adada karanlık ruhlara bırakılacaktı.
 
Tayfalar bunları düşünürken daha büyük şeyler düşünüyordu kaptan: adayı karanlıktan kurtarmak. Tayfalardan hükümdarı yanına çağırdı, içine bir şeyler doğuyordu bu ada onun yuvası olacaktı ama kötü krala karşı gemiden nasıl koruyacaktı tayfalarını kaptan; inemezdi gemiden, gemiden inmeye cesaret bile edemezdi. Başka bir yolu olmalıydı karanlıkla savaşmanın, tabi ki de vardı, düşündü, tasarladı beyninde. Güneşten vazgeçecekti, yelkenleri tayfalarına armağan edecekti kötü kralı yenebilmek için yapabileceği tek şey buydu, güneşi karanlığın kalbinden dünyaya getirecekti. Ama gizlemeliydi güneşi tayfalarının bile dikkatini çekmeden, hükümdara güvenmeliydi güneşin yelkenlerini ona emanet etmeliydi, karanlık kralın hiç beklemediği anda onu vurabilmesi için, hükümdar kaptan karamasına doğru yaklaştı. Kaptan onun gölgesini kapıdan gördü ve döndü birden.
 
 
Kaptan
«Kapıyı da kendinle kapat.»
 
Tayfalardan hükümdar
«Beni çağırmışsınız, buyurun birazdan Eichan Horest’ta diğer tayfalarla birlikte, yıldız tozlarını pazara götüreceğiz. Özel bir isteğiniz var mı pazardan, herhangi bir şey»
 
Kaptan
«Var senin bu adayı kurtarmanı istiyorum»
 
Hükümdar şaşırmıştı, böyle bir istek beklemiyordu kaptandan, yıldız tozlarını satmak için demir attıklarını sanmıştı ama amaçları demek ki aldıkları yıldızları karanlığa taşımaktı.
 
«Nasıl ben ve tayfalar bu kadar yıldız tozumuz olsa bile kötü krala meydan okuyacağız, karanlık çok güçlü bu adada kaptan, bunu yapamayız yok oluruz hatta gemiyi bile kaybedebiliriz»
 
Kaptan
«Ben sana gizlice güneşin yelkenlerini vereceğim, diğer güneşlerden daha güçlü olduğuna inanarak; bu gemi benim her dilediğimi yerine getiriyor ve bu yelkenlerin bezlerini yanında taşıyacaksın ama bundan tayfaların bile haberi olmayacak, kralın sizi şatoya kadar götürmesi gerek, şatoya vardığında kara kralı karşında gördüğünde sakladığın yelken bezlerini çıkar, karanlığın kalbinde doğan güneş, karanlık gözleri kör edebilir»
 
Hükümdar
«Ya sonra bunların hepsini yaptık diyelim, yelken bezlerini sana geri getirdiğimizde; ada tekrar karanlıkta kalmayacak mı?»
 
Kaptan
«Hayır, sen hükümdar olacaksın yelken bezlerini de hükmettiğin müddetçe tahtına asacaksın; bana bu bezlerin karşılığında iki torba yıldız tozu vereceksin, geminin yola edebilmesi için»
 
Hükümdar şaşırmıştı, bilinmeyenin karanlığında kaptan, güneşten vazgeçiyordu. Diğer insanlara yardım etmek için onu arkada bırakıyordu. Uzunca yolcuğuna sadece yıldız tozlarını ayırıyordu.
 
 
Hükümdar
«Tamam ama nasıl olacak, karaya çıktığımızda gizledim diyelim kralın şatosuna nasıl gideceğim?»
 
Kaptan
«Diğer tayfalar da seninle birlikte nereye gidersen gelecekler, kralın şatosuna kadar; eğer dönmek isteyen olursa geri dönsün karanlıkta güneş doğduktan sonra, dönmek istemeyenlerin ise umudu bol, yolcusu çok, yolları açık olsun, haydi»
 
Hükümdar tayfaları hazırladı, tayfalar bütün heybeleri yokladılar. Yıldız tozları dökülüp dikkat çekmesin diye baktılar torbaların yırtıklarına, ipler çekildi. Sandallar denize indirildi, tayfa başları tek tek sandallara geçti. Hükümdar kaptana sarıldı, en son ipiyle o aşağı indi. Gemisine son kez baktı, kaptanına el salladı. Yüzlerce tayfa adaya yavaş yavaş indi, hükümdar el salladı. İkinci durakta bunu ilk kez yapmıştı, bu tayfalardan bilgeyi düşündürdü. Tayfalardan sevgiyi güldürdü, tayfalardan özlem ağladı krala bakarken.
 
Kaptan yine hayallerinin gemisinde tek başınaydı; yelkenlerin yokluğu dikkatlerini çekmemişti tayfaların, yeni bir diyarın hayali ağır gelmişti. Gözlerini ufka dikip, geldikleri yöne doğru baktı son kez, geri dönmemişti beklentileri.
 
Olacak ve bitecek olanları yakından görebilmek için gemiyi şatonun gölgesinin vurduğu koya yanaştırdı, bu açıdan hem tayfalarını izleyebiliyordu hem de şatoya karşı dimdik duruyordu. Yapması gerek bir şey vardı kaptanın, karanlığın gözleri güneşin yelken bezlerine çekilmişken. Yeniden yelkenini kaplamalıydı, gemi yapılırken hangarına binlerce çeşit bez yüklenmişti. Aşağı indi ipeklerden yelkenin boyutu kadar bir kumaş seçti içinden. Yıldız tozlarını aldı ipek bezleri yıldız tozlarıyla kapladı. İki torba yıldız tozu yetmişti koskoca yelkeni kaplamaya, güneş kadar parlak ve göz alıcı olmasa da, alacakaranlığın güzelliğini taşıyordu yıldız tozları, yolları aydınlatamasa bile ruhları aydınlatabilirdi. Ruhların aydınlanması bile yeterdi yolunu kaybettikten sonra yolunu tekrar bulmasına.
 
Kıyıyı izliyordu, tayfaları ağır ağır yürüyordu, hükümdar onları hızlandırmaya çalışıyordu tembel en arkadan çalışkanın koluna girerek gruba ağırlık teşkil etmemişti. Tayfalar bir bütün halinde pazara doğru yaklaşıyordu, biri dışında hiç birinin olacaklardan haberi yoktu.
 
 
Tayfalara bir seçim şansı sunulmuştu; Eichan Horest'ta hükümdarın vezirleri olmak ya da hayallerin gemisiyle diyardan diyara, denizden denize demir atmak. Kaptan kimin kalıp kimin geri döneceğini merak ediyordu, tayfalar her isme sahipti; cisimleri ve yüzleriyle, bir tek aşk yoktu tayfaların içinde çünkü aşk en üstünüydü o denizdeki varlıkların. Aşk hayallerin gemisiydi, kölesi ise tanrı dağını aşan adam, bu gemiyi yaratıp sonra ona sadık olan kaptandı.
 
 
 
 
 
 
4.Eichen Horest
 
Gemiden inmişlerdi, kıyıda doğru düzgün bir beton bloğu yoktu, sadece düzensiz yapılar bir bir sıralanmıştı genişlikte. Üstünde düzgünce yürüyebilecekleri, yol bile yoktu. Sıcak kumlar ayaklarını her adım attıklarında acıtıyordu. Tayfalar söyleniyordu, ayakları kıpkırmızı kesilmişti. Yürüdükçe acıya alışıyorlardı. Önlerinde dizilmiş taşlardan oluşmuş başka bir yol daha vardı ona yaklaşıyorlardı. İçlerinden bazıları acılarının dineceğini düşünerek devam ediyorlardı yollarına. Ama taşlarla yüzleştiklerinde fark ettikleri yürüdükleri zeminin taşları çok keskindi. Tayfaların ayakları ise çıplaktı, alışık değillerdi sert ya da sıcak zeminlerde yürümeye. Zor şartlara karşı tayfalardan bazıları nefretle söylenmeye devam etse de pazara yaklaşmışlardı artık.
 
Pazara yaklaştıkça adanın her tarafından görünen şatonun sarsıcı gölgesi daha da silikleşiyor fakat aynı şekilde gerçekliğinin kudreti de göze batıyordu. Üstü farklı renkten çadır bezleriyle kapatılmış eski yapının yıkıntıları üstüne kurulmuştu pazar, adada ki binaları görenler burada daha önce birçok depremin yaşandığını rahatça gözleriyle bile seçebilirlerdi. Şehir defalarca yıkılmış, defalarca tekrar inşa edilmişti. Şato dışındaki bütün mimariler depremden nasibini almıştı, gözle görülebilen ne bir çatlak vardı şatoda, ne de bir hasar.
 
Hükümdarın gözleri şatodaydı. Attığı adımlardaki kararlığının onu pazara yaklaştırdığını hiç fark etmemişti sanki, şatoya odaklanmıştı gözleri ne ayaklarındaki acıyı hissediyordu ne de havadaki karanlığı. Yanında tayfalarından savaşçı vardı. Oda aynı zemini aynı adımlarla yürüyordu. Bir bütünlük vardı ikisinin yürüyüşünde, hemen yanındaydı bir nefes kadar hükümdarın. Sağında savaşçı, solunda pazar yerinin ilk belirtileri gözlerine görünürken. Ritimlerin büyüsü güç veriyordu kulaklarına, tayfalarda ayakların çıkardığı sese uyduruyordu yürüyüşlerini.
 
Tayfalara fark ettirmeden planını gerçekten savaşabilecek olanları kıyıya çıktıklarında, onlara söylemeden bir blok haline getirmişti en önde onlar yürüyordu. Diğer her grubun başına da olacakları anlatabilecek hükümdarın yakın olduğu birer tayfa eşlik ediyordu. Pazara gelmişlerdi şimdi hükümdar tayfalardan hırsı, sadakati, onuru, gururu, umudu, adili, bencili, azmi yanına çağırdı. Diğerlerinin duyamayacağı yükseklikte konuşuyordu
 
 
 
Hükümdar
«Buraya yıldız tozlarını pazarda satmaya gelmedik, benim emirlerimi dinleyeceksiniz dinlemeyecek olanlar varsa çıksın dedi. Savaşçı kılıcıyla yüksek sesle konuşmamaları için onları susturacak sonsuza kadar. Kaptanın bir fikri var, yıldız tozlarını kara kralın muhafızlarına serperek kalenin kapısına dayanacağız, önümüzdeki yolu görebiliyorsunuz şatonun önünde bir su kanalı var, buraya kadar yıldız tozları serperek ilerleyeceğiz. Şatonun kapısını ise pazardan aldığımız baltalarla hep birlikte geçeceğiz, Yıldız tozlarını idareli kullanın bize en çok şatonun içinde gerekecekler.»
 
Azimli
«Delice bir plan, buna uymamak ise öldürücü bir delilik olmalı. İçime sığmayan bir bilgelik diyor ki bir an önce harekete geçelim bence»
 
Sekiz tayfa planı onayladılar, kendi gruplarına duyurdular. Savaşçının adını duyanlar, en arkadan gelen cellâdı da görüyordular. Emirlere herkes uyacaktı, savaşçının emrindeki cerrah kurtarmak için uğraşacaktı yaralıları, cellât ise hem düşmanları hem de ihanet edecekleri öldürecekti. Savaşçıdan herkes korkardı çünkü gururu da onuru da bilgeliği de içinde barındırırdı, hükümdara uyar onun sözünü dinlerdi her zaman. Tayfalar uyum içindeydi şimdi kimi korkuyla kimi saygıyla kimi çoşkuyla harekete geçmeye hazırdı.
 
Bütün tayfalar sanki alışveriş yapıyorlarmış gibi tezgâhların önünde duruyorlardı. Çığırtkan tayfa bağırdığında şatoya doğru aynı anda sağa sola yıldız tozları saçarak koşacaklardı. Dikkat çekmemek için sessiz konuşuyorlardı ve hızlı hareketlerden kaçınıyorlardı. Kralın askerleri şatonun dışındayken içeri girdiklerinde işleri daha kolay olacaktı böylece hem yeterince yıldız tozu da yoktu kara kralın askerlerini gözlerini kör edecekti.
 
Çığırtkan ayrıldı, tayfalarda ise hareketlendi. İşte başlıyordu, hükümdar heyecanlıydı ama kaptanının ona olan güveni bu şartlar içinde bile omuzlarından ayaklarına kadar onu sarıyor, sarmalıyordu. Kırık umutların kaybeden yalvarışlarına rağmen dimdik duruyorlardı.
 
Tayfalardan çığırtkan
«Saldırın, hücum»
 
Pazarcılar şaşkınken, tayfalar sağa sola yıldız tozu saçarak şatonun önündeki köprüye doğru koşuyorlardı. Önlerinde çok muhafız yoktu hatta düzinelerce bile değillerdi karanlık şatonun koruyucuları. Yıldız tozunu başlarına yiyenler kör olup oldukları yerde kalıyorlardı  çünkü karanlıkta kalan gözleri, ışığın bu anlık darbesine dayanamıyordu.
 
 
Köprüye gelmişlerdi, bazıları ellerindeki halatları burçlara atıyor. Diğerleri ise savaşçının önderliğinde kapıya baltaları saplıyorlardı. Kapı çok güçlü değildi, zaman gerekti açmak için. Kara kralın adanın etrafındaki ve kıyıdaki muhafızları köprüye doğru düzensizce yaklaşıyordu. Tayfalardan umut ve bir kaçı için onlar çok kolayca hallediliyordu. Planın bu aşaması başarılı bir şekilde ilerliyordu. Hiçbir sorun yoktu, bazı tayfalar burçlarda kralın muhafızları çarpışıyor. Bazı muhafızlar önlerini göremedikleri için aşağıdaki kanala düşüyorlardı. Kapının kırılmasına çok az kalmıştı, ne yazıkkı burçlardaki bir kaç tayfa da suya düşmüştü. Ruhları dayanamamıştı, bileklerine yansıyarak yenilmelerine sebep olmuştu karanlığa.
 
Çıtırtı sesleri ile kapıya bir daha yüklendi savaşçı, omzunda hükümdarın eli vardı.Kapı kırıldı tayfalar artık karanlığın şatosundaydı.Kare şeklinde icat edilmişti şato,içinde geniş bir avlu vardı,çorak ve yumuşak topraklarıyla,tam karşısında aşağı doğru uzanan geniş merdivenler,merdivenlerin devamında bir kapı.Kapıya giden sadece iki yol vardı biri direk avluyu aşarak ve basamakları tek tek çıkarak.Diğer yol ise şatonun surlarını takip ederek yukarıdan avluya inmeden burçları tek tek geçerek kapıya varıyorlardı.
 
Hükümdar düşündü, arkadan gelenler olursa iki ateşin arasında kalıp tükenebilirlerdi. Savaşçı kapıyı koruyacaktı etten bir bariyer oluşturacaktı gerekirse. Kimse geçmeyecekti o kırık kapıdan onlar ikinci kapıya ulaşana kadar dayanacaktı savaşçı, kim gelirse gelsin; ne olursa olsun içeriden ayrılmayacaktı ölüsü ya da dirisiyle kapının yanından
 
Hükümdar savaşçıya seslendi
«Yanına on beş adam al, kapıda etten duvar oluşturun. Kimse girmeyecek içeri tutabildiğiniz kadar tutun onları, eğer onları geciktiremezseniz hepimiz ölürüz burada çünkü kara kralın ne kadar güçlü olduğunu düşünemiyorum»
 
Savaşçı
«Bir daha görüşemezsek hükümdar, tahtın huzurlu olsun. Güneşin adaletini, ellerinin nimetini nefesinle taşı insanlarına, sevildiğin kadar hükmederek.»
 
Kılıcını çekti ve kapıya yöneldi, hükümdar bu savaşçıyı selamladı. O ne acınası ne de yitik bir savaşçıydı o bir kahramandı, verilen görevi her şey pahasına istendiği gibi yerine getiren. O bir kahramandı hayallerin gemisinin yarattığı, karanlık adanın karşısında susup kaldığı. Hükümdar kılıcını bıraktı köprüye doğru yürüyen bu savaşçıyı alkışladı son bir kez.
 
Hızlıca ikinci kapıya doğru yanaştılar; avluya bağlanan mahzenlerin koridorların askerler onlara doğru hücum ediyordu. Dakikalar geçtikçe direnme güçlerinin azaldığını fark ediyordu hükümdar, karanlık bu adada güçlüydü. Koridorlar iki sütunlu eski görünümlü bir geçitin arasından avluya açılıyordu. Her birini tayfalar tutuyordu, ama buna rağmen sayıları çok fazlaydı gelenlerin.
 
Hükümdar biraz daha zaman kazanmalıydı, kapıyı kırdıkları anda daha krala ulaşamadan tükenirlerdi. Savasçınında ne kadar dayanacağını bilemiyordu, aklında ki tek çare vardı; gemici halatlarını sütunlara bağlayıp geçitlerin önünü sütunları devirerek kapatmaktı. Tayfalardan cellâdı ve Hırslıyı avluda gördü. Yanlarına doğru hızla koştu duyabilecekleri mesafede durdu ve bağırmaya başladı.
 
«Sütunları geçitlere devirin daha fazla direnmemiz gerek, ikinci kapı güçlü çıktı. Yıldız tozlarımız da azaldı, yakında karanlığın gücüne karşı gözbebeklerimizi siper edeceğiz, bütün tayfalar buna dayanamaz. Güçlü değil kalpleri, zaman kazanmalıyız»
 
Cellât sağdaki geçite, hırslı soldakine ulaştı. Gemiden yanlarında getirdikleri halatları sütunlara bağladılar. Tayfalar hep birlikte çektiler halatları, sütunlar devrildi geçitlere parçalanarak. Daha az düşman geçebiliyordu artık, biraz daha vakit kazanmışlardı.
 
Saatler hızlıca geçti, tayfalar direniyordu. Savaşçıdan hiçbir haber alınmasa da kapıdan henüz gelen yoktu. İkinci kapı kırılmak üzereydi, direnci kırılmıştı kapının, bir kaç hamleden sonra içeri girilebilecek genişlikte açılmış olacaktı.
 
Hükümdar
«Kapıyı kırdık, içerideyiz; hep birlikte haydi hücum»
 
İçeri çok karanlıkta heybeden yıldız tozları serptiler tayfalar, aydınlatıldı her taraf içerideki askerler kalabalıktı. Oyalanmadan kralın taht odasına ulaşmalıydı hükümdar, karanlığın kaynağı kralın kalbiydi. Kralı yenebilirse adadaki kötülüğe son verebilirdi.
 
Hükümdar
«Taht odasına, hızlıca burada kalamayız, yıldız tozlarımız bitiyor.»
 
Şatoda binlerce geçit ve kapı vardı. Taht odası üst katta olmalıydı hep birlikte merdivenlere yöneldiler. Zaman daralıyordu, kara kralın şövalyeleri geriden gelmeye başlamıştı. Savaşçı bu kadar direnebilmişti demek ki, yine de hükümdarın direnmesini beklediğinden daha uzun dayanmıştı tek başına bir köprüde kara kralın garnizonuna
 
Basamaklardaki kör olmuş askerlerle kayıp gitmiş ruhların bedenlerini bir bir aşıyorlardı durmadan. Üst kata varmak üzereydiler, yukarıda çok fazla gücü yoktu demek ki kara kralın ama hükümdarında gücü tükeniyordu.
 
 
Tayfalardan Azimli
«Yıldız tozları tükendi hükümdar heybelerimiz bomboş birazdan gözlerimiz karanlıkla vuruşacak. Kalbimizdeki kötülük kırıntıları, her yer aydınlıkken değil her şey karanlıkken ortaya çıkacak»
 
Hükümdar
«İşte taht odası tam karşıda, yürüyün tayfalar; son bir derin nefes alın, alın ki istediğimiz yere ulaşmak üzereyiz, gri taşları adımlayarak aştıktan sonra kralla yüzleşeceğiz»
 
Geniş bronz bir kapı vardı önlerinde, ağzına kadar açıktı kapı. Hayra alamet değildi bu kral onları bekliyordu demek ki çünkü kapı bir savunmaydı belki önlerine bir kapı daha çıksaydı tayfaların tükenebilirlerdi. Taht odasıyla merdivenlerin arasında, ama kapı açıktı.
 
Kral da onları bekliyordu, kalbindeki karanlığa güveniyordu belki de.Tayfaların ayak parmaklarından başlayarak bütün vücutlarını bir titreme aldı.Kaybedebilirlerdi savaşı,buraya kadar başarılı olmuşken.
 
 
 
 
Hükümdar hızlı adımlarla açık kapıdan içeri daldı. Tayfalar onun bu hamlesiyle kendilerine gelip harekete geçtiler daha yavaş bir şekilde. Karanlığın kralı ile yüzleşmek yerine, bir yüzleşmenin sonuna yetişmek istiyor gibiydiler. Adımları yavaştı dizlerine bağlanan bir ip yavaşça ve yürüdükçe çözülüyordu sanki
 
Hükümdar kapıyı büyük bir hırsla geçti. Gözleri karanlığın içindeki nesneleri bir bir seçiyordu. Pencere yoktu taht odasında, içeri ışık bile sızmıyordu. Rutubetten yosunlaşmaya benzer bir tabaka oluşmuştu taş duvarların üstünde. Adımladığı yeri ayaklarından emin olmasa da hissedebiliyordu. Vazgeçmek isteyen bir ses ilk kez fısıldamaya başlıyordu kulağına ama hükümdar bu sesin bu anda dinlenecek en gereksiz şey olduğunu da biliyordu. Eğer korkularını onlarla yüzleşeceği noktada dinleyecek olursa, onların gerçekliğe açılan kapıdan özgürce çıkmaması için bir sebep görünmüyordu. Cesaretini toplayarak derin bir nefes aldı, ciğerlerine çekti havayı. Kara kral tam karşısındaydı, tahtına yaklaşan bu varlığa karşı gülümseyerek ayaklandı.
 
Kara kral yalnız başınaydı taht odasında. Karanlığın evlatları kralın muhafızları bile onun odasına girecek cüreti bulamazlardı yüreklerinde, karanlığın kalbi kendi yarattıklarını bile yutacak kadar bencil ve acımasızdı. Büyümek için kendi evlatlarını kurban eden bir ağaca benziyordu karanlık, onu besleyenlerin mezarını da kökleri altında barındıran. Zayıf ruhları kullandıktan sonra başka ruhları kullanmak için yeni yerler açan alınan nefeslere hiç saygı duymadan sadece ışığa karşı nasıl savaşabileceğini düşünen bir nesneydi o.Kara kralda onu ellerinde tuttuğunu zanneden bir avareydi aslında, karanlık onu kullanmış onu kendi efendisi olduğuna inandırmıştı. Ruhunda taşıyordu karanlığı kara kral o yenilirse karanlık başka bir nesne bulamayacaktı adada tutunacağı. Güçlü ruhlar kaldırabilirdi karanlığı taşımayı en güçlü ruhlar, hatta geçmişte ışığın ve güneşin sadık hizmetkarı olan ruhlar. Umudun savaşçıları kontrol edemedikleri için sevgilerini, kırıldıkları ilk an; kılıçlarını ilk düşürdüklerinde karanlığa satarlardı ruhlarını.
 
Hükümdar nefes alamadığını hissediyordu, karanlığın kokusu ciğerlerini yakıyordu. Başı dönüyordu, diğer tayfalarda yetişmişlerdi. Odaya girişin arkasından odaya giren ya bayılıyor ya da çığlık çığlığa kaçışıyordu.
 
Çok güçlüydü karanlık, hükümdar bunu biliyordu. Yapabileceği tek şey güneşin yelken bezlerini açmaktı. Elini uzattı heybesine, kara kral galibiyetin tadıyla bu diz çökmüş ruhların etrafında dolaşırken. Bayılmak üzereyken bedeni heybesinden bir ışık dışarı sızıyordu, karanlığın adasında güneş doğuyordu.
 
Geminin yelkeni güneşin doğuşunun bedeliydi çünkü yıldız tozlarına karşı yenilemezdi karanlık. Yıldızlar geceye aitti güneş gündüze, karanlığın gidişine bir kaç dakika kalmışken. Korkudan titreyen tayfaların güçsüz bedenleri seriliydi taş blokların üstünde bir tek hükümdar dizlerinin üstüne çökmüş bir şekilde kara kralın karşısında duruyordu.
 
Son gücüyle hızlıca çekti yelkenin bezlerini, kara kralın üstüne fırlattı. Odada bir çığlık yankılandı, kralın karanlığa ait ruhunun son seslenişiydi bu hizmet ettiği kutsalına. Odada pencere yok gibi görünse de en başta hükümdarın gözlerine, pencerelere tahtalar çakılmıştı, bazı camlar siyaha boyanmıştı. Güneşin gelişine dayanamayan kara kralın ruhu odadan kaçmak için harekete geçmeye çalıştı. Pencereye yöneldi, ruhu çığlık çığlığa yaşadığı şoku omzunda taşıyamazken. Penceleri kırarak boşluğa doğru sürüklenmeye başladı. Şatonun yüksek duvarlarından denize çakıldı bedeni, düşüşü karanlığın içinde ki daha yoğun bir karanlığın çakılışı gibiydi, kara gözler ve karanlığın hükmettiği diğer bedenler bile fark bunu fark edebildiler.
 
Güneş kara kralın taht odasında dışarı taşıyordu şimdi, kaptan gülümsüyordu sevinçle, tayfalar birçok zorluğa rağmen karanlığın kalbinden umutla güneşi doğurabilmişlerdi. Tayfalardan hükümdar kara kralın tahtına doğru yaklaştı, ona ait olan bu varlığa karanlığın izleri daha tahtın üstünden silinmemişken oturdu. Taht onundu artık, kral olmak istemiyordu hükümdar olmak istiyordu. Adının hükümdar kalması ona bu adı geminin verdiğini hatırlatacaktı, insanlar unuturken o bu sayede nerden geldiğini hatırlayacaktı, nereye gideceğini bilmese de geçmişin gücüyle ruhunu koruyacaktı. Tayfalardan kaçının onunla kalacağını bilmiyordu ama kalanlar gidenleri aratacaktı, bunu biliyordu hükümdar. Ait oldukları yeri unutmayanlar, kim olduklarını da her zaman hatırlarlardı.
 
Tahtına oturdu, konuşmaya başladı
«Zamanı geldi artık, hayallerin gemisi çok vakit kaybetti. Kalmak isteyen dostlarımın kalabileceğini söyledi kaptan. Güneşin yelkenleri şatonun bayraklarının yerini aldığında gemi demir almış olacak, yetişmek isteyenler gemiye yetişsin»
 
Tayfalardan bir kısmı onunla kaldı. Sevgi, özlem, umut, sadakat ve birçok tayfa daha gemiye geri dönüşün yolunu tuttular. Hükümdarla kucaklaşarak vedalaştılar, diğer tayfalarla gözyaşları içinde ayrıldılar. Kaptanlarını çok özlemişlerdi, gemilerini de hızlıca koya doğru yanaştılar, gemi körfezde değildi. Filikaların bazıları kıyıda kalacaktı, geri kalanına binerek gemiye doğru yola çıktılar. Deniz çok durgundu, fırtına da yoktu bir kaygı da sadece özlem duyuyordu gidenlerde kalanlarda.
 
Gemi sislerin arasından belirginleşiyordu küreklerin vazgeçmeyen ritminin karşısında, filikalar ilerliyordu. Tayfalar da deniz gibi durgundu ne şarkı söylüyorlardı giden sevgililere ne de kalan bedenlere; özlem içlere gömülmüştü gemiye yaklaştıkça. Kaptan güvertede tayfalarını bekliyordu, doğan güneşe bakıp gülümsüyordu. Gemisinin yitip giden yelkenlerine hiç üzülmeden gözlerinin içiyle tayfalara gülüyordu. Halatları güverteye bağladı kaptan, yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı tayfalar, yeni bir yolculuğun vakti gelmişti artık.
 
4. Solmita
 
 
Giden dostlarının hüznü ile yokluklarını kabul etmeye çalışıyordu kaptan, bir kaptan neye yarardı ki tayfaları olmadan. Hükümdarı çok özleyecekti, sanki ruhundan bir parça kalıyordu geride, yüzlerce tayfa kalmış olsa bile adada o en çok hükümdarı özlüyordu. Yalnız hissediyordu çok ama yola devam etmesi gerekiyordu. Gidilecek başka diyarlar da vardı. Gemi durursa binlerce insan çığlık atabilirdi günlerce, umudu da içinde taşıyordu çünkü gemi, binlerce kötülüğe rağmen sislerin içinde yolculuğuna devam ediyordu.
 
Gemi ile kaptan arasında anlaşılmaz bir bağ vardı, gemi sanki kaptanın sadece isteklerini değil de duygularını da anlıyordu. Umutsuzluğa kapıldığında karanlık kıyıda onunla savaşıyor, umudu aradığında düşmüş yıldızlardan ışık çalıyordu. Hissettiklerine meydan okuyordu kaptan, hayallerin gemisinde insanca duygularla savaşıyordu. Duyguları onu yönlendiriyordu çünkü bir şey hissetmeden yola devam etmeyi seçmesi, gemiyi onun bir parçası değil onu geminin bir parçası yapabilirdi.
 
Yalnız hissediyordu kaptan, arkada bıraktığı tayfalarının sesi kulağında çınlıyordu. Sanki binlerce yara açılmıştı bedenin de kan kaybediyordu an an. Gözleri kapalıydı, dümen döndü gemi hareket etmeye başladı. Tayfalar korkuyordu bu gidişten çünkü gemi üzgündü, kaptan da biraz yorulmuştu.
 
Yalnız hissediyordu kaptan gözyaşları kapalı gözkapaklarından sızarken, gemi büyük bir hızla sis dalgalarını yararak bir kıyıya doğru yaklaşıyordu. Burukluk kaplıyordu gemi hareket ettikçe tayfaları, yaşamaktan ya da ölmekten korkmamak gibi bir duruma yaklaşıyorlardı. Yalnız hissediyorlardı, yalnızlığın bir seçim olduğunu düşünen tayfalardan bencillik diğer tayfaları küçümsüyordu. Onlardan üstün görünmek için adada durup durulmayacağını, onların seçeceğini ne gemiye ne de başkalarına ihtiyacı olmadığını söylüyordu. Tayfalardan sevgi ise içindeki buruklukla gemiden suya atlayıp adaya biran önce ulaşmak istiyordu.Meydan okumak istiyordu adaya,adanın ismini içlerinden sadece biri biliyordu.Adaya yaklaştıkça diğerleri de hissetse bile tayfalardan yalnızlığın doğduğu adaydı bu ada,gemiye binmeden önce uzun yıllar burada yaşamıştı.Buradaki insanlar binlerce farklı yolda yaratılmıştılar,farklı yönlere doğru yürüdükleri görülse de yan yana yürüyorlardı.Üzgün tavırları ama güçlülük kanıları ile kendilerinden başkalarını görmüyorlardı,yalnızlığın bencillikle bir bütün olduğu bir adaydı bu.
Tayfalardan yalnızlık
«Ben bu adada doğdum, bu adada büyüdüm. Hayallerin gemisine adım atmadan önce bu adada yaşadım. Yalnız doğanlar da vardır bu adada yalnızlığın bir seçim olduğunu sananlarda. İnsanların kendi yolları denilir, yalnızlığın arkasındaki sarp kayalıklara. Ama yalnızlık savaş olarak değil de seçim olarak görülüyorsa kalplerin birinde, o kalp bencillik duvarını çizmesiz ayaklarıyla tepmektedir çünkü yıkabileceği ya da değiştirebileceği bir durum varken bunu değiştirmek istememektedir. Yalnızlığın seçim olduğunu düşünenler ile farklıdır durumu bu adada, yalnızlık tarafından seçilenlerin. Doğuştan yalnız doğanlar dünyadaki vakti bir arayışta harcarlar, sevgiyi ararlar sevgiliye gizlenmiş olan yüceliği. Kimileri bulur, kimileri bulamazlar anlatılmaz çoğunun taşlı yollarda çektikleri çileler.Yalnızların adasına,sen yalnız hissediyorsun diye geldik kaptan,yalnızlığından kurtulmak için beni bu adada mı bırakacaksın,yüzleşmek istemediğin bir şeyden kaçarak mı kurtulacaksın?»
Kaptan
«Yalnızlığımı bırakmak için değil, onu yaşamak için bu adaya geldim. Yalnızlığımın yalnızlıktan büyük olduğunu göstermek için yalnızları sevmeye yemin ettim. Sen kalmayacaksın bu adada, sevgi kalacak. Kıyıya yanaşacak gemi, ama demir atmayacak bu sefer sevgi bir filikayla bu adadaki bir ruhu seçerek. Onu kurtarmak için burada kalacak, sevgisinin gücü o ruhu değiştirirse bu sefer sevgi, adayı değiştirmeye çalışacak. Meydan okuyacak yalnızlığa, yalnızlığın kurulduğu bir tahtı onun başına yıkarak.»
 
Tayfalardan sevgi
«Beni o kadar güçlü mü görüyorsun, ben kendime güvenemezken sen bana güveniyorsun. Korkuyorum bu adada kaybolmaktan hem sen bensiz yola nasıl devam edebilirsin, sevgisiz bir arayışta huzur bulabilir misin?»
 
Kaptan
«Sevgiyi bulduğunu sananlar yanılır, sevmeden sevilmeyi düşünen kendi cümlelerinde aldatılır. Sevgi cesur olana yakışır, ben içimdeki sevgiyi bu adada bırakıyorum, gemimi dolduracak sevgiyi başka diyarlarda arıyorum. Sen bu gemide kalırsan, yalnızca her aynaya baktığımda kendimle daha barışık olacağım. Yaşadıklarım gözlerimi kör edecek, zihnim sadece yüzümü düşünecek. Seni başka bir adada bırakıyorum, yalnızlığın hiç ummadığı bir zamanda seni onun kalbine saplıyorum. Yolunu kendi yollarında kaybetmiş ruhlara yardımcı ol, sev onları çünkü zorluklar karşında sevgiye ihtiyaç duyar insanın duyguları. Bir gemiye de benzemez insan ya da bir diyara da ama ikisini de yüreğinde taşır.»
 
                                    
 
Tayfalardan sevgi
«Ama yolu bilmiyorum ki, yolumu bulamam beni böyle bırakıp gidersen. Umut değilim ki ben karanlıkta kaldığımda içimdekine güveneyim. Sevgiyim ben, güçlüysem güçlenirim; zayıfsam tükenirim»
 
Kaptan
«Yalnızlık ona katlanabilirsen kıyıya kadar eşlik edecek sana adanın bütün yollarını, bütün ağaçlarını sana gösterecek. Kayalıkların arkasına bakmayı unutma, sevgi hiç beklemeyenleri beklemedikleri anda vurur»
 
Tayfalardan sevgi
«Karar verilir senin ömründe, karara uyulur benim gözümde. Yalnızlığa karşı bütün sevgimi onun kullarına dağıtacağım bana tapmaları için değil beni sevmeleri için yaşayacağım. Taptıkları kendi bencillikleri çünkü kör gözleriyle baktıkları ve göremedikleri yerler onların tapınakları»
 
Tayfalar ipleri avuçladı bir filika indirildi ve iplere bağlandı güverteden. Yalnızlık ve sevgi filikaya atladı, yalnızlık sevgiyi bırakıp gemiye geri dönecekti. Onlar adaya doğru yaklaşırken kaptan sevgiye son sözlerini söyledi
 
«Ruhumun bir parçası da sende yaşıyor, geminin gücünü değil gemiyi yaratanın gücünü düşün,o nerde olursak olalım.Bizi her zaman seviyor.»
 
2 ADA
 
Yalnızlık ona eşlik ediyordu. Sevgi korkmuyordu sadece heyecan içindeydi geminin ahşapları içinden sıyrılıp karaya çıkıyordu. Yol boyunca tarif etmişti adayı yalnızlık sevgiye ve geri dönüyordu. Zihninde kelimeler canlandırıyordu, unutmamalıydı bunları çünkü geminin gidişiyle artık o da yalnız kalıyordu.
 
Tayfalardan yalnızlık demişti ki
«Binlerce yol var bu adada, ev yapmaya bile vakitleri yok bu insanların. Herkes bir yol seçer, ona göre hayatına devam eder, yolları başkalarıyla keskin dönemeçlerde kesişse bile insanlara değil zihinlerinde tasarladıkları hayallere güvenirler. İnsanlardan vazgeçerek yürürler yüce tepelerin ardına; sevgiye değer vermeden. Yaşamın geçici olduğunu düşündüklerinden, hedeflerinde ararlar ölümsüzlüğü, ölümsüzlük ile ölümlü insanları ayrı kefeye koyar ve tartarlar kalplerindeki terazide. Kanlar ve canlar ağır gelmez düşlerden, isimlerinin unutulmasını istemeyen benciller ağır gelir. Sevgiyi gösterip, sevilmeyi bekleyenlere karşın kaçıp gidenlerdir onlar, kendilerinden sonra dikilecek bir heykel için ya da gündelik hayatın zevkinde yaşayıp yücelikten vazgeçmek için. Hayatın sokaklarında ve yalnızlığın yollarında vakit geçirirler. Günlerin geçiciliği içinde, zamanın tükeneceğini düşünerek. Yollarına sadece yalnızları alırlar çünkü o yolda yürürken sadece onları görebilir gözleri. Gözler aradıklarını görür; insan inandığını görür, vazgeçmek için bir diyar arayan, vazgeçmek istediği diyarı görür. Sevgisiz ruhların yitip giden yollarında fark edilmek istiyorsan, onların yoluna giden adımları değil; kalplerine giden umutları keşfet. O kadar güçsüz ve zayıf olduklarını göreceksin ki, önünde diz çökecekler, saf sevgiyi arayarak ömürlerini tüketenler, yolları unutup birlik olacaklar, sevginin ellerinde»
 
«Yollara fikirler, yollara yıllar yansır. İnsanlar nasıl hisseder ve nasıl yaşarsa yollara o yansır. Yorgun bedenler, yıpranan ruhlar kendi yollarını da yıpratırlar. Diğerleri ise kendilerini dışarıya kapar, yollarını korurlar. Korumak mı iyidir, yollarla yıllara meydan okumak mı, yalnızlığın bir elçisi olarak ben bunun hep korumak olduğunu düşündüm peki sen»
 
Tayfalardan sevgi
«Meydan okumak!»
 
Tayfalardan sevgi kumları ayaklayarak sahili geçti. Etrafta farklı farklı yollar vardı. Çakıllardan, dikenlerden veya insanın hayal ettiği her şeyden yaratılabilecek yollardı bunlar. Yollardan birini seçti. Mermerdendi yol, demek ki bu yola çıkan kişinin hayatında zorluklardan bir rüzgar esmiyordu. Karamsar düşüncelerin esiri değildi bilekleri ya da umutsuz günlerde gecelere ağıt yakmıyordu. Mermer yolun yolcusu, dertlerden sıyrılmıştı bu sevgi için büyük bir umuttu. Kötülük ve yenilgi daha bertaraf etmemişken bu yolcuyu, yolcu sevgiye kucak açabilirdi.
 
 
 
Yolun ortasında durdu, böylece yoldan geçen yolcu onu rahatça görebilirdi. Bekleyişinin uzun süreceğini düşünürken, karşısında koşar adımlarla biri geliyordu. Güzel giyinmişti, sevgi onu seçemiyordu çünkü çok hızlı yürüyordu. Sevgiyi görüyordu, sevdiği gördükçe hızlanıyordu hareket eden bu canlı nesne. Sevginin içindeki umut kabarıyordu, yaklaşan her ne ise gittikçe hızlanıyordu demek ki ona ulaşmak için can atıyordu. Abartmıştı yalnızlık kolay olmuştu, sevgiyi biri görmüştü, sevgiyi biri bulmuştu. Bir nefes kadar yakındı o nesne ve konuştu.
 
«Yolumdan çekil ahmak, seninle uğraşacak vaktim yok. Seni görmek bile ayaklarımı yordu, seni sırtımda taşıyamam ben, seni sırtımda taşırsam daha ileriye gidemem, çekil önümden»
 
Sevgi çekilmedi, hızıyla ona çarpıp geçti mermer yolun yolcusu, sevgi yaralanmıştı ve üzgündü. Sadece sarılmayı bekliyordu, sarılıp bir insana bir ruhun içinde var olmak istiyordu. Yerden hızlıca kalktı, sinirliydi başka bir yola geçti. Altından yapılmıştı bu yol yine yolun ortasında durdu. Demek ki mermer yolun yolcusunun daha çok vakte ihtiyacı vardı, daha iyi bir yolda sevgiyi bulmak için. Altın yolun yolcusu ona sarılacaktı ve sevgi bir ruhun içinde böylece var olacaktı buna inanıyordu. Yolcu karşıda göründü yavaş adımlarla gülümseyerek ona yaklaşıyordu. Sevgi umutluydu bir adım kalmıştı.
 
Altından yolun yolcusu
«Acelem yok ama yolumu kirletmek istemem. Sevgiye ihtiyacım yok benim, çekilir misin önümden»
 
Sevgi yine üzgünde, bu yolcunun da önünden çekildi. Yan tarafta yakuttan yapılmış bir yol vardı bu sefer ona geçti. Hızlıca geliyordu bir yolcu, sevgi artık dikkat etmiyordu gelenin tavrına sadece gelmesini bekliyordu. Ayakta duruyordu, yorulmuştu yolcu yaklaştı ve hiç konuşmadı. Durdu olduğu yerde elini cebine attı cebinden kırmızı bir parıltı saçılıyordu etrafa, yakutları sevgiye uzattı. Sevgi sevindi bu onu kabul edecek mi demekti, yoksa başka bir şey mi demekti. Yakutları eline aldı, yakutlu yolun yolcusu adam yanından geçti ve yoluna devam etti
 
Tayfalardan sevgi
«Ben dilenmeye değil, canımı can pazarında satmaya geldim. Karanlığın içinde sevginin gücüyle yalnızlığı yenmeye yemin ettim. Elinde taşıdığın yakutlar, girer mi seninle mezara; ağırlığınca maddi varlığa değer veren ruhlar, yürüse boşuna yürümese boşuna»
 
Taşlardan oluşan bir yol vardı önünde ona atladı yakutlu yoldan, belki daha aşağı daha üzgün yolları ziyaret etmeliydi. Bir atlı mızrağıyla hızla gelip geçti, mızrağı sevgin sol omzunu deldi, yaralıydı yere kapandı. Onun düşmanı olan birinin yolunda duramazdı, sevgi sevene yakışırdı. Bıçakla bekleyene değil.
 
Yaralı bir halde kendini diğer yola attı, diğer yol otlarla kaplı taşların olmadığı bir yoldu. Yaklaşan kimseyi göremiyordu, bir anda yeşilliklerin arasında kalmıştı. Yaklaşan kişi bir çınara benziyordu, sevgi umutlandı çınarlar bilge ağaçlardı. Gemi bile bu ağaçlardan yapılmıştı, çınar ona kucak açardı.Çınar yaklaştı dallarıyla sevginin kollarını ve ayaklarını bağladı geçti devam etti yoluna,sevgiye kucak açmadı onu yaralamadı da sadece bir gün ona ihtiyacı olursa bulabilmek için elini kolunu bağladı.
 
Sevgi çınara
«Hiç bir şey olamaz bana engel, yorulsam da yıkılsam da yürüyemesem de devam edeceğim yoluma»
 
Elleri ve ayakları bağlıydı sürünerek diğer yola geçti. Karanlıktı bu yol göremiyordu hiç bir şey ne yaklaşanı, ne de yoldaki taşları acı çekiyordu kalbi, gelen kişi yaralı omzuna bir tekme attı, kendi gömleğinden kopardığı bir bağ ile gözlerini bağladı. Sevgiyi dövdü patakladı, ağzı konuşamayacak hale geldi, dizleri zaten ayakta durmaktan yorulmuştu. Sevgiyi tuttu fırlattı yandaki yola attı.
 
Kan ve gözyaşı kokusu alıyordu ağlıyordu sevgi, kaybetmişti. Ne yürümeye mecali vardı, ne de ayakta durmaya hali yaralıydı. Üstüne durduğu yolun taşları çok keskindi batıyordu vücudunun bütün parçalarına gözlerinin bağını taşların sivriliği ile yırttı. Ağlıyordu şimdi kan kokuyordu bu yol,ölüm gelecekti demek ki sonunda.O sevgiydi ölüme karşı dimdik durmalıydı,ne halde olursa olsun son kez belki de onu öldürmek için gelecek bu kişiye dur diyebilmeliydi.Kaybetmişti ama vazgeçmemişti,ben buradayım size rağmen yaşıyorum diyebilecekti.
 
Kan kokuyordu yol ama huzurlu hissediyordu sevgi, ölümden önceki son uykuyu çağrıştırıyordu bu galiba onun için. Kendini zorla topladı, sekerek ayağa kalktı. Geleni görebiliyordu, gelenin üstü başı yıpranmış her tarafı kana bulanmıştı. Gelen bir katildi galiba ama aynı zamanda çok yaralıydı. Bir düşüp bir kalkıyordu gelen sevgi anladı bu gelenin kendi kanıydı. İyice yaklaştı yolcu, sevgi ağlıyordu eğdi başını.
 
Keskin yolların yolcusu sevgiyi gördü ağlamaya başladı, ona doğru yaklaştı. Yüzünü görmek için eğilmeye çalıştı yere düştü dizi de parçalandı, diz çöktü sevginin önünde, ne anlama geliyordu ki bu konuştu
«Geldin sonunda sen geldin» dedi ağlayarak ayaklarına kapandı, tayfalardan sevgi onu ayağa kaldırdı ve ona sarıldı. İkisinin de bütün yaraları iyileşti çünkü bu yolcunun arayışı bitmişti, en zoru sevgiyi bulmak ya da dağıtmaktı çünkü. Sevgi para kadar kolay kazanılmıyor, servet kadar çabuk kaybedilmiyordu. Aşktan sonra en yüceydi sevgi, yalnızlığa rağmen artık yalnızların adasında.
 
5 Dönüşüm
 
Yalnızlık sevgiye, yalnızların adasının yolunu gösterip gemiye doğru dönmüştü. Geminin kaptanı, üzgündü. Bir parçasını daha belki de bir daha hiç dönemeyeceği bir yerde bırakmıştı çünkü. Gemideki tayfaların sayısı yine azalmıştı, her bir ada bir ayrılıktı. Tayfaların önemli değildi sayıları, bazı gemilerde binlercesi vardı. Bir önemi yoktu, gelişlerinin ve ayrılıklarının. Sevgi büyüktü ama, sevgi gemiyi var etmese de gemiyi yola koyabilecek kadar güçlüydü. Sevgiyi yalnızlığın adasında bırakmanın bedeli, yalnızlığı sevgi yerine koymaktı, sevgiyi arayarak yalnızlıkla savaşmaktı. Seçimini yapmıştı geminin kaptanı, başka diyarlarda bulabilirdi kendi gönlü için sevgiyi, sevgiyi arayamayacak güçte değildi ki, o sevgiyi başkaları için feda edebilecek kadar erdemliydi.
 
 
Gözlerini kapattı, yalnızlığı derinden hissederek hayal etmeye başladı. Sevginin terk ettiği gemi, başka diyarlara kucak açmalıydı. Dümen döndü, yıldız tozlarıyla kaplı yelken açıldı, kaptan gözlerini açtığında yüzeyi kızıl kristallerle kaplı bir ada karşısındaydı.
Yalnızlığı hissederek sevginin yokluğunda, nereye ulaşmıştı. Kristalleri seyre dalarak, hayal kurmaya başladı. Gemi cevap vermiyordu hayallerine, kristaller ise görüntülerle karşılık veriyorlardı kaptana. Çünkü kaptan aşkın içinde aşkı hayal etmeye çalışıyordu, geminin varlığına rağmen bir sevgili düşlüyordu. Sevginin yokluğu, onu aşkın kıyısına vurmuştu, kızıl kristaller de bir sevgili görebilir olmuştu. Hayallerin gemisinin yüce kaptanı,  onunla yapacaklarını, onunla birlikte sahip olabileceği anıları düşünmeye koyulmuştu.
Yıllar geçti, geminin kaptanı böyle düşünürken. Kaptan adaya aşık olmuştu, hayallerin gemisinin üstünde bir güç bulmuştu. Gemide aşkı hayal edemiyordu, geminin kendisi aşktı çünkü dışarıdaki dünyaya rağmen yol alan. Dışarıdaki aşk ise dünyaya ait olan aşktı çoğu zaman geminin gücüyle yaratılan.
Tayfaları kaptana yaklaştı, uyandırdılar onu bu büyüleyici rüyadan.
“Gitme vakti geldi, binlerce diyarda bekleyen binlerce hikaye var” dedi Tayfalardan Adil
Kaptan
“Gemi yola devam etmeli, ne olursa olsun vazgeçmemeli”
Ama kendi zihni katılmıyordu kaptana, zihnine bir burukluk ve bir sis perdesi çökmüştü sanki. Üzülüyordu adayı bir daha göremeyebilirdi, yolculuğun kasvetli yolunda buraya gelmek için yaşadığı duygulardan beslenen kurduğu o hayali unutabilirdi.
Ama gemi yola devam etmeliydi.
Gözlerini kapattı ve düşünmeye başladı, dümen döndü başka bir diyar için ama gemi yol almadı, sanki deprem oluyormuş gibi sarsıldı. Çapası takılı kalmıştı, bir kayaya belki de, inip aşağıya onu çıkarmalıydı.
Tanrı bir kural koymuştu, hayallerin gemisine kaptanın ruhu, onun bedeni gemiden inerken bile hayallerin gemisinde kalmalıydı. Kaptan gemide kaldığını ve geminin de bıraktığı yerde durduğunu hayal etmeliydi, güverteden iple aşağı doğru inerken. Gözlerini kapattı kaptan, gemiden inmeliydi ayakları güvertenin ucuna doğru yürürken, zihni adanın karşısında duruyordu, gemi de ayaklarının altında. En uca doğru yaklaştı, acı çekiyordu o kadar büyüktü ki bu acı, aynı anda hem gemiyi hayal ediyor hem adanın hayaline meydan okuyor hem de adadaki sevgiliyi özlüyor. Bu acıya tam dayandı ve en uca ulaştı, tam gemiden atlayacakken kaptan zihni bütün bunlara dayanamadı. Gemi gitseydi eğer dedi zihni, kaptan bu acıdan kurtulacaktı.
Kaptan aşağı indi, tam çapayı çıkaracaktı. Çapanın zinciri gerilmeye başladı, gemi zinciri kopardı ve gitti, yüzmeye çalıştı geminin kaptanı arkasından ama yetişemedi.
Yok olması gerekirdi geminin, çünkü kaptanı olmayan bir gemi yol alamazdı diyarlara doğru. Bu gemilerin yaratılışlarına aykırıydı. Ama bu gemi farklıydı, hayallerin gemisiydi bu gemi, zaten bir kaptanın hayali vardı gemide geminin yola devam edebilmesi için.
Geminin kaptanı aşağıda olsa bile, inmeden önce hayal etmişti, hayallerin gemisinde kendi varlığını ve geminin yola devam etmesini istemişti, hayallere dayanmak acı verirken. Gemi kendi kaptanını dinlemişti, demirini koparıp yola devam etmişti
 
Ağlıyordu kaptan, adanın gemiden daha güzel olabileceğini ümit etmişti. Kristalleri görerek denizin dibinden, yukarı doğru çıkmaya başlamıştı. Adaya yüzüyordu, adada bir sevgili hayal ediyordu, kıyıdaki kristallere ulaştı, sabah akşam ayaklarını kesse bile kristaller adayı dolaştı, ne bir sevgili gerçekti, ne kurduğu bir hayal. Sevgiliyi ona hayallerin gemisi göstermişti.
Zihni gitmek istememişti, çünkü kalbi adayı arzu etmişti. Çatışma sürerken, geminin kaptanı dinlemeden içindeki sesleri, gitmeye karar vermişti. Gemi onu dinlememişti, çünkü kaptan aslında gitmek istememişti.
Ağlıyordu, kızıl kristallerin ülkesinde, uğradığı diyarda bir sevgili yoktu. Denize daldı, geminin kopardığı çapaya ulaştı. Çapanın üstünde oturdu, yıllarca öyle kaldı. Gelenler ve gidenler, deli dediler ona, yakınlarda insanların yaşadığı adalarda vardı. Bu adaların birinde kendine bir ev yaptı geminin kaptanı ve her gün geminin bıraktığı parçayı izleyerek hayallere daldı.
Sabah uyanırdı, denize atlardı, akşama kadar demirin üstünde sayıklardı. Yıllarca bunu yaptı, çünkü geminin bir parçası burada kalmıştı
Geri dönmeliydi Gemi
Geri dönmeli
Bir yolunu bulup
Geri dönmeli
Soyut aşktı gemi
Gerçek aşktı sevgili
Gemi geri dönmeliydi, çünkü tanrıdan gelmişti
Gemi geri dönmeliydi, çünkü en sonunda ona gidecekti…
 
 
 
 
 
 
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
gulsumgulen575
Gülsüm Gülen8 years ago
Çok güzel olmuş. yüreğinize sağlık