KategorilerEDEBİYATEdebiyat Terimleri MazmunlarKâfur Nedir. Eski Edebiyatta Kâfur

Kâfur Nedir. Eski Edebiyatta Kâfur

29.09.2017

 

   

Kâfur ağacı                                                                                   

Kâfur Nedir Edebiyatta Kâfur

 

Osmanlıca yazılışı:  kâfur : كافور

Uzak Doğu'dan gelen hekimlikte kullanılan, beyaz ve yan saydam, kolaylıkla parçalanan, ıtırı kuvvetli bir madde

Güney Çin, Güney Japonya, Srilanka,  Endonezya, Malezya ve Formoza adası gibi uzak doğu ülkeleri ile Güney Amerika ve Doğu Afrika’da yetişen ve 20–30 m uzunluğa ulaşabilen bir ağaç türüdür.  Soğuğa dayanıklı, kışın yapraklarını dökmeyen bu uzun ömürlü ağaçlardan, "kâfur" denilen beyaz renkli kristal bir madde ile yağ da çıkartılır. Hayli değerli olan beyaz renkteki saf kâfur, bu ağacın yapışkan olan zamkından elde edilmektedir.[1]

Bazıları 50 metreye kadar uzayabilen ve doğal ormanlar da meydana getirebilen bu ağaçtan elde edilen beyaz renkli kristal madde ile yağı  pek çok faydaya sahiptir.

Cennette bir ırmağın adı da Kâfur olarak geçmektedir.

Kâfur ağacından çıkarılan, beyaz renkli ve parlak kristal  maddeye de kâfur denmiş, eski dilde  bir ağaç veya bir bitki olarak değil, işte bu beyaz madde olarak bilinmiştir.

Genç kâfur ağaçlarından beyaz renkli ve billurumsu bir yağ da elde edilir,  bu yağlar çeşitli ilaçların yapımında da kullanılır.

Kâfur maddesi, yaşlı kâfur ağaçlarının gövdelerindeki yarıklarda, ağacın yapışkan zamklarından birikerek oluşan, kristal şeklinde, renkli, yarı şeffaf,  kolay kırılan, kuvvetli ve keskin kokan bir maddedir.

Kâfur ağaçlarından çıkarılan acı, yakıcı, keskin ve özel  kokuya sahip olan bu madde, tıpta da kullanılmış olup, solunum yolları, kalp ve çeşitli sinir hastalıklarına etki eden uyarıcı bir özelliğe de sahiptir.  Ateşli hastalıklara, aşırı terlemelere, çeşitli zehirlenmelere karşı kullanılmış, aynı zamanda iştah açıcı bir madde olarak da bilinmiştir.

Enfeksiyon kapmış olan şişliklere ve yaralara da iyi gelen bu maddenin, baş ağrısına da iyi geldiği, uyku verdiği,  hatta cinsî gücü arttırdığı yönünde söylentiler de vardır.

Eski devirlerde bu maddenin keskin kokusu sayesinde güvelere karşı kullanıldığı, elbise v e değerli giysilerin güvelerden korunmasına da yaradığı tespit edilmiştir. Kâfur`un ağız yaralarına da iyi geldiği, ağrı kesici olarak da işe yaradığı, hatta alkolde eritilerek elde edilen kâfurlu alkollerin, deri üzerine sürüldüğünde sinirleri de yatıştırdığı, romatizma, kulunç, baş ve bel vb. ağrılarını dindirdiği bilinmektedir.

Eski devirlere ait metinlerden çıkarılan sonuçlara göre ıtriyatta da kullanılan kâfur`un Fensurî ve Reyâhî adlı çeşitleri en iyi cins kâfûr olarak belirtilir. [2]   Eskiden beri mum yapımında da kullanılmış olan kâfur`un kırmızı renkli olanları da varmış.

Cenazelerin güzel kokması için de kullanılmış;  yılan, böcek, güve, hatta sırtlan ve sansarları dahi rahatsız eden bir kokuya sahip olduğundan cesetlere de kâfur konulmuştur.  Eski devirlerde, ölülerin kokusu gitsin, ölülerin yanına akrep, yılan, böcek vb yaklaşmasın diye de kullanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle ölülerin kulaklarının, gözlerinin, ağızlarının, burunlarının vb içine kâfur doldurulurmuş. “Hatta bazı yerlerde ölüyü bir kere de kâfûrlu su ile yıkarlarmış”.[3]

Eski edebiyatta, cesetlerin kâfurlu su ile yıkanması, cesetlere kâfur konması nedeni ile kâfur, ölümü hatırlatan bir madde olarak da karşımıza çıkar.  Kâfurun açık ve kristal renkli olması ile sevgili arasında irtibatlar kurulur. Sevgilinin bedeni, sinesi ve gerdanı parlaklığı ve beyazlığı nedeni ile kâfura benzetilir.

Bunların dışında kâfur, beyaz  renginden dolayı sevgilinin tenine bedenine benzetilmiştir. Kâfurun cinsel istegi azaltmak için kullanıldığı, hatta akan kanı durduran bir özelliğe de sahip olduğu bilinmektedir.  Eski devrilerde mihrap kenarlarına dikilen büyük mumlara da Şem -i Kâfuri dendiği kayıtlarda geçmektedir. 

   Kâfur 

Kâfur merheminin yaralara iyi geldiği, kâfurun birçok hastalığı iyileştirdiği konusu da karşımıza çıkar. Kâfur ile -merhem ve ilaç olarak-  sevgilinin sinesi, göğsü, gerdanı arasında alakalar kurulur.  Kâfur merhemini yaralara sürme durumu ile merhem olarak görülen, sevgilinin teninin yaralara sürülmesi, sevgilinin sinesinin  yaralara iyi gelen bir merhem olarak kabul edilmesi [4] hayalleri karşımıza çıkmaktadır.

Sîneñ ey derdüm emi merhem-i kâfûrî imiş
Yaralu bağrına ammâ seni kimse saramaz           Zâtî (Tarlan1970:II/63)

Tîğ çekmez âşıka bâzûsı uryân olmadan
Merhem-i kâfûr zahm urmazdan evvel arz ider        Azmî-zâde Hâletî (Kaya 2003: II/158)[5]

Sîne-i pür-zahmuma sarmak diler göñlüm seni
 Cismüñ ey cân pâresi kâfûrî merhemdür bana         Zâtî (Tarlan 1967: I/3)

Itr-i şahiler sürüp ol gerden-i kâfuruna
Iyddir cık naz ile seyrana kurban olduğum   Nedîm

Lale düşmüş verd-i kafuri değil kim gülistan
Bir tabakla arz eder didara ıslanmış güllaç    Nâdirî [6]

 

KAYNAKÇA

 

[1] BAYRAM ALİ KAYA, Klâsik Türk Şiirinde Şifâlı Bitkiler Üzerine Bir Deneme, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 15, İstanbul 2015, 263-314.

[2] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri , s.265

[3] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri , s.265

[4] BAYRAM ALİ KAYA, Klâsik Türk Şiirinde Şifâlı Bitkiler Üzerine Bir Deneme, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 15, İstanbul 2015, 263-314.

[5] BAYRAM ALİ KAYA, Klâsik Türk Şiirinde Şifâlı Bitkiler Üzerine Bir Deneme, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 15, İstanbul 2015, 263-314.

[6] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri , s.265

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da