KARANLIKTA BİR AŞIK

25.05.2017
 
 
Hayatta sadece bir şey dilemişti, bir sevgili. Bir tek şey hayal etmişti ömrünün başından beri ve hayali onu bir uçurumun kıyısına getirmişti. Gittiği yer iyi olarak görülse de dışarıdan zaman, kanlı bıçaklarıyla onun kanını emmişti. Geçmişte aşkı düşündüğünde kollarında yılmayan bir güç, gözlerinde tükenmeyen bir umut bulurdu. Aynaların karşısına geçtiğinde ise umudu başkalarına yansıtır; karanlıkta kalanlara umut olurdu. Hayalleri karanlıkta kalmıştı, aşkın gücünü en başından beri kullanmış, zaman değişmiş aşka kendini kullandırmaya başlamıştı. Kimsenin sahip olamadığı bir mücevhere benzetirdi aşkı, diğerlerini aşka inanmamakla yargılardı çünkü hayatta tek amacı aşkı bulmaktı. Aşk onun dokunulmazıydı.
Nasıl başlamıştı peki aşka attığı adımlar, ne acılar yaşamıştı ve sonrasında nasıl geçmişti sancılar. Hayali diyordu kendine, bir hayalin peşindeyken bin hayalin içine düşmüştü çünkü. Sevgiliye ulaşmanın yolları tükendikçe yeni bir yol açmıştı ve çoğu zaman açılan yollar yine yarım kalmıştı. Yorulmuştu Hayali çok, bilemiyordu artık soruların cevabını acaba en başından beri yanlış bir yolda mı ilerliyordu? Sorulara verilen cevaplar değişirken insanlar da değişirdi değil mi? An ve an kurcalıyordu kafasında aşkın yarattığı hikayeyi, bir yapbozu bozup tekrar birleştiriyordu. Masanın bir tarafına sevgiliyi, sevgilinin karşısına ise sevgilinin hayalini oturtuyordu sonra düşünüyordu, yoksa asıl sevgili bu masanın dışında bir yerlerde miydi? Soruların neresindeydi, nereden baksa masadaki manzaraya farklı bir sonuç çıkıyordu, aşka karşı koymaya çabalayan zihni aşkın üstesinden geldiğini her cevapta kabul ediyordu. Saniyeler sonra kazanmaktan vazgeçip, yenildiğini duyuruyordu. Kafası karışıktı, hem de çok... nereden tutsa farklı bir cevap çıkıyordu  ortaya.
Bir, kasım sabahında başlamıştı hikayesi, güzel bir yüz görmüştü ve durmuştu o an nefesi, o andan sonrasında bir yaşayan olarak görmemişti kendini, elleri ve adımları yaşamın ötesine geçmişti. Dünya varlığı içinde kalmanın verdiği mutluluk yerine, hayali o an aşkı seçmişti. Peki aşk ne demekti: aşk karşısındaki varlığı kolundan tutup, kendi ülkesine konuk etmek miydi; yoksa aşk karşısındaki varlığı izledikçe, ona erişemedikçe ülkeler içinde yeni bir ülke mi var etmekti? O bunları düşüne dururken, bacakları ve dili çoktan teslim olmuştu aşka. Ne zaman yaklaşsa güzel bir yüzün yakınına, dili tutuluyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. Aşkla arasında bir metre bile olsa, sanki binlerce kilometre varmış gibi hissediyordu. Hareket edemiyordu, hayallere dalıyordu. Sevgilinin gidişini her izlediğinde, geldiği saati dört gözle bekliyordu. Bir kaç yıl böyle geçti, hayali hayalden gözlerle sevgilisini izlemeye devam etti. Günün birinde bir kaç günlüğüne başka bir şehre gitti hayali, sevgilisini bıraktığı yere geri döndüğünde ise bir daha onu göremedi. Varını yoğunu alıp gitmişti oradan sevgilisi, hayalinin önünde kocaman bir karanlık ve onu bekleyen uzun bir yol vardı. Yolda görünen tek şey, gözlerini kapadığında, başına ne gelirse gelsin en sonunda, sevgilisine sarılacağı andı. Kavuşmak değildi mesele bu aşk da her aşk gibi kalabilirdi mahşere, ama mesele sarılmaktı. Sarılınca bitecekti her şey, yaraları iyileşecekti onca şeye benzetmişti ki sevgilisini, ona sarıldığında onun bir Anka kuşu olduğunu hayal ederdi. Ne kadar acı çekmiş olsa da yolda, ruhu o sarılmanın ardından Hayali'yi affederdi. Yaralarının iyileşeceği günü bekleyerek düşmüştü yola, kimsenin gitmeye cesaret etmediği bir yara bir bahara bir diyara. Sevgilisini bir şehir boyunca arayacaktı, bir şehri adımlarıyla aşacaktı, ona kavuşması için sadece önünde bir şehir ve yüz binlerce insan vardı. Aşkın gücüyle her yolu aşardı, zamanın içinde kalmayan.
Şehri arşınlamaya başlıyordu ki hayali, giden bir sevgilinin ardından onun da gitme vakti gelmişti. Unutursun diyorlardı ona, onun neyi unutacağını bilmeseler de sessiz sözler söyleyenler. Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur diyordu bir başkası, ama Hayali biliyordu. Eğer gerçekten aşıksan, gönlün başka birinde kaldıysa, göz her şeyden ırak olurdu. Gönül yoktu ki, başka biri konar olurdu, gönül olsaydı elbette ki gözden ırak olan gönle konmasının ardından konar göçerdi ancak gönül kayıpken önce gönlü bulmak gerekti. Karşısına çıkabilecek her şeyi biliyordu hayali, karanlık, zaman ve insan ruhunu şeytana satan, aşksız yataklarda uyuyup da bir aşk gördüğünde onu kurban etmeye çalışan. Hayali biliyordu ne yapması gerektiğinde, yolun sonuna kadar yitirmeyebilirse aklını, bulacaktı kavuşmaya giden cevabı ancak başka bir şehir çıkmıştı şimdi karşısına, gündelik hayatın işe yaramaz savaşları içinde gözü kalmışken geride yeni bir şehre götürülmek zorunda kalmıştı. Yardan anadan diyardan ayrı kalmıştı ,yar varken yar hem ana hem diyar hem yar olurdu ama yar yokken her şey heba olurdu.
İki yılı böyle geçirdi hayali, aşkın şarabını içer, o güzel yüzü hayal ederdi. Yaz mevsimleri geldiğinde, hayaletini bıraktığı o şehre dönerdi. Sokak sokak arardı aşkını, kimseye belli etmeyerekten. Söylerdi umudun şarkısını güneşe gülümseyerekten, yıllar böyle geçti. Zaman geçerken hayalinin gücü tükenmeye yeltendi, nerede düştüyse, yine kalktı ayağa ama hiçbir kalkışı bir önceki kadar güçlü ve uzun olmadı. Uzağındaydı sanki yaşam enerjisinin, o enerji dolmasa da vücuduna, bir yaşayan değil etten bir ceset vardı sonuçta. Hayali başarısız olsa da hayatında, dünyevi zevklerle kendini tatmin ederdi bedeni, Hayalinin mezarının ardında. Nefsi ile ruhu arasındaki savaşta, aşkın kimin tarafında olduğunu bilmese de bildiği bir şey vardı, aşk o ne taraftaysa orada olacaktı. Aşk o nereye kadar dayanırsa, oraya kadar dayanacaktı.
Zaman geçti, sevgiliyi buldu günün birinde hayali. Hayaletini onun yanında ararken, karşısına çıkan onda kalan ruhu da almayı deneyecek bir bıçaktı. Sevgilinin gözlerinde nefret vardı, hayali bir fırsatçı değildi. Onun güzelliğini, onun hayatına girerek almak isteyen. Adım adım örmüştü, sevgili ile yüzleşebileceği günleri. Sevgilisi görmemişti, ona yazılan şiirleri, şiir yazmak üstünlüktü sanmıştı, elleri bağlıyken gözleri bağlıyken aşkın önünde, benliğini kaybetmişken hayali, köküne kadar benliğine saplanmıştı sevgili. Hayatta başaramayacağı hiçbir şey yoktu kendisi hayaldi, o mümkün olabilirse,gerçekliğe erişebilirse her şey mümkün olabilirdi, elleriyle her şeyi mümkün kılabilirdi. İmkansız olan benliğini sevgilinin karşısında ortaya koyabilmekti. Zaman böyle geçti, günlerce gecelerce bıçaklar yedi. Sevmekten vazgeçtiği de oldu, sevgiye küfür ettiği de, ancak günün birinde geleceğini öğrenmek için bir yola çıkması gerektiğini anladı. Karanlığın içine girecekti, karanlıkla yüzleşecekti, kendi ruhundaki karanlıkla.
Eski Babil efsanelerinde, içindeki karanlığa erişmek isteyen insanın bir koma durumuna girmesi gerektiği anlatılıyordu. Karanlığın içinde yaptıkları sadece bir hayal evreni içinde kalmıyordu, karanlık gerçekliğe etki edebiliyordu. Ancak gerçeklik karanlığa karşı küçücük bir bent bile kuramıyordu. Seesagamonia deniliyordu bu ayine, anlamı da karanlığı gerçekliğin içinde yaratan insan, tanrıdır demekti, kelimenin anlamı ise bir tek efsaneyi görmek demekti.  Seesagamonia insan var oluşuyla, var oluşun devamının yüzleştiği bir savaş meydanı gibiydi. İnsanın var oluşu ışığı simgeliyordu, var oluşun getirdikleri ise karanlığı. Var olmak hayal kurmak demekti, var oluşun getirdiği ise gerçeklikti. Hayalleri gerçekliğe taşıyabilmek için var oluşa tekrar erişmek gerekiyordu, içindeki karanlığı geçerek bireyin kendisini bulması gerekiyordu. Hayali bunu göze alıyordu çünkü Seesagamonia denilen şey, çektiği acıların milyonda biri kadar ağır gelmiyordu. Sevgiliye kavuşmak imkansızdı, sevgiliyi unutmak da imkansız. Hayalinin alacağı karar, alamadığı kararlardan daha hafifti. Özel bir tütsü eşliğinde hayatta başına gelebilecek en kötü şeyleri hayal ederek başlanıyordu ayine, tütsünün ve düşüncelerin etkisiyle, dünya gözlerden kaybolurken karanlığın içine giriliyordu. Karanlıktan çıkabilmenin onu yenmekten başka yolu yoktu, binlerce insan bu yola çıkarak kendilerini kaybetmişlerdi. Düşkünlerden olmuşlardı, karanlıkta kör olup, oldukları yerde kalmışlardı. Hayali'nin sorularının cevabı kavuşmaktı, Seesagamonia'ya başlarken edilen dilek eğer kişi uyanabilirse gerçek olurdu. İnsanın inançsızlığı etkilerdi, gerçekliğin içinde de hayallerin içinde de hatta Seesagamonia durumunda bile hayallerini. Gerçekleşebilecek olan her şeyi elleriyle yapmayı dener, yüreğiyle reddederdi bütün insanlar ve bunun onucunda gökyüzünden kayan düşler gibi tükenirdi ümitler. Hayali şunu da bilirdi, yıldızlar düşse de, ışığından güç kaybetseler de bir kaç kez daha parlamak zorundadırlar. Dünyada gözleriyle onlara iman edenler varsa, karanlığın içinde umudun tükenmediğini göstermek için .
Hayali'ye göre insanlar fark etmeseler de hayallerinde tutarlardı karamsarlığı ve imkansızı. Kendiyle yüzleşebilen, yüz yüze gelebilen her insan fark ederdi ki; elleriyle yarattıklarına rağmen, inançsızlığı ile engeller türeten yine insanın kendisidir. Gitmek istediği yolu sadece bir yolcu bilir, başkalarının yolu kestiğini düşünmek, bir acınası bahanedir. O başkaları birer parçasıdır yolcunun, sesidir kendi içindeki en vurucunun. Kesilen yollar ve kırılan düşler hiçbir zaman başkalarının ellerinde değildir, yine kendisini kıran, yine kendi damarlarını kesen insanın kendisidir. Elbette ki insanlar bir başkasının eliyle öldürülebilir ancak önemli olan başka ellerin gücüne rağmen insanın kendisini öldürememesidir.
Seesagamonia
Tütsüyü almıştı eline, bütün kötü düşünceler geliyordu aklına, yaşadığı anılar, karşılaştığı kırık düşler. İnanmıyordu bunların hiçbirinin gerçekliğine, tütsüyü yaktı, ya karanlığın ardında doğan güneş gibi var olacaktı ya da varlığı karanlıkta yok olacak... karanlık, vardığı olacaktı. İçinden çıkmak için mücadele edeceği yola giriyordu, gerçekliği karanlığa teslim ediyordu. Karanlık ile ışık arasındaki savaşta, artık açığa çıkmıştı iki tarafta, ışık karanlığın evine gidiyordu. Karanlık ise kendi evinde, ışığın gelişini bekliyordu. Hayali dalarken karanlıklar ülkesine, önce bir bulut hissetti varlığının altında, biraz ıslak biraz nemli bir bulut. Ardından karanlığı gördü gözleri, gördüğü sadece bir karanlık değildi. Hiçbir gözbebeğinin ışık saçmadığı bir şehirdi, hiçbir ışığın yanmadığı bir ülkeydi. Işıklar dışarıda bırakılmıştı, dünya karanlığın içindeydi sanki ve bulutlar Hayali'yi kaldırımların üstünde bıraktı.
İner inmez etrafına baktı, o güzel yüzü ilk gördüğü yerdi burası, karanlıkla verilecek ilk savaş, karanlığın intikamıydı çünkü Hayali'nin ülkesinde ışık aşkla başlamıştı. Bir kapı vardı, kocaman eski destansı girişleri anlatan, ikisinin eviydi burası. Hem Hayali'nin hem de Hayali'nin hayalinin... kapının hemen yanında bir suret vardı. Varlığı tamamen karanlıkta kalmıştı, hayalinin aklı da sevgilisini gördüğü o noktadaydı.  
Geçmişte o yöne doğru adım atamazken adımlarını o noktaya doğru attı. Yürüdükçe surete yaklaştı, göremiyordu karşısında kim olduğunu, tam yüzünü görmüştü ki, bir bıçağın yansıması büyüttü gözlerini. Sonra bir acı hissetti, karşısındaki kendiydi ve bıçağı Hayali'nin koluna saplamıştı. İçindeki karanlığın ilk oyununda az kalsın kaybediyordu, sevgilinin hayalinin karanlıkta bile parlaması gerektiğini düşünen hayali, kendi karanlık gölgesine aldanıp yaralanmıştı. Karşısındaki eli bıçaklı adamı durdurmak için konuşmaya başladı.
Hayali
"Vücutlara giren bıçaklar, uzak edemez, gözlerdeki umudu, umudu uman görür bıçağın ardından yine umduğunu."
Karanlık
"Umduğun karanlığın ardında, burada bekleyen, seni hiç sevmedi, seni hiç beklemedi, seni hiç aramadı senin onu aradığın gibi."
Hayali
"Sen onun gözlerini hiç gördün mü peki,  gözler en önemlisidir sözlerin belli ki, hareket etmese bile, gözleriyle etmişti o yeminini, sözlerle verilen yeminler kırılır, ya gözlerle verilen yeminler nasıl kırılır?"
Karanlık
"Gözleri hiç görmemişti seni, gözleri hiç hatırlamadı kendi zihnine senin resmini, unutuldun gittin, o da öyle söyledi sen de bilirsin."
Hayali
"Ben onun gözlerinde, en büyük hayalimi gördüm. Zihnine yansımasa da resmin, onun zihninde güneşi ördüm ama sen karanlık, imkansıza taptın onu büyüttün."
Karanlık
"Tanışmayan sevgililerin aşkını kim duymuş da sen duyuracaksın dünyaya, kendini aldattığın gibi kimleri de kim bilir nasıl aldatacaktın, ama ben durdum karşında ve gösterdim sana gerçeği. Hayal ettiğin o varlık değildi, o varlık hala hayallerinde gizli."
Hayali
"Ona sahip olmak hayalimden vazgeçmek demek değil ki, sen anlamadın bunu, kalıptan kalıba koydun onu, imkansıza inanmak isteyen, imkansızın sesini duyar attığı her adımla, sen beni de gömmeye çalıştın kendi mezarına."
Karanlık
"Bıraksaydım o mu gömseydi seni, o dışarıdaki biri, içeridekiler asla onu kabullenmez, ruhun ne söylerse söylesin, aklın mücadelen vazgeçmez."
Hayali
"Akıldır gösteren doğru yolu ancak üstün olan akıl, gösterir sadece yanılgıyı. Aklını kullanan her insan doğru yolu bulur, üstün aklı kullanan her insan, aklıyla kendisini avutur."
Hayali gözlerini kapattı, sevdiği yüzün güzelliğini seyre daldı. Ona sarılmayı hayal etti, gözlerini açtı, gözlerini açtığında umutla parlayan gözbebekleri karanlığa ışık saçtı. Kolu yaralı olsa da karanlığa vermemişti ruhunu, karanlık bulamamıştı umduğu bedeni. Yola devam etmeyi seçti hayali, yine kara bulutlar geldi, kara bulutların üstüne çıktı gitti hayali.
Bulutlar onu bir eve getirdi, bu eve defalarca gelmişti. Dost dediği bir rezilin eviydi burası, görünüşü ışık gibi dursa da ruhunun kökleri karanlıktı o dostun. Bir kapı vardı hayalinin önünde, kapının içinde ise loş bir ışık yansıyordu dışarısı, evin içerisi ve dışarısı günah kokuyordu, günahkar ruhlar aşk dedikleri bir ihanetle birbirlerine sarılıyorlardı. Aşk sandıkları şey aslında kendi köklerinin karanlığıydı. Gerçek aşk ne odalara, ne kalıplara sığardı, gerçek aşıklar, ne sevgilinin varlığına aldanır, yokluğuna isyan yakarlardı.
Bir tek hayalinin içeride olan karanlığı masumdu diğerlerinden, üç katil bir cellat vardı içerde, her katil can alacak kadar güçlü olmasa da bir katil bu güce sahipti, gücünü hayalinin karanlığından alıp gelmişti. Oysa ki Hayali'nin karanlığı bile masumdu diğerlerinden çünkü sevgilisi onun canını alırken, karanlığı bile mazlumdu. Dostları ise sevgilisine yardım ediyorlardı, Hayali'nin kendi karanlığı ona aşkın bir hayal olduğunu inandırıyordu, gördüklerinin iyi tasarlanmış bir sahne olduğunu bilse de buna inanmayı seçti. Aşk onu çok yormuştu o aşktan vazgeçti. Sevgilisinin ağzından çıkan yalanlar öldüremese de umudu, kalbi zehirlerlerdi. Kalp zehirlenirse, neyi neden sevdiğini düşünmeye başlar bir şeyin nedenini bulduğunda onu yok ederdi, oysa en büyük sevgiler nedensizdi.
Sevgilisi bir başkasından bahsediyordu, Hayalinin gözlerinin içine bakarak. Hayalinin gözlerine verdiği sözlerin gücünü yıkarak, sözcükler bıçaklar gibi saplanıyordu bedenine. Gözyaşlarını durdurmak zor gelse de tutuyordu, aşk da olsa karşısındaki, aşk büyüktü karşısındakinden, karşısındaki üç insan, onun varlığını basitleştiriyordu. Sessiz sözler veriyordu duvarlara
" Beni sevmeyeni sevmem, herkes tanıyacaktı seni, ben öldükten sonra bile, duymayan kalmayacaktı ismini, ya sen ne yaptın şimdi öldürdün, yıllar önce yarattığın beni. Bu aciz yaratıkların önünde küçük düşürdün beni,"
Tam ayağa kalmayı denerken Hayali, üç katil ve bir cellat onu yakaladılar. Düşünceleri ve inançsızlıkları ile sardılar, kalbine bedenine bin bir yerine saplanırken bıçaklar.
Hayali
"Yeter karanlık, gel al beni, kendine göm beni, sevgili gözlerimin önünde ölürken ben nasıl yaşatayım onun hayalini."
Karanlık geldi, hayaliyi aldı. Bir bulutun üstüne bindiler konuşmaya başladı.
"Beni seçtin, sana feth edilmemiş topraklar vaat edeceğim, güzel sevgililer seni elde etmek için çırpınacaklar, mutlu olacaksın, yaşamın tadını alacaksın."
Seesagamonia'da Hayali başarısız mı olmuştu, tam bunu düşünürken, birden kendini başka bir güzel varlığın yanında buldu. Bulundukları odada ışık bile vardı, belki de karanlığa teslim olmak aslında aydınlığı kazanmaktı. Varlığı düşünürken kendini kandırmayı, yanındaki diğer varlığı seyre daldı. Aşk değildi ama güzeldi, yanındaki ona ait olan, dokunabildiği bir sevgiliydi. Öptükçe onu mutlu oluyor, onu öptükçe farklı bir boyuta geçiyordu. Yapılan her şeyin, atılan her adımın sonu sıcak bir sevişmeye doğru gidiyordu, Hayali'ye göre sevişince bitecekti aşk, sevmeden sevişince aşk ölecekti. Hayalinin amacı karanlığa teslim olmaktı, karanlığın amacı hayalinin cesedine kavuşmaktı ama aşkın da bir planı vardı.
Hayali tam düşecekken aşkın mezarına iki bedenin çıplaklığında, bir şeyi hatırladı ve karşısındakine sordu.
Hayali
"Tanrıya inanıyor musun?" dedi
Karanlığın sureti
"İnanmayı saçma buluyorum?" dedi
Hayali
"Hayallere inanır mısın?" dedi
Karanlığın sureti
"Herkesin hayalleri vardır, keşke gerçek olsalar?"
Hayalinin ruhunda bir şimşek çaktı
Hayali
"Bir gerçek bir hayal ile bütündür, her hayal bir gerçekten üstündür, Bir hayal en az bin gerçekten daha mümkündür. Tanrı bir hayalse o da mümkündür, ben hayallere iman ediyorum tanrıya iman ettiğimi bildiğim gibi, ey karanlığın sureti, ey cesedimin beklentileri, aşkın adıyla terk edin beni, kalsın utancım ve çıplaklığım, hata yapsam da aşkı aldatmamış olarak kalayım."
Işıklar söndü birden, kocaman bir şehrin görüntüsü geldi gözlerinin önüne. Bir şeye inanmayan, hiçbir şeye inanmazdı sorun tanrıya inanmamak değildi, sorun inanmamaktı. Karanlık tanrıya da karşı koyuyordu, aşk tanrının yoluydu, karanlık onun yoluna Hayali'nin yardımıyla çıkıyordu Hayali bunu kabul edemezdi. Aşkı öldürmek bir tek tanrının elindeydi, o da bunu bilip cinayet işlemezdi.
 
Bulutların üzerinden karanlıklar ülkesine indi, vücudunun her bir yeri kan revan içindeydi. Arkasına baktığında karanlığın bütün hizmetkarları ellerinde bıçaklar ile ona doğru geliyordu. Karanlığa karşı dudakları bir şiiri mırıldanıyordu.
"Gün kaçırırken adamlarını, gece çağırıyordu cellatlarını, ölümünün sesleri duyulurken ayakların altında, dudaklarında kokluyordu baharın tadını,"
Sevgilinin güzel yüzünü hayal etti, yaptığı her şeyi affetti. Onu sensiz sevmişken, varlığı hiç sarsar mıydı aşkın yarattığı bendi. Gözlerini açtı, cellatların içine daldı. Karanlık şaşırdı, hayalinin vücuduna yine bıçaklar saplandıysa da acıyla kahkaha attı. Gözlerindeki ışığı etrafına saçtı. Vücudu dayanamazdı yediği bıçak darbelerine, ölüm kapısını çalacaktı.
Karanlık
"Direnme artık, kocaman bir dünya varken dışarıda, sırtınla bıçakları durdurmayı çalışmaktan vazgeç. Son kez soruyorum gel katıl bana, yoksa vereceğim varlığını ölümün atlarına, işte bak geliyorlar senin için katıl bana engel olayım onlara, yolun ağır olmasa diren diyeceğim, ama kafi değil, vazgeç, umut terk etti seni, güneş terk etti seni ışık terk etti seni."
Hayali
"Asıl önemli olan nedir bilir misin, güneş seni terk etse de senin onun hayalini terk etmemendir. İnanç kırılıp gitse de önemli olan döneceği günü beklemendir, ölümün atları aşkı benden alsa bile, ölümü bir gün ölümün elinden alıp aşkla yeniden doğacağım, seni de karanlık sevdiğim bir bahara saklayacağım"
Ölümün atlıları gelip, hayalinin boynuna iplerini bağladılar. Aldılar götürdüler, bir kuleye, öldüğünü sandı ama biliyordu. Seesagamonia'da ölüm diye bir şey yoktu, inancını sürdürebilirse gördüğü şeyler sadece birer illüzyondu.
Ölüm meleğinin zindanlarında yine cellatları çıktı karşısına, celladına bile gülümsedi. Yüzlerden biri yine sevgilisiydi, ölümün ve karanlığın bilmediği bir şey vardı. Sevgilisinin yüzünü gören her hayalet, yaşamayı hayal ederdi. Yaşamayı hayal etmeye başladı, celladının yüzüne yeni bir hayal sakladı. Gözlerini kapattı, artık kaybedeceği ve korkacağı bir şey kalmamıştı. Aşka sahip olmuştu , aşksız da kalmıştı. Büyük bir cesaretle hayallere daldı, önce sevgilisinin yüzünü sonra onunla birlikte geçirdiği zamanları hayal etmeye başladı. Sevgilisine kavuşmayı bile hayal edebiliyordu çünkü ne elleriyle ne sözleriyle değiştirebilirdi kadere, kadere bir tek yaratan hükmedebilirdi ve o hayallerinden varlıkları vaat edendi. Varlıklar da hayalleriyle bir şeyler vaat edebilirler miydi? Hayallerin gerçeklerden daha kutsal olduğuna inananlar için evet. Hayal kurmaya devam etti Hayali, sevgilisini öpüyordu. Ona dokunuyordu, onun kutsallığını çiğnese de yine kutsal olduğuna inanıyordu. Ona kızıyordu, onu affediyordu. Sonsuza kadar sevse bile bunu göze alabiliyordu.
Cellatlarına bakıyor gülümsüyordu kalan son gücüyle ayağa kalktı, cellatlarına tek tek sarıldı. Aşkın gücünü hayallerinde bulmuştu, onu öldürenlerle yüzleşerek yaşamayı ummuştu. Yaşayamazdı ama bir ölüydü o yaşayanlara göre, çünkü bedeninden sıyrılmış sadece kendi hayallerinde kalmıştı. Sonsuzluktu o, bir ölüydü yaşayamazdı.
Ölüsünü ölümün pençelerinden aldı, yaralı bedenine ruhunu yeniden koydu. Gözlerini kapattı hayallere daldı, bir sevgilisi bir kırlar bir de o vardı. Cellatlar kıskançlıklarından kendi etlerini kemiriyorlardı, Hayalinin içindeki karanlıkla sevgilisinin içindeki karanlık bile birlikte yan yana durmuşlardı. Karanlık karanlığa kavuşmuşsa hayali de aydınlığa kavuşmalıydı.
Gözlerini açtı, uçsuz bucaksız bir alan vardı önünde, karşıda yüzü görünen bir varlık.Bir de tutulma. Güneş tutulması gibiydi, sanki yaşadığı onca şey arada sırada olan bir aldatmacanın kendisiydi. Karanlığın güçlü olduğu, kimsenin aşka inanmadığı bir zamanda o karanlıkla yüzleşmeyi seçmişti. Bedeni ölmüş, ölüsünü ölümün elinden alıp, umudun diyarına gelmişti. Adımlarını sevgilisine doğru atmaya başladı, karanlık ve cellatlar birden ikisinin arasına ışınlandı.
Ellerinde bıçaklar vardı, o sevgilisine ulaşmaya çalıştıkça yine bıçaklar saplandı. Vücudunun her bir yerine ancak ölüsüydü ölümün karşısında duran, onun varlığı ölümün gücünün ötesindeydi. Sevgilisini tuttu kolundan, çekti karanlık araya girdi, hala acı çekiyordu. Acılarla beklemeliydi, aşıklar acı çekmeyi severdi. Yakınmayı sevmeselerdi, aşıklar ağlarlardı, gözyaşlarını kimseye göstermeseler de. Canı yanarken, ölüp ölüp dirilirken yavaş yavaş güneşin önündeki karanlık sökülüyordu ardında parlayan bir gün ışığına benzeyen bir yüz ortaya çıkıyordu. Bıçakların soğukluğunu hissetmiyordu, sevgilinin gerçekliği karşısındaydı ayağa kalktı ve dudaklarıyla onun dudaklarına sarıldı. Seesagamonia'nın sonu gelmişti, ışık doğmuştu karanlık yenilmişti. Hayali aşkına kavuşmuştu, uyandığında gördükleri gerçekleşecekti. Cellatlar ağlayacak, umut kuşları yuvalarını bulacak ve aşıklar kavuşacaktı.
Hayali birden gözlerini açtı,
Aşıklar kavuşmasa da aşka kavuşmuştu o, sevgiliye kavuşsa elbette ki güzel olurdu. Ancak o gerçek aşkı bulmuştu. Bir şeyler söylemek istedi, bir hikayenin sonunu bildirdi.
"Gerçekler tükendiğinde, tek bir hayal kalır
O hayalin adı ne olursa olsun o Leyla'dır
Aşkın şanı, Allah katına ulaşmıştır,
Aşk Allaha'dır, meşk Leyla'dır.
Hayali'nin Aşka kavuşmaktan önceki son görevi
Leyla'ya kavuşmaktır"
 
Leyla denilse de, Leyla yanıltmasın. Aşk ne bedene girer, ne tene değer, aşk bedenlerin ve tenlerin üstündedir. Onu kalıplara sokanların aşk dediği, mezarların içindedir.
 
Hayali güne büyük bir dirençle başladı, bu günün gecesinde belki kavuşmaya kavuşacaktı. Sevgilinin hayalini seyre daldı, umutsuzlukları geride bıraktı.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar