18.09.2022
13/1
Totem alandaki kardeşler aynı totemden soydan gelen totem, çocuklarıydı. Ölmüş atalar, alan içinde veya alanın dışında don veya görünüş değişen koruyucu gözeticilerdi. Belki kendisi de kendisiyle birlikte ölmüş koruyucu ve gözetici bir atanın ruhunu taşıyordu.
Biz çocukken büyükler ya da diğer çocukların ana baba veya kardeşleri bizleri oynayan çocuk grubu içine bırakırlardı. Kendileri gidiyormuş gibi yapıp bir süre ve bir kaç gün gizli gizli bizleri gözetirlerdi.
Ki biz grubunun sosyal ortamına uyum sağlaya biliyor muyuz diye gözlenirdik. Hangi konularda bizim uyumsuzluğumuz vardı. Çocuklar bize ne şekilde yaklaşım yapıyorlardı vs. hepsini gizliden gözetirlerdi.
Bir durum oldu mu, sürece müdahale ederlerdi. Grup hareketinin nasıl olması gerektiğini gruba ya da bize söyleyip, bizi uyarırlardı. Biz anlardık ki her an büyükler tarafında korunup gözetilen müdahaleye açıktık.
BU durum bize güven, cesaret ve firenle davranma alışkanlığı veriyordu. Artık büyükler orada olmasalar bile büyükler bizi gözetir korur olmasalar bile, biz yine de bilirdik ki onlar orada ve her an yardımımıza hazır koruyucu gözetmenlerdi.
Bu bir koşullu öğrenmeydi. Kişiler kendisini çepeçevre saran ortamın yalnızlığı içindeydiler. Ataların bu yalnızlığı aşan deney ve öğrenmeleri vardı. İşte bu gibi duygu ve çıkarımlarla doğan animizdi anlam kişinin, grubun çaresizliklerine karşı; kişi ve grubu koruyup gözeten kodlama anlayışının ürünüydüler.
Ölmek böyleydi. Atalar ruhunun deneyde gelen öncülüğü nedenle, çıkmaz sokaklarda torunlara yardım edeceğinin beklentisi olan bir anlayıştı. Biz fark etmesek te, fark edip unutsak ta animizdi tezahürler sosyal dayanışmalı ortamlardan bize geçişen sosyal alanların baskı ve basıncıydı.
İşte böylesi bir mana anlayışına göre atalar gizlenmiş koruyuculardı. Dinler içinde biz görünmeden kullarının yaptığını bilip gözeten ilahlar gibi. Totem ruh gözetir olmak için bizim bilip tanıdığımız bedenden ayrılıyordu. Totem ruh yeni beden içinde GİZLENMEKLE çevre gezmesi yapmış oluyorlardı.
Şartlı algıya göre gizli ve canlı olmayı ifade eden bu anlayış başı sıkışan torunlara yardım edecek olan algısal bir potansiyeldi. Çevre gezmesi yapan totem ruh çevre içindeki olacakları önceden görüp sezmekle, bunu tekilleşmiş totemin ağzında grubuna söyleyecekti.
Ataların gizlenme ve çevre içinde gezmesi anlayışı, giderek birçok ata gezmesinin tur atması olmaktan çıkıp totemi biçimlenişler özel anlayışı içinde animizdi anlama hem somutlaşmış, hem tekilleşmişti.
13/2
Tekilleşen algı ve anlayış bir tek atanın koruyucu gözetici olduğu atalar ruhu anlaması gibi olmakla animizi anlama bir tek totem simgesiyle daha somut ve daha anlaşılır kılınmıştı.
Animizdi atalar geçmişi yaşamış olmakla geçmişte olmuş bitmiş belli işlerin önünü sonunu biliyorlardı. Animizdi atalar gizlice çevre gezmesi yaparken de grubuna ya da kişilere açık ve yakın veya uzak olan tecrübeyle sabit tehlikelerin haberini veriyordu. Yani şimdiyi, geçmişin durumuyla görüyorlardı.
Animizdi totem atalar böylesi bir bilgeliğin içindeydiler. Atalar olanı ve olacak olanı tahmin edip bilmesinler de, kim bilecekti? Artık grup içi ortamdaki animizdi duygularla vücut bulmuş olan totem konuşmasa da; aktarımlarla, aracılarla, büyücülerle, kamlar vasıtasıyla totemi konuşturuyorlardı.
İşte totemi mana bu algı ve duygularla grup merkezinde şekilden surete dönüşmüştü. TOTEMİ SEMBOLİZM OLAN YONTU İNŞA, ATALAR RUHUNUN KENDİ GRUBUNA KONUŞACAĞI BEDENLENME BİÇİMİNİ TASVİR EDEN MÜCESSEMA OLUŞTU. Bu gibi animist anlama asla köleci sistem sapıklığı olan tekrar tekrar tekâmülü anlatan reenkarnasyon anlayışı değildiler.
Etrafta gezen ataların “canları, totem alanda, doğan çocuklarda o çocuğun canıyla vücut bulmakla animizdi atalar her an kişilerin içlerindeydiler. Veya atalar bu gezme esnasında totemin içine girmekle, ya da bir ağaç bir kuş bir kaya şeklinde olmakla, yine içlerinde ve çevrelerindeydiler.
Çevre gezmesi içinde grubu ve torunları gözetip koruyor, onlara yardımcı oluyordu. İletim geçmişten geleceğe doğru tahminleri haber vermekti. Ölmenin ve ölü olmanın amacı buydu. Ölme dedikleri durum, ataların başka şekil ve suretle canlı olmasıydı. Korucu ataların çevrede canlı dolaşmalarıydı.
İttifak içinde doğan çocuklar da iki ayrı ilahın (totem grubun) canından ve kanındandılar. Bu nedenle ittifakın melez çocukları, ilahın ya da ilahların canlı kanlı gözetiminde olmakla ilahların çocuklarıydılar.
Örneğin, üreten meslek sahibi Marduk ittifakı 25 totem grubun ittifakıydı. Marduk sembolizmi, avcı toplayıcı totem sembolizminden motiflerle, üreten birçok meslek sahibi ilah sembolüne dönüşmüştü.
Marduk her bir grupla bir kişi (bir ilah) sayılmıştı. Bir bileşim mantığı olan Marduğun bu nedenle 25 kafası, 50 bacağı ve 50 kolu vardı. Marduk sembolizmi, ittifakları, ittifakı bileşimlerle artan ilahi güç birliğini ne güzel anlatıyor değil mi? İşte totem de izole bir kolektif bileşimi anlatıyordu.
İbrahim, Musa sembolizmi içinde görüleceği gibi bu gibi kişileştirmeler üreten kolektif ittifakları özel mülk kılmakla kolektif alanı dağıtan; özel mülk sahipliğini yansıtmakla şimdinin hikâye anlatıcısı olan kişilerdi. Marduk ittifakın bileşimiydi. Bunlar kolektif ittifaktan kovulanlardı. Zamanlar içinde zamana göre anlayışların eklem ve çıkarımlarıyla oluşmakla, şimdinin meşruiyetini anlatan hayali kişiliklerdi.
13/ 3
Artı ürün veren gelişmiş kolektif ittifaklar içinde kolektif kapasiteyi (ortaklığın biriken varlığını) rızk saçma diye özelleştiren sahiplenmeler için kurulan ve mal-mülk sahipliğini gözeten tuzaklar nedenle; kolektif yapılar parçalanacaktı.
Bu parçalanmayla birlikte kişiler üzerindeki kolektif sigorta ya da kolektifçe sağlatılan yarın güvencesi de kalkacak ve parçalanacaktı. Kolektif miras (kolektif kapasite-kolektif yapabilirlik te) kimi seçkin kullar için dokunulmaz bir miras ve rızk takdirine dönüşecekti.
Böylece rızk takdiri ile dokunulmayan, kutsal bir mülkiyet kavramı ortaya çıkmıştı. Kolektif kapasitenin kişiye mülk olması mutlak monarşiyi; maldan, mülkten yoksun aile ve köleleri ortaya çıkarmıştı.
Rızk takdiri nedenle yoksul kılınan çekirdek aileler çocuklarına köleliği, sefaleti miras bırakırken, kutsal mülk sahibi zengin aileler de çocuklarına özelleştirilme yoluyla edinilen serveti miras bırakıyordular.
Avcı toplayıcı zamanın koruyucu gözetici ligini ifade eden söylem canlıca (animizdi) mana anlayışıdır. Cisim can taşıyordu ve canlıydı. Canı ile değil cismi ile görünen animizdi kutsayış, üreten yapı içinde El mana anlayışı oldu.
Animizdi El mana anlayışı kolektif zenginlikleri kimi kişilere (El mana anlayışını ortaya atanlara) rızk diye dağıttı. Böylece El mana anlayışı fakirliğin, sefaletin gözetimini, zenginlerin tasaddukları üzerinde bıraktı. El, Yahova gibi mal müsadere eden ganimetiydi. Elohim gibi acıyan dulu, yoksulu koruyandı.
El animizmi, El-Yahova gibi hem tehdit ediyor; hem El-ohim gibi ödül vaatlerini sıralarken Hamurabi gibi, Sargon gibi, İbrahim gibi aracılar ağzıyla konuşan yeni anlayışla bunlar canlı (hay) olan yeni sürüm totemlerdi. Güya bunlar konuşmuyor El bunlara söyletiyordu. Atalar da toteme söyletiyorlardı.
Özelleştirilen mülk sahipliği içinde sevgi (aşk) beraberliği yerini, miras bırakan; mal mülk evliliklerine dönüşmüştü. Kolektif güvenceler ana baba mirasına, ana-baba güvencesi ile ana-baba zenginliğine dönüşmüştü. Sistem sadece mal mülk parçalanmasıyla kalmamıştı, kolektif alanın tüm sigorta güvencelerini de parçalamıştı. Kolektif garanti ortada kalkmıştı.
İşte ana baba evliliğinden doğan ana baba sahipli çocuklar, büyük kolektif gövdeden parçalanan ailelerin itilir kakılır velayet çocukları olmuştular. Başlangıcın kolektif referansı olan “kolektif miras” ve “kolektif mirasın güvence koruması” şimdi en küçük aile birimi düzeyindeki eşitsizliğe gerilemişti.
13/4
Eşitsizlik nasıl doğmuştu? Eşitsizlik neydi? Başlangıç, kolektif referansla başlamıştı. Başlangıç koşulu kolektif güç ortaya koydu. Tüketilenden fazla kolektif birikim ortaya koydu. İşte El kendi seçkinlerine bu kolektif kapasiteyi rızk diye, özel mülk diye, şans ve kader takdiri diye verdi. Eşitsizlik kolektif alan dediğimiz kamusal alanı özelleştirmenin parçalanmasından doğmuştu.
Eşitsizlik bir biyolojik eşitsizlik, ya da biyolojik eşitlik, cinsel eşitlik değildi. Doğada sağlama ve üretme üzerinde kolektif emek gücü birliği içinde herkese yetenek ve ihtiyaca göre paylaşmaydı. Eşitlik geri bağlanım referanslarına dayalıydı. Grubun çalışamayan yaşlısı ve çocuk aiti olmak ile mutlaka karşılıklı gerektirme olan kolektif çalışma gücüne yetenekler oranında katılımla gerçekleşiyordu.
Bu bağlamla eşitlik sağlatan, üreten “kolektif katılımlı kolektif sonuçlar üzerinde herkesin yeteneğine göre çalışma edinimi ve yeteneğine, ihtiyacına göre pay almasıydı. Bu başlangıcın şimdiyi ortaya koyan inşa olmakla kolektif mirastır. Süreç buna göre düzeltilip, hataları çıkarılıp yeni eylem alanları bu temel referansa göre açılır. Sürecin içinde temel referanslar bozulmadan özel alanlarda olmalıdır.
Kolektif tutumla kolektif gücü ortaya çıkaran başlangıca dek süredurumlar gerçek bir tarihsel olgu ve tarihsel bilinçtirler. Eşitlik söylemi bir tarihsel olguya, bir tarihsel geçmişe, bir tarihsel bilince ilk kez başlayan tarihsel inşa referanslarına gönderi olup; tarihsel insanın kamucu dediğimiz kolektif mirasa yaptığı gaspa karşı duruşun, tarih bilincine atıftı.
Parçalanan kolektif miras, kolektif yapabilirlik, kolektif birikim; şimdi, El tarafında seçilmiş kişilerindi. El anlayışı kolektife ait kolektif gücün ve kolektif emeğin mülk sahibi şanslı kişilere ait zilyet olduğuna (!) yoksul, sefil kişileri inandırılmanın teolojik iknaıydı. El, kamu gücünü mülk algısı üzerinde gasptı.
Oysa inanma dışındaki gerçekler içinde ne böyle özel mülk sahipliği olan bir başlangıç referansı vardı. Ne tekil bir kişi kendi başına kolektif bir kapasiteyi, kolektif zekâlı, kolektif bir akılı ve ne de kolektif gücü ortaya koyabilirdi. Mülk sahibinin kullandığı her şey özelleştirilen kolektif (kamu) kapasitesiydi.
Yığınlar kolektif yapabilirlik olanaklarından yoksun bırakılmakla, kamu olanağı yoksunu muhtaçlardı. El muhtaçları duyan, gören, gözeten, bilen bir mana gücü olmakla animizdi bir yaklaşımla bir kişinin görünmeyen ikincisiydi. İki kişinin görünmeyen üçüncüsü vs. olup, kişilerin kontrol eden canlı güçtü.
Kolektif parçalanmadan doğan tüm çelişkiler illüzyonlarla tarif ediliyordu. Bu çelişkilere muhtaçlığın nefsi, yoksulun imrenmesi, o da El ‘in kulu gibi söylemlerle yumuşatıyordu. Böylece gaspların ortaya koyduğu muhtaçlığın nefsi ve yoksulun öfkesine karşı yine hayali algı üzerinde ödüllü bir sadaka, zekât özendirmesi icat edilmişti. Kolektif mirası gasp eden gerçekliğin üstünü örtmek için, muhtaçların nefsi diye bir gerekçe uydurulmuştu.
Totemin çocukları ve ilahın çocukları olma denklikleri karşısında şimdi soylu olmayan köleci ana babanın çocukları olmakla sefaletin çocukları ve sefaletin kullarıydılar. İnsanlar neden böyleydi?
13/5
İnsanlar böyle değildi. İnsanlar zengin ve yoksul kılınmayı kontrol eden bu güç karşısında insanı edilgen kıldılar. Efendi karşısında kulluk edilgeni zaten teslimiyeti. Teslimiyet te “teslim olanların ilkiyim” deme övüncünü ve ödüllenme takdirini bize telkin ediyordu.
Yine El mantıklı telkin içindeki teslimiyet; tevekkül etmeyi, yani her şeye boyun eğmeyi ve her şeyi kader kapsamında başa gelenler olarak kabullenmeyi gerektiriyordu.
Bir insanın başına yıldırım düşmesi, bir insanın düşerek kafasını kırması, bir insanın çeşitli coğrafya alanlarda farklı kişilerde doğması vs. başa gelen ve bizim bilgimiz dışında, bizim bilincimiz dışında; bizim gücümüz dışında, bizden bağımsız oluşmalar olmakla, "başa gelenlerdi".
Ama üreten ilişkiler “biz dediğimiz kolektif özneli, özgecil ilişkinin içindedir". Üreten ilişki ve üretim hareketi kolektif güç dışındaki bir gücün iradesiyle kolektif alan içinde, "başımıza gelmezler".
Aksine üreten ilişki ve üretim hareketi paydaşlığı kolektif bilinçle, kolektif güce bağımlı biçimde ortaya konur. Yani kolektif üretim bizim dışımızda, kolektif denetim olmadan başımıza gelen bir olgu değildir.
Zaten üretim ilişkisinde önce ve içinde; üretim hareketinden önce ve içinde; üretim hareketini özelleştiren köleci algıdan önce, rızk veren bir kader anlayışı yoktu. Örneğin, groteski yaşamlar da, totemiler de rızk veren bir kaderi bilmezlerdi. Totem de zaten rızk vermiyordu.
İşte başa gelen kader aldatmacası bizim bilincimiz ve bizim birbirimize kolektif birim zaman üzerinde kolektif emek bağımlılığımız olan, kolektif bağlarla ortaya konur. Yani üretim ilişkisi, üretim hareketi, kolektif emek toplumun öznesi dediğimiz "bizim dışımızda, bizim başımıza gelen edimseller değildi". Aksine Türkçedeki bencilliği güden el organı anlamıyla başımıza gelenlerdi.
El organı marifetli eylemler, Ortadoğu’da El mana anlayışının söylemine dönüşmüştü. El mana anlayışıyla Türkçemizdeki eli karıştırmamak gerekir. Ortadoğu’daki ve dinlerin kökenindeki El mana anlayışının Türkçemizdeki karşılığı "Baydır". "İl baydır". "Bay erkidir (monarşidir)".
Efendi karşısında maraba, ya da köle neden sefildi? Çünkü El öğretisine göre ya da El ideolojisine göre veya El inanmasına göre; insan yerine mülk sahibinin kul (kölesi) vardı. Hem de “efendinin elinin altındakilerdi”.
Köleci ya da kuldu düzen; kendisine rızk verilmeyen kulun sefaletini, kulun muhtaçlıklarını yönetme ve kontrol etme üzerine algılar ve hayaller ile bilmesinler söylemli, karanlıkçı ifadelerdi. El kolektif yapabilirliği kimi kişilere rızk diye verme işinin geçmişini “hikmetinden sual olmaz” diye karartıyordu.
Kulluk düzeni, kolektifi varlığın şanslı seçilmiş, soylu kişilere aktarılmasıydı. Başka şey beklenemezdi. Zaten kolektif kapasiteyi yitirdikten sonra hayal olan bunca olup bitenler karşısında hala rızkı beklemekti.
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın