İtiraf Aşkın Merhemi ( 2. Mektup)

28.02.2017
Çınar gölgesinde yasemen gibi 
Eğil günahını itiraf eyle 
Musa Yakup
 
İtiraf Aşkın Merhemi
 
Gökkuşağım,
 
       Geçen zamanların birinde müteahhit olan arkadaşımın ilginç bir sorusu kafamı allak bullak etti. Bu yetmiyormuş gibi aynı gün günlük bir gazetede okuduğum bir haber de üstüne tuz biber ekti. 
Bunlardan bana ne diyebilirsin. Ama bunları seninle paylaş¬mazsam kiminle paylaşacağım? Gittin diye dert ortaklığımız da mı bitti yani? “Öküz öldü ortaklık bitti” mi? Kimim var ki benim? 
Tabii aylardır yazdığım “Aşka Adanmış Mektuplar”ımın hiç¬birinin cevabı gelmedi. Varsın gelmesin, varsın sahibini bulmasın, varsın aysız bir gecede parlayan yıldızlar gibi asumanda asılı kal¬sınlar. Kâinatta hiçbir şeyin kaybolmayacağına sen de ben de katık¬sız inanıyorduk hatırlasana. Her şeyin bir vakti zamanı vardır. De¬mek ki zaman o zaman değil. Ya da mektuplarım sahibine ulaşıyor ama cevap vermeye değer bulunmuyor. Şimdilik bunların hangisi doğru, bilgi sahibi değilim. İkisine de eyvallah.
       Oğlak burcuyum. “Burçlar konusunda zır cahilsin, sana kendi 
burcunu bile ben öğrettim.” deyişin aklıma geldi. Sen okurdun ya benim burcumun özelliklerini. Oğlak burcunun bütün özelliklerini taşıdığımı da sen söylerdin. Hatta bunları yazıp çizenlerin oğlak burcunu yazarken önce beni izleyip tahlil ettiklerini sonra da bana göre yazdıklarını her defasında söylerdin. Kimse yazıp çizenler? Aklımda kalan ise sadece oğlak burcunun “işkolik” oldukları. Bu¬nunla çok çalışkan olmalarını, iş disiplinlerini kastediyordun sa-nırım. Belki de burçlar kocaman bir saçmalık. Olsun ben seninle saçmalığa da varım. Gerçi sen gittikten sonra hiç okumadım burcu¬mun özelliklerini. “Biliyorum okumadığını.” der gibi baktığını da görüyor gibiyim.
       Çok çalıştığım, çok koşturduğum günlerden biri idi. Kordon¬daki bir kafede müteahhit arkadaşımla oturmuş devlet dairelerinin açılış saatini beklerken hem sohbet ediyor hem de tavşan kanı çay¬larımızı yudumluyorduk. Ben çay içerken bile acele ediyordum. Arkadaşım çayını masaya bıraktı, biraz ciddileşti, derin bir nefes alarak, “Sana bir şey soracağım ama cevabını hemen vermeyecek¬sin.” dedi. Tuhaf bir şekilde yüzüne baktığımı hatırlıyorum. Onun yüzünde, mimiklerinde hiçbir tuhaflık yoktu oysa. “Sor” dedim. “Şu an aylık kazancının on katını, on beş katını, yirmi katını ka¬zanacak olsan hayatında nasıl bir değişiklik olur senin?” Tokat ye¬miş gibi irkildim. Arkadaşım yarısı içilmiş çay bardağını masaya bırakıp kalktı. Arkasından bakakaldım. Haftalarca kafam, aklım allak bullak gezindim. Geceleri bile uykum bölündü, sorunun 
cevabını aramaktan. Bu kadar basit bir sorunun beni bu kadar derinden etkileyeceğini hiç düşünmemiştim oysa. Ama cevap yavaş yavaş şekillenmeye de başlamıştı.
       Kazancım on katına, on beş, yirmi katına çıksa hayatımda ne gibi değişiklikler olurdu. Daha çok yemek yiyebilir miydim? Hayır. Zaten şu anki kazancımla temiz, lezzetli ve istediğim zaman da istediğim yerde yemek yiyebilme imkânım var. Aslında şunu da biliyorsun ki ben senin ellerinden çıkmamış hiçbir yemeği ağız ta¬dıyla yemem. Birlikteliğimizin ilk zamanları hariç tabii ki.Neydi o makarnanın hâli. Makarna, makarna olmaktan utanmıştır herhâlde. Yemek bana sopa yemekten daha zor geliyordu. Sen de çok toydun be canım. Gerçi beni anlamadığını da görebiliyordum. Ancak senin asla üzülüp kahrolmana da gönlüm razı değildi. Hâlim ortada idi. Ancak hakkını vermek gerek bugün için aynı şeyleri söyleyemem. Çabuk toparladın. Güzel yemeklerine tam alışmıştım ki beni terk ettin. Suratımı binbir şekle sokan hamurlaşmış makarnalarına, çor¬ba diye önüme koyduğun o “şaştım aşı” yemeklerine bile razıyım artık.
       Kazancımla güzel ve temiz giyinebiliyorum. Çok olsa birkaç takım daha elbisem olur. Bu da önemli bir değişiklik değil. Arabam var, modelini değiştirip bir üst modelini alsam ne değişir? Hiçbir şey…
İçki içmediğimi, sigara içmediğimi biliyorsun. En çok beğen¬
diğin yönlerim bu olsa gerek. Kumar oynamam. Çok spor yaparım, maçları kaçırmam ama daha toto loto oynamayı bile beceremem. At yarışından hiç anlamam. Geriye hovardalık kalıyor. Yap da gö¬reyim diye dişlerini gıcırdattığını görür gibi olup irkildim. 
       Geriye ne kaldı. Bana göre hiçbir şey. Anlayacağın gülüm bir insanın gelir seviyesinin on, on beş, yirmi kat artması onun hayat kalitesini aynı oranda artırmıyor. Şunu da biliyorum tabii ki gelir seviyesi belli bir seviyenin altında olanlar için durum benim anlat¬tığım gibi olmayabilir. Öyleyse bu çaba, bu koşuşturma, bu telaş niye? Neden zamanımı daha güzel uğraşlarla geçirmemişim. Ne¬den seninle olan birlikteliğimiz daha güzel günlere, gecelere gebe iken ben aç gözlülük demeyeceğim ama kaba bir hırsla her şeye saldırmışım. Hiç anlamı yokmuş inan.
       Şimdi beraber yürüdüğümüz, beraber güldüğümüz, üzüldü¬ğümüz, beraber ıslandığımız yağmurlu günlerinin daha çok olma¬sını ne çok arzuluyorum. Suçluyum, günahkârım. Bu mektubumda günahlarımı itiraf edeyim bari. 
Beni sarsan ikinci şeye gelince günlük bir gazetenin iç say¬falarında “Kâinatta ne kadar yerimiz var?” başlıklı yazı oldu. Bir A4 kâğıdının Samanyolu galaksisi olduğunu düşünün diye başlıyor yazı. Kâinatta bilinen bu galaksilerden milyarlarcasının olduğunu bilim artık ispatlamış durumda. Ancak kâinatın sırrı henüz çözü¬lebilmiş de değil. Samanyolu galaksisinin içinde Güneş büyük bir 
nokta kadardır. Dünya’mız hiç gözükmüyor. 
       Yazıyı sonuna kadar okuyunca şok geçirdim diyebilirim. Allah’ım sen aklıma mukayyet ol. Şimdi ben bu galakside görün¬meyen dünyanın Anadolu topraklarında, Çanakkkale’de sahip ol¬duğum bir evim, bir yazlığım, bir iş yerim var diye böbürlenmeli miyim? Bu arada buna sahip olamayanlar da var. Bütün bunlardan sonra ben neyin peşindeymişim de haberim yokmuş. Bu çaba, bu hırs, bu telaş niye? 
Kanın, gözyaşının, ihtirasın, kavganın, kötü sözün, ölümün kol gezdiği bu dünyada bunların yerine sevginin, barışın, güzel sanatların, şiirin, edebiyatın olmasını istemez miyiz? Tertemiz ve masum olarak geldiğimiz dünyada gün be gün kirlenirken bedeni¬miz ve ruhumuz dünyayı da kirleterek yaşanmaz hâle getirmekte¬dir. Bu kadim topraklar güzellikleri hak etmiyor mu? 
Sorunun cevabı o gün kendisini gösterdi. Üç iş yerimden iki¬sini sattım hemen. Oh be dünya varmış. Nefes aldığımı, etrafımda¬ki nesnelerin bu kadar güzel olduğunu anlayamamışım koşuştur¬maktan. Dünya varmış da canım, eksik olan sensin şu an. Güneş Samanyolu galaksisinde bir nokta iken ben de senin galaksinde ünlemin noktası kadar varım. Demek ki her şeyin yerli yerinde ol¬duğu bir zaman diliminde yaşayamayacağız. Şimdi zamanım var, özlemim var, pişmanlığım var, sağlığım var. 

Sen yoksun.  
 
       Mektubumu yine bir şiirimle bitiriyorum. Bir sonraki mektu¬bumda görüşmek üzere Allah’a emanet ol canım.
 
Uyandım ansızın şafak sökerken
Karanlık, yüzünü nura dönerken
Yüze yüze geldik sonuna derken
Baktım ki ne kuyruk ne dana kalmış,
Bir varmış bir yokmuş, say ki masalmış.
 
Eyvah dedim eyvah müflise bakın
Bu telaş niye ki, neydi merakın?
Senle mi gelecek evlerin barkın?
Bu dünya ne sana ne bana kalmış,
Nefsine uyanlar vay ki aldanmış.
 
Beyhude koşmuşum anladım şimdi
Şu ölü toprağa can veren kimdi?
Gözetip kollayan hangi hekimdi?
De ki Süleyman’a Sultan’a kalmış,
Hayat çelik çomak koca yalanmış.
 
Geldik gidiyoruz buysa aslolan, 
Çağrıya uymakta vadesi dolan, 
Ölüm hak ve gerçek gerisi yalan, 
Nasipse yakasız mintana kalmış, 
Yoldaşın olacak yalnız Kuran’mış.
 
Masum ve tertemiz açtım gözümü, 
Günbegün kaybettim kendi özümü, 
Günaha gark olmuş kirli yüzümü, 
Nuruyla yıkamak Allah’a kalmış,
Kurtuluş ihlasla, aşkla yanmakmış.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar