KategorilerEDEBİYATTanzimat Servet-i Fünûn Milli Edebiyatİlk Dönem Tanzimatçılar Eserleri Edebi Kişilikleri

İlk Dönem Tanzimatçılar Eserleri Edebi Kişilikleri

24.08.2016

 

A Vefik paşa

 

Moliere’den yaptığı tercüme ve adaptasyonları İle 16 güzel örnek göstermiştir. Bu eserleri osmanlı hayatına oldukça başarılı şekilde adap­te edilmiş oyunlardır. Türk halkına tiyatroyu tanıtmak ve sevdirmek için Bursa’da bir tiyatro binası yaptırmış ve oyunlar oynatmıştır. (Günümüzde Bursa Devlet Tiyatrosu onun adını taşır.) Ahmet Vefik Paşa edebiyatımızda Türk di­li, Türk tarihi ve folklor çalışmaları ile de ünlüdür. Türk milli­yetçiliği akımının

Tanzimat döneminde ilk büyük temsilcisi olmuştur.

Tercüme tiyatro eserleri:

  1. Savruk, 2. Kocalar Mektebi, 3. Kadınlar Mektebi, 4. Tartüf, 5. Aşk-ı Musavver, 6. Adamcıl, 7. Okumuş Kadınlar, 8. Ernanı (Victor Hugo’dan) [Bu 8 eser hece vezniyle manzum olarak tercüme edilmistirl. 9. lnflâl-1 Aşk, 10. Dudukuşları, 11. Don Civan) Yorgaki Dandini, 12. Aslan Avcıları (Thiboust Lehman’dan).
  2. Şecere-I Türk (1863–64, EbÜ’l-Gâzİ Bahadır Han’m aynı isimdeki Doğu Türkçesi İle yazılmış olan eserinin Anadolu Türkçesi’ne çevrisi), 2. Lehçe-i Osmânî (Lügat, 1876,1888–89).

Adapte tiyatro eser­leri:

 

1.Tabîb-I Aşk, 2. Zoraki Tablb, 3. Azarya, 4. Zor Nikâhı, 5. Mera kî, 6. Pırpırı Kibar, 7. Dekbazhk, 8. Yorgaki Dandini.

 

Yusuf Kamil Paşa

Abdülaziz saltanatında 5 Ocak 1863 - 1 Haziran 1863 tarihleri arasında dört ay yirmi yedi gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.

Sultan Abdülazîz Han devri sadrâzamlarından. 1808 yılında Arapkir’de doğan Kâmil Paşa, Akkoyunlu âilesine mensuptur. İstanbul’da iyi bir tahsil gördükten sonra, Dîvân-ı Hümâyûn kaleminde dört yıl çalıştı. 1833’te Mısır’a giderek Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın hizmetinde bulundu ve kızı Zeynep Sultanla evlendi. Mirliva rütbesi ile geldiği İstanbul’da Meclis-i Vâlâ ve Maârif Meclisi üyeliği, ardından Ticâret Nâzırlığında bulundu. 1854’te ikinci defâ Ticâret Nâzırlığına getirilen Kâmil Paşa, aynı yıl Meclis-i Âl-i Tanzimat başkanı oldu. 1856’da tekrar Meclis-i Vâlâ Başkanlığına getirildi. İki yıl bu vazifeyi yürüten Kâmil Paşa, istifa edip Mısır’a gitti. Sultan Abdülazîz Han padişah olunca, yeniden İstanbul’a geldi. 5 Ocak 1863’te Sadrâzam Keçecizâde Fuâd Paşanın istifa etmesi üzerine sadrâzamlığa getirildi. Bu vazifedeyken Haziran 1863’te Devlet Şûrası Başkanı oldu. Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliye Nâzırlığı vazifesini de üstlendi. Hastalığı sebebiyle 1875’te bu vazifeden ayrıldı. 1876’da Sultan Abdülazîz Hanın ihtilalciler tarafından öldürülmesine çok üzülen Kâmil Paşa, aynı sene İstanbul’da vefât etti.

İstanbul’da birçok hayır ve hasenâtı vardır. Bunların başında, hanımı ile birlikte yaptırdıkları, Üsküdar’daki Zeynep Kâmil Hastanesi gelmektedir.(1862) Ayrıca câmi, okul, çeşme gibi hayrat bırakmışlardır. Kâmil Paşanın şiirleri ve münşeâtı (nesir-mektuplar) da mevcuttur. Arapça, Farsça ve Fransızca bilirdi. Kâmil Paşanın edebiyatçı olarak tanınmasını sağlayan eser, Fenelon’un yazdığı Telemak’ın Maceraları adlı kitabın tercümesi olan Terceme-i Telemak’tır. Mezarları Zeynep Kamil türbesi diye bilinen ve Zeynep Kamil Hastanesinin bahçesinde bulunun türbededir.

Roman tercümeleri:

  1. Telemak (Fenelon’dan, 1881), 2. Gll Blas Sanliilanl’nln Sergüzeşti (I .e Sage’den), 3. Hlkâye-i Hikemiyye-i M i krom e-ga (Voltaire’den, 1871).

 

Yusuf Kamil Paşa edebi kişiliği

Kâmil Paşanın şiirleri ve münşeâtı (nesir-mektuplar) da mevcuttur. Arapça, Farsça ve Fransızca bilirdi. Kâmil Paşanın edebiyatçı olarak tanınmasını sağlayan eser, Fenelon’un yazdığı Telemak’ın Maceraları adlı kitabın tercümesi olan Terceme-i Telemak’tır.

Hayalat ı Dil adlı eserinde ise: Kaybettiği birkişiyi arayan tecrübesiz bir gencin başından geçen maceralar ve bu maceraların sonunda ulaşılan mutlu son hikaye edilir.

Telemak adlı çevirisinin konusu: Fransa'nın gelecekteki kralının eğitimi için yazdığı ve 1699'da yayınlandıktan sonra ünü bütün Avrupa'yı saran eseri Telemakhos'un Serüvenleridir. Yunan mitolojisinden alınma bir hikâyeye dayanarak ideal devletin ve devlet adamının nasıl olacağını anlatır.

 

Ethem Pertev Paşa

 Hayatı

Tanzimat devri devlet adamı, şair ve yazarlarındandır.1824 senesinde Erzurum’da doğan Ethem Pertev Paşa, Kiğılı Söylemezoğlu Fennî Efendi adlı bir memurun oğludur. İlk öğrenimini babasının vazifeli olarak bulunduğu Gümüşhane, Samsun ve Şebinkarahisar gibi yerlerde gördü. Babasının ölümünden sonra kendisi de devlet hizmetine girdi. Trabzon, İzmir, Rodos, Bursa mektupçuluklarında bulundu

Berlin elçiliğinde başkâtiplik yaptı. Almanca ve Fransızca öğrendi. Avrupa’da bulunduğu sırada, Avrupa kültürünün ve yaşayışının etkisinde kalarak orada gördüklerini Türkiye’ye aktarmak istedi. Fransızca'dan şiir çevirisi yapanların başında yer aldı. Şakacı ve hoşsohbet bir kişi olarak bilinen Pertev Paşa, bu özelliğini hemen hemen bütün yazılarında hissettirdi. Bu sebeple onu ilk Türk mizahçıları arasında saymak da mümkündür. Berlin’den sonra İstanbul’da Bâbıâlî'de çalıştı, Yanya, Serez ve Drama kaymakamlıklarında bulundu. 1864’te Dîvan-ı Muharebâtı Mâliye Âzalığına getirildi. Paşa rütbesiyle Halep Merkez ve Kandiye mutasarrıflıklarında bulundu. İstanbul’da Rüsûmat Meclisi Başkanlığına ve daha sonra Hâriciye Nezâreti Mektupçuluğuna tâyin edildi. 1871’de bâlâ rütbesiyle Serasker Müsteşarı, 1872’de Kastamonu Vâlisi oldu. Kastamonu Vâlisiyken 1872’de öldü.

 

Ethem Pertev Paşa'nın Eserleri ve Edebi Kişiliği

Pertev Paşanın, İslamiyette evlenme hayatına, masonluğa, tarihe dair telif ve tercüme risaleleri vardır. Kırmızı Bayrak adlı bir seri makalesiyle, Türkiye'de Komünizme karşı ilk tepkiyi başlattı. Jean Jacques Rousseau'dan, Voltaire'den ve Victor Hugo'dan şiir tercümeleri bulunan Pertev Paşanın; Itlakü'l-Efkar fi Akdi'l-Ebkar, Emrü'l-Acib fi Tarih-i Ehl-i Salib, Habname ve Lahikası adlı eserleri vardır

 

 

Sadullah Paşa

 Hayatı

1838’de Erzurum’da doğdu. Babası çeşitli illerde valilik yapmış Esat Muhlis Paşadır. Sadullah Paşa, özel hocalardan Arapça, Farsça, Fıkıh, Akaid, Tabiiyye, Kimya ve Fransızca dersleri aldı.

1853’te maliye Varidat Kaleminde vazifelendirildi, Babıâli Tercüme Odasına geçti. Mesahib Kalemine (1866), Şûrâ-yı Devlet Maârif Dâiresi Baş muavinliğine (1868)), Ticâret Nezâretine ve Sultan Murat’ın tahta geçmesiyle de Mâbeyn Başkâtipliğine (1876) tâyin edildi.

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, Filibe’ye gönderilen komisyona başkanlık yaptı. Bu vazifesini tamamladıktan sonra Berlin’e elçi olarak gönderildi. Buradayken Ayastefanos Antlaşması ile Berlin Kongresine ikinci murahhas olarak katıldı. Berlin’deki başarılı çalışmalarından dolayı vezirlik rütbesi verildi (1881). 1883’te Viyana Büyükelçiliğine tayin edildi. 1891’de Viyana’da intihar etti. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Sultan Mahmud Hanın türbesinin bahçesine gömüldü.

Sadullah Paşa'nın Edebi Kişiliği ve Eserleri

Edebiyatla uğraşmış fakat yazdıklarının pek çoğu ele geçmemiştir. En önemli eseri “ On dokuzuncu Asır manzumesidir”. Bu manzumede batının ilerlediği müspet ilimlere, Türklerin de ayak uydurması gerektiğini savunmaktadır. Sadullah Paşanın batı dillerinden yaptığı tercümelerin en meşhuru” Göl “adlı eseridir. Berlin Mektupları, Charlottenbourg Sarayı, Paris Ekspozisyonu, Cevdet Paşaya Mektup, bilinen eserleridir. Berlin Mektupları, Tanzimat devri seyahat edebiyatının ilk örnekleridir. Sadullah Paşanın siyasi ve kişisel anılarıyla gezi notları niteliğindeki kimi yazıları da, Tanzimat''la birlikte kendini göstermeye başlayan yeni edebi nesrin, üzerinde durulmaya değer örnekleridir.

 

 

Ahmet Mithat Efendi

Babasının ölümü üzerine çocuk yaşta çalışmaya başlamıştır. Vidin'e gitmiş ve orada başladığı öğrenimine Tophane Sıbyan Mektebinde devam etmiştir. 1863 yılında Niş Rüştiyesini bitirerek Rusçuk'a bir devlet dairesine memur olarak atanmıştır. Çalıştığı dönemde Fransızcayı öğrenmiş ve bu nedenle Tuna Valisi Mithat Paşa'nın takdirini kazanmıştır. Bunun üzerine asıl adı olan Ahmet'in yanına Mithat da eklenerek, bu şekilde anılmaya başlanmıştır. Fakat daha sonra bu büyük(!)gazeteci Mithat Paşa Abdülaziz'i öldürmekten tutuklandığında ona demediğini bırakmamış, tanınmış bir gazeteci olmasına çok büyük katkıda bulunmuş olan Mithat Paşa'nın düşmanı kesilmiştir.

1869 yılında Mithat Paşa Bağdat Valiliği'ne atanınca o da onunla birlikte gitmiştir. Bağdat'ta hem gazete yönetmenliği yapmış hem de sanat okulu öğrencileri için ders kitabı hazırlamıştır. 1871 yılında ailevî sebeplerden dönmek zorunda kaldığı İstanbul'da kendi matbaa hanesini kurmuş ve eserlerini basmıştır. Bu dönemde edebiyatımızın ilk hikâye koleksiyonu olan Letaif-i Rivayat adlı eseri yazmıştır.

Kendi bastığı eserlerinin yanısıra gazetelerde de yazıları çıkmıştır. 1873 yılında kendine ait Dağarcık mecmuasında yazdığı yazılar ve Yeni Osmanlılar'la yakınlığı nedeni ile Rodos'a sürülmüştür. Abdülaziz'in ölmesi üzerine İstanbul'a geri dönmesine izin verilmiştir. Bu dönemde yazdığı ve sürgüne kadarki hayatı ile sürgün yıllarını anlattığı Menfa adlı eserinde Yeni Osmanlıları eleştirmiş, Üss-i İnkılab adlı eserinde de II. Abdülhamit’e dalkavukluk yaparak yeni sultanın gözüne girmiştir. 1878'de çıkarmaya başladığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi Osmanlı basın tarihinin en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından biridir.

Ölümüne dek iki yüzden fazla eser yayınlayan Ahmet Mithat, Türk edebiyatının gerçek anlamda ilk popüler yazarıdır. Eserlerinde Avrupa'nın bilim, sanayi ve çalışkanlığını överken Osmanlı toplumunun ahlaki değerlerinin korunması gerektiğini vurgulamıştır. Genç yazarlara destek vermiş, dilde sadeleşmeyi savunmuş, devlete ve dine itaatsizliği, tembelliği, müsrifliği, özentiliği eleştirmiştir.

Emekliliği sırasında Darülfünun'da öğretmenlik yapmış ve daha sonra Darüşşafaka'ya geçmiştir. Öğretmenlik görevi esnasında burada hayatını kaybetmiştir.

AHMET MİTHAT EFENDİ'NİN EDEBİ KİŞİLİĞİ:

Romanlarında doğu ve batı kültürünü kaynaştırmayı amaçlamıştır. Batı kültürünü halka tanıtmaya halkı eğiterek cahillikle savaşmaya büyük önem vermiştir. Bu Ahmet Mithat Efendi'nin temel politikasıdır. Halkın okuma merakını uyandırmak için eserlerinde her türlü konuyu işler. Dağınık bir anlatımı vardır. Yazdıklarını gözden geçirmez.

Eserlerinde öz Türkçe kullanmak istese de yabancı kelime teknik terimler kullanmıştır. Bir kişinin değil çeşitli kişilerin serüvenleri üzerine kurulmuştur. Olayları anlatmakla yetinmeyip kahramanların ruh hallerini göstermek istediğinde belirtir. Karakterleri dışa dönüktür. Eserde kendi kişiliğini gizlemeyerek " ( kaari: okur, öğrenci, dinleyici... ) diye seslenebilmiştir. Yapılan hareketi beğenip beğenmediğini belirterek olaylara sık sık karışır. Olay dışına çıkarak bir takım bilgiler vermekten hoşlanır. Eserlerinin sonunda kıssadan hisse çıkarır. Eserlerinin sonundu iyileri mutluluğa kavuşturup kötüleri cezalandırır.

İki yüzden fazla roman ve hikâyesi olan yazarın en önemli eserleri: Hasan Mellâh, HüseyinFellah, Arnavutlar ve Voyvodalar, Dünyaya İkinci Geliş, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Haydut Montari, Aleksandr Stradella, Şeytan kaya Tılsımı, Müşâhedât, Fennî Bir Roman, Kıssadan Hisseler, Letaifi Rivayat, gibi eserleridir.

 

 

İBRAHİM ŞİNASİ 

(d. 5 Ağustos 1826 - ö. 13 Eylül 1871) ,

 

5 Ağustos 1826'da İstanbul Tophane'de doğdu.[3] Babası, topçu yüz başı Mehmet Ağa, annesi ise Esma Hanım'dı.[4] 1828'te babası Yüzbaşı Mehmet Bey'in Rusya ile yapılan savaşta Şumnu'da şehit düşmesiyle henüz iki yaşındayken yetim kaldı. Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladıktan sonra Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne kâtip adayı olarak girdi. Burada görevli memurlardan İbrahim Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı kalemde görevli eski adı Chateauneuf olan Reşat Bey'den Fransızca dersi aldı. Memurluktan sonra hulefalık derecesine yükseltildi. 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Oryantalist De Sacy Ailesi ile dostluk kurdu. Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Oryantalist Pavet de Courteille'e çalışmalarında yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Daha sonra Meclis-i Maarif Üyeliği'ne atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa, 1857'de yeniden sadrazam olunca, Şinasi de eski görevine döndü. 860'da Agah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl Gazetesi'ni çıkardı. Devlet işlerini eleştirmesi ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin düzenleyicilerinin yanında yer alması nedeniyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi.

Société Asiatique Üyeliği'nden ayrıldı... 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. Burada kaldığı iki yıla yakın sürede, Fransa Milli Kütüphanesi’nde araştırmalar yaptı. 1869'da İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı ve eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. Kısa bir süre sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü.

Fransız şairlerinden manzum olarak yaptığı ilk ve basit tercümeleri, 1858'de Tercüme-i Manzume adıyla yayınladı. Bunlar, Batı şiiri hakkında Türk okuyucusuna ilk bilgiyi veren çok küçük denemelerdi. Şinasi, bu denemelerden önce şekil bakımından değilse de anlayış bakımından Divan şiirinden tamamıyla farklı denemelerini yapmış bulunuyordu. 1849-1858 arasında Mehmet Reşat Paşa'ya yaptığı dört kaside, eski kalıpları kırarak, Batılı sistemin edebiyatımızdaki öncülüğünü yapıyordu.

ŞİNASİ'NİN EDEBİ KİŞİLİĞİ

Şinasi, geleceğin aydınlığını Batı'da; Batı'nın temsilini ise Fransa'da görmüş bir aydındı. Düşünsel etkinliklerinin ilerici bir fikire dönüşmesini sağlayan Avrupa gidişlerinin ona etkisi ne kadar olursa olsun; Şinasi gibi yeniliğe öncü bir insan bile "duyguları" yönünden hala Doğuludur. Tanzimat döneminin genel özelliği olarak aydınlarımız; her ne kadar fikren Batı'yı destekleseler de duyguları onları hep Doğulu figürlere sevk etmiştir.

ŞİNASİ'NİN : Başlıca Eserler

(Çeviri şiirler, 1859, Şair Evlenmesi (Bir perdelik komedi, 1860.Türk edbiyatında yazılan ilk tiyatro eseridir. )Müntahabat-ı Eş'ar (Şiirler, 1863)Durub-i Emsal-i Osmaniye (Atasözleri, 1863) Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar (Seçme makaleler, 2 cilt, 1885)Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi (Tanzimat Edebiyatındaki ilk Makale)

 

 

ZİYA PAŞA

(d. 1825 İstanbul - ö. 17 Mayıs 1880 Adana)

1825 te İstanbul'da doğdu. Galata Gümrüğü'nde katiplik yapan Erzurum'un İspir ilçesinden Ferideddin Efendi'nin oğludur. Bayezit Rüşdiyesi'ni bitirdi. Özel derslerle Arapça ve Farsça öğrendi. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde çalıştı. 1855'te Mustafa Raşid Paşa aracılığıyla sarayda Mabeyn Katipliği'ne atandı. Bu sırada Fransızca öğrendi. Ali Paşa sadrazam olunca saraydan uzaklaştırıldı.

1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya Mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi oldu. 1865'te Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katıldı. Yeniden Kıbrıs'a atanınca 1867'de Namık Kemal ile birlikte Londra'ya kaçtı. Birlikte Yeni Osmanlılar'ın yayın organı olan Hürriyet gazetesini yayınladılar. sonra 1871'de İstanbul'a döndü.

1872-1876 arasında Şurây-ı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yaptı. Anayasayı hazırlayan Kânun-i Esâsî adlı kurumda görevlendirildi. Birinci Meşrutiyet'in ilanından sonra 1877'de vezir rütbesiyle önce Suriye Valiliği'ne ardından Adana Valiliği'ne atandı. 17 Mayıs 1880'de Adana'da yaşamını yitirdi. Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır.

ZİYA PAŞA'NIN EDEBİ KİŞİLİĞİ

Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan "Batılılaşma" hareketinin etkisinde gelişen Batılılaşma Dönemi Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. Padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Hece ölçüsü ile yazılmış birçok şarkısı dışında, Dîvân şiiri geleneğine bağlı kalmıştır.

Eserlerinde 2. Abdülhamit yönetimine karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Türk edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu. Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkîb-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. 1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini "Harabat" adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı. 17 Mayıs 1880'de Adana'da yaşamını yitirdi

ZİYA PAŞA'NIN ESERLERİ :

Zafername (1868, düzyazı şiir) Rüya (ölümünden sonra, 1910), Veraset Mektupları (ölümünden sonra 1910), Eş'ar-ı Ziyâ (ölümünden sonra şiir, 1881), Şiir ve inşa makalesi , Defteri Amal (anı niteliğinde)

 

Ziya Paşa'nın Tercümeleri:

Viardot’tan, Endülüs Târihi'ni,, Cheruel ile Lavallee’den, Engizisyon Târihi'ni,, J.J. Rousseau’dan Emil’i,, Moliere’den Tartuffe’ü tercüme etmiştir.

 

NAMIK KEMAL

HAYATI

https://devriye.files.wordpress.com/2007/08/namik-kemal.jpg 
 

Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü.

1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865'te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatıldı. 

Namık Kemal, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene M. Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü. 

Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi. 

1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da gömüldü.

NAMIK KEMAL’İN EDEBİ KİŞİLİĞİ, ESERLERİ, ESERLERİNDEKİ KONULAR

Şiire, çocuk yaşta başlamış, Encümen-i Şuara’ya ve kimi Divan şairlerine nazireler yazmıştır. Şinasi'yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilenmiştir. o zamana değin geleneksel Türk şiirinde görülmemiş olan "hürriyet kavgası", "esaret zinciri", "vatan", "kalb-i millet" gibi yepyeni kavramlarla birlikte, doğrudan doğruya düşüncenin aktarılmasını amaçlayan bir tür "manzum nesir" oluşturmuştur. Bosna-Hersek Savaşları, 93 Harbi gibi olayların yarattığı sonuçlar, onun yazdığı vatan şiirlerini etkilemiştir. Bu şiirlerin en tanınmışları arasında "Vâveyla", "Vatan Mersiyesi", "Vatan Şarkısı" ve "Hürriyet Kasidesi" yer alır. Namık Kemal, altı oyun yazmıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistire yalnız ülke için değil, Avrupa'da da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir. Magosa'dayken yazdığı Gülnihal'de baskıya ve zulme karşı duyduğu tepkiyi dramatik bir biçimde dile getirmiştir. Oyunun sahnelenmesinde pek çok bölüm sansür tarafından çıkarılmıştır.

Magosa'da yazdığı Akif Bey'de, yurtsever bir deniz subayının göreve koştuğu sırada karısının kendisine bağlılık göstermeyişini anlatırken, ahlaksal bir yorum da getirir. Zavallı Çocuk'ta görücü yoluyla evlenmeye karşı çıkar. On beş perdelik Celaleddin Harzemşah, Namık Kemal'in en beğendiği yapıtı olarak bilinir. Oyun, Moğollar'a karşı İslam dünyasını koruyan Celaleddin Harzemşah'ın kişiliği çevresinde gelişir. Bu eserde Namık Kemal, İslam birliği düşüncesini kapsamlı bir biçimde sergilemiştir. Namık Kemal'in ilk romanı olan "İntibah" 1876'da yayımlanmıştır. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılabilir. Eleştirmenler Namık Kemal'in bu romanda yüksek bir edebi düzey tutturamadığı görüşünde birleşirler.

"Cezmi", tarihsel bir romandır. Kırım Şehzadesi Adil Giray'ın yaşadığı aşk ve Cezmi'nin onu kurtarmak isterken geçirdiği serüvenlerle gelişen romanda, Namık Kemal'in tam anlamıyla Avrupa Romantizmi'nin etkisinde olduğu izlenir. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş ve yükseliş dönemlerini anlattığı Devr-i İstila yayımlandığında büyük ilgi görmüştür. 1872'de çıkan Evrak-ı Parişan'da, Selahaddin Eyyubi, Fatih gibi tarihi kişilikleri, Barika-i Zafer'de anlatır. 

Silistire Muhasarası ve Kanije, yine Osmanlı tarihine ilişkin kahramanlık olaylarını ele alan kitaplardır. Osmanlı Tarihi'nde, Hammer'in etkisinde kaldığı, yapıtın bilimsel olmaktan çok, eğitici değer taşıdığı konusunda görüşler ileri sürülmüştür. Yarım kalan bu yapıtın ilk basımı II. Abdülhamid tarafından yasaklanmıştır. 1975'te yayımlanan Büyük İslam Tarihi adlı yapıtındaysa Namık Kemal, İbn Haldun, İbn Rüşd gibi yazarlardan yararlanmış olduğunu belirtmiştir. Namık Kemal romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye'ye ilk getiren kişilerden biri olmuştur. 

En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip'dir. Eleştirilerinde canlı, dolaysız bir üslup kullanmıştır. Tahrib-i Harâbât, Ziya Paşa'nın Harâbât adlı güldestesine karşı yazılmış sert bir eleştiri niteliğindedir. Takip de yine aynı güldestenin ikinci cildini eleştirir. Mukaddeme-i Celal eleştirisinde Namık Kemal, Batı edebiyatı ile Doğu edebiyatını karşılaştırmış, tiyatro, roman türleri üstünde durmuştur. Namık Kemal gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yer alır. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazmıştır. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadardır. Bunlarda düzyazıdaki üstün yeteneğini ortaya koyduğu ve çok etkili bir üslup oluşturduğu kabul edilir.

Şemseddin Sami (Fraşeri), (1 Haziran 1850 Frashër (Arnavutluk) - 5 Haziran 1904 İstanbul), Arnavut asıllı Osmanlı yazar, ansiklopedist ve sözlükçü. Türk harfleriyle yazılan ilk Türkçe roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'ın (1872), ilk Türkçe ansiklopedi olan Kamus-ül Alam'ın (1889-1898) ve modern anlamdaki ilk geniş kapsamlı Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türkî'nin (1901) yazarıdır. Ayrıca Kamus-ı Fransevî adlı Fransızca ve Kamus-ı Arabî adlı Arapça sözlükleri kaleme almıştır.

1850 'de Güney Arnavutluk'ta Berat'a yakın Fraşer kasabasında doğdu.Ortaöğrenimini bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya'da ünlü Zosimea Lisesi'nde tamamladı. Eski ve yeni Yunanca, Fransızca ve İtalyanca'nın yanısıra Türkçe, Arapça ve Farsça öğrendi. Aile geleneği doğrultusunda Bektaşi tekkesine devam etti.Yanya Mektubi Kalemi'nde çalıştı. 1871'da İstanbul'a geldi. Matbuat Kalemi'nde memur olarak göreve başladı. Memurluk yaparken bir yandan da ilk telif eseri olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanını 1872-1873 yıllarında forma forma yayınladı. Ebüzziya Tevfik'in çıkardığı Sirac ve Hadika gazetelerinde çalıştı. Vatan Yahut Silistre krizi esnasında bu gazete Yeni Osmanlılar lehine neşriyatta bulunduğu için kapatıldı. 1874'te Fransızca'dan çevirdiği İhtiyar Onbaşı adlı trajedisinin sahnede kazandığı başarı üzerine, Arnavut sorunlarını ele alan Besa adlı oyunu da Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendi.1880'te Abdülhamit'in isteği üzerine saraya alınarak mabeynde kurulan Teftiş-i Askeri Komisyonu'nun kâtipliğine getirildi. Ölümüne kadar koruduğu bu görev, onun ekonomik rahatlığa kavuşarak kitapları üzerinde çalışmasına imkân sağladı. Bu yıllarda Daniel Defoe'dan Robenson Kruzo ve Victor Hugo'dan Sefiller romanlarını Türkçe'ye çevirdi. 1882-83 yıllarında, büyük eserlerinin ilki olan Fransızca-Türkçe Kamus-ı Fransevi'yi, 1885'te de bu eserin Türkçe-Fransızca kısmını yayınladı. Bu eserden dolayı II. Abdülhamit tarafından İftihar Madalyası tevcih olundu. 1889'dan itibaren tek başına yazdığı ve dokuz yılda altı cilt olarak yayımladığı Kamus-ül A'lâm adlı ansiklopediyle, Türkiye'nin en popüler yazarlarından biri haline geldi.

1899'da modern ilkelere göre hazırlanmış ilk Türkçe-Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türki'yi yazmaya başladı. 1901'de bu büyük eseri yayımladıktan sonra kendini tamamen Türk dili araştırmalarına verdi. 1902'de Kutadgu Bilik ve 1903'te Orhun Abideleri'nin izahlı çevirilerini hazırladı. Ortaçağ Kıpçakçası hakkındaki eserini bitiremeden 18 Haziran 1904'te Erenköy'deki evinde yaşamını yitirdi.

Türk milliyetçiliğinin ilk ve bazı yönleriyle en ilginç biçimi olan Osmanlıcılığın en önemli temsilcilerinden biridir. Aslen Arnavut olduğu ve Arnavut sorunlarıyla yakından ilgilendiği halde, Osmanlı devletinin modernleşerek güçlenmesini savunmuş, bunun için imparatorluğun ortak dili olan Türkçe'nin önemini vurgulamıştır. Türkçe'yi incelemek, modernize etmek, geliştirmek ve öğretmek alanlarında, yalnız kendi çağında değil, tüm dönemlerde, Şemseddin Sami kadar emek vermiş kimse azdır.


 

Şemseddin Sami

Kamus-ı Türki, Osmanlı Türkçesini üç dilden oluşan bir karma sayan eski zihniyetten, bağımsız ve bütünlüklü bir dil olarak gören yeni anlayışa geçişte kilit bir merhaleyi temsil eder. Arapça ve Farsça kelimeler eski sözlüklerdeki gibi gelişigüzel aktarılmamış, güncel yazı dilinde kullanılma ve yaşayan bir unsur olma özelliklerine dikkat edilmiştir. Arapça ve Farsça sözcüklerin özgün anlamları değil, (geleneksel bakışta "bozuk" sayılsa da) güncel Türkçe kullanımdaki anlamları verilmiştir. Batı dillerinden alınan yeni kelimelere yer vermeye özen gösterilmiştir. En önemlisi, dilin bel kemiğini oluşturan "Türkçe" unsurunun yapısı ve etimolojisi üzerinde dikkatle durulmuştur. Şemseddin Sami, dilin sadeleşmesini ve Türkçeleşmesini savunmuş, bunun için gerekirse Türkçenin en eski kaynaklarına ve Doğu Türkçesine (Çağatayca) başvurulmasını önermiştir. ( Ş. Sami, hakkında kaynak VİKİPEDİ

 

DERLEME ALINTI YAZI 

 

Edebiyat, Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
 
  BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya [email protected]

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da