İmam Gazali Hazretleri ve Metafizik

19.02.2019

1058 yılında İran’ın Tûs kentinde dünyaya gelen Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî kısaca Gazali, tarih boyunca hakkında en çok söz söylenmiş İslam âlimlerinden biridir. Kendisinden hoşlanmamanın hatta nefret söyleminde bulunmanın adeta farz olduğu Gazali Hazretleri, esasen İslam Felsefesine en fazla katkıda bulunan isimlerdendir. Kaleme aldığı İhya-yı Ulumiddin kitabı, kendinden sonraki birçok âlim tarafından kaynak olarak kullanılmış, atıfta bulunulmuş ve övülmüştür. Kimya-yı Saâdet isimli kitabında ise mutluluğun formülünü açıklamış, İslam’ın nasıl anlaşılması gerektiği, dini vecibelerin nasıl icap ettiğini ve bunların en doğru nasıl hayata geçirileceğini izah etmiştir. İmam Hazretleri’ne yöneltilen en yaygın itham, yobazlıktır. Bu suçlamanın ne kadar asılsız ve cahilce olduğunu göstermek için öncelikle yobazlığı tanımlamak gerekir. Ta’asub ve bağnazlık ile yakın anlamlı olan bu sözcük; herhangi bir dine, görüşe veya inanca körü körüne ve okumadan, araştırmadan inanma, benimseme manasına gelir. İşte öne sürülen argüman bu noktada saçmalık haline gelir. İmam Gazali Hazretleri, zamanın dünya kültür ve ilim başkenti olan Bağdat’ta bulunan Nizamiye Medresesinin başmüderrisliğini yapmış, günümüz tabiriyle bir akademisyenin ulaşabileceği en yüksek mertebeye erişmiştir. Bu Hazretleri’nin ne kadar okuduğunun ilk sağlam kanıtıdır. Camiada Hüccet’ül İslam olarak bilinir Gazali. Hüccet, sözlükte doğruluğu kanıtlanmış, doğru önerme anlamındadır. Başmüderrisliğini yaptığı Nizamiye’de yetiştiği dönemde İmam-ı Harameyn olarak bilinen Cûveyni’nin öğrencisi olmuş ve tıpkı Cûveyni gibi büyük hocalarla yaşadığı tartışmalarda sağladığı üstünlük ile bu lakabı hak etmiştir. Gazali Hazretleri, hayatının bir kısmında tüm bu akademik işleri bir kenara bırakarak bulunduğu kenti terk ederek, inzivaya çekilmiş ve kendiyle baş başa kalmıştır. Daha sonra yeniden Bağdat’a dönerek öğretmeye devam etmiş, 1111 yılının kışında ise doğduğu kentte vefat etmiştir. Şimdi asıl değinilmesi gereken nokta İmam Gazali’nin metafizik ve fizik ayrımı, uhreviyat ve müspet bilimlerin ayırt edilmesi hususunda zikrettikleridir. Bilim ve felsefeyi sevmemesiyle tanınan Gazali Hazretleri, aslında bu alanları sevmiyor değildir. Yalnızca karıştırılmamasını savunmuştur. Tehafüt’ül Felasife kitabında eleştirdiği filozoflar ise yalnızca Aristocu felsefeyi benimsemişlerdir ki, Hazretler’in yaşadığı dönemde yalnızca Aristo’nun öğretilerini savunanlara filozof deniyordu. Uhreviyatın, bilimsellikle bir alakası olmadığını, haliyle akıl ve mantıkla açıklanamayacağını söylüyordu. Gazali Hazretleri’ne göre metafiziği fizikle açıklamak, bir tıp sıkıntısını aritmetikle çözmeye çalışmak kadar saçmadır. Batı dünyasından eleştirdiği Aristo ve onun doğuda bulduğu yankılar, Farabi ve İbn-i Sina, bu saçmalığın mümessilidir. Zira, bu insanlar Tanrı’yı mantık ile izaha uğraşmışlardır. İmam Gazali Tanrı’nın bilgisine ve uhrevi derinliğe erişmenin; keramet, ilham ve keşif kısaca “kalp gözü” ile mümkün olduğunu savunur. Altı önemle çizilmelidir ki, bu Gazali Hazretleri’nin yalnızca metafizik alanda öne sürdüğü mülahazadır. Bilimle hiçbir alakası yoktur. Peki, böyle aklı dönemine göre bir hayli geniş bir insanın bilimle bir alakası yok mu? Elbette var. Kaleme aldığı El-Mustasfa kitabında İslam Hukuku’nun temellerini aktarmış ve kitabın mukaddimesinde mantık biliminin ehemmiyetini neşretmiştir. “Mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz” zikreden İmam Hazretleri, ayrıca başmüderrisliği döneminde Mantık dersini müfredata sokmuş ve her öğrenciye zorunlu kılmıştır. Gazali Hazretleri kendinden yaklaşık dört yüz elli yıl sonra yaşayacak ve modern batı felsefesinin kurucularından biri olarak bilinen René Descartes’ın (1596-1650) yöntemini ve şüpheciliğinin temellerini atmıştır. Fiziki her şeyden şüphe etmenin gereğini savunurken, yalnız bir şeyden şüphe etmemek gereğini savunmuştur. O şey ise O’dur. Aynı şekilde Descartes da açık seçik olmayan her mefhum ve cisimden şüphe edilmesi gerektiğini söylerken, O’ndan kesinlikle şüphe etmez. Descartes’a göre onu yaratan şey onu yanıltmaz. Dahası, böyle mükemmel bir şeyin bilgisine sahip olmanın tek şartı, o şeyin bizi yaratmasıdır. Aksi takdirde böyle ekmel bir varlık bizim zihnimizde canlanamazdı. İmam Gazali Hazretleri’ni böyle bir şüpheciliğe yönelten, yine batı filozofları( ve onların doğuda yansımaları) olan Eflâtun, Aristo ve Demokritos’tur. Platon’un Demokritos’u ve diğer duyumcuları eleştirmesinin nedenini, saptamıştır. Bu neden, “duyular bizi yanıltır ama aklımız yanıltmaz. Gördüklerimiz hakikati yansıtmayabilir ama bu gördüklerimizi aklımızla işlediğimizde hakikate erişiriz” cümleleriyle özetlenebilir. Tam bu noktada, Hazretler’in sorduğu bir dizi soru manidardır: Peki, aklımızın bizi yanıltmayacağının garantisi var mı? Sonuçta rüyadayken de olanları gerçeklik belliyoruz ama uyanınca bunun bir rüya olduğunu anlıyoruz. O zaman gerçekliğin ne olduğu nasıl bilebiliriz? Buraya kadar İmam Gazali Hazretleri’nin metafizik alanındaki mülahazatı ve ona yöneltilen okların cehaleti belirlenmiştir. Bahsedilecek son bir şey var ki, ehemmiyeti en az öncekileri kadar fazladır. Bu sefer başka bir batı filozofu olan David Hume’ un (1711-1776) nedensellik eleştirisini ondan altı yüz sene önce yapmıştır. Hume’a göre fizik kanunları ve bunlara bağlı bir determinizm yani nedensellik yoktur, yalnızca alışkanlık vardır. Gazali Hazretleri ise bu eleştiriyi “pamuk ve ateş” örneklendirmesi ile temellendirir. Bu örneklendirme bir önceki yazıda izah edilmiştir, burada tekrar edilmeyecektir. Aradaki temel fark, Hume “alışkanlık” kavramını kullanırken, Hazretleri buna “ereksel nedensellik” der ve o erek kaçınılmaz olarak yine O tarafından takdir edilmiştir. Bu yazıda İmam Gazali’nin düşüncelerine ve neden yanlış anlaşıldığına dair birtakım açıklamalar yapılmıştır. Böyle büyük bir zatın tarih sahnesindeki yeri aşikârdır. Elbette hataları, günümüz gerçeklik ve algı düzeyine ters düşünceleri olabilir ancak içinde bulunduğu yıl düşünüldüğü zaman bahsettikleri şeyler hem çok cesur hem de yenilikçidir. En önemlisi ise uhreviyat ve bilim arasındaki keskin ayrımı belirtmesidir. Bu yazı, hem böyle kıymetli, zeki ama bir o kadar da kötülenen bir zatı kısaca da olsa açıklamak ve okuyucunun zihninde bir merak hâsıl olmasını sağlamak için yazılmıştır. Okundukça bu yazının değeri git gide düşecektir ve benim de derin arzum budur. İmam Gazali Hazretleri gibi bir âlime bu yazı hâşâ kâfi değildir. Allah bizi feyzinden müstefiz eylesin; Âmin! Fakir-i-pür-taksir Mert Ata 1058 yılında İran’ın Tûs kentinde dünyaya gelen Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî kısaca Gazali, tarih boyunca hakkında en çok söz söylenmiş İslam âlimlerinden biridir. Kendisinden hoşlanmamanın hatta nefret söyleminde bulunmanın adeta farz olduğu Gazali Hazretleri, esasen İslam Felsefesine en fazla katkıda bulunan isimlerdendir. Kaleme aldığı İhya-yı Ulumiddin kitabı, kendinden sonraki birçok âlim tarafından kaynak olarak kullanılmış, atıfta bulunulmuş ve övülmüştür. Kimya-yı Saâdet isimli kitabında ise mutluluğun formülünü açıklamış, İslam’ın nasıl anlaşılması gerektiği, dini vecibelerin nasıl icap ettiğini ve bunların en doğru nasıl hayata geçirileceğini izah etmiştir. İmam Hazretleri’ne yöneltilen en yaygın itham, yobazlıktır. Bu suçlamanın ne kadar asılsız ve cahilce olduğunu göstermek için öncelikle yobazlığı tanımlamak gerekir. Ta’asub ve bağnazlık ile yakın anlamlı olan bu sözcük; herhangi bir dine, görüşe veya inanca körü körüne ve okumadan, araştırmadan inanma, benimseme manasına gelir. İşte öne sürülen argüman bu noktada saçmalık haline gelir. İmam Gazali Hazretleri, zamanın dünya kültür ve ilim başkenti olan Bağdat’ta bulunan Nizamiye Medresesinin başmüderrisliğini yapmış, günümüz tabiriyle bir akademisyenin ulaşabileceği en yüksek mertebeye erişmiştir. Bu Hazretleri’nin ne kadar okuduğunun ilk sağlam kanıtıdır. Camiada Hüccet’ül İslam olarak bilinir Gazali. Hüccet, sözlükte doğruluğu kanıtlanmış, doğru önerme anlamındadır. Başmüderrisliğini yaptığı Nizamiye’de yetiştiği dönemde İmam-ı Harameyn olarak bilinen Cûveyni’nin öğrencisi olmuş ve tıpkı Cûveyni gibi büyük hocalarla yaşadığı tartışmalarda sağladığı üstünlük ile bu lakabı hak etmiştir. Gazali Hazretleri, hayatının bir kısmında tüm bu akademik işleri bir kenara bırakarak bulunduğu kenti terk ederek, inzivaya çekilmiş ve kendiyle baş başa kalmıştır. Daha sonra yeniden Bağdat’a dönerek öğretmeye devam etmiş, 1111 yılının kışında ise doğduğu kentte vefat etmiştir. Şimdi asıl değinilmesi gereken nokta İmam Gazali’nin metafizik ve fizik ayrımı, uhreviyat ve müspet bilimlerin ayırt edilmesi hususunda zikrettikleridir. Bilim ve felsefeyi sevmemesiyle tanınan Gazali Hazretleri, aslında bu alanları sevmiyor değildir. Yalnızca karıştırılmamasını savunmuştur. Tehafüt’ül Felasife kitabında eleştirdiği filozoflar ise yalnızca Aristocu felsefeyi benimsemişlerdir ki, Hazretler’in yaşadığı dönemde yalnızca Aristo’nun öğretilerini savunanlara filozof deniyordu. Uhreviyatın, bilimsellikle bir alakası olmadığını, haliyle akıl ve mantıkla açıklanamayacağını söylüyordu. Gazali Hazretleri’ne göre metafiziği fizikle açıklamak, bir tıp sıkıntısını aritmetikle çözmeye çalışmak kadar saçmadır. Batı dünyasından eleştirdiği Aristo ve onun doğuda bulduğu yankılar, Farabi ve İbn-i Sina, bu saçmalığın mümessilidir. Zira, bu insanlar Tanrı’yı mantık ile izaha uğraşmışlardır. İmam Gazali Tanrı’nın bilgisine ve uhrevi derinliğe erişmenin; keramet, ilham ve keşif kısaca “kalp gözü” ile mümkün olduğunu savunur. Altı önemle çizilmelidir ki, bu Gazali Hazretleri’nin yalnızca metafizik alanda öne sürdüğü mülahazadır. Bilimle hiçbir alakası yoktur. Peki, böyle aklı dönemine göre bir hayli geniş bir insanın bilimle bir alakası yok mu? Elbette var. Kaleme aldığı El-Mustasfa kitabında İslam Hukuku’nun temellerini aktarmış ve kitabın mukaddimesinde mantık biliminin ehemmiyetini neşretmiştir. “Mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz” zikreden İmam Hazretleri, ayrıca başmüderrisliği döneminde Mantık dersini müfredata sokmuş ve her öğrenciye zorunlu kılmıştır. Gazali Hazretleri kendinden yaklaşık dört yüz elli yıl sonra yaşayacak ve modern batı felsefesinin kurucularından biri olarak bilinen René Descartes’ın (1596-1650) yöntemini ve şüpheciliğinin temellerini atmıştır. Fiziki her şeyden şüphe etmenin gereğini savunurken, yalnız bir şeyden şüphe etmemek gereğini savunmuştur. O şey ise O’dur. Aynı şekilde Descartes da açık seçik olmayan her mefhum ve cisimden şüphe edilmesi gerektiğini söylerken, O’ndan kesinlikle şüphe etmez. Descartes’a göre onu yaratan şey onu yanıltmaz. Dahası, böyle mükemmel bir şeyin bilgisine sahip olmanın tek şartı, o şeyin bizi yaratmasıdır. Aksi takdirde böyle ekmel bir varlık bizim zihnimizde canlanamazdı. İmam Gazali Hazretleri’ni böyle bir şüpheciliğe yönelten, yine batı filozofları( ve onların doğuda yansımaları) olan Eflâtun, Aristo ve Demokritos’tur. Platon’un Demokritos’u ve diğer duyumcuları eleştirmesinin nedenini, saptamıştır. Bu neden, “duyular bizi yanıltır ama aklımız yanıltmaz. Gördüklerimiz hakikati yansıtmayabilir ama bu gördüklerimizi aklımızla işlediğimizde hakikate erişiriz” cümleleriyle özetlenebilir. Tam bu noktada, Hazretler’in sorduğu bir dizi soru manidardır: Peki, aklımızın bizi yanıltmayacağının garantisi var mı? Sonuçta rüyadayken de olanları gerçeklik belliyoruz ama uyanınca bunun bir rüya olduğunu anlıyoruz. O zaman gerçekliğin ne olduğu nasıl bilebiliriz? Buraya kadar İmam Gazali Hazretleri’nin metafizik alanındaki mülahazatı ve ona yöneltilen okların cehaleti belirlenmiştir. Bahsedilecek son bir şey var ki, ehemmiyeti en az öncekileri kadar fazladır. Bu sefer başka bir batı filozofu olan David Hume’ un (1711-1776) nedensellik eleştirisini ondan altı yüz sene önce yapmıştır. Hume’a göre fizik kanunları ve bunlara bağlı bir determinizm yani nedensellik yoktur, yalnızca alışkanlık vardır. Gazali Hazretleri ise bu eleştiriyi “pamuk ve ateş” örneklendirmesi ile temellendirir. Bu örneklendirme bir önceki yazıda izah edilmiştir, burada tekrar edilmeyecektir. Aradaki temel fark, Hume “alışkanlık” kavramını kullanırken, Hazretleri buna “ereksel nedensellik” der ve o erek kaçınılmaz olarak yine O tarafından takdir edilmiştir. Bu yazıda İmam Gazali’nin düşüncelerine ve neden yanlış anlaşıldığına dair birtakım açıklamalar yapılmıştır. Böyle büyük bir zatın tarih sahnesindeki yeri aşikârdır. Elbette hataları, günümüz gerçeklik ve algı düzeyine ters düşünceleri olabilir ancak içinde bulunduğu yıl düşünüldüğü zaman bahsettikleri şeyler hem çok cesur hem de yenilikçidir. En önemlisi ise uhreviyat ve bilim arasındaki keskin ayrımı belirtmesidir. Bu yazı, hem böyle kıymetli, zeki ama bir o kadar da kötülenen bir zatı kısaca da olsa açıklamak ve okuyucunun zihninde bir merak hâsıl olmasını sağlamak için yazılmıştır. Okundukça bu yazının değeri git gide düşecektir ve benim de derin arzum budur. İmam Gazali Hazretleri gibi bir âlime bu yazı hâşâ kâfi değildir. Allah bizi feyzinden müstefiz eylesin; Âmin!
Fakir-i-pür-taksir
Mert Ata

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Ezgi KUZUCULAR

Ezgi KUZUCULAR

6 years ago

Bilgi paylaştıkça yayılır,yazınıza okuduğum için şanslıyım.

Mert Ata

Mert Ata

6 years ago

@mertata103 | Çok doğru... Teşekkür ediyorum.