ESER VE YAZAR HAKKINDA
Augustinius ya da Aurelius Augustinius, Aziz Augustinius (Augustinos) olarak bilinen Hıristiyan filozof ve din adamıdır.
(354 – 430) yılları arasında yaşamış olan bu Hıristiyan düşünürü, Devleti tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlamış bu düşüncelerini Civitas Dei (“Tanrı Devleti” veya “Tanrı’nın Şehri”), Confessiones (İtiraflar), Epistolae (Mektuplar) adlarındaki önemeli eserlerinde paylaşmıştır. Augustinus, bir tanrıbilimci ve batı kültürünün önemli filozoflarından biridir. Eserlerinde Hıristiyanlık çerçevesi içinde felsefi sorunları da içeren konular ele almış, bu düşüncelerini de eserleri ile yaymaya çalışmıştır. Aziz Augustinius’un tartıştığı pek çok konu modern felsefinin de ele aldığı ve tartıştığı konular olacaktır.
17 yaşında iken Kuzey Afirka’nın Roma’sı olan Kartaca’ya giden Augıstın Kartaca’nın kültürünü yakından gözlemlerken Latin tarihçileri ve şairlerini de inceleyerek hitabet konusunda kendisini yetiştirmiş, o yıllarda Mani dinini öğrenerek Kitab-ı Mukaddes’i akıl dışı masallardan ibaret bir bir felsefe olarak değerlendirmiştir. Bu felsefeye göre dünya “iyi ile kötü arasında paylaşılmıştır ve maddenin koyu karanlığı ruhun ışığını karartmaktadır.” “Manici Piskopos Faustus’la tanışmasının yarattığı düş kırıklığı, irade yetisini kabul etmeyen ve insanın sorumluluğunu ve özgürlüğünü inkâr edici düşünceden kopuşunu hızlandırır.”[1] Bu sırada Platoncuların eserleri ile tanışmış, Aziz Pavlos’un mektuplarını da okumaya başlamıştır. Aziz Pavlos’un mektupları ile Hristiyanlara yaklaşmaya başlayan Aziz Augıstıne, 386 yılında Hıristiyan olmaya karar verir.
Pagan bir babadan olan, önceleri Mani dinine inanan, Platonu ve Çiçero’yu okuyarak, şüphecilerin felsefesini de öğrenen Aziz Agustine, Hrıstiyan olunca bu düşüncelerinden oluşan sentezleri ile Hıristiyanlığın gelişiminde en etkin insanlardan biri olmuştur. [2] Antik dünyanın Eflâtun’dan sonra gelen en parlak beyni olarak anılan Augustın 1303 yılında Aziz ilan edilecek olan Hıristiyanlık düşüncesinin gelişiminde rol alan temel taşlardan birisi olacaktır.
“ İtiraflar “ ve “ Tanrının Kenti” adlı eserleri Hıristiyan olduktan sonra yazdığı eserleridir. Augustinus “İTİRAFLAR “ adlı eserinde Tanrıyla konuşma ve günah çıkarma şeklindeki bir planla kendi yaşamını da anlatmıştır. İtiraflar adlı eserinde en çok önem verdiği konu, insanın kendini araştırması, insanın kendini bilmesi konusudur. Bu eserinde hakikatin insanın içinde olduğunu, hakikatin ise Tanrının bizzat kendisi olduğu düşünceleri içindedir. Bu fikir insanın tanrının kendisi olduğunu düşünen Yeni Plâtoncuların düşüncesine çok yakındır. Nitekim benzer düşünceler İslami Tasavvufçularda gözükecek İslam felsefesinde olan Vahdet İ Vücut düşüncesi de buna benzer düşünceler üretecektir.
Yeni Plâtoncuların görüşleri Aziz Augıstın’in düşüncelerinde hakikat insanın içinde hakikat ise bizzat tanrının kendisidir şekline dönüşecek; öte yandan insanın kendisi de tanrıdadır anlamında bir düşünceye ulaşacaktır. Aziz Augıstıne ye göre bunu anlamaya çalışmak insanın kendisiyle uğraşması anlamına gelmektedir.
Aziz Augıstıne ‘ye göre tanrının insandan beklediği tek şey insanın mükemmelliğe ulaşmasıdır. Yani tanrı insandan mükemmel olmaktan öte bir şey beklemez. Tanrı insanın içindeki bir hakikat olduğuna göre bu aynı zamanda bireylerin de kendinden beklediği yüksek bir hedef olmaktadır. Aziz Augıstıne’de mükemmelleşme olarak ifade edilen bu tanım Mani ve Buda dinlerindeki Nirvana ile yakın bir tasavvur dadır. Bu tasavvur İslam Felsefecilerinin vahdet –i vücut ve İnsanı Kamil düşünceleri ile büyük benzerlikler taşır.
Aziz Augıstıne ‘ye göre Tanrı insanoğlunu kendi suretinde ve kendine benzer olarak yaratmış ve o yüzden insanların kendine dönmesini bekleyen bir şekilde kalmıştır. İnsanların ruhları da aynı özlem içindedir. İnsanların ruhu kendine, özüne, hakikate veya Tanrının kendisine dönmeyi arzu eder bir bekleyiş içindedir.
Aziz Augıstıne’nın düşüncelerindeki mükemmel insan olma, İslam Tasavvufundaki İnsan-ı Kamil olma ile benzer hatta çok yakın bir manadadır. Mükemmelleşme, büyük bir erdem ve büyük bir sırdır. Bir insan bunu diğerine anlatmaktan acizdir. Bu sırra ermek Tanrı’ya yakın olabilmek Tanrı’nın kapısını çalabilmekle mümkündür.
“‘Anlayabilmek için, inanıyorum’ anlayışıyla felsefeyi dine tabi kılmış olan Augustinus, Hıristiyan dininin temel öğretilerini temellendirebilmek için, Yeni Platoncu felsefeden ve Platoncu kavramlardan yararlanmıştır. İnancı temel alan Augustinus’a göre, aklın görevi, Tanrısal vahiy temeli üzerinde, inanç yoluyla bilinen şeylerin açıklanması ve aydınlığa kavuşturulmasıdır.”[3]
İnsanlık tarihini gökyüzü devletiyle yeryüzü devletinin, başka bir deyişle, insanın bedensel ya da duyusal yanıyla ruhsal ya da tinsel yanının çatışmasının bir tarihi olarak gören Augustinus’a göre, yeryüzü devleti, iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen. Şeytanın krallığıdır.[4]
Ona göre, kavradığımız ve bildiğimiz zaman ile gerçek Zaman birbirinden ayrı şeylerdir. İnsan kavrayışı Zamanın gerçekliğine ulaşamaz bir niteliktedir. İnsan yalnızca zamanın geçişini algılayabilir. Geçmiş zaman, gelecek zaman ve şimdiki zaman bölümlemeleri, gerçekliği olmayan, zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir. Geçmiş zamanın artık var olmadığını, Gelecek zamanın ise henüz var olmadığını, elimizde kalan tek zaman olarak Şimdiki zamanında boyutlarını belirleyemediğimiz için bilemeyeceğimizi belirtir.
ESERDEN ALINTILAR
“Tanrım ebediyet sana ait olduğuna göre, sana söylediklerimi bilmiyor musun; ya da bir zamanda oluşan bir şeyi zamanda görmüyor musun? Öyleyse onca şeyi sana anlatmanın ne anlamı var? Bunları kuşkusuz seni bilgilendirmek için değil de, bu kitabı okuyacak kişilerin yüreğinde ve kendi yüreğimde sana olan sevgiyi uyandırsın ve “Rab yücedir ve her övgüye lâyıktır” diyebilelim diye anlatıyorum. Daha önce de söyledim, yine söylüyorum: “Bu kitabı senin aşkınla ve senin aşkın için yazıyorum.” Gerçi biz dua ediyoruz ancak hakikat bize şöyle diyor: “Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu daha siz ondan dilemeden önce bilir.” Başlamış olduğun bizi kurtarma işlemini tamamlayasın ve zavallı olmaktan kurtulup sende mutluluğu tadalım diye zavallılıklarımızı ve bize yaptığın iyilikleri sana söyleyerek, sana yüreğimizi açıyoruz. Çünkü bizleri yoksulluk ruhuna sahip olmaya, yumuşak başlı olmaya, gözyaşı dökmeye, adalete susamış, bağışlayıcı, temiz yürekli ve barışçı kişiler olmaya çağırıyorum.
İşte sana elimden geldiğince, birçok şey anlattım; çünkü sen ilk olarak benden, Rab Tanrım olan sana, bunları anlatmamı istedin. “Çünkü Tanrım sen iyisin ve bağışlayıcılığın ebedidir.” [5]
Evren Hiçten Yaratıldı
“Yeri ve göğü nasıl yarattın? Böylesi büyük bir şeyi yaratmak için hangi araçtan yararlandın? Sen, içinde tasarladığı şekli bir cisme başka bir cisimle şekil vererek dışa vuran sanatçıya benzemiyorsun. Sen aklı yaratmasaydın sanatçının bu yeteneği nereden gelirdi? Sanatçı, var olan ve değiştirilmeye uygun, toprak, tahta altın gibi bir cisme tasarladığı düşünceleri uygular. Ama sen bu şeyleri yaratmamış olsaydın, onlar nasıl var olurlardı? Sanatçının vücudunu, kol ve bacaklarını kumanda eden ruhunu, eserini yarattığı malzemeyi, dışarıda yaratacağı şeyi içinde tasarlayan dehasını, aklından geçen düşünceleri maddeye geçirdiği ve yaptığını aklına ileten ve bu içsel hakeme, eserin iyi olup olmadığını öğrenmek için başvuran duyu organlarını da sen yarattın.
Bütün bu şeyler ey evrenin Yaratıcısı seni övüyorlar. Ama onları nasıl yarattın? Tanrım, yeri ve göğü nasıl yarattın? Yeri ve göğü elbette ne yerde ne de gökte yarattın. Onları ne havada ne de denizde yarattın, çünkü bütün bunlar dünyaya ait. Evreni de evrende yaratmadın, nitekim var olması için, yaratılması için, bir uzay yoktu. Elinde yeri ve göğü yaratacak malzeme yoktu. Yapmamış olduğun ve bir şeyler yapmak için kullanacağın bu şeyler sana nereden geldi? Bütün bunlar sen var olduğun için varlar demekten başka söz kalmıyor. Şu hâlde konuşlun ve herşey var oldu, bir tek sözün herşeyi yarattı.”[6]
“Rab Tanrım, ne derin sırların var; günahlarımdan dolayı o sırlarından uzaklaştım! Gözlerimi aç, ışığını görevim! Bir şarkıyı ezbere bildiğim gibi biri geleceği ve geçmişi bilseydi, bu kişi bizleri dehşete varan bir şaşkınlık ve hayranlık içinde bırakırdı. O kişi için yüzyıllar boyunca yapılmış olan ve yapılacak olan herşeyi bilirdi, aynen bildiğim şarkıyı başından söylediğimde sonuna ne kadar kaldığını bildiğim gibi… Ey evrenin Yaratıcısı, bedenlerin ve ruhların yaratıcısı, geçmişteki ve gelecekteki şeyleri aynen böyle bildiğini söylemek istemiyorum. Senin bilgin daha şahane ve daha gizemlidir. Nitekim bilinen bir şarkıyı söyleyen ya da söylendiğini duyan kişi gelecek notaların beklentisi ile geçmişteki notaların anısı arasında çok değişik izlenimlerden geçer ve duyulan gergindir. Böyle bir şey sana olmaz, çünkü ruhların sonsuz yaratıcısı olan sen, değişmez bir şekilde ebedisin. Nasıl başlangıçta değişmez bir vizyonda yeri ve göğü gördünse, aynı şekilde başlangıçta, farklı devrelerden geçmeyen eyleminle yeri ve göğü yarattın. Bu derin gerçekleri anlayanlar sana övgüler sunsunlar, anlamayanlar da sana övgüler sunsunlar! Tanrım ne büyüksün! Alçakgönüllünün yüreğinde kalmayı tercih ettin. Çünkü sen yıkılmış olanları kaldırırsın, senin sayende ayakta kalanlar da düşmezler.”[7]
KAYNAKÇA
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Augustinus
[2] https://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=475581
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Augustinus
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Augustinus
[5] Saint Augustinus, İTİRAFLAR, Çeviren; Dominik PAMİRkaknüs yayınları, 1. Basım, Kasım 1999, Sf:264-291
[6] Saint Augustinus, İTİRAFLAR, Çeviren; Dominik PAMİRkaknüs yayınları, 1. Basım, Kasım 1999, Sf:264-291
[7] Saint Augustinus, İTİRAFLAR, Çeviren; Dominik PAMİRkaknüs yayınları, 1. Basım, Kasım 1999, Sf:264-291