İdealizm, felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim.Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.
Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.
Metafizikte idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.
İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar.
Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon'du. Ancak idealizmin başlangıcı M.Ö. 6.yüzyıl a, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."
Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir.
Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem." Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir.
Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır. Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır.
Ünanimizm,. Latince aynı ruhu taşıyan anlamında unanimus sözcüğünden gelmektedir. Fransızcaya X. yüzyılda aynı görüş ve duyuşu paylaşma anlamına gelen unanime sözcüğüyle girmiştir. XV.yüzyıldan önce bu sözcüğün kullanımı çok seyrek olmuş, ancak XX. yüzyılın başlarında incelememize konu olacak anlam yüküne kavuşmuştur (1910). Oldukça değişik kaynaklardan etkilenmiş olan ünanimizmin kökenlerini iki temel kaynağa indirgemek olası. İlki, XIX. yüzyıldaki değişik düşünce akımları: Bu yüzyılın ikinci yarısından başlayarak bireyci düşünüşe karşı, değişik boyutlarda yaygınlaşan demokratik, toplumcu ve özellikle de toplumbilimsel tepki ünanimist düşüncenin oluşmasında belirli ölçülerde etkili olmuştur. Toplumbilimci Durkheim'in, bireysel bilinçlerin dışında ve üstünde var olduğunu savladığı ortak bilinç'in Romains'in topluluk ruhu kavramına katkısı yadsınamayacak bir olgudur. Ünanimizmin ikinci kaynağı da yazından beslenmiştir. Kimi eleştirmenler bu yazınsal kaynağı Homeros'a ve eski Yunan tragedyalarındaki korolara dek götürürlerse de, asıl etkilenmenin, XIX. yüzyılda olduğu bilinmektedir. Hugo'nun geniş kitlelere ulaşan lirizmi, destansı ve insancıl betimlemeleri, ozanın toplum yaşamındaki ayrıcalığı düşüncesi (ozan yol gösterici olmalıdır), topluluklara yaklaşmada Romains'e çok erkenden ışık tutmuştur. Zola'nın yer yer bir destan boyutlarına ulaşan geniş kitle betimlemeleri ile Maeterlinck ve özellikle Verhaeren'in günlük yaşamın yalın gerçeklerini, kent yaşamını işleyen şiirleri de Romains'in yeni dünya görüşüne katkıda bulunmuştur. "Bütün yollar kente gider" diyen Verhaeren'in "Sanrılı Kırlar" ve "Ahtapot Kentler" adlı yapıtları XIX. yüzyılın sonuna doğru, kent yaşamını "çağcıl ve toplumsal bir fantastik" öğesiyle birleştirerek yazınsal güncellik haline getirmiştir. Romains'e bir büyük esin de yeni dünyanın bir büyük ozanından, Whitman'dan gelmiştir. İnsan kardeşlerine, topluluklara bir "sevgi Niagarası" ile kucak açan dostluğun, özgürlüğün, demokrasinin bu gür sesli ozanı, yalnızca Romains'e değil az sonra göreceğimiz Cretil Tekkesi'nin2 tüm ozanlarına esin ve güç kaynağı olmuştur; ünanimist düşüncenin olgunlaşmasındaki katkılarından ötürü, bir şiir okulu niteliğindeki Cretil Tekkesi'nden de söz açmak gerekecek burada: 1906 yılında, Paris yakınlarında bir kır evinde bir araya gelen bir öbek genç ozan (Arcos, Vildrac, Duhamel, Mercerau, Chenneviere, Durtain, Romains -sonradan katılmıştır-, Jouve) ve sanatçı (Doyen, Gleizes) "Kardeş Sanatçılar Topluluğu" adı altında on beş ay süren bir ortak yaşam sürdürürler. Rabelais'nin ünlü Thileme Monostın'ndan esinlenerek Tekke (abbaye) adını verirler bu eve. Daha sonraları, Tekke içinde bir de basımevi kurarak kendi yapıtlarını basmayı kararlaştırırlar; basılan ilk yapıt Romains'in Birlikte Yaşama adlı ünanimist şiir kitabı olur. Aynı çatı altında, aynı duyguları dostça ve özgürce paylaşarak birlikte yaşamayı yücelten, toplumsal ilerleme düşüncesinin coşkun savunucuları Tekke ozanları, ortak bir şiir anlayışı ile, yüzyılın başında Fransız şiirine yeni bir canlılık getirmişlerdir.3 Romains sonradan şöyle yazacaktır: "Tekke yedi dostun bir araya gelmesinden doğan bir güç, bir çeşit yedi başlı varlık, tanrılaşan bir insan kümesiydi.4 Tekke'de her ne denli ünanimist bir ortam yaratılmışsa da, ünanimist adını sadece Romains ve Chenneviere takacaklardır kendilerine. Bununla birlikte, bu düşünüşün etkileri öteki ozanlarda da sürüp gidecek tir."5
1903 yılı. Bir akşam üzeri. Romains ve arkadaşı Chenneviere Paris'in kalabalık sokaklarından biri olan Amsterdam'da yürüyorlar. Daha önceleri sayısız kez gelip geçtikleri bu sokakta her şey eski görünümünde; aynı kalabalık, aynı devinim, aynı canlılık... Ancak, bir anda bir şeyler, şimşek hızıyla bir şeyler parlar Romains'in kafasında. Her gün, bu sokakta rastladığı şu gidip gelen insanlar, arabalar, şu ışıklar, şimdiye dek hiçbir zaman gözüne böylesine değişik görünmemişti. Sanki önünde uzanan şu sokak kendi kendisine var olmuş kocaman bir canlı varlıktı. Romains, bu tuhaf önsezinin ne olduğunu açıklayamaz önce. Ancak, bu ara içini dolduran yalnızlık duygusunun uçup gittiğini duyar benliğinde. "Gövdesini sokağın, arabaların, yoldan gelip geçenlerin oluşturacağı, kendisinin de o müstesna anda bilincine erebileceği, geniş, basit bir varlığın sezgisi"6 ile dolup taşar. Bu tuhaf varlığın bir parçası olduğu duygusu yer eder içinde. İşte, Romains'in ünanim adını verdiği varlıkla ilk karşılaşması böyle olur. Romains'e bir topluluk ruhunun varlığını duyuran bu derin önsezi, kısa bir süre sonra onu, bireyi topluluğa bağlayan nedenler üzerinde, başka bir deyişle, topluluğun bireyi çepeçevre kuşatıp örten tinsel nedenleri üzerinde düşünmeye yöneltir. Karşısına ilk çıkan varlık da içinde yaşadığı kent (Paris) olur.
ŞİİR ÖRNEĞİ
Alıntı adresi : https://www.arkakapi.net/l
Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya s_kuzucular@hotmail.com