Hayata Gelme Nedenimiz Nedir ?
Bu Eser 10.01.2014 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
Gençliğimin ilk yıllarında- filozoflara özendiğimden olacak – evrendeki
varlıkların oluş nedenleri hakkında kendimce sebepler bulurdum. Bu
fikirlerimi şu anda onaylamıyor olsam bile hala da geçerli olabilecek
yönleri olduğunu düşünmüyor da değilim.
Evrendeki cansızların
ve maddelerin varlık nedenlerini görevlendirilme olarak algılayan bu
görüşe göre maddelerin mikro ve makro zaman dilimlerinde değişme
özelliğini görevlendirilmeye bağlayan bir düşün sistemim vardı. Taş
varsa bir görevi vardır. Mantığı ile baktığımızda taşın görevini taşın
olma nedenine, taşın maddesel özelliğine bağlamak gerekecekti. Taşın
mevcut durumunu önceki değişimlerinden biriken şu anki hali olarak
düşünürdüm. Öncesi hallerinden bu hale dönüşen taş, sonrasında
göstereceği değişimlerle sonraki halinde alacaktır.
Canlıları,
cansızların mikro zaman dilimlerindeki eylemi olarak düşünürdüm. Her
canlıyı kendi doğal ortamındaki maddelerin özünü sentezleyerek mikro
bir zaman için canlanma eylemini başarmış ya da canlanması bahşedilmiş
özlerin bileşkesi olarak düşünürdüm. Bu daimi dönüşüme göre de maddeler
önce sadece kendi öznel özellikleriyle oluşur, sonra da diğer
maddelerle iletişim kurarak bileşkeler yaratır. Bileşkeler oluşturarak
birleşik yetenekler kazanır, katı halden sıvıya, sıvıdan katıya veya
gaz haline dönüşebilir. Evrendeki oluşumları bu mantıkla izleyince
birlik, bütünlük ve değişim özelliğinin evrenin ve maddelerin ana amacı
olduğu sonucuna ulaşırdım.
Bu yazının amacı bu olmadığı için
bu konuya belki ilerde tekrar dönerim. Ama bu yazıda bu düşüncelerden
hareket noktası alan başka bir şeyden söz edeceğim.
"Dünyaya
niçin geldik? Biz aslında neyiz?"Sorusuna cevap vermeye çalışan din,
bilim ve felsefe her biri kendi açılarından başka bir cevap peşindedir.
Dinler: Genellikle insanın dünyaya bir imtihan için gönderildiğini
dünyevi imtihanda başarılı olanların cenneti, başarısız olanların
cehennemi hak edeceğini, hayvanların ve zekâ özürlü olanların Arasat'ta
kalacağını ifade eder. Dört esas din de aşağı yukarı olarak bu
temeller üzerine kurulmuştur. O halde her insanın bu âlemde bir
vazifesi vardır...
Felsefe, evrenin ve evrendekilerin var
oluş nedenlerini birbirinden farklı veya benzer bakış açılarından
irdeler. Esas uğraş alanını," evrenin ve evrendekilerin görevi veya
varlık nedeni nedir? " Sorusuna cevap aramak teşkil eder. Kimi
felsefeler "İnsan mı tanrıyı yaratır, Tanrı mı evreni yaratmıştır?"
sorusuna cevap vermekten kaçınmıştır. Aslında dinin verdiği cevaba
felsefenin mantıklı bir cevabı yoktur.
Bilim, varlığın oluş
nedeninin, varlığın gizemlerini veya öz niteliklerini keşfetmekle
bulunabileceğine inanarak, varlıkları ayrı ayrı sahalarda irdelemek,
bulmak, keşfetmek ve analiz etmek, ilişkileri çözmek ve uygulamak,
çabasına girdi. Bilim, nihai soruya cevap ararken varlıkların
iletişimlerini, gizemlerini, bileşkelerindeki sırları öğrendikçe doğaya
yaramasa da insan yaşamında aşama göstermesine olanak sağlayan pek çok
veri elde etmeyi başardı. Son asırlar boyunca doğadan çözümlenen
bilgilerin insan yaşamında ne büyük değişimler yarattığına şahit
oluyoruz.
Bilim, olmayan bir şeyi icatla uğraşmamakta, doğadaki
gizemleri irdeleyerek gizemler arasındaki iletişimleri
çözümlemektedir. Bilimdeki icat, doğadaki mevcut bir işleyişin
gerekçesinin anlaşılması bu bilgiden alınan ilham ve yeteneğin pratiğe
dökülmesidir.
Bilim, gizemleri çözdükçe insan yaşamına akıl
almaz kolaylıklar ve kalite getirirken hiç akıl edemediğimiz gibi
maddelerin değişimini ve birleşimini yapay ve pratik olarak
hızlandırıyor.
Milyonlarca yılda pek çok organik artıkların bileşkesiyle oluşan petrolü yeraltından çıkarıp,
sonra yakıt, sonra da gaz ve atıklara ayrılmasını sağladığımız gibi;
diğer maddelerin de bu gibi değişimlerine imkân veya vesileler
yaratıyoruz. Netice olarak bilimin yaptığı şey bileşkelerin sayısını,
niteliğini arttırıp değişimlerini hızlandırmak olmaktadır.
Bilim, canlıları canlanmış bir madde kabul ediyor. Bizlerle en ilgili
olan tıp biliminin tüm işlevleri bu anlayış üzerine kuruludur. İnsana
canlı bir madde, canlı bir makine olarak bakan bu yaklaşım, pek çok
hastalığımızın tedavisine şifa bulmakta, işleyişi bozulan organlara
müdahale edebilmektedir.
Bilim canlı DNA' sından canlı
kopyalamayı, sözgelimi fareye hormon ilave ederek, başka bir organ
ürettirmeyi başarmaktadır. Bilim, insan veya canlı tohumlarından
cinsiyet tespitini ve tercihine uygun dünyaya gelişine müdahale
edebilmektedir. Belki de bu gelişmeler sonucunda
İleriki zamanlarda istenilen standartlara uymayan türlerin dünyaya gelişine müdahale etmeye yol açacaktır.
Deforme olmuş organların yenilenmesini yapa yapa yaşam sürecini ikiye
katlamak olanakları önümüzdeki asır için artık bir hayal değildir.
Tüm bu gelişmelerin " İnsanın hayatta ne işi var?" sorusuna yanıt vermekten çok uzakta olduğunu ortaya koymakta değil midir?
İnsanın hayatta işi nedir? Neden evrendeki zamana göre küçük bir zaman
dilimi için bu dünyaya gelip gitmektedir. Bireyler olarak konup
göçmekte olduğumuz bu dünyada bir takım maddelerin bileşkesi olarak
kısa bir an için canlanıp, tekrar yok oluyoruz?
Bu seyahatin amacına ve görevine dinlerin kendince bir cevabı vardır. Ama bilim ve felsefe bu cevaptan henüz çok uzaktadır.