Hece Ölçüsü İle İlgili Mülahazalar
Bu Eser 18.12.2013 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
HECEYLE İLGİLİ BAZI MÜLAHAZALAR
Hece ölçüsü, edebiyatımızın ve
kültürümüzün ilk oluşum zamanlarına kadar uzanabildiği düşünülen milli
ölçü sitemimizdir. Divan ı Lügat üt Türkî bu konuya aydınlık kazandıran
ilk eserimiz olduğu gibi daha eski dönemlere ait Çinlilere ait
kaynaklarla, Uygur Türklerinden kalan metinlerde de heceyle yazılmış
şiirlere rastlanılır.
İslamiyet’in kabulü ile medreselerde yetişen ve orada İslami ilimlerle , Arapça ve Farsçayı öğrenen aydınlarımızın 11. yy dan itibaren aruza yönelmeye başladığı 13. yy dan itibaren de hecenin aydın edebiyatında artık hiç kullanılmamaya başladığı görülür.
Bu tarihten Milli Edebiyatçılara kadar hece ölçüsüne aydınlarımız "
Köylü şiiri, köylü yırlamaları" olarak bakmaya başlamış ve şiirden bile
saymamışlardı. Bu bakımdan 13. yy dan
1912 li yıllara kadar aydınlar heceyi görmezlikten gelip küçümsediler.
Buna rağmen heceli şiirimiz; Tekke ve Zümre şairleri, din dışı sahada
çalıp söyleyen halk ozanları ve halkımız tarafından yaşatılmış; aruz,
aydınların; hece, halkımızın ölçüsü olarak varlığını sürdürmüştür.
Milli edebiyatçılar " Her şey Türk’e has ve Türk’e göre olmalıdır. "
ilkesiyle hareket ederek aruzun Arap şiirinin ölçü sistemi olması
münasebetiyle şiirde heceye dönüşü savunarak aydınların da heceyi
kullanması görüşünü benimsediler. Bu tarihten sonra zaten
Tanzimatçılarla başlayan divan şiirinden koparak yeni bir şiir stili ve
anlayışı yaratma gayretinin son aşaması olan aruzun da terk edildiği
görülür.
Her ne kadar toplumun gelişiminde ve değişiminde motor
görevini yapan edebi eserler ve şiirler olsa da batılılaşma ve
yenileşme politikalarının özet sonuçları olan bu durum bu defada başka
bir hatayı doğurmuş ve bin yıllık divan geleneğinde elde ettiğimiz
muazzam birikim heba olma tehlikesine maruz bırakılmıştır.
Heceyi ve aruzu modern batılı şiir sistemlerine adapte etme yolunu araştırmadan kökten silip atmak ne derece isabetli olacaktı?
Milli Edebiyat ve ve devamı olan Beş Hececiler, ilk örneklerinde heceyi
köylü şiiri görünümünden kurtarmak maksatlı heceli şiir uygulamalarına
girdiler. Amaçları heceye yeni bir görünüm kazandırmaktan ziyade sadece
ve sadece hecenin "şehirli bir şiir halinde de " yazılabileceğiydi. Bu
kısır tutum hecenin sadece kırsal kesime ait konularına şehirli konular
ilave etmekten öteye gidemedi.
Değişen şey bu yüzden konu
seçiminden ibaret kalarak, aşk, gurbet, sılaya özlem, ölüm, facia,
yayla, dağ, at, kır sevgisi gibi alışılmış konulara ilaveten: Memleket,
sanat, kültür, milliyetçilik vatan, bayrak millet sevgisi gibi konu
ilavelerinden öteye gidemedi.
Bu tutumlar, hecenin binlerce
yıldır değişmeyen konularına ilave konular getirmesini sağlamakla
beraber; binlerce yıldır alışılmış ve artık bıkkınlık veren söylem ve
teknik tarzlarında bir yenileşme sağlayamadığı için alternatif şiir
arayışlarının oluşumuna engel olamamış, " Serbest şiir ve II. Yeni "
şiir hareketlerinin doğmasına da bir ölçüde sebep olmuştur.
Buna rağmen heceye değişik söylemler ve teknikler kazandırma çabalarına
kalkışan şairlerin de olduğu göz ardı edilmemelidir. Söz gelimi
C.S.Tarancı'nın şiirlerine bu gözle bakmalıyız. Şiirlerinde hecenin
bildik söyleminden farklı mısra kafiye ve durak dizinleri oluşturan
Tarancı'nın şiirlerini heceye yeni boyutlar kazandırma girişimine örnek
verebiliriz..
Şüphesiz hece ölçüsünün bildiğimiz, alıştığımız
tarzının devamı, devam ettirilebilmesi kültürümüzün ve geleneksel
yapımızın sürdürülebilmesi açısından çok çok mühim bir hadisedir.
Hatta hecenin tamamen terk edilmesi kültürümüz açısından son derece
tehlikeli bir sona yaklaştığımızın en önemli işareti olacaktır.
Fakat hecenin ana kurallarını koruyarak hecenin gelişimine katkıda
bulunan her gelişmeye hecenin bekasını sağlamaya yönelik oldukça mühim
çabalar olarak bakmayı da asla ihmal edemeyiz.
Çağdaş
gelişmelere bigane kalmaya kalkmak, gelişim ve değişimlere karşı çıkmak
hele bu devirde çok yanlış bir tutum olacaktır. At var diye bisiklete,
kağnı var diye kamyonun gelmesine karşı çıkmak ne kadar mantıklı bir
tepki olabilir.
Gelişimin her şeyde olduğu gibi hecede de
olmuş, ilk heceli şiirlerden bu güne kadar ki binlerce yılda hecenin pek
çok merhaleden geçmiş, bu teşekküle binlerce yılda ulaşılmış ve bugünkü
haline -hem de tüm göz ardı edilmelerine rağmen- bu sebepler
neticesinde kavuşabilmiştir.
Mesela İslamiyet öncesindeki koşuk
türü İslami dönemde koşma ve türlerine ayrılarak teknik, konu, söylem,
kafiyeleşiş, durak açılarından güzelleme, varsağı, semai, hikmet, deme
saz, nefes, şathiyye, satranç gibi türlere kavuşmuştur.
Konunun
özeti şudur: Koşukların bu değişimlere uğramaya başladığı dönemde
yaşayanlar, bu değişimi ve gelişimi yaratmaya kalkışanlara "KOŞUKLAR
VARKEN BUNLARI NEDEN ÇIKARTIYOR, HECEYE KOŞUKLARA NEDEN ZARAR
VERİYORSUN? " SEN VATAN VE KÜLTÜR HAİNİ MİSİN? " DİYE SORMUŞLARSA BİLE
BU GÜN BU SORUYU SORANLARIN HAKLI DÜŞÜNDÜKLERİNİ KİM İDDİA EDEBİLİR?
Kimse koşuklara zarar vermemiştir. O günkü koşuklar İslamiyet’le
değişen yaşam biçimine ayak uydurmayı bu değişimi sağlamayı başaran
A.Yesevi, Yunus, Kaygusuz H.Bektaşi Veli gibi şairlerimizin sayesinde
dini tasavvufi konuları işleyen şekillere bürünüp gelişmiş, halkımız
bunun adına sonradan türkü diyerek koşukları eski halini çağdaş
koşullara uyarlayarak devam ettirmiş, din dışı halk ozanları da
koşuklara yeni biçemler, söylem, konu, teknik ve bakış açıları ilave
ederek eski koşuklara koşma, yeni bulduklarına da semai, varsağı,
güzelleme, taşlama, ağıt,lebdeğmez gibi adlar vererek heceyi ve heceli
nazım şekillerini zenginleştirmişlerdir.
Bu gün heceye yeni
teknik ve söylem önerenlere karşı çıkan arkadaşlarımızın bir şeyi olduğu
haliyle binlerce yıl aynı şekilde sürdürmeye kalkışmanın doğru bir
tercih olamdığını anlamaları gerekir.
Yukarılarda sözü edilen
gelişmelere katkıda bulunan hiç bir dini veya din dışı ozanımız vatan ve
kültür haini değildir. Onlara o devirde bile kimse " Siz neden
koşukları bu hale getirdiniz. Sen yoksa hecenin düşmanı mısın ?" diye
sormamışlardır. Bu günkü bakış açısıyla vardığımız bu noktada kimsenin
koşuklardan türeyen bunca teknik özelliklerin ve heceli nazım
şekillerinin silinmesini ve İslamiyet öncesi dönemdeki haline gelmesi
gerektiğini savunamayacağına göre, o gün o sorgulamaları yapanların bu
gün haksız ve hatalı duruma düştüklerini anlamaları gerekir.
Aksine bu ozanlarımızın " Bildiğimiz haliyle kalsın, hece ve halk
şiirimiz eskiden geldiği gibi olmaya devam etsin " diyenlerden çok daha
fazla kültürümüze hizmet ettiğini kabul etmemek hiç akıllıca bir düşün
şekli olmayacaktır.
Üstelik bu değişim ve gelişimleri
sağlayanların hepsinin tıpkı Ahmet emmi, Hasan dayı gibi bildiğimiz
insanlardan birileri olduğu unutulamamalıdır. Gelişim ve değişim
önerebilen insanların diğer insanlardan üstün olan tek bir özelliği
vardır:
Onlar sadece konuya normal insanlardan çok daha fazla vakıf
olan ve gelişme değişimlerin zamanının geldiğini, konuyla ilgisiz ya da
daha az ilgili kişilerden önce görüp, sezebilen
insanlardır.
Gelişmelere bir de şu açıdan bakılabilmelidir. Pusulayı bulan kişi
pusulayı bulduğunda bunun sayesinde kıtalar keşfedileceğini asla tahmin
bile edememiştir. Fakat sadece karanlıkta doğru yönü bulmak için yapılan
bu çok basit aleti denizlerin sonsuz boşluğunda çıktıkları yöne, doğru
şekilde ulaşmayı sağlayacağını gören denizcilerin müthiş işine yaramış,
bu basit alet Amerika, Avustralya ve Güney Afrika kıtalarının keşfine,
yoksul ve geri kalmış Batı aleminin bu günkü medeniyete ulaşıp, Ay'a
bile çıkmalarına, Osmanlının da çökmesini sağlayarak, bizim de hâlâ
bunların önemini tartışmaya devam ediyor oluşumuza sebep olmuştur.
Yenileşme, başkalaşma ve değişimlere bu gözlükle bakmayı öğrenebilmeliyiz.
Üstelik bunu öğrenmekle kalmamalı, toplumu yönlendirebilenlerin şairler
ve edipler olduğunu bilerek bunu insanlarımıza da anlatabilmeliyiz.
Kuru kurusuna" Vatanımı ve kültürümü çok seviyorum" demekle vatan
gelişmeyecektir. Vatan bir arazidir. Arazi gelişemez ama araziyi fikren,
zihnen gelişmiş, gelişimin ve değişimin önemini bilen insanları
geliştirebilir.
Binlerce yıl aynı tarlaya aynı tohumu eken ve
medeniyet tarihini başlatan Sümerlileri ortadan kaldıran şey değişen
iklim koşullarına uyacak teknikler ve ürünleri bulamayışlarıdır.
Sümerlilerin medeniyeti başlatan değişimcilik ruhu kendini
yenileyemedikleri için kendi varlıklarını sürdürmelerine yetmemiştir.
Bu çağda da bu olaylar gözükmektedir. Sosyaliizmle teknolojik gelişmede
devleşen Rusya, sosyalizmde statükocu hale gelince değişime ayak
uyduramayarak çökmüştür.
Buna ayak uyduramayan her devletin ve sistemin yıkılacağı da ortadadır.
O zamanlardan çölleşen topraklarında buğday yerine hurma yetiştirmenin
önemini kavrayan, ulaşımı attan deveye dönüştürmeyi akıl eden bedeviler
Sümerlerden beridir aynı topraklarda yaşamanın yolunu bulabildikleri
için binlerce yıldır aynı topraklarda yaşamayı sürdürebilmişlerdir.
Bu devirde dahi aynı çıkmaz sokakta doğup, aynı çıkmaz sokakta ölmememiz dilekleriyle.