Resim: https://boyacibul.net/Sayfa/kayseri-boyaci/57
Kayseri hakkında genel bilgiler:
Yüzölçümü: 16.917 km²
Nüfus: 943.484 (1990)
İl Trafik No: 38
Kayseri tarih boyunca Anadolu’nun önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Ticaretin yanı sıra, görkemli Erciyes Dağı ve gelişen kış turizmi potansiyeli ve lezzetli yemekleriyle görülmeye değer bir orta Anadolu şehridir.[1]
Coğrafi şekilleri:
İç Anadolu'nun Kızılırmak bölümünde yer alan Kayseri ili, kuzeyde Yozgat ve Sivas, batıda Niğde ve Nevşehir, güneyde Adana güneydoğuda Kahramanmaraş ve doğuda Malatya illeri arasında yer alır.
Grinwich rasathanesine göre 33 derece 30 dakika doğu boylamı, 38 derece 45 dakika 30 saniye kuzey enleminde bulunan ilimizin yüzölçümü 16.917 km2 ve denizden yüksekliği 1 050 metredir.
DAĞLAR:
Kayseri'de dağ denilince, ilk akla gelen Erciyes'tir. Kayseri'de, Erciyes'ten sonra bu dağın doğusundan başlayarak Pınarbaşı yöresine kadar uzanan bir sıradağlar silsilesi vardır. Koramaz dağıyla başlayan bu şeridi, Çeksorot, Hınzır dağıyla devam etmiştir. Bunlardan başka, Süregen dağı, Aygörmez dağı, Köşkerli ve Kepekli dağlarıyla yeni bir dağlar zinciri yine ayrı yörede oluşmuştur. Bu dağ silsilesinden başka, Torosların, İl sınırları içerisinde yer alan uzantıları, Tahta dağları, Soğanlı, Kızılgöz, Binboğa ve Bakırdağlarını meydana getirmiştir. Bu dağ silsilesi de, Develi'nin doğusundan başlayarak Pınarbaşı'nın batısına kadar uzanır.
Kayseri'de küzey doğudan güney batıya doğru üç sıra halinde dağlar uzanır. Bu dağların en önemlisini Torosların iç Anadolu'ya sarkan kolunu oluşturur. Torosların Kayseri sınırı içerisindeki zirvelerini Binboğa, Hınzır, Tahtalı, Şirvan ve Soğanlı dağları meydana getirir. Erciyes dağı ile birlikte birinci sıra dağlar arasında yer alır. İkinci sıra dağları ise Kepekli, Köşkerli ve Aygörmez dağları oluşturur.
Kayserinin diğer dağları sıradağlar biçiminde kıvrımlara uğramış bir yapı gösteren yükseltilerdir. Bunlardan biri Erciyes Dağının 15 km. kadar kuzeydoğusundan başlar ve batı bölümü Korumaz Dağı, orta bölümü Çeksorat Dağı, doğu bölümü Hınzır Dağı dır. Bu dağların güneybatısında Süvengen Dağı, Aygörmez Dağı, ve bu dağlardan geniş düzlüklerle ayrılmış bulunan Köşkerli Dağı ve Kepekli Dağı yer alır. İlin güney kısmında Tahtalı Dağlar, Şirvan Dağı, Binboğa Dağı ve Bakır Dağı bulunur.
ALADAĞ: Yahyalı ilçesinin güneyinde yer alan bu dağ Torosların Anadolu’ya sarkan bölümünün Kayseri'deki en yüksek noktasını oluşturur. Yüksekliği 3.735 metredir.
DUMANLI DAĞ: Sariz'ın batısında yer alan bu dağın yüksekliği 3.024 metredir.
Kayseri’deki diğer dağlar yükseklikleri itibariyle söyle sıralanır.
Soğanlı Dağı 2.925. Hasan Dağı. 2.100,Bakır Dağı 2.721, Aygörmez Dağı 2.094, Küçük Erciyes 2.700, Köşkerli Dağı 2.000, Koç Dağı 2.700, Hodul Dağı 1.937, Hızır Dağı 2.641, Koramaz Dağı
1.907, Sandıkdere tepesi 2.601, Kepekli Dağı 2.225 , Yılanlı Dağı 1.640
AKARSULAR:
KIZILIRMAK:
Sivas'ın Zara ilçesindeki Karabel dağlarından çıkan Kızılırmak, Sarıoğlan İlçesi hudutlarından Kayseri toprağına girer. Şehrin kuzey kesiminden geçer. Bayramhacı'da Nevşehir hudutlarına girer. Kızılırmak, Kayseri'de Sarıoğlan, Erkilet-Himmetdede, İncesu, Yemliha arazilerini sular. Özellikle inşaat kumu sağlaması bakımından da ayrı bir önemi vardır. Kayseri sınırları" içerisinde üç önemli köprüyle geçilir. Üzerinde üç ayarı yere büyük hidroelektrik santralı yapımı için etüt çalışmalarına devam edilmektedir.
ZAMANTI IRMAĞI :
Pınarbaşı ilçesine bağlı Viranşehir köyünden çıkan Zamantı Irmağı Pınarbaşı, Tomarza, Develi ve Yahyalı ilçe arazilerini sulayarak Seyhan nehrine karışır. Bu ırmağın Yahyalı ile Develi'nin arasından açılacak bir tünelle, Develi sulama projesinin bir parçası olarak Ağcaşar barajında toplanması çalışmaları son safhaya geldi. 200 metrelik bir şelale meydana getirecek olan bu proje İle, ayrıca hidroelektrik santralı yapımı da planlanmaktadır. Böylece elektrik üretimi yapılması mümkün olacaktır.
SARlMSAKLI ÇAYI :
Bünyan'ın güneyindeki Tandağından çıkan Sarımsaklı çayı, sarımsaklı ovasının sulanmasında kullanılmak üzere kullanılmaktadır Kendi adıyla kurulan barajla, Kayseri'nin önemli bir bölümünde bu ırmak sayesinde sulu ekim yapılabilmektedir.
SARlZ ÇAYI :
Sarız'ın tahtalı dağından çıkan ırmak, ilçe merkezi içerisiden geçerek sulu tarıma imkan verir ve ortak alanıda Göksu ırmağına karışır.
Kayseri'de bundan başka ufak çaylar varsa da, bunlar daha küçük alanlarda sulama hizmetleri için kullanılır ve büyük ırmaklara karışarak kaybolur. Bunların bazıları ilkbahar aylarında eriyen akarsulardan oluşur, yaz aylarında ise suları çekilir, bazılarında ise tamamen kaybolur.
İKLİM:
A) SICAKLIK :
Kayseri'de karasal iklim hâkimdir. İklim, kışlar kar yağışlı, yazlar
sıcak ve kurak geçer. İklim, yaz aylarında olsun, kışın olsun, yüksek yerlerde
daha sert, düzlük yerlerde daha yumuşaktır. Erciyes Dağı, Kayseri'nin iklimini
çevre illerden ayrı bir özelliğe götürür. Daha çok, kışın şehir, diğer illerden
daha soğuk olur. Kış aylarında sıcaklık ortalaması Aralık, Ocak ve Şubat'ta 0
derecede seyrederken, yaz aylarında bu hayli yüksektir. Ve şehrin sıcaklığı yıl
ortalaması 10.8 santigrat olarak gerçekleşir.
B ) YAĞIŞ :
Kayseri'nin merkez ilçede yıllık yağış ortalaması, 366 mm.'dir. Kayseri
en çok Mart, Nisan ve Mayıs aylarında yağış almaktadır. Yağışın en az olduğu
aylar ise, Haziran, Temmuz ve Ağustos'tur. Özellikle Nisan ayının ortalarında
başlayıp Mayıs ortalarına kadar devam eden ''Kırk ikindi'' yağmurları bol
bereket getirir. Kayseri'de yılda ortalama 20 gün kar yağar. Şehrin karla kaplı
günü yılda 38 günü bulur. Aralık başında yağan kar, Martta genellikle kalkmış
olur.
C) RÜZGARLAR :
Kayseri'de daha çok karayel etkilidir. Halk arasında buna, şehir merkezinde
''Gömeçyeli'' de denir. Bundan başka, günbatısı ve kıble rüzgarları da
etkilidir. Şehirde özellikle bahar aylarında esen keşişlemenin hızı zaman zaman
125 kilometreyi aşan bu rüzgar, çatıları uçurup, ağaçları devirebilmektedir.
D) SAYILI GÜNLER :
Kayseri'de sıcaklık ve soğuk hava Temmuz ve Ocak aylarında doruk noktaya
çıkar. Sıcaklığın 30 derecenin üzerine çıktığı tropik günler 53, sıfırın altına
düştüğü donlu günler sayısı ise, 124 gündür. Yıl boyunca hava 105 gün açık, 185
gün bulutlu, 75 gün ise kapalıdır. Sisli gün sayısı 18 günü bulmaktadır.
Kayseri coğrafi yapı itibariyle volkanik bir tabaka üzerindedir. Erciyes'in eski bir yanardağ oluşu ve çevreye milyonlarca ton magma tabakası bırakması sonucu bu toprak yapısı oluşmuştur. Ancak, şehrin genel jeolojik özelliği Anadolu'nun sahip olduğu yapıdan pek farklı değildir. Tek önemli farkı şehrin deprem kuşağı üzerinde oluşudur. Bunun da Erciyes'in jeolojik oluşumundan kaynaklandığı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Yalnız bunun da korkulacak bir yanının olmadığı özellikle belirtilmektedir.
OVALAR, VADİLER VE BOĞAZLAR:
Kayseri ilinin üzerinde bulunduğu bölgedeki ovalar Erciyes Dağı'nın kuzey ve güneyinde yer almaktadır. Jeolojik dönemin yer hareketlerinde meydana gelmiştir. Bunlar sırasıyla şunlardır.
Kayseri Ovası:
Erciyes’in kuzey-batı bölümündeki Ambar Ovası ve Karasazlık düzlükleriyle
birlikte 750 km2'1ik alana yayılır. 40 km. boyu ve eni zaman zaman 10, zaman
zaman 20 km.yi bulan görünümüyle bir şerit halinde devam eder. Sarımsaklıdan
başlayıp Ambar'da sona erer.
Develi Ovası:
Erciyesin güneyinde ise denizden yüksekliği 11 00-1150 metreyi, yüzölçümü 800
km2’yi geçen Develi Ovası eni boyuyla 35 - 40 km.'yi bulan toplu bir düzlüktür.
Kapalı havza düzlüklerinden olan bu ovanın büyük bir kısmında Sultan Sazlığı
adı ile tanınan büyük bir sazlık ve Yay Gölü bulunur. İlin bu ovalara göre daha
küçük ovaları arasında Tuz gölü civarında Palas Ovası yaklaşık 100 km kare,
Sarıoğlan Ovası ise 50 km.kare , Akdölen, Zamantı ve Mandal Ovaları
sayılabilir.
Derin Vadiler ve Boğazlar :
Kayseri'de böyle alan Kızılırmak kenarında oluşur. 40 km. uzunluğundaki bu vadi
yerine göre 300 metre kadar derinlere iner. Obruk köyü önlerinde genişleyen bu
vadi, Kuşçu ve Mollahacı köyünde oldukça daralır zaman zaman bir yolluk
kamyonlar görülür, geçit bile bulunmaz.
GÖLLER VE BARAJLAR:
Kayseri'de göller iki ayrı bölümde ele alınabilir. Birisi sazlık ve bataklık durumundakiler. Sultan Sazlığı ve Engir gölü gibi. Diğeri de Tabii ve baraj gölleri, Tuzgölü, Yedigöller, Sarımsaklı ve Akköy Baraj gölleri gibi.
TUZ GÖLÜ :
Sarıoğlan İlçesinin güneybatısında yer alan göl l9 Km. karedir. Tuz üretimi
için elverişli bir göldür. Burada, en derin nokta 15 metreyi bulur. Yaz
aylarında suyun buharlaşmasıyla göl yatağı küçülür ve kuruyan kenarlardan tuz
elde edilir. Gölün denizden yüksekliği 1.106 metredir.
YAY GÖLÜ :
Develi'de bulunan göl, 20 km. karelik bir alanı kaplar. Bu gölün suyu da
tuzludur ve yaz aylarında çekilen gölden tuz elde edilir.
SARIGÖL :
Erciyes Dağının eteklerinde ve Şeyhşaban köyü yakınlarındadır. Denizden 2.335 metre yükseklikteki gölün kapladığı alan 0.13 km.karedir. Tatlı suyu vardır.
ENGİR GÖLÜ :
Kayseri'nin 13 kilomctre kuzeydoğusunda yer alan göl 0.4 km. karelik bir alanı kaplar. Engil Gölünün yüzölçümü ise 40 hektardır. Büyük bir bölüm sazlıkla kaplıdır. Gesi tarafından çıkan çaylar buraya dökülür.
SULTAN SAZLIĞI :
Develi ovasının güney kesiminde yer alır. Oldukça büyük bir alanı kaplayan Sazlık, özellikle burasının kuş parkı olmasına elverişlidir. Bugün, Türkiye'deki birçok değişik kuş, yalnızca bu sazlıkta üreyip yaşamaktadır. Bunun İçin de Orman Bakanlığı'nca koruma altına alınmıştır. Sazlıkta berdi üretilip çeşitli alanlarda, özellikle yastık ve hasır üretiminde kullanılmaktadır. Sazlığın içerisinde Eğrigöl ile Sarf gölü adında iki de tabii göl bulunmaktadır.Sultan sazlığının detaylı bilgisi için Sultan Sazlığını tıkılayın.
AKKÖY BARAJ GÖLÜ :
Yeşilhisar'da bulunan bu baraj gölünün su alan 0.92 km. karedir. Bu gölden
çevredeki halk faydalanmaktadır. Suyu tatlıdır.
AMBAR SAZLIĞI :
Ambar köyünün batı kesiminde yer alan sazlık, özellikle yaz aylarında, Erciyes
dağından eriyen kar sularının düzlükte toprak yüzeyine çıkmasıyla oluşur.
Karasazlık diye de tabir edilen bu alan, son yıllarda açılan drenaj
kanallarıyla kurutularak tarıma elverişli hale getirilmektedir. Çok geniş alanı
kaplayan sazlığın suları Boğazköprü'de Sarımsaklı çayına karışarak Kızılırmağa
aktarılmıştır.
BARAJLAR:
İlimizde bulunan barajlar ise, Sarımsaklı, Ağcaşar, Kovalı ve Akköy barajlarıdır. İl merkezinin 30 km. kuzeydoğusundaki Sarımsaklı suyu üzerinde inşa edilen Sarımsaklı Barajı'nın toprak dolgu yüksekliği 38 metre, tepe uzunluğu 578 metre, tepe yüksekliği (denizden yüksekliği) 1208 metre gölün dolgu hacmi 1.5 milyon metreküp ve dolusavak kapasitesi 500 m3/sn.dir.
YAMULA BARAJI (Yemliha barajı) :
Kayseri Şehir Merkezinin 30 km kuzeybatısında Kızılırmak nehri üzerine kurulmuş
enerji ve sulama amaçlı Türkiye’ nin önemli projelerinden birisidir. ve 100 MW
gücündedir.Yıllık üretim kapasitesi 423 milyon kWh dir.Yap-işlet-devret
modelinde inşa edilmiş ve işletme süresi 20 yıldır.
Yamula Barajı, günden güne Kayserililerin mesire ve piknik alanlarından biri olmaya başlamıştır. Kayserililerin deniz özlemi bir nebze olsun baraj sayesinde karşılanırken baraj turları yapan tekneler de oldukça rağbet görüyor.
BAHÇECİK BARAJI PINARBAŞI :
SARlMSAKLI BARAJ GÖLÜ
Kayseri-Sivas Karayolu üzerinde şehre 30 km. mesafededir. Baraj gölünün alanı 3 km. kareyi bulmaktadır. Burası özellikle yaz aylarında mesire yeri olarak kullanılmaktadır.
AĞCA-ŞAR BARAJI
Kayserilye 100 km. uzaklıkta Yahyalı ilçesinin 9 km. kuzeyinde yer alan Ağcaşar Barajı'nın çevresindeki ağaçlandırma çalışmaları yeni tamamlanmış olup, rekreasyon alanları henüz tesis edilmemiştir. Sulama amacıyla yapılan toprak dolgu barajın temelden yüksekliği 27 m. dolgu hacmi 2.4 milyon m3, su depoloma hacmi 66 milyon m3, normal göl hacmi 61 . 70 hm3, aktif göl hacmi 58.1 hm3'tür. Kayserilye 70 km. uzaklıkta Yeşilhisar'ın 4 km. batısında Develi civarına inen.
AKKÖY BARAJI
Derelerden birinin üzerinde kurulu olan Akköy Barajı 42 metre yükseklikte bir
beton taş barajının gerisinde derince ve boyu 1 km. olan bir gölete yer verecek
şekilde yapılmıştır. Baraj çevresi kısmen ağaçlandırılmış olup rekreasyon
alanı yoktur.
KOVALI BARAJI
Kayseriye 100 km. uzaklıkta olup, Yahyalı ilçesinin 21. km. batısında yer
alır.
Hisarcık Kasabası'nın güneyindeki Erciyes Kayakevi yakınında Tekir mevkiinde yer alan Tekir Göleti vardır. Çevrenin ağaçlandırılmasına henüz başlanmamıştır. Ayrıca incesu ilçesinin 3 km. batısında incesu Sel Kapanı, Erciyes Kasabasının 1 km. güneyinde Zincidere Göleti Panırbaşı ilçesi, Karakuyu Köyü yakınında Karakuyu Göleti, Gesi Kasabasının 2 km. güneyinde Efkere Göleti yer almaktadır. [2]
Kayseri adı nereden geliyor:
Selçuklular devrinde Kayseri, Konya'dan sonra ikinci başkent oldu. Selçuklu Sultani Alâeddin Keykubât zamanında Kayseri'nin durumu Bizans devrini gerilerde bıraktı. En parlak devrini yaşadı. Selçuklu Türkiye'sinin Konya'dan sonra en önemli şehri Kayseri'ydi. Dünyanın en güzel beldelerinden biri hâline geldi. Şehir birbirinden güzel eserlerle süslendi. Bugün Kayseri'deki eski eserlerin çoğu ve en değerlileri Selçuklu devrinden kalmış olanlardır. Selçuklulardan sonra İlhanlılar bu bölgeye hâkim oldular. 1277'de Mısır-Suriye Türk Memlûk Sultani Baybars Kayseri'ye geldi, fakat İlhanlılardan Kayseri'yi geri alamadı.
On dördüncü asırda Emir Eretna İlhanlıların Anadolu genel vâlisi olarak Kayseri'ye geldi. İlhanlı İmparatorluğu yıkılınca Eratnaoğulları Beyliği kuruldu ve bu beyliğin Sivas'tan sonra ikinci başkentiydi.
Eratnaoğulları'nın yerine geçen Kadı Burhaneddin'in hâkimiyeti uzun sürmedi. Şehir 1398'de Sultan Yıldırım Bâyezit tarafından fethedilip, Osmanlı Devletine katildi. Fakat dört sene sonra 1402'de Timur ile yapılan Ankara Savasından sonra Kayseri'yi Karamanoğulları ele geçirdi. Bir müddet sonra Kayseri'yi Maraş'ta bulunan Dulkadiroğulları Türk Beyliğine bıraktı. Karamanoğulları, Kayseri'yi Dulkadiroğulları Türk Beyliğinden geri alınca, Sultan İkinci Murad Hân 1436'da Kayseri'yi yeniden alarak Dulkadiroğulları Beyliğine verdi. (İkinci Murâd'ın annesi Dulkadiroğulları Beyi'nin kızı idi.) Bir müddet sonra Karamanoğulları Beyliği Kayseri'yi yeniden ele geçirdi. Memlûklar bir ara Kayseri'yi kuşattılar fakat alamadılar. 1508'de Sah İsmail Kayseri'ye geldi fakat kısa bir müddet sonra geri çekildi.
Karamanoğulları Beyliği Osmanlı Devletine katıldığı için Kayseri, Dulkadiroğulları Beyliğinin idâresindeydi.
Yavuz Sultan Selim Han 1515'te Kayseri'yi Osmanlı Devletine katınca Karaman (Konya) eyâletinin (beylerbeyliğinin) yedi sancağından (vilâyetinden) birinin merkezi oldu. 1825'te Kayseri'nin şehir nüfûsu 100.000 idi. Tanzimat'tan sonra Ankara eyaletinin (vilayetinin) beş sancağından biri oldu, üç kazası vardı. Cumhuriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) "vilayet-il" denilince Kayseri vilâyet oldu. "Kaysarîye" ismi Kayseri'ye çevrildi. [3]
Kayseri ilçeleri:
Kayseri’nin on altı ilçesi vardır. Bunlardan ikisi il merkezini meydana getirir.
Kocasinan:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 282.883 olup, 241.455’i ilçe merkezinde, 41.428’i köylerde yaşamaktadır. il merkezini meydana getiren ilçelerden biridir.
Melikgazi:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 207.260 olup 179.907’si ilçe merkezinde, 27.353’ü köylerde yaşamaktadır. İl merkezini meydana getiren diğer ilçedir.
Akkışla:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 10.709 olup, 3109’u ilçe merkezinde, 7600’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 8 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Uzunyayla’nın bir bölümü ilçe sınırları içinde kalır. Doğusunda Hınzır Dağı yer alır. Ekonomisi hayvancılığa dayanır. En çok koyun ve sığır beslenir. Arıcılık gelişmiştir. Tarıma elverişli arâzi az olduğundan üretim iç tüketime yöneliktir. El tezgâhlarında halı dokumacılığı yaygındır. İlçe merkezi Hınzır Dağından kaynaklanan bir derenin vadisinde kurulmuştur. İl merkezine 80 km mesafededir. Bünyan ilçesine bağlı bucak merkeziyken 19 Mayıs 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe oldu.
Bünyan:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 43.460 olup, 13.653’ü ilçe merkezinde, 29.807’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 25, Elbaşı bucağına bağlı 9 köyü vardır. İlçe toprakları Orta Torosların bir kolu ve bunun her iki yanında yer alan düzlüklerden meydana gelir. Kuzey, güney ve batıdaki çöküntü alanları genelde bir plato görünümündedir. Ovalar çok azdır. Sarmısaklı Suyu üzerinde bir hidroelektrik santrali vardır.
Develi:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 72.825 olup, 32.961’i ilçe merkezinde, 39.864’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 28, Taşçı bucağına bağlı 20 köyü vardır. Yüzölçümü 19x3 km2 olup nüfus yoğunluğu 38’dir. İlçe toprakları etrafı dağlarla çevrili düz bir alandan meydana gelmiştir. Kuzey ve kuzeybatısında Erciyes Dağı, doğusunda Bakır Dağ, orta kısmında ise Develi Dağları yer alır. Başlıca akarsuyu Zamantı Irmağıdır. Dağların arasında Develi Ovası vardır.
Felahiye:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 12.559 olup, 6603’ü ilçe merkezinde, 5956’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 12 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikteki engebeli araziden meydana gelir. Kuzey ve kuzeydoğusunda Akdağ yer alır. Kızılırmak, ilçenin güney sınırından akar.
Hacılar:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 17.666 olup, 16.533’ü ilçe merkezinde, 1133’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 3 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Güney ve güneydoğusunda Erciyes Dağı vardır.
İncesu:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 21.923 olup, 7587’si ilçe merkezinde, 14.066’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 920 km2 olup, nüfus yoğunluğu 24’tür. İlçe toprakları genelde bir platoluk alandan meydana gelmiştir. Güneybatı ve batısında Hodul Dağı güneydoğu ve doğusunda Erciyes Dağı yer alır. Başlıca akarsuları Karasu ve İncesudur. Kuzeyinden Kızılırmak geçer.
Özvatan:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 23.739 olup, 7699’u ilçe merkezinde, 16.040’ı köylerde yaşamaktadır. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Kuzeyinde Akdoğan yer alır. Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Ekime müsait alan azdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa ve vişnedir. Halı ve kilim dokumacılığı yaygındır. İlçe merkezi Akdağlar eteklerinde kurulmuştur. Felahiye’ye bağlı bucakken 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. Eski ismi Çukur’dur.
Pınarbaşı:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 47.822 olup, 11.364’ü ilçe merkezinde, 36.458’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 47, Kaynar bucağına bağlı 17, Örenşehir bucağına bağlı 16, Pazarören bucağına bağlı 33 köyü vardır. Yüzölçümü 3328 km2 olup, nüfus yoğunluğu 14’tür. Kuzey bölümü Uzunyayla’da kalan ilçe topraklarının batısında Hınzır Dağı, güney ve güneydoğusunda ise Tahtalı Dağı yer alır. Başlıca akarsuyu Zamantı Irmağıdır.
Sarıoğlan:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 23.215 olup, 4869’u ilçe merkezinde, 18.346’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 21 köyü vardır. Yüzölçümü 660 km2 olup nüfus yoğunluğu 35’tir. İlçe toprakları Kızılırmak Vadisinde yer alır. Kuzeyini Akdağ engebelendirir. Başlıca düzlüğü Palas Ovasıdır. Ovanın batısında Tuzla Gölü yer alır. Başlıca akarsuyu Kızılırmak’tır.
Sarız:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 19.255 olup, 3935’i ilçe merkezinde, 15.320’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 38 köyü vardır. Yüzölçümü 1239 km2, nüfus yoğunluğu 16’dır. İlçe toprakları dağlıktır. Doğu ve kuzeyinde Tahtalı Dağları, güneydoğusunda Binboğa Dağları yer alır. Başlıca akarsuları Humaz Çayı ve Sarız Çayıdır.
Talas:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 49.025 olup, 30.485’i ilçe merkezinde, 18.540’ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14 köyü vardır. İlçe toprakları dağlıktır. Kuzeyinde Kayseri Ovası yer alır.
Tomarza:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 42.669 olup, 11.337’si ilçe merkezinde, 31.332’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 32, Toklar bucağına bağlı 22 köyü vardır. Yüzölçümü 1500 km2 olup nüfus yoğunluğu 294’tür. İlçe toprakları dağlık ve engebeli alanlardan meydana gelir. Kuzeyinde Aygörmez Dağı, doğu ve güneydoğusunda Tahtalı Dağları, güneybatısında Sövegen Dağı yer alır. Zamantı Çayı başlıca akarsuyu olup Tomarza Ovasını sular.
Yahyalı:
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 44.047 olup, 20.401’i ilçe merkezinde, 23.646’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 27 köyü vardır. Yüzölçümü 1604 km2 olup, nüfus yoğunluğu 27’dir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Güneydoğusunda Tahtalı Dağları, güneybatı ve batısında Aladağlar, Kuzeybatısında DeveliOvasının bir bölümü yer alır. Başlıca akarsuyu Zamantı Çayıdır. Yüksek kesimlerde köknar, kızıl çam, sedir, karaçam ve ardıç ormanları vardır.
Yeşilhisar:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 24.427 olup, 11.904’ü ilçe merkezinde,
12.523’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 19 köyü vardır. Yüzölçümü
987 km2 olup, nüfus yoğunluğu 25’tir. İlçe topraklarının batısında Hodul Dağı,
doğusunda ise Karahisar Ovası yer alır. [4]
KAYSERİNİN TARİHÇESİ:
İLK DEVİRLER
Kayseri çevresindeki en eski yerleşim alanı , şehrin 20 km kuzey doğusunda bulunan Kaniş Höyüğüdür. M.Ö. 2800 tarihinden Hellenistik Çağa kadar önemini koruyan merkezde, eski Tunç Devri, Asur Ticaret Kolonileri ve Hitit Çağları’ na ait bir çok belge bulunmuştur.
Hititler’ den sonra bölge Frig hakimiyetine geçmiş, daha ziyade Kızılırmak havzasında egemen olan frigler zamanında mazaka ön plana çıkmıştır. M.Ö 676 tarihinde Anadolu’ ya gelen Kimmerler ‘ in Kaniş ve Mazaka’ yı tahrip ederek, Frig hakimiyetine son verdikleri tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Kaniş’ in önemini kaybetmesinden sonra, bölgenin kutsal dağı kabul edilen Argaios ‘ un ( Erciyes ) kuzey eteğindeki Mazaka ön plana çıkmıştır. Kimmerler’ in Asur ve Lidyalılar tarafından Anadolu’ dan atılmaları ile Mazaka , Lidya ve Med hakimiyetine girmiş ve devrin önemli ticaret merkezi olmuştur.
M.Ö 590 yılında Pers Kralı Kyros’ un Lidya Kralı Krisos ‘ u yenmesi ile bütün Anadolu ile birlikte Mazaka da Pers hakimiyetine girmiştir. İran ‘ dan bölgeye göç eden halk, kendi ülkelerine benzettikleri Argaios ( Erciyes ) ve çevresine yerleşmişlerdir.
KAPPADOKİA KRALLIĞI:
M.Ö 332 yıllarında Ariarathes I , ilk Kappadokia Kralı olarak bağımsızlığını
ilan etmiştir. M.S 17 tarihine kadar 349 sene hüküm süren bu krallığın başkenti
Mazaka iken, Ariarathes V zamanında şehrin adı Eusebia olarak değiştirilmiştir.
M.Ö 8 yılı içinde tekrar bir değişiklik yapılarak , Roma İmparatoru Ceasar ‘ ın
adına izafeten CEASAREA ismi verilmiştir. O günden beri, 2000 senedir Kayseri
ismi ile anılmaktadır.
ROMA DÖNEMİ:
M.S 193-211 tarihleri arasında şehir stadyumu yapılmış ve önemli Roma
şehirlerinde olduğu gibi bir çok yarışmaların merkezi olmuştur. Şehir surları
ise , Roma İmparatoru Gordianus III zamanında ( M.S 241 ) yıllarında
yaptırılmıştır. Dördüncü yüzyılın başlarında halk tamamen Hıristiyanlaşmış ve
Kayseri bu dinin ilmi merkezi haline gelmiştir.Roma İmparatorluğunun Doğu ve
Batı olarak ikiye bölünmesi ile , Kayseri doğuda kaldığı için Bizans Şehri
olmuştur. Bizans zamanında Arap ve İran ordularının yaptığı İstanbul seferleri
sırasında Kayseri defalarca işgal edilmiştir.
KAYSERİ ‘ NİN TÜRKLEŞMESİ:
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan ‘ ın 1071 tarihinde Malazgirt’ te Bizans
ordularını yenmesiyle Anadolu kapıları Türklere açıldı. Bu tarihten 15 sene sonra,
1085 yıllarında Kayseri’ yi artık bir Türk ve Müslüman şehri olarak
görmekteyiz. Müslüman Türklerin hakimiyetinde Kayseri’ nin eski halkı olan Rum
ve Ermeniler’ in birer mahallede toplandıkları, Çarşı, Pazar ve ticarette yavaş
yavaş hakimiyetlerini kaybettikleri görülmüştür.
Şehir, süratle yapılan Camii, Han, Medrese, Hamam ve Çeşmelerle kısa bir sürede tam bir İslam Şehri kimliği kazanmıştır. Bir müddet Danişmentliler’ e merkez olan Kayseri özellikle Selçuklu Sultanı Uluğ Keykubad ( 1. Alâeddin Keykubad ) zamanında Türkiye Selçuklu Devletinin Konya ve Sivas ‘ la beraber üç başşehrinden birisi olmuştur. Danişmendi ve Selçuklu yönetimleri zamanında yapılan görkemli yapıların en önemlileri olarak; Camii Kebir, Güllük Camii ve Hamamı , Hunat Külliyesi , Şifaiye – Gıyasiye Medresesi , Hacı Kılıç Külliyesi, Lala Muhlisiddin Camisi, Sahabiye Medresesi, Kale Surları ve Yoğunburç sayılabilir.
MOĞOL HAKİMİYETİ:
Selçuklu ordusunun 1243 tarihinde yapılan Kösedağ Meydan Savaşı ile Moğol
ordusuna yenilmesi , Türk tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve artık Anadolu’
da Moğol hakimiyeti başlamıştır. Gönderdikleri Valilerle Anadolu ‘ yu
denetleyen Moğollar , 150 sene müddetle Kayseri ve Anadolu’ nun bütün maddi ve
manevi kaynaklarını yağmalamışlardır. Moğol sömürüsü altında ezilen Selçuklu Devleti
, bütün gücünü kaybetmiş ve II. Mesud ‘ dan sonra dağılarak, yerini beyliklere
bırakmıştır. ( 1308 )
OSMANLI DÖNEMİ:
Fatih Sultan Mehmet zamanında, Gedik Ahmet Paşa tarafından Karamanoğulları
Beyliği’ ne son verilerek, Karaman, Konya ve Kayseri Bölgeleri Osmanlı
toprağına katıldı. ( 1474 ) Kayseri 1476 ‘ dan itibaren Karaman eyaletine bağlı
bir sancak merkezi oldu. 1839 tarihinde Bozok Eyaletinde, 1867 tarihinde de
bağımsız sancak merkezi olarak Osmanlı idari taksimatında yerini aldı.
YAKIN DÖNEM:
Cumhuriyet Döneminde 1924 tarihinde yapılan yeni anayasa ile vilayet yapıldı.
Bilinen en eski dönemlerinden beri ticaret merkezi olan Kayseri’ de devletin
öncülüğünde sanayileşme başlatıldı. Sırayla Sümerbank Dokuma Fabrikası, Tayyare
Fabrikası, Anatamir Bakım Fabrikası, Askeri Dikim Evi kuruldu. 1950 ‘ den sonra
Kayserili ticaretten sağladığı tasarruflarını sanayiye dönüştürmeye başladı.
Bugün Kayseri , ortalama büyüklükte bir ticaret ve sanayii şehridir. Güçlenen
Üniversitesi ile giderek bir kültür merkezi haline gelerek, eski ününü yakalama
yolundadır.
KAYSERİ'NİN MİLATTAN SONRAKİ TARİHİNDEKİ SEYRİ
251'de Sasani Hükümdarı Şahpur şehri istila etti. Bu istilalar döneminde, Got'mlar ve Sasani'ler sık sık buralarda yağma hareketlerinde bulundular. Aynı yıllarda, şehirde büyük bir deprem oldu. Bu da yetmiyormuş gibi, aynı çağlarda Hristiyanlar'la Putperestler'in burada din çatışmaları başladı.
Kayseri, 608 yılında Sasani Hükümdarı 2. Hüsrev'in hakimiyetine geçti. Bizans-İran'lı hakimiyet mücadelesi bu dönemde şiddetlenerek devam ettiyse de şehir 647 yılında Emeviler'in eline geçti.
Burada Arap hakimiyeti uzun sürmedi. 690 yılında Emeviler'in eline geçti. Bizanslılara geçti. 963 yılında Bizans imparatoru Fakas, Kayseri'yi imparatorluk Başkenti ilan etti ve kendisi de İmparator oldu.
Kayseri, bu İmparatorluktan önceki Arap işgalleri döneminde, 726'da Mesleme Bin Abdulmelik'in, 729'da Said Bin Hişam'ın, 838'de Abbasi Halifesi Mugtasım'ın denetimine girdi.
Bilinen odur ki, Mazaka ya da Ozopya adını aldığı dönemlerde şehrin bugünkü yerleşim alanını birkaç kilometre ötesinde Güney; batı bölgesindeki Eskişehir adıyla tabir edilen yerde kuruluydu. Şehrin buradaki nüfusunun 400 bine kadar çıktığı da rivayet edilmektedir. (1990 yılında da aynı rakama ulaştı.)
CUMHURİYET ÖNCESİ KAYSERİ
Anadolu’nun, doğu ve batı(Yunan-Roma) medeniyetleri arasında bir köprü vazifesi görmesi bu bölgede, Anadolu Medeniyetleri denilen muazzam bir medeniyetin doğmasına neden olmuş. Bu nedenle tarih boyunca Kayseri, bu medeniyetlerin bir bölümünün gözüktüğü ve Kızılırmak Havzası ile Tuzgölü arasında kalan Kapadokya’nın, önemli bir yerleşim yeri olma özelliğini korumuş. Bu bölgede bulunan yüzlerce “Höyük” ve “Tümülüs”ler , “Anadolu Medeniyetleri”nin önemli bulgularını, günümüze kadar taşımış.
Hititlerden Osmanlılara kadar bu bölgede yerleşen bütün kavimler, kısa bir zaman içerisinde mutlaka bir siyâsi birlik kurmuş ve bir güç olarak, tarih sahnesine çıkmış.
Kayseri çevresinde bilinen en eski yerleşim yeri, bugün ki şehre yaklaşık 20 kilometre mesafede bulunan “Kültepe Höyüğü”dür. Bu höyükte bulunan Kaniş, o günkü Kayseri’nin başşehri olup M.Ö 2800 senesinden Helenistik Devirlere kadar önemini korumuş.
Kaniş’in önemini kaybetmesi üzerine o dönemlerin kutsal dağı olan Argaios’un (Erciyes) kuzey eteğinde bulunan Mazaka’nın ön plana çıktığını ve şehrin merkezi olduğunu görmekteyiz. İsminin nereden geldiği tartışılan ve M.Ö XII-IX. yüzyıllar arasında iskan görmeye başladığı tahmin edilen Mazaka, bir süre sonra Tabal Devleti’nin başşehri olmuş. Bu devletin yıkılması üzerine Frigler’in eline geçmiş ve daha sonra da Kimmerler’in sınırları içerisinde kalmış (M.Ö 676).
Kimmerler, Asur ve Lidyalılar tarafından Anadolu’dan atılınca (M.Ö 650) Mazaka, Asur egemenliğine girmiş ve daha sonra Lidya ve Medler arasında sınır olmuş. Persler’in, Lidayalılar’ı yenmesi üzerine bütün Anadolu gibi Mazaka da bu devletin hakimiyetine girmiş. Pers hakimiyeti ile birlikte İran’dan bu bölgeye çok insan gelmiş, kendi ülkelerine benzettikleri bu bölgelerde, “Ateşgede Kültürü” nü yerleştirmiş. Ve bu “Kültür” yüzyıllarca bu bölgede egemen olmuş. Hatta bağımsız Kabadokya Kralları bile bu “kültün” yani “dini çerçevenin” dışına çıkamamış.
Kabadokya krallarından IV. Ariarathes Eusebias, babası III. Ariarathes tarafından kurulan “Ariarathia” şehrinde bir müddet kalmış ve sonra sarayını Mazaka’ya taşımıştır. Bunun oğlu V. Ariarathes ise babasının adına izafeten şehre, “Eusebia” adını vermiş (M.Ö. 163-130).
Mazaka’nın yanında yeni bir Helen şehri olarak doğan Eusebia, Kabadokya Kralı Archelaos (M.Ö. 36, M.S. 17) zamanında Roma İmparatoru “Caisar Avgustus” adına izafeten “Kaisaria” adı verilmiştir. M.Ö 12-8 tarihlerinde basılan bütün sikkelerde (paralarda) Kaisaria ismine rastlamaktayız.
CUMHURİYET DÖNEMİ KAYSERİ
Kayseri, Cumhuriyetle birlikte 1924 Anayasası gereği vilayet oldu.
1924 Anayasası ile il statüsüne kavuşan Kayseri’nin 1928’de Merkez, İncesu, Bünyan, Develi ve Aziziye(Pınarbaşı) olmak üzere, 5 kazası (İlçe), 21 nahiyesi (bucak) ve 314 köyü vardı. Bugün ise Kayseri’nin; 16 ilçesi (Akkışla, Bünyan, Develi, Felahiye, Hacılar, İncesu, Kocasinan, Melikgazi, Özvatan, Pınarbaşı, Sarıoğlan, Sarız, Talas, Tomarza, Yahyalı ve Yeşilhisar), 68 belediyesi ve 406 köyü bulunmaktadır.
1935 nüfus sayımında Ürgüp’ün Kayseri’ye bağlı olduğunu görmekteyiz. Ürgüp daha sonra, il olan Nevşehir’e bağlandı.
Cumhuriyetle birlikte Kayseri de sanayi, ticari, eğitim, kültür v.s konularda önemli gelişmeler olmuş ve bu gelişmeler günümüzde de artarak devam etmektedir.[5]
Tarihi ve turistik yerler:
Orta Anadolu’nun ticaret ve sanayi merkezi, kara ile demiryollarının kavşak noktası olan Kayseri tabiî güzellikleri yanında çok zengin tarihi eserlere sahiptir. Çok eski bir yerleşim merkezi olduğundan pek çok tarihi eser ve yeri vardır. Bunların en önemlileri Selçuklu ve Osmanlı devrine âit olanlardır. Selçuklu eserleri Konya’dan sonra en çok Kayseri’dedir. Selçuklu ve Osmanlı devri eserleri görülmeye değer güzellikte birer sanat şaheserleridir. Önemlilerinden bazıları:
Kayseri Kalesi:
Beşinci asırda Bizans İmparatoru Justinianus yaptırmıştır. Birçok harpte
zarar gören kale Birinci Alâeddîn Keykubâd zamanında tamir edilmiştir. Daha
sonra Karamanoğlu ve Osmanlılar devrinde tâmir edilerek kullanılmıştır. İç ve
dış kaleden meydana gelmiş ise de bugün dış kale çok harab vaziyettedir. İç
kale dörtgen plânlı 195 burçludur. Doğuda güneyde ve kuzeyde olmak üzere üç
kapısı vardır. Zamantı Kalesi: Pınarbaşı yakınındadır.
Şahmelik Kalesi:
Develi ilçesinin Şahmelik köyü yakınlarındadır. Romalılar döneminde yapılan
kale, Bizanslılar tarafından da kullanılmıştır. Günümüzde harab
vaziyettedir.
Yeşilhisar Kalesi:
Adıyla anılan ilçededir.
Develi Kalesi:
Develi ilçesinin batısında sarp kaya üzerine yapılmıştır. Harab
vaziyettedir.
Hunad Hâtun Külliyesi:
Anadolu Selçukluları devrinde yapılan ilk külliyelerdendir. 1238’de Birinci
Keykubad’ın eşi Mahperi Hunad Hâtun tarafından yaptırılmıştır. Külliye, câmi,
medrese, türbe ve hamamdan meydana gelmiştir. Câmi minaresizdir. Minâresi ve
büyük kubbe de İkinci Abdülhamîd Han zamanında yaptırılmıştır. Külliye, taş
işçiliği şaheseridir. Hamam 1968’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tâmir
ettirilmiştir.
Kölük Câmii ve Medresesi:
On üçüncü asır Selçuklu eseridir. 1205 senesinde Selçuklu kumandanlarından
Mazaffereddîn Mahmûd’un kızı Atsız Elti Hâtun yaptırmıştır. 1335’te depremden
zarar gören yapıyı Kölük Şemseddîn tâmir ettirdiği için onun ismi ile anılmaktadır.
Câminin mihrabı ve çinileri çok meşhurdur. Medrese iki katlıdır.
Hacı Kılıç Câmii ve Medresesi:
Selçuklu vezirlerinden Ebû Kâsım Ali Tûsî 1242-1249 arasında yaptırmıştır. Câmi
ve medresenin giriş kapıları nefis taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Câmi
dışardan kale gibi gözükür. Sarı ve siyah taştan yapılmıştır.
Ulu Câmi:
On ikinci asır Selçuklu eserlerindendir. 1135’te yapılan eser 1,5 m toprağa
gömülüdür. Melih Mehmed Gâzi tarafından yaptırılmıştır. Çeşitli zamanlarda
tâmir gören eser ilk orijinal yapı özelliğini kaybetmiştir. Yanında türbe ve
medrese vardır. En eski Türk eserlerinden ve Anadolu’daki ilk Türk camilerinden
olup, minaresi Türkiye’nin en uzun minarelerindendir. On sekizinci asrın
sonlarında Reîsülküttâb Râşit Efendi yanına bir kütüphane yaptırmıştır. Çok
değerli yazma eserleri vardır.
Kurşunlu Câmi:
1585’te yapılmıştır. Osmanlı devrine âittir. Asıl ismi Hacı Ahmed Paşa
Câmiidir. Mîmar Sinan’ın eserleri arasında yer almaktadır. Hacı Ahmed Paşa,
kaptân-ı deryâ idi. Kubbesi kurşundan olduğu için bu isim verilmiştir. Câmi
külliyesinde kervansaray aşhâne, paşa odaları, medrese odaları ve şadırvan
vardır.
Fâtih Sultan Mehmed Câmii:
1478’de Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Kale içinde olduğundan
Kale Câmii olarak da bilinir.
Lalapaşa Câmii:
Muslihiddîn Paşa tarafından 1308’de yaptırılmıştır. Lâle Câmii de denir.
Minberi eşi bulunmaz bir şâheserdir. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın hediye
ettiği muhâfazada sakal-ı şerîf bulunmaktadır.
Ulu Câmi:
Bünyan ilçesindedir. 1256’da Kaluyan bin Karabuda tarafından yaptırılmıştır.
Taç kapının kitâbe ve süslemeleri çok güzeldir. Kesme taş duvarları ile kale
görünümündedir.
Develi Ulu Câmi:
Develi ilçesindedir. 1281’de Göçer Araslan ve eşi Saad tarafından yaptırılmıştır.
Mihrabı çok süslüdür.
Avgunlu Medresesi:
On üçüncü asırda yapılmıştır. Medrese, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yeniden restore edilmiştir.
Sâhibiye Medresesi:
1267’de Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata yaptırmıştır. Kapısını çevreleyen
geometrik işlemeler Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir.
Köşk Medrese:
1341’de Alâeddîn Eratna tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştandır. Avlunun ortasında bir türbe vardır. Türbede Alâeddîn Eratna ve hanımı gömülüdür.
Hâtuniye Medresesi:
1432’de Dulkadiroğullarından Nâsıreddîn Mehmed bin Halil tarafından yaptırılmıştır. Kapısının yanında sivri kemerli iki güzel çeşme vardır.
Çifte Medrese(Şifaiye Gıyâsiye Medresesi):
Biri medrese biri hastâne olmak üzere, bitişik iki yapıdan meydana gelmiştir. Dünyada ilk tıp fakültesidir. 1205’te Selçuklu Sultanı Gıyâseddîn Keyhüsrev kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına vasiyeti üzerine vakıf olarak yaptırmıştır. Kapısı ince işlemeleri ile Selçuklu taş işçiliğinin ilginç örneklerindendir. Hastâne kısmının duvarına bitişik Gevher Nesibe Sultan Türbesi vardır.
Keykubadiye Sarayları:
Alâeddin Keykubâd’ın 1224’te yaptırdığı yazlık binâlardır. Küçük bir gölün kıyısında üç köşkten meydana gelmiştir.
Sultan Hanı:
Kayseri-Sivas yolunda, Palaş köyündedir. Kitâbesinden 1236’da yapıldığı anlaşılmaktadır. Avlusunda kare plânlı köşk mescid vardır. Konya Sultan Hanından daha büyüktür.
Tekgöz Köprüsü:
Kayseri-Ankara yolunda Kızılırmak üzerindedir. Kitâbesinden 1203’te Rükneddîn Süleymân tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Uzunluğu 120 m genişliği 27 metredir.
Çokgöz Köprüsü:
Kayseri-Yozgat yolunda, kızılırmak üzerindedir. On üçüncü asırda yapılmıştır. Değişik ebatlarda on beş gözden meydana gelmiştir. Yapılan tâmirler yüzünden orijinal yapısı kaybolmuştur.
Karatay Hanı:
Kayseri-Malatya yolundadır. Atabey Emir Celâleddîn tarafından 1240 senesinde yaptırılmıştır. Bezemeli kapısı çok güzeldir.
Çifte Kümbet:
1247’de Sultan Birinci Keykubad, eşi Melîke Âdile için yaptırmıştır. Sivas Caddesi üzerindedir. Kare kaide üstünde sekizgen gövdeli kümbetin pramit külahı yıkılmıştır.
Döner Kümbet:
Kayseri-Talas arasındadır. 1276 senesinde Birinci Alâeddîn Keykubâd’ın kızı Şah Cihan Hâtun için yapılmıştır. 12 köşeli olup, üstü koni biçiminde bir külah ile örtülüdür. Sarımsı kesme taştan yapılmıştır. Bitki motifleri ve geometrik motiflerle süslüdür. Kümbete iki yönlü dar bir merdivenle çıkılır.
Melik Gâzi Türbesi:
Pınarbaşı ilçesine bağlı Melik Gâzi köyündedir. On ikinci asırda yapılmıştır. İki katlı olup, alt katta lahid odası, üst katta ise sandukaların bulunduğu oda vardır. Türbenin dış yüzü tuğlalarla kaplıdır. Tuğlalar geometrik desenler biçiminde dizilerek güzel bir görünüm kazandırılmıştır.
Eski Eserler:
Kayseri’nin 20 km kuzeydoğusunda bulunan Kültepe, Hitit ve Asurlulara âit 4000 senelik bir yerleşim merkezidir. Eski adı “Kaniş” (Kaneş) idi. Kazılarda binlerce tablet bulunmuştur. Bu antik şehrin kalıntıları da vardır. Asurlu tüccarların bir kolonisiydi. Burada bronz ve bakır çağ devirlerine âit eserler de bulunmuştur. Karum: Kültepe yakınlarında eski bir Hitit ve Asur kenti kalıntısıdır. Erkilet: Hititlere âit bir kentin harâbeleridir. Soğanlı Harâbeleri: Roma devrine âit kiliseler vardır.
Bu harâbeler Erdemli, Doğanlı, Araplı ve Göreme’dekilerle aynı özelliği taşır. Başköy’deki büyük kiliseye yer altı kanalları ile bağlıdır. Hepsi fresklerle süslüdür. Kayabaşı Mağaraları: Bünyan ilçesi yakınında olup, ilk çağlara âit sanat izleri bulunur. Roma Mezarı: Sahabiye Medresesi yanında M.Ö. üçüncü asra ve Romalılara âit bir mezardır. Fraktın Yazılı Kabartmalar: Develi ilçesi Fraktın köyü yakınında kayalar üzerinde Hititlere âit yazı ve resimlerdir. İmamkullu Kabartmaları: Develi ilçesinin İmamkullu köyü yakınındadır. Büyük bir kaya (Şimşek Kaya) üzerine yazılmış hiyeroglif yazılar ve kabartma resimler Hititlere âittir. Yemliha Kartalı: Kayseri müzesinde bir Hitit eseridir. Yekpâre granit taştan yapılmıştır. 2 metre 20 cm yükseklikte ve 4 ton ağırlıktadır.
Tabiî güzellikler:
Kayseri’de tabiî güzelliği ile meşhur pekçok mesire yeri vardır. Başlıca mesire yerleri şunlardır:
Erciyes Dağı:
Zirvesi devamlı karla örtülü ve İç Anadolu’nun en yüksek dağı olan Erciyes Dağı ve eteklerinde manzarası ve tabiî güzelliği fevkalâde olan mesire yerleri vardır. Ayrıca dağ, kayak sporlarına müsâittir. Erciyes ve Tekir yaylası kış aylarında dağcılık ve kış sporları merkezi özelliğini taşırken, yaz aylarında ideal bir dinlenme yeridir. Çeşitli tesisler, yüzme havuzu, telesiyej yanında dağ evi vardır. Uludağ’dan sonra Türkiye’nin en büyük kış sporları merkezidir. Bağlar: Merkez ilçe ile Erkilet, Gesi, Talas ve Hisarcık arasındadır.
Boğaz Köprü:
İl merkezinin batısında 20 km mesâfede bulunan bu mesire yeri Karasu yanındadır. Gesi: Tabii bir dinlenme, yeridir. Bağları türkülere konu olmuştur. Talas: Şehre 7 km mesâfededir. Hisarcık: Park ve yüzme havuzu vardır. Dağ evi, su, yeşillik, güneş ve devamlı rüzgâr ile eşsiz bir mesire yeridir. Hisarcık, dağ evine gitmek isteyenlerin geçtiği bir mesire yeridir. Mimar Sinan Parkı ile İnönü Parkı: Şehrin içindedir. Geniş bir sahaya yayılmıştır.
Kapuzbaşı Şelâlesi:
Kayseri’ye 170 km mesâfede, ilin güney sınırındadır. Torosların Hacer bölgesinde, yüksekliği yer yer 70 ilâ 150 metreyi bulan kayalardan çıkıp aynı adlı bir çayı meydana getiren şelâleler, Kayseri ve civârının en önemli tabiat harikalarından birisidir. Bir vâdide yükselen kayalıklara eski Türkçede “kapuz” adı verildiği için şelâleler bu adla anılmaktadır. Türklerin bahar mevsiminde buraya gelip şelâlelerin başında kopuz çaldıkları için bu adı aldığını nakledenler de vardır. Yedi ayrı kaynaktan çıkan sular, meydana getirdikleri şelâleler ile seyredenleri âdeta büyülemektedir.
Kaplıca ve içmeleri:
Kayseri ili içme ve kaplıca bakımından oldukça zengindir. Önemli ve meşhur kaplıcaları şunlardır:
Bayramhacı Kaplıcası:
Kayseri’ye 80 km uzaklıkta Bayramhacı köyü yakınlarındadır. Romatizmal rahatsızlıklara, gut hastalığına ve dolaşım sistemi rahatsızlıklarında faydalıdır. İçme kürleri karaciğer ve safrakesesi hastalıklarına iyi gelir. Kaplıca yanında tesisleri vardır.
Yeşilhisar İçmesi:
Yeşilhisar ilçesine 11 km uzaklıkta, Kayseri-Niğde yolu üzerindedir. Mîde ve barsak rahatsızlıklarına faydalıdır. Kaplıca yanında tesisleri vardır.
Tekgöz Kaplıcası:
Yemliha köyündedir. Çok eski zamanlardan beri kullanılan bu kaplıca nevralji, yarım felç, kırık ve çıkık ile kadın hastalıklarına iyi gelmektedir.
Hasanarpa Mâden Suyu:
İl merkezine 12 km uzaklıkta Hasanarpa köyündedir. Mîde, karaciğer ve böbrek hastalıklarına iyi gelir.[6]
KAYSERİ MÜZELERİ:
Arkeoloji müzesi:
1930 yılında Hunat Hatun Medresesi'nde kurulmuş, 1969 yılında Gültepe Mahallesi, Kışla Caddesi'nde yeni yapılan bugünkü binasına taşınmıştır. Eserler kronolojik bir düzen içerisinde iki büyük salon ve bahçede sergilenmektedir.
Birinci salonda; ilkin Eski Tunç Çağı'nın boyalı ve boyasız seramikleri ile su mermeri (alabastron) idollerinden örnekler, sonra da Kültepe kazılarında elde edilen Assur Ticaret Kolonileri Çağına ait eserler tipolojik olarak sergilenmektedir.
Bunların arasında çivi yazılı tabletler, pişmiş topraktan yapılmış yuvarlak, gaga ve yonca ağızlı testiler, çömlekler, vazolar, meyvelikler, kantharoslar, hayvan biçimli içki kapları (rython), kalıplar, madeni eşyalar, damga-silindir mühür ve mühür baskıları sayılabilir. Aynı salonun güney bölümünde Geç Hitit Çağının taş heykelleri ve hiyeroglifli stelleri bulunmaktadır.
İkinci salonda; geçiş koridorunda Frig Çağının boyalı ve boyasız seramiklerinden sonra Hellenistik, Roma ve Bizans çağlarının Kayseri çevresinden derlenmiş eserleri, Beştepeler ve Garipler tümülüslerinden ele geçen mezar hediyeleri sergilenmektedir. Bahçede; Hellenistik, Roma ve Bizans çağlarının mermer heykelleri, mezar stelleri, lahitler ve pişmiş toprak iri küpler açıkta sunulmaktadır.[7]
Kayseri Atatürk evi ve müzesi;
Kayseri Atatürk Evi müzesi, Cumhuriyet Mahallesindeki Raşit Ağa Konağında 1986 yılında düzenlenerek ziyarete açılmıştır.
Anadolu'da Milli Mücadeleyi başlatmış olan Atatürk, Sivas Kongresinden sonra (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye'sini Ankara'ya nakletmeyi kararlaştırmış, yanında Mazhar Müfit (Kansu) Hüsrev, (Gerede), H. Raf (Orbay), Dr. Refik (Saydam) Hakkı Behiç, A. Rüstem, Şeyh Fevzi Efendi, Yaverleri Cevat Abbas (Gürer) Muzaffer (Kılıç), Bedri ve başkaları olduğu halde, soğuk bir kış günü 19 Aralık 1919 da Kayseri'ye gelmişlerdir. Kayserililer. Çifte Kümbetler'e kadar yolun sağını ve solunu doldurmuş yüzlerce atlı, onu uzaklardan karşılamak üzere yollara dökülmüştü. 19 Aralık 1919 Cuma günü akşama doğru arabası ve yanında arkadaşları ile görünen Atatürk'ü Kayserililer coşkun gösterilerle karşılamış o günler Kayseri'nin en gösterişli konağı olan İmamzade Raşiti Ağa'nın evinde misafir etmişlerdir.
Geceyi bu evde geçiren Atatürk, ertesi günü Kayseri ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştı. O gece de Konakta kaldı. 21 Aralık 1919 sabahı da Kayseri'den ayrılmıştır.
Atatürk'ün Konuk olduğu ev yaklaşık 1898 yıllarında, iki katı olarak yaptırılmıştır. Tavanı ahşap işlemelidir. Atatürk'ün kaldığı oda ikinci katta ve evin güney doğusundadır. Odanın tavanının ortasında yıldızlı bir göbek süslemesi doğ duvarına yaslanan bir sediri vardır. Evin bu katında ayrıca bir hol, dört oda ve banyo bulunmaktadır. Atatürk'ün kaldığı odanın duvarına şu plaka asılmıştır. (Atatürk, Heyet-i Temsiliye Reisi olarak 20. 12. 1919 da Kayseri'ye teşriflerinde bu evde misafir kalmışlardır. 20. 12. 1964). Ev, Gayri Menkul Eski Eserlere ve Anıtlar Yüksek kurulu'nun aldığı bir kararla koruması gerekli eski eserlerden sayılmıştır.[8]
Güpgüpoğlu Konağı Etnoğrafya Müzesi:
Kayseri’deki Güpgüpoğlu Konağı 1417-1419 tarihlerinde harem ve selamlık olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır. Sonraki dönemlerde konak çevresine yapılan bir takım eklerle genişletilmiştir. Batısında ahşap kolonlar üzerinde yükselen, sonradan ilave edilmiş bir köşk bölümü bulunmaktadır. Kayseri’nin en eski evlerinden biri olan bu konağın bazı odalarında sedef kakmalar, tavana kadar uzanan ahşap işleme ve desenlerle süslü bölümler vardır.
Konağın haremlik bölümünde harem odası, sofa, gelin odası, misafir odası, günlük yaşamın geçtiği oda ve gelin-damat odası bulunmaktadır. Selamlık bölümü konağın doğusundaki kale duvarlarına yaslanan iki katlı bir yapıdır. Güpgüpoğlu Konağı Kültür Bakanlığı’nca 1990-1992 yıllarında restore edilmiş, Kayseri Arkeoloji Müzesi’nin yönetiminde 18 Mayıs 1995’te Etnoğrafya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. [9]
Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi (Çifte Medreseler):
Kayseri Tıp Tarihi Müzesi'nin yer aldığı Çifte Medrese, 1205-1206 yıllarında Selçuklu hükümdarı II. Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır.Medrese, Gevher Nesibe Şifahiyesi Kayseri Daruşşifası, Şifa-hatun Medresesi, Kayseri Maristanı, Darüşşifa Medresesi, Çifte Medrese, Çifteler, Gıyasiye ve Kayseri Tıbbiyesi gibi isimlerle de anılmaktadır.
Gevher Nesibe Şifahiyesi Türklerin yaptırdığı onbirinci büyük hastanedir. Anadolu'da ise beşinci olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda içerisinde tıp tahsili yapılanların ilkidir. Gevher Nesibe Tıp Sitesi, yapısı ve tıp eğitimi açısından dünyadaki ilk tıp merkezi olarak bilinmektedir. Gevher Nesibe Medresesi’nde hekim, cerrah, kehhal (göz mütehassısı), akıl hastanesi ve ruh hastalıkları koğuşları ve yardımcı asistanları bulunmaktadır. Bunların yanı sıra medresede eczane kısmı da bulunmaktadır.Günümüzde Mimar Sinan Parkı içinde yer alan Gevher Nesibe Şifahiyesi, Erciyes Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü'ne tahsis edilmiş ve 14 Mart 1982'de Tıp Tarihi Müzesi olarak düzenlenmiştir.[10]
Ahi Evran Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi:
Ahi Evran kimdir?
13. yüzyıl başlarında Horasan'dan Kayseri'ye gelen Ahi Evran'ın (asıl adı Şeyh Nasiruddin Mahmut, 1171-1262) Anadolu Türk insanının ekonomik, sosyal ve kültürel meseleleri ile ilgilenmesi ve göçler neticesinde Orta Asya, Harzem ve Türkistan bölgelerinden Anadolu'ya gelen Esnaf ve Sanatkar taifesinin meslek ve ahlaki planda örgütleyerek bir araya getirmesi suretiyle oluşturduğu sosyal Teşkilatlanmaya Ahilik denmekte olup; Ahi sözcüğü "kardeş, er, yiğit" anlamına gelmektedir.
Bugünün ve geleceğin Türkiye'sine ait esnaf ve sanatkarların, ticaret adamlarının, sanayicilerin, işçilerin, üretici ve tüketici durumda olan hemen her kesimin bu özgün Türk kurumundan kazanacakları temel iş, ilke ve meslek ahlak kuralları göz önünde bulundurularak, bir yönetmelik çerçevesinde resmiyet kazandırılıp 1989 yılından itibaren geleneksel hale getirilerek Ahilik Kültürü Haftası kutlanmaya başlanmıştır.
Ahi Evran Zaviyesi Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek müzede sergilenen eserler Teskomb’un katkılarıyla temin edilerek haftanın 7 günü 08:00-17:00 saatleri arası ücretsiz olarak ziyarete açılmıştır.
Müzede Ahi Evran tarafından kullanılan deri terbiye taşının yanı sıra çeşitli mesleklere ait araç ve gereçler ve mahali eşyalar sergilenmektedir.[11]
Kadir HAS Kent ve Mimarsinan Müzesi:
Kadir Has Kültür Merkezi kompleksinin ilk bölümü olarak hizmete giren Kent ve Mimarsinan Müzesi 6 kattan oluşuyor.
Bilgi merkezi hüviyetindeki zemin ve birinci katında digital ekranlar, maketler, prodüksiyonlar ve kiosklarla Kayseri Kenti ve Mimarsinan ile ilgili bilgiler izleyicilere sunuluyor.
Fuar Alanı’na yaptırılan Kent ve Mimarsinan Müzesi binasında ayrıca, kafeterya, restaurant, seyir terası ve idare katı bulunuyor.
Sosyal-kültürel alanda önemli bir boşluğu dolduracak olan tesis, farklı estetik yapısı ile de dikkat çekiyor.[12]
KAYSERİ ÜNİVERSİTELERİ
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
1969 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakültesi ile 1977 yılında Kayseri’de yine aynı Üniversiteye bağlı olarak kurulan İşletme Fakültesi, 2175 Sayılı Kanunla 18.11.1978 tarihinde kurulan Kayseri Üniversitesi’nin nüvesini oluşturmuştur. 1982 yılında Kayseri Üniversitesi adını Erciyes Üniversitesi olarak değiştirmiştir. Üniversite yeni adını 15 km güney batısındaki 3917 m. yükseklikteki Erciyes Dağı’ndan almaktadır.
MELİKŞAH ÜNİVERSİTESİ
Burç Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfı tarafından 04.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip, Melikşah Üniversitesi 19 Ağustos 2008 tarih ve 26972 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak kurulmuştur. Üniversitede halen 8 profesör, 7 doçent, 48 yardımcı doçent, 32 okutman, 5 öğretim görevlisi ve 17 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 117 akademik personel ile 75 adet idari personel görev yapmaktadır
ABDULLAH GÜL ÜNİVERSİTESİ
21 Temmuz 2010 Tarih Ve 27648 Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak Yürürlüğe Giren 6005 Sayılı Kanunun Ek 130. Maddesi İle T.C. Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi Kurulmuştur. Üniversite’nin akademik birimleri için 857 kadro ayrılmış olup 88 dolu, 769 boş kadro bulunmaktadır. İdari birimlerde ise 66 dolu, 355 boş olmak üzere toplam 421 kadro bulunmaktadır.
NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfı tarafından kurulmuştur. 23.06.2009 tarih ve 5913 sayılı Kuruluş Kanunu, 07.07.2009 tarih ve 27281 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
2012 ÖSYS sonuçlarına göre, Üniversitemiz % 98’luk yerleştirme oranı ile ülkemizdeki vakıf üniversiteleri içerisinde en üst sıralarda yer almıştır. Üniversitemiz tarafından öğrencilerimize, şehrin gürültüsünden uzak kampüsünde, sağlıklı, güvenli, konforlu ve temiz bir ortamda barınma, beslenme, etkin ders çalışma imkânı sağlanmıştır.
2012-2013 Eğitim -öğretim yılında Üniversitemiz Mühendislik Fakültesi’nin İnşaat Mühendisliği ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümlerine, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin İktisat ve İşletme Bölümlerine, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin Mimarlık Bölümüne ve Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalına öğrenci alınmış olup, toplam öğrenci sayısı 353 olmuştur. Üniversitede halen 3 profesör, 1 doçent, 13 yardımcı doçent, 1 okutman ve 5 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 23 akademik personel görev yapmaktadır.[13]
KÜLTÜR-sanat:
Kayseri`nin el sanatları
El sanatları, kültürel varlığımızın en önemli göstergelerinden biridir. Ülkemizin birçok yerindeki gibi Kayseri'de de "babadan oğula" ya da "ustadan çırağa" geçerek yüzlerce yıldır sürdürülegelmiş kimi el sanatları, günümüzde de halen varlığını korumaktadır. Ancak teknolojik gelişim ve sanayileşmenin etkisiyle fason üretime dönüşen birçok ihtiyaç maddesinin gündelik hayatta daha çok tercih edilir hale gelmesi, bu ürünlere dair el sanatlarının bazılarını da tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşı karşıya bırakmıştır. Kayseri'de üretilen el dokuması halılar ve el yapımı bakır malzemeler değerini hala korumaktadır.
Kayseri kültürünün bir parçası olan ve geçmişte ekonomik hayata yansıyan geleneksel el sanatlarının çoğu kaybolmuştur. Örneğin deri işlemeciliği yüzyıllar boyunca Kayseri için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Evliya Çelebi Kayseri'yi ziyaretinde konu ile ilgili olarak şunları yazmıştır: "Dağlarda mazısı gayet bol olduğundan, debbağları onunla keçi derisini işlerler. Öyle bir sahüiyanı olur ki, sanki altın sarışıdır. İçinde insanın yüzünün rengi görünür. Hatta halk ağzında "Kayseri sahtiyanı gibi gıcır gıcır öter" diye darb-ı mesel olmuştur. Pabucu, mesti, içi darâyalı sarı, tatlı çizmesi bir yerde yoktur. Bütün vezirlere hediyeler gider" (Evliya Çelebi, 1970). Bununla birlikte, yüzlerce yıldır sürdürülen kimi el sanatları, günümüzde de halen varlığını korumaktadır.
Halıcılık:
Kayseri, 1985 yılında ihraç ürünleri listesinin ilk sıralarına halıyı koyabilmiştir. Şehirde makine halıcılığının son 20 yılda başlamasına karşılık, el halıcılığının tarihi binlerce yıl öteye gidebilmektedir. Selçuklularla doğudan getirilen el halıcılığı, Kayseri’de daha da gelişerek kendisine göre bir motif stili kazanmış ve gelişmiştir.
Bakırcılık:
Kayseri'de 1950'li yılların sonlarına dek bakır işlemeciliği önemli el sanatları arasındaydı. Bakır işlemeciliği, bakıra dilenen şekli vermek, çekiç kullanımına dayanmaktaydı. Sanayi Çarşısı kurulmadan önce bakırcılık şehir içinde Kazancılar Çarşısındaki atölyelerde sürdürülmekteydi. Daha sonra şehirde ilk sanayi sitesinin kurulması ile bakırcılar da buraya taşındılar. 1950'lerdeıı itibaren bakır işlemeciliğinde yeni unsurlar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, otomatik çekiç ve merdaneleme işlemi başlamıştır. 1960 yılından başlayarak bakır mamulleri ve bakır işlemeciliği hızla azalmaya başlamıştır. Bunda hammadde şeklindeki bakırın giderek azalması ve fiyatını yükselmesinin çok önemli rolü vardır. İşte bu yıllarda piyasada alüminyumun yaygınlaşması, bu el sanatının zaman içinde ortadan kalkmasına neden olmuştur.
Kayseri'de yapılan bakır kaplardan, ibrikler, güğümler, siniler, leğenler ve mutfakta kullanılan çeşitli kaplar, evlerdeki günlük kullanımdaki eşyalardı. Bunlar satışı ise yalnızca Kayseri'ye değil, çevre illere de olurdu. Ancak bu el sanatı günümüzde neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştır.[14]
GELENEKLER:
Gelenekler-Görenekler Örfler:
Örfler çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak bir takım örnek tutum ve davranışlardır.
Örfler aynı zamanda toplumun herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan
temel taşlarını da temsil eder.
Örfler bireyle-aile, bireyle-komşu ve akrabalar, bireyle-halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli baskı altında tutan örfler zorlayıcı,yaptırıcı yada yasaklayıcı yaptırımları ile bireyin toplumla uyuşmasını sağlar.
ADETLER:
Yaptırımı gücü örfe bakarak daha gevşek esnek olan âdetin, bir çok tanımı
yapılmıştır. Bir toplumun istedi ve çoğu kez gelenek aracılığıyla belirlediği,
saptadığı davranış ve işlem tarazı veya bir toplumun yapması gerekli görülen
davranış tavrı gibi tanımlamak mümkündür. Adetler tıpkı örfler gibi bir çok
sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedir. Örnek
olarak karşılamalar ve uğurlamalar, yemek ve sofra düzenlemeleri, kız isteme
adetleri, nişan ve evlenme usulleri, bayramlar, önemli günlerle ilgili davranış
biçimleridir. Yas, anma, başsağlığı dileme ve başsağlı dileme ve başkaları gibi
tavır ve tutumları adet olarak nitelenebilir
GELENEKLER:
Gelenek en genel anlayışıyla folklorik, sosyolojik, yahut dini boyutlarıyla bir
sürekliliği ifade eder. Bir toplumda kuşaktan kuşağa geçen kültür kalıntıları,
miraslar, alışkanlıkla, bilgiler, beceriler, davranışlar hep bu gelenekler
içinde yer alırlar. Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçerken
bilgi, tasarım, inanç, yaşantı biçim daha geniş anlamıyla maddi olmayan
kültürdür. Davranışlar ise kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsa ya da
politik işleri gibi önceli konulardaki görüşleridir. Gelenekler genellikle
yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.
GÖRENEKLER:
örfteki yapılma zorunluluğu, adet ve
gelenekteki yapılması gerekli olma özelliği görenekte yapılabilme özelliği alır.
En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi gerekli ve uygun yöntemleri
kapsar.Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Bunlar süreklilik
kazandığı gibi bir süre sonra kalkabilir.
TÖRELER:
Töre, gelenek, görenek, örf ve adet gibi kavramların hepsi içine alan geniş kapsamlı
bir terim. Türk dilindeki türa sözcüğünden gelir. Bir toplulukta, bir grupta,
bir yöre halkında bireylerin uymaya yükümlü oldukları da yada zorlandıkları
davranış kalıplarının ve tutumlarının tümünü içine alan töreler özelikler
geleneksel kesimde ve kırsal alandaki etkinliği ile dikkat çeker. Öyleki
töreleri zedeleyen yada törelere aykırı sayılan davranışlar çoğu kez
bağışlanmaz bir tutumla yasaların yargılamasına zaman bırakmadan bu tür durumlar
için toplumca belirlenmiş olan cezalara çarptırılırlar. [15]
HALK OYUNLARI.
SİNSİN OYUNU
Meydanda yakılan bir ateş etrafına erkekler büyük halka oluştururlar .Bilahare ortaya çıkan iki kişiden birisi diğerini kovalar. Ateş üzerinden atlanır ve grup içerisine girip kişi kimi tutarsa, o bu defa tutan kişiyi kovalayan oyuncunun peşine düşer. Davul - zurna eşliğinde daha çok düğünlerde oynanır.
YUMRUK OYUNU
Düğün meydanında toplanan erkekler geniş bir daire oluştururlar. Ortaya bir kişi çıkar. Bir başka kişi de ona yumrukla vurmak üzere çıkar, perdah yaparak sırtına ya da koluna yumruk vurur. Yumruğu yiyen kişi kenara çekilerek bu defa ortaya başka kişi gelir. Önceki gence yumruk yumruğu vuran gence aynı şekilde yumrukla vurur. Oyun davul zurma eşliğinde oynanır.
MENDİL OYUNU
Kadınların tef eşliğinde ellerinde mendille oynadıkları bir orta oyunudur. Kadınlar bu oyunu düğünlerde oynarlar. Erkekler tarafından oynanan Mendil oyunu ise, daha değişiktir. Erkekler, bu mendili kıvırıp sopa haline getirdikten sonra, ellerindeki yüzüğü gurupta oturan erkekler elinde dolaştırırlar.Yüzük, birisinin eline saklanır ve sonra sırasıyla bu yüzüğü bilmeleri için oynayanlara sorulur. Bilmeyene mendille ellerine vurulur.
SERÇE OYUNU
Bu oyun ekip içerisinde tek başına oynanır. Oyunu gerçekleştirecek oyuncu ortaya gelir elindeki mendili oynarken yere bırakır ve bunu davul - zurna eşliğinde diz çökerek ağzıyla yerden alır. Özellikle eşine yaptığı kurlar bu oyunun temel figürlerini oluşturur. Hareketli ve heyecanlı bir oyundur.
EMİNEM OYUNU
Kadınların Türküsünü karşılıklı söyleyerek oynadıkları halay türü ya da karşılıklı guruplar halinde oynanan bir oyundur. Bu oyunu Erkekler de davul - zurna eşliğinde hareketli bir biçimde oynarlar.
TURNAM: Bir temsili oyundur. Kadınlar defle oynarlar. Bu oyun davul - zurna eşliğinde de oynanır.
ÜKALİCE POTİNLİ GELİN
Erkeklerin davul- zurna eşliğinde oynadıkları hareketli bir oyundur. Bu oyunda aynı adı taşıyan türkü söylenir. Halay iki gurup arasında ileri - geri figürler halinde devam eder.
ÖTEYÜZ OYUNU
Erkeklerin halay şeklinde oynadıkları hareketli bir oyundur. Davul - zurna eşliğinde oynanır. Son zamanlarda bunu çalgıyla da oynayan ekipler olmuştur. [16]
Kayseri Yöresinde Giyim- Kuşam
Orta Asya'dan Anadolu’ya göç ederek yerleşik hayata geçen Türk insanı, o zamandan günümüze kadar, bütün gelenek ve göreneklerini korumayı başarabildiği gibi, Türk insanının yaşamında büyük bir önem taşıyan giyimini de, fazla bir değişikliğe uğratmadan korumayı bilmiştir. Giyim; genelde yaşanılan yörenin özelliklerini yansıtmakla beraber, yaşam koşullarını da yansıtır. Coğrafi özellikler, iklim şartları, yapılan işin şartları, inançlar veya ülkenin içinde bulunduğu durum (düşmanla mücadele), ekonomi vb.. durumlar bu özelliklere bir örnektir.
Türk İnsanı Anadolu'ya yerleşene kadar, geçtiği yerlerin ve yerleştiği bölgenin de kültüründen etkilenmiştir. O bölgenin insanlarından bir şeyler almış, kendiside onlara bir şeyler vermiştir.
Kıyafetlerin bir bölümünün, Anadolu'nun eski uluslarından, bir başka bölümünün de Orta Asya kaynaklı Türk asıllı uluslardan, mesela; Göktürkler veya Hunlar’dan bizlere intikal ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bugün yaşasın veya yaşamasın, kıyafet üzerinde bu tarihte kalmış ulusların zaman zaman bazı izlerini bulmak mümkündür. Renk ve semboller, damgalar ve işaretler birer örnek olarak sayılabilir. Bunlar bazen dekoratif motifler halinde, bazen de bu motifleri içine gizlenmiş olarak ortaya çıkabilir.
Anadolu'ya gelerek yerleşik hayata geçen insanlarımız yerleştikleri yörenin özelliklerine de uymayı bilmiş, giyimlerini de zamanla şartlara uydurmuşlardır. Güneydoğuda yaşayan insanlarımız sıcaktan korunabilmek için, başlarına poşu takıp, ayaklarına terlemeyi önlemek için, geniş şalvarlar giydiği halde, soğuk bölgelerde (Erzurum) yaşayan insanlarımız; kapalı, vücudu daha sıkı saran bir şekilde giyinmişlerdir. Ya da deniz kenarlarında (Ege'de) yaşayan insanlarımız yarı kollu, "top don" yada "diz çakşırı" denilen dizlikleriyle (Efeler) dolaşmışlardır.
İnsanlar içlerinde bulundukları durumlarını da (iş durumlarını), giyim kuşama yansıtmıştır. Kadınlarımızın iş görürken, önlük veya elbiselerinin kollarının kirlenmemesi için kolçak takmaları, hayvancılıkla uğraşanların, keçe - yamçı (ata binerken soğuk' tan korumak için) giymeleri gibi.
Dört bir tarafımızın düşmanla çevrili olması, insanlarımızın düşmanla olan mücadeleleri de giysilerde kendini göstermiştir. Kuzeydoğuda veya batıda sürekli düşmanla karşılaşan (Artvin-Kars-Azeri-İzmir-Bergama-Ödemiş-Muğla Vs.) yörelerimizde; giysilerin bir asker düzeni içerisinde olması, giysilerde fişeklikler, bellerde hançerler, ellerde kılıç kalkanlarla kendini göstermiştir. Bu yörelerde bu durum oyunlara da yansımış, oyunların bir çoğu büyük bir disiplin içerisinde ve düşmanla olan mücadeleyi anlatmıştır.
Halk arasındaki sosyal refah farkı ile yönetimde bulunanların giyim kuşamı da farklılıklar göstermektedir. Saray giyimi ve yönetimde bulunan kişilerin giyimi ile halkın giyimi Osmanlı İmparatorluğunda değişmiştir. Bunu çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz.
Halkın keten, yün ve pamuk gibi hammaddelerden hazırladıkları kumaşlar sarayda, ipek, altın, gümüş telli iplik veya klaptan kullanılarak hazırlanmıştır.
Osmanlılarda giysi kumaşının olduğu kadar, renginin de bir anlamı vardır ve giyen kişinin, toplum düzeyini yansıtmıştır. Sarayda giyilen kumaş, biçim ve renkteki giysileri, halkın giymesi yasaklandığı gibi, her dini azınlığın giysisi ve giysinin rengi de ayrı olarak belirlenmiştir. Buna benzer bir ayırımın Kayseri'de de olduğunu, Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde görmekteyiz.
“Büyükleri; saya, samur, zerduva, tilki boğazı, sincap kürk giyip, atlastan kaftan biçtirirler. Orta halli olanları; Üsküdar ve Londra çukası, boğasi kaftan giyerler. Karıları sivri takke giyip üzerine ezar bürürler.”
Ayrıca Mir'at-ı Kayseriyye'de yöremizin giyim kuşamıyla ilgili güzel bir örneğe rastlamaktayız.
Cebeci Bayraktarı Sarımsaklı (Bünyan) Ahmed Ağa 1730 yılı şark seferine katılmış. Bu dönemde Patrona Halil ayaklanmasına katılan Kayserili Kulaksız Hüseyin'de Ahmed Ağa'nın bayrağı altında sefere katıldığı için İstanbul'dan soruşturma için gelen memurlar, bu zatı bulamayarak mallarını zaptedip satın almışlardır. Daha sonra bu mallar açık artırma ile satılmış. Bu mallar ve giysiler aşağıda çıkartılmıştır.
Aynalı kebir (büyük) bıçak-Def'a aynalı sagir (küçük) bıçak-Kırmızı sim düğmeli Ağa nimteni (mintan)-Fıstığı mercan düğmeli Ağa nimteni-Mai salcı nimteni-Kırmızı şal-Mor şal-Zümrüdi şal-Beyaz fes-Duhan çubuğu (ağızlık)-Fıstığı sim şeritli salcı nimteni-Müstemel çuha piyade şalvarı-Hurç heybesi-beyaz kabzalı kılıç-Kırmızı çuhaya kaplı nâfe, kantuş kürk-Karabina-Mai çuhaya kaplı kürk ile teymur koparan-Mai mercan düğmeli bağar yeleği-Mai çuha şalvar-Atlı şalvarı köhne-Camuz ineği (manda)-İzmir bıçağı.
Yukarıda anlattığımız iklim şartları, iş durumları ve sosyal şartlar ilgili özellikler, yöremizde de pek farklı değildir. Günümüze kadar geçmişin bütün özelliklerini korumuş, günümüzde de bazı köylerimizde halâ bu geleneği devam ettiren insanlarımız vardır. Yaşlı olan insanların farklı, genç olan yeni evli insanların farklı veya bekar olan insanların farlı giyinmeleri ve içlerinde bulundukları durumları giysilerle belli etmeleri, folklorumuzun bir zenginliğidir. Yeni evlenen bir kadının baş örtüsünün rengi, bağlama şekli ya da bekar bir kızın, baş örtüsünün rengi, bağlama şekli bile farklıdır. Hamile olan bir kadının bu durumunu etrafında bulunan insanlara, başını değişik bir baş bağlaması ve baş örtüsünün rengiyle belli etmesi bile giyimin bir dilidir. Bu dil inançlarda da geçerlidir. Giyiminde kullandığı, aynanın nazarı önlediğine ve nazarı değecek olan kişiye geri gönderdiğine inanılır. Ayrıca ayna sağlık ve ferrahlık anlamına gelir. Giysiler üzerine nazardan korunmak amacıyla takılan nazarlık ve buna benzer daha birçok inançlarımız var.
Ahmet Özerdem, Karaözü folkloru ile ilgili kitabında6; bu yöremize ait giyim-kuşam üzerine günümüze kadar devam eden bir geleneği şu şekilde anlatmaktadır:
“Düğün hazırlığını daha çok oğlan evi yapardı. Geline kutnudan veya çuhadan sırmalı bir salta (yelek).İki adet üç etek. Ayağına ayakkabı (yemeni, kesik, kundura). Topuğuna kadar uzanan en güzel kutnu ya da pazenden astarlı “don” (tuman). Dört metreden çubuk çubuk astarlı , astarına kaput ya da basma geçirilen “makaslı” üç etek, Sivas tiresi’ de denir. Elden dokuma yün bir önlük. Beline elden dokuma kuşak. Başına poşu. Fes (poşu fesin üzerine bağlanır). Koluna iki yüzlü , bir yüzü al, öbürü mavi basmadan yapılmış “kolçak” yaptırılırdı.
Gelin giyimini bu şekilde tanıtan Özerdem, damat giyimini de şu şekilde tanıtmaktadır:
“Gelin iki çift çetik, iki çift dizleme (diz kapağa kadar uzanan çorap), iki “işlik” (gömlek), iki paçalı don, iki köynek dikerdi. Bunlar “bey” (damat) ve “sağdıç” güreş günü harmana çıkmadan önce banyo yaptırıldıktan sonra giydirilirdi.”
Tüm yukarıda belirttiğimiz giyim konularının dışında yöremizde bölgeler ve topluluklar arasındaki farklar da, giyim-kuşama yansımaktadır. Uzunyayla havalisinde yaşayan Çerkezler ile yine Pınarbaşı’nın Pazarören havalisinde yaşayan Avşarlar arasındaki giyim-kuşam, topluluklar arasındaki giyim-kuşama en güzel örnektir. Yine bölgeler arasındaki farklarda giyim–kuşama yansımaktadır. Sarız ilçesinin köyleri ile İncesu ilçesinin köyleri arasındaki giyimi inceleyecek olursak, bu farkı açıkça görürüz.
Halk Oyunlarında Giyim Kuşam
Halk oyunları deyince, yörenin bütün kültürünü yansıtan mimik ve oyun hareketlerinin yanı sıra, günümüzde oyuncunun giydiği giysinin de geçmişin bütün özelliklerini yansıtması gerekir. Giysi deyip geçmemek lazım. Ne yazık ki yöremizde halk oyunları giysileri, yöremizin geçmişini tam olarak temsil etmemektedir. Her kurum, kuruluş ya da kişiler, oyuncuya giysi giydirirken, o giysinin o yöreye ait olup olmadığına bakmıyor. Kendince yakışanı veyâ başka yörelerde gördüğü süslü, görünümü güzel giysileri, Kayseri yöresine mal etmeye çalışıyor. Bizce bütün bunların sebebi; halk oyunlarıyla uğraşan kurum kuruluş ve kişilerin bir araya gelip, araştırma yaparak bir yöre giysisi ortaya koymamasından kaynaklanıyor. Yalnız geçtiğimiz yıllarda Milli Eğitim Bakanlığının bu konuda bir arşiv belgesi istemesi ciddi bir adım oldu. Konuyla ilgilenmeyen sıradan bir insan bile, iki veya üç halk oyunları ekibi seyrettiği zaman, her izlediği ekibin giysilerinin farklı olduğunu dile getiriyor. Umarız bundan sonra ciddi bir çalışma ile bu konudaki sorunlar giderilir.
Gelişen dünyanın getirdiği evrenselleşme artık günümüzde bütün bu yukarıda saydığımız özelliklerin yok olmasına neden olmaktadır. Bizlere düşen görev halk oyunlarımızla birlikte yaşayan giyim kuşamımıza daha da sıkı sarılmaktır.
Sizlere aşağıda vereceğimiz yöre giysileri ile ilgili bilgi, Milli Eğitim Bakanlığının, Kayseri yöresinin, halk oyunları ve giysileriyle ilgili istemiş olduğu arşiv belgesi oluşturulması amacıyla kurulmuş olan komisyondan alınmıştır.
Kadın Giysileri:
1-Başa Giyilenler: Fes, Gümüş tepelik ve üzerinde Gazi (altın) dizmesi, Poşu, Pullu yazma, Yanlık (ayaklı altın), Saç örgüsü (belik) boncuklu.
2-Sırta Giyilenler: Gömlek (işlemeli hakim yaka, kol ağızları da işlemeli), Üç etek (kutnu, çiçekli kadife, çuha), Dolama etek, Cepken, Şal kuşak, Şalvar, Hırka, Salta, Entari, Bindallı, Yelek (kuşlu, aynalı ve işlemeli), Önlük (cicim dokumalı kilim, Könçek adı verilen şalvar, Arkalık (Bazı yörelerimizde iş görülürken kolçakta kullanılmaktadır.)
3-Ayağa Giyilenler: Yün çorap (kendinde nakışlı), Potin, Kundura ve Yemeni.
4-Takılar: Küpe (Altın ve gümüş), Fese Gazi dizmeleri, Gümüş kemer, Gümüş toka, Gümüş bilezik.
5-Süsleme: Allık, Sürme, Kına yakma
Erkek Giysileri:
1-Başa Giyilenler: Fes, Poşi (beyaz), Papak (Keçi tiftiğinden yapılan)
2-Sırta Giyilenler: Hakim yaka gömlek (beyaz patıska), Diril gömlek (buna işlikte denir), Camedan (kollu kolsuz), Sako (ceket), Cepken, Meşlek (sıma nakışlı), Trablus kuşak, Şalvar (Kumaş ve çuhadan dolama şalvar), Yelek
3-Ayağa Giyilenler: Kundura, Yemeni, Çarık, Dizleme, Yün çorap (kendinden nakışlı).
4-Aksesuar: Çevre, Gayretlik, Gümüş Kemer, Mendil, Köstek, Fişeklik
YÖRESEL GİYSİLERİN TANIMI VE YÖRE AĞITLARDAKİ YERİ
Günümüzde bazı köylerimizde, yukarıda verdiğimiz giyim kuşama bezer şekillerde giyinen insanlarımıza rastlamak mümkündür.
Yöremizde giyilen bu elbiselerin giyiliş şekli, süslemeleri ve kullanılış amaçları hakkında; Kayseri yöresine ait ağıtlar yardımı ile de kısa bilgiler vermek istiyoruz.
İşlik (İçlik): İçe giyilen iç giysisidir. Türkler İçe giyilen elbiseler için "işlik" tabirini kullanırken dışa giyilen elbiselerine "don", "taşkı ton=dışa giyilen don8" tabirini kullanmışlardır. Hatta bu tabirin günümüzde dahi kullanıldığını görüyoruz. Aşağıdaki ağıtlarda kullanılan "don" kelimesi buna en güzel örnektir.
Maraş'tan aldım donunu
Görmedi baba gününü
Geri dönün siz hanımlar
Görem gızımın tenini9.
Emineme derler kemik veremi
Yunduğunda dayısının öranı
Her ana doğurur mu Eminem gibi ceranı
Eminem Eminem gelin Eminem
Gelinlik donunu gey de salın Eminem10.
İşlik, bayanlarda sırttan yarı, erkeklerde de önden tam düğmeli bir çeşit gömlektir. Yakasız ve uzun kollu, kol ağzı bileksizdir. Değişik renklerde olabilir.
Sarıkamış altın bulak
Suvanlı'yı biz ne bilek
Bizim uşak kıytık gezer
Ağ işlikte, kara yelek11
Tokalıdan işlik giymiş
Öznesin oğlum öznesin
Anşe bana darılıyor
Ben anayım sen dezzesin12
Göynek-Köynek-Gömlek: Buna "İşlik" adı da verilir. Uzun kollu, yuvarlak yakalıdır. Erkeklerin giydiği gömleklerin önü boydan düğmeli olmakla beraber, bayanların gömlekleri sırttan veya önden bir kaç düğmeli olabilmektedir. Gömlekler, genelde hakim yaka olup, düz yakasız olanı da mevcuttur. Yaka kısımları ile önde açık olan kısımları, sim ve iğne oyasıyla süslüdür. Gömleklerin kadınlarda da erkeklerde de boy hizası kalçaya kadardır.
Kadınlarda üç etek entarilerin altına giyilen gömleklerin işlemeli kol ağızları ve yaka kenarları entari içerisinden görülecek şekildedir.
Köy kadınlarında tokalı denilen patiskadan yapılmış yuvarlak yakalı göğüsleri işlemeli gömlekler çok görülür. Arkadan düğmeli ön göğüs kısımları pensli "Nervür" denilen baskılı süsleme vardır.
Saba ulu bayram günü
Kurbanını kesen olmaz
Güvenme kadan' alıyım
El yetime köynek olmaz13.
Yelek: İçlik veya gömlek üzerine giyilir. Kolsuz, düğmeli veya düğmesiz olabilir. Kayseri'de genelde önden üç, dört düğmeli kol kenarları ile boyun ve alt kısmı sırma işlemelidir. Ön kısmında iki veya üç cep bulunur. İç kısmı genelde astarlıdır. Ön kısmı düğmelere kadar "V" şeklinde olup düğme kenarları da sırma işlemelidir. Genelde erkekler tarafından kullanılır.
Ona yıldırım düşünce
Yağmur yağmış gölek gölek
Bakın hele emmileri
Ağlı işlik gara yelek14.
A İşlik de kara yelek
Gökçek kızımın örneği
Kızlara kurban oluyum
Yurtluk kızların döneği15
Fes / Fers: Anadolu’da, Cumhuriyetten önce kavuğun yerini alarak askeriye de kullanılmaya başlanan ve halk arasında yaygınlaşan fes, yöremizde daha çok erkeklerde sivri kalıp, bayanlarda düz fes şeklinde giyilmiş olup; genelde bordo renklidir. Ülkemize XVI. asırdan sonra Fas' tan gelerek giyimde yer edinmiştir, ve adını da buradan almıştır. Dikişsiz olarak keçeden yapılanları çıktığı için eski giyimin yerini kolaylıkla almıştır. Sarıklı veya sarısız olarak kullanılabilir. Erkekler de üzerine beyaz, kimi zaman renkli poşu (sarık) dolanarak kullanılır. Bağlanan bu sarık yandan bağlanarak uç kısımları kulağa doğru sarkıtılır. Bayanlarda ise üzerine tepelik konularak bir yazma ile örtülür ve üzerine değişik renklerde iki poşu dolanarak bağlanır. Kayseri'nin kimi yörelerinde fes'e "fers" adı da verilmektedir.
Kadınlarda, başa giyilen feslerin alın kısmına gelen yerin kenarlarına, daha çok genç kız ve gelinlerde altın dizilir. Dizilen bu altınlar, genç kızların zülüfleri ile karışarak ortaya hoş bir görüntü çıkar.
Hasan gitti, Çerkez gitti
Kalan ederler barışık
Ağla sunamın gelini
Altın zülüfe karışık16
Kimi zaman bazıları, fes yerine 3-4 parmak genişliğinde mukavvadan yapılmış "eropçin" giyerler.
Hele Osman'ım deli Osman'ım
Dini ayrı gavurlar ağlar
Gara kekil mor fesine
Gülgülü kefiye bağlar 17
Farı deli gönlüm farı
Kadanı alıyım karı
Seninde oğlun varıdı
Fes gülgülü, yağlık sarı18
Tepelik: Yöremizde genelde Sarıoğlan, Pınarbaşı, sarız taraflarında rastlanan bir çeşit başlıktır. Gümüş olabildiği gibi, kenarlarına altın, gümüş paralar ve bazı değerli taşlarda takılmaktadır. Tepelik fes üzerine bir poşu ile bağlanarak süsleme amaçlı kullanılır. Gümüş tepelikleri daha çok zenginler giyerken, fakir olanlar çok ince tahtadan tepelik yaparlar.
Poşu (Sarık): Bir metreye yakın kare şeklinde kenarları püsküllü, desenli, ipek, yün ve pamuktan dokunmuş türleri bulunan poşu; baş bağlamada kullanılır. Güneydoğu bölgemizde daha çok erkeklerin de kullandığı poşu, Kayseri'de daha çok fes üzerine bağlamak amacıyla kullanılır. Kadınlarda renkli erkeklerde ise fes üzerine sarılan poşu genelde sade (desensiz) ve beyazdır. Özenli bir şekilde oklava şeklinde sarılarak başa bağlanır
Döndü'ye kurban oluyum
Döndüm geldi kırcıyınan
Döndü’ye beklik takarım
Ucu telli poçuyunan19
Kadan' alıyım Fadime
Anan kurban ben de kurban
Yüzüne poşumu örttüm
Üstüne bürüdüm yorgan20
Bünyan’a ait Navruz gelin türküsünde ise poşu şu şekilde geçmektedir.
Poşunu eğdirmişsin
Kaşına değdirmişsin
Pek de güzel değilsin
Gendini sevdirmişsin
Yazma-Yağlık: Kimi yörelerimizde yazmaya yağlık adı da verilir. Kare şeklinde kenarları renkli pullarla örülmüş, basma desenli bir baş örtüsüdür. Fes üzerine bağlanarak veya fessiz bağlanarak kullanılır. Kenarları iğne oyalı veya tığ oyalı yazmalarda mevcuttur. Gündelik baş bağlamak amacıyla kullanılır. Sarıoğlan'a bağlı bazı köylerde baş üzerinden bağlanan ve ayaklara kadar uzanan bir yazmanın üzerine tekrar ikinci bir yazma başa dolanarak bağlanır, üzerinden bir poşu sarılır. Arkadan sallanan yazma ise önlük kuşağı ile bağlanır. Burada kullanılan baş örtüleri daha çok sade ve siyah olmakla beraber yaşlı kadınlar tarafından daha çok kullanılır.
Yemen'in de ardı dağlar
Yağlığını kıvrak bağlar
Koyurun da Musa'm gelsin
Yemen de oturan beyler21.
Yapık: Kadınlarda başa bağlanan başörtüsüdür. Bünyan köylerinde daha çok kullanılır. Renkli ve beyaz olanları vardır. Kenarları genellikle çiçek işlemelidir.
Yaşmak: Düz beyaz baş örtüsüdür. Kenarları pullu ve oyalıdır.
Benim oğlum ergen öldü
Gönlüm hep daş lı kayalı
Dokuz gız gelin ederim
Başları pullu oyalı21.
Kefiye: Sarı, mor renkli kendinden işlemeli ve desenlidir. Yazmadan daha geniştir. Yaşlı kadınlar daha çok kullanırlar.
Mor kefiye boyamadım
Ben çobana doyamadım
Hep kuşlarla yuva yapar
Bir kuş kadar olamadım
Cepken: Çuha, ipek atlas ve kadife kumaşlardan yapılan, kollu ve kolları sarkık bir durumda, yırtmaçlı, gümüş sim ve sarı simle süslenmiş yakasız bir kıyafettir. Önü iliklenmeden giyilir. Bel kısmı kısadır. Bel kısmının kısa olmasının amacı bele sarılan kuşağı göstermektir. Gündelik olarak giyilenler olduğu gibi özel günlerde de giyilenleri mevcuttur.
Cemedan: Çapraz düğmeli, kısa kollu, önü kapalı, üstü sırma veya ipekle işlenmiş bir çeşit kısa yelektir. Eskiden potur ve şalvarın üstüne giyilirdi.
A işlik kara cemeden
Kim var bunun boyağında
Çoban olup dana gütsem
Çördüklü'nün koyağında
Meşlek: Erkek giyiminde, cepkenlerin bol nakışlı olanlarına verilen isimdir.
Şal: Kadınların omuzlarını örtmekte kullandıkları uçları püsküllü, genelde çizgi desenli bir tür dokuma atkıdır. Bünyan ve çevresinde sıkça kullanılmaktadır. Halk oyunlarında pek kullanılmaz. Desen ve biçim olarak şala benzeyen kuşaklarda mevcuttur. Güneydoğu bölgemizde (Gaziantep gibi) bu tür kuşaklar aynı zamanda sıcaklardan korunmak amacıyla başa da örtülebilmektedir.
Şalvar: Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türklerin savaşçı bir millet olması ve ata binmesi nedeniyle, Türklerde pantolon giymenin bir gelenek olduğunu ve Hunlar’dan önce pantolon olmadığını belirtiyor24. Zamanla giyilen bu pantolonlar kullanım şartlarına ve iklim şartlarına göre değişmiş hele Anadolu gibi dört mevsimin bir arada yaşandığı ülkemizde bu iklimlerin etkisi ile daha geniş bir yelpazede yer alarak bölge bölge ayrımlara uğramıştır. Adana gibi sıcak bir iklimde bacakları sarmayan bol paça şalvarlar tercih edilirken, Erzurum gibi soğuk bir iklime sahip olan yerlerde bacakları sıkı sıkıya saran zıvgalar tercih sebebi olmuştur. Kayseri gibi İç Anadolu bölgesinde yer alan bir iklimde ise, bacaklarda biraz daha bol duran ve paça arası Adana’daki gibi daha geniş olmayan türler tercih edilmiştir.
Genellikle şalvarların ağları bol olduğu halde yöremizde soğuk iklimlerde giyilen şalvarla da olduğu gibi ağı çok bol değildir. Kadın giyiminde lastikli olan şalvar, erkek giyiminde bele uçkurla bağlanır, yan tarafları çizgi halinde sırma işlemelidir. Kadın giyiminde ise şalvar pazen, basma, çuha gibi kumaşlardan çeşitli renk ve desenlerde ve nakışsızdır. Erkek giyiminde rengi genelde siyah olduğu gibi değişik renkleri de mevcuttur. Erkek giyiminde şalvarlar düz potur veya elifi şalvar şeklindedir.
Gara şalvar bacağında
Yaşar güccük gucağında
Hemen bekle Arife Bacı
Bıdıkların Ocağında25
Çuha şalvar bacağında
Hacı Osmanı gucağında
Böyle yiğit türemedi
Şu Ayanlı ocağında26
Sarıoğlan ve Akkışla gibi ilçelerimizde yaşayan Türkmen erkekleri ve kadınları, eskiden kendi el tezgâhlarında dokudukları “doğnuk” adı verilen bir tür şalvar giymekte idiler, fakat bu gelenekte artık kaybolmaya yüz tutmuştur. .
Hırka: Önden düğmeli, yakasız, kollu veya kolsuz olabildiği gibi kısa ve uzun (dervişlerin giydiği üst giysisi) olanları da mevcuttur. Bazı hırkalarda nakışta görülebilir. Eski zamanlarda çoğunlukla yünden örülmüş üst giysisi olarak bilinen hırka, artık günümüzde nadir olarak yün kullanılarak örülmektedir.
Salta: Bir tür kısa cekettir. Yakasız, iliksiz, kolları bolcadır. Kadife veya ipek atlas kumaştan yapılır. Kol kenarlarına tek motif yerleştirilirken, kol ağzı açık ve yırtmaçlıdır. Ön ve arka kısmı gümüş sim veya sarı simle tamamen kabartma bir motifle işlenmiş olanları mevcuttur. Özel günlerde taze gelinler tarafından kullanılan bir giysidir. Daha çok entari üzerine giyilir.
Çuha seko, sırma salta
Sallan babamoğlu sallan
Köyler imtihan oluyor
Dillen babamoğlu dillen27
Sako: Erkeklerin giydiği bir tür uzun cekettir. Pınarbaşı, Sarız yörelerinde Avşarlar çok giyerler. Çuha kumaştan yapılanları gözdedir. Avşarlar arasında "seko" adıyla bilinir. Ceketten biraz uzundur ve dize kadar uzanır. Setre pantolon üzerine giyilir, günümüzdeki cekete nazaran daha geniş, bol ve cepsizdir. Nişan, düğün, bayram gibi günlerde giyilir ve koyu renk kumaştan yapılanlar revaçtadır.
Ağlı zıbın sarı seko
Donu benziyor nergize
Unutma ha babamoğlu
Selam gönder güccük kıza.
Entari-Antari: Tek parça bir kadın elbisesidir. Pazen, kutnu, basma, kadife ve meydanî Şam adı verilen kumaşlardan oluşan, uzun kollu, önden veya sırttan iki üç düğmelidir. Günlük elbise olarak kullanılır. Etek kısmı genelde diz altına kadardır. Omuzlar penslidir.
Şehir merkezinde kadifeden yapılmış olanlar yaygındır. Mor, al, fıstığı denilen renkler yaygındır ve çoğunlukla sim işlidir.
Köylerde ise basma, pazen, patiska kumaşlardan dikilmiş olan entariler yaygındır. Genç kızlar, "grepdüşen" adı verilen kumaştan entariler giyerler. Entarilerin ikisinin de beraber üst üste giyildiği göze çarpar.
Entarilerin boyun kısımları, köylerde oval, şehir merkezinde "V" şeklindedir.
Kimi entariler, soğuğa dayanıklı olması amacıyla astarlıdır.
Al antari arhasında
Döner evin ortasında
Ne dedidin gelin Hacca
Şo oğlanın okesinde29
Bindallı: Aynı entari gibi tek parçadan oluşur. Anadolu ve yöremizde genellikle mor veya kırmızı kadife üzerine yaka kenarları ince su işlemeli, kol ve beden kısmı ise sarı sim ile kabartma işlemeli dal, yaprak ve çiçek motiflerinden oluşur. Kolları bolcadır. Etek kısmı ayaklara kadar uzanır. Özel günlerde giyilir.
Önlük: Günümüzde halk oyunları ekiplerinde daha çok, cicim dokumalı kilim olanlarına rastladığımız önlük, gündelik olarak, Anadolu’da ve yöremizde iş görürken, elbiselerin kirlenmemesi için belden aşağıya (diz kapak altı veya ayaklara kadar) bağlanan bir örtüdür. Renkleri genelde koyudur. Kumaş olarak kullanılanların kenar kısımları sırma işlemeli, ön kısmında bir kaç küçük desen ile küçük bir cep yer alır. Kilim olarak kullanılanlarda küçük filiklerin (Başı bağlandılar) yer alması kullanan kişinin nişanlı olduğunu gösterir. Kayseri de kullanılan kilim dokumaların motifleri köşeli geometrik desenlerden oluşmaktadır. [17]
Gardaşı vurdum ganıya
Düştüm ganının özüne
Yolda yorgan bulamadım
Önüğüm öttüm yüzüne30
Sarıoğlan ve Akkışla ilçelerinde yaşayan Türkmen kadınlarının önlerine bağladıkları, bir tür kırmızı veya mavi önlüklere “dolama” adı verilmektedir.
Arkalık: Aynı önlük gibi belden aşağıya bağlanarak kullanılan arkalık, elbiselerde bulunan yırtmacı örtmek veya yere oturulduğu zaman elbiselerin kirlenmesini önlemek amacıyla kullanılır. Daha çok kilim olanları kullanılır.
Dolama etek: Eski zamanlarda daha çok kutnu kumaşlardan yapılan dolama etek, günümüzde pazen ve basma kumaşa dönüşmüştür. 3 - 4 metre genişliğinde olur. Etek şeklinde giyilir ve etek kısımları bele dolanarak üzerine kuşak bağlanır.
Dolamanın bağın' taktım
Kaldırdım boyuna baktım
Alişir'in anas' ölmüş
Gayri ben Allah'tan korktum31
Üçetek: Günümüzde kullanımdan hemen hemen kalkmış olan üçetek daha çok halk oyunları ekipleri tarafından kullanılmaktadır. Normalde tek parça olup, etek kısmı üç parçaya ayrıldığı için üç etek ismini almıştır. Yakası "V" biçiminde olup, ön kısmı tamamen açıktır. Bir kemer veya kuşak yardımıyla ön kısmı kavuşturularak kapatılır. Etek boyu ayaklara kadardır. Etek parçalarının biri arkada ikisi de önde yer alır. Gömlek ve şalvar üzerine giyilen üç eteğin önde bulunan iki parçası katlanarak kemer veya kuşak altına sıkıştırılarak kullanılabildiği gibi, katlanmadan da kullanılabilir.
Işıkdağı kar yatağı
Binboğa sümbül biteği
Ahmet okumaya gitmiş
Üçürdüm bağla eteği32
Yöremizde daha çok çuha, kadife ve kutnu kumaştan yapılan üç eteğin diğer bölgelerde, ipek atlas, şitari, altıparmak, ve canfes kumaşlardan yapılanları mevcuttur. Daha çok koyu renkler tercih edilirken, bu renkler mor, vişne çürüğü, kömür siyahı gibi renklerden oluşmaktadır. Genelde içi, tamamen kırmızı veyâ mor bir astar kumaşla kaplıdır. Kol ve yaka kenarları ile etek kenarları sırma yada ipek işlemeli olabilir.
Osmanlı saraylarında, cariyelerle kalfalarında giydiği üç eteğin dilim sayısı Abdülmecit döneminde ikiye indirilmiştir. Anadolu’nun bazı yörelerinde özellikle Türkmen kadınları tarafından bugün de kullanılmaktadır. Ege bölgesi Türkmenlerinin giydiği deyre de bir tür üç etektir. Deyre’nin arka dilimi biraz daha geniştir ve topuğa kadar iner; ön dilimleriyse diz kapağının üzerinde kalır.
Misso: Genelde eteklerin altına giyilen ince yünden tığ ile örülen kadın giysisidir. Bünyan’da buna “miso” adı verilmektedir.
Potin-Kundura-Postal-Çarık: Günümüzde daha çok kundura olarak elde üretilen, ya da tezgâhlarda bazen el değmeden üretilen ayakkabıların, geçmişte yemeni, postal, çarık, dolak (bir tür çarık) olarak kullanılanları artık pek kullanılmamaktadır. Daha çok halk oyunları ekiplerinde rastladığımız bu ayakkabılar, geçmişte basitçe bazı hayvanların gönlerinden yapılarak kullanılmaktaydı. Daha çok inek ve camız gönünden yapılan bu postal ve yemenilerin nakışlı olanlarını, daha çok zenginler ve devlet adamları giymekteydi.
Postal veya yemeni olarak yapılacak gönler; 2 - 3 gün suda bekletilir daha sonra bu bekleyen gönler mumlu iplikle dikilir, dikilen gönler bir değnek yardımı ile içe geçirilerek döndürülür. Döndürüldükten sonra kalıba konur, kuruduktan sonra kalıptan çıkartılır ve kullanıma sunulur. Nakışlı postal ve yemeni günümüzde halâ Maraş, Antep ve Silifke yörelerinde yapılmaktadır. Tabaklanmamış sığır derisinden yapılan çarık ise, üst kenar deliklerine geçirilen deri şeritle ayak bileklerine sıkıca bağlanarak kullanılır.[18]
Şura değil bura değil
Çarık giyim de arayım
Gardaşın saçı dolaşmış
Tarak verin de tarayım[19]
Ayağında sarı kesik
Çekedi söğüde asık
Çağırdımda seslenmiyor
Yedi benlim bana küsük
İhtiyarların daha çok papuç veya mest giydikleri dönemde gençler ise fotin adı verilen, çizme şeklinde uzun deriden yapılmış ayakkabılar giyerlerdi. Gene bu dönemde, ökçesi kabara çivili çizmeyi andıran çizmeden kısa sivri burunlu, düğünlerde gelinlerin ve genç kızların giydiği galice potin36 mevcuttu.
Körüklü çizme giyer de
Söz anlatırdı valiye
Babamın yerine koydum
Kurban oluyum Ali'ye37
Ayağına çizme giymiş
Yürürken yerler yarılır
Avlunun kapısın' örtün
Görür de bize darılır38
Yöremizde, Ucu sivri ve topuklu olan yaylı potin, kalın siyah lastiğin içinde erkekler tarafından giyilen mest lastik ve ökçeli mest gibi olup, daha çok ihtiyarların, eskiden mest üzerine giydikler altı yumuşak meşinden veya köseleden , yanları içten dikişli, geniş ağızlı, kısa ve bol konçlu ayakkabılar ile, kadınlara mahsus bir papuç olan ve lapçin, edik veya çedik adı verilen ayakkabılar da mevcuttu. Artık bunları günümüzde azda olsa ihtiyarlar hala giymektedirler.
Edik giyer içi mesli
Gelini yok durna sesli
Horasan'dan söküp gelme
Ocak zade bunun adı[20]
Fişeklik-Gayretlik: Düşmanla mücadelenin bir simgesi olan fişeklik ve gayretlik, Azeri ve Artvin giysilerinin üzerinde, fişeklik olarak daha çok karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde de hala bu giysilerde kendini gösteren fişeklik, yöremizde eski zamanlarda kullanılmasına karşın günümüzde halk oyunları giysilerinde de olsa kullanılmamaktadır. Eski zamanlarda daha çok Bünyan ve Pınarbaşı'nda gayretlik ile birlikte rastladığımız fişeklik, üzerine tüfek ve tabanca fişekleri geçirilip bele asılarak veya omuzdan bele çapraz geçirilerek kullanılırdı. Gayretlik ise beyaz bir kumaştan bele dolanarak, "altıpatlar" adı verilen tabanca ve hançer takmak amacılıyla kullanılan bir tür kuşaktır. Ayrıca erkekler üzerlerinde sürekli olarak köstek ve kapaklı "demiryolları saati" bulundururlar, bunu da kösteğin zincirini yeleğin bir tarafından öbür tarafına doğru yay şeklinde sallandırarak kullanırlar, saati ise yelek ceplerine sokarlardı. Kimi zaman bu saatlerinde deri veya kumaştan özel kılıfları bulunurdu. [21]
Altıpatla gümüş saat
Direkte asılı kaldı
Düğün asbabını kestirdim
Sandıkta basılı kaldı40.
Hep kırılın Çördüklüler
Bizim oda yaslanıyor
Altıpatlar, gümüş saat
Eşim yok da paslanıyor[22]
Mendil (Çevre): Küçük kare şeklinde kenarları sırma veya tığ oyası işlemeli, üzerinde küçük iğne oyası desenleri bulunan aksesuarlardandır. Erkek giysilerinden, yelek veya cepkenin göğüs ceplerine uç kısmı dışarıdan görülecek şekilde katlanarak konur. Erkeklerde kullanılan çevrenin süslemesi ve nakışları az olur. Renk beyazdır. Kadınlarda ise değişik renklerde olabilir. Günümüzde halk oyunlarında erkek oyuncuların göğüs cebinde yer alan mendil, aynı zamanda oyuncuların ellerinde tül mendil şeklinde yer almaktadır. [23]
Halayın başında durur
Mendilini sallar şöyle
Kalk pehlivan gidek dedim
Gurubelde soğuk yayla
Kolçak: günlük olarak giyilen elbiselerin, kollarının kirlenmemesi amacıyla genelde koyu renklerden dikilen iki ucu da lastikli bir giysidir. Daha çok Avşar köylerinde kullanılır.
Ağ golçak giyer goluna
Ne güzel sağardı koyun
Yarın bahar gelincaz
O zaman oynarım oyun
Bürüncük-Bürük-Çar: Aslında kadın baş örtüsü olarak bilinen bürüncük, halk arasıda çarşaf olarak ta bilinmektedir. Bürüncük kadınlar tarafından sokağa çıkarken örtünmek amacıyla kullanılır. Ham ipek ve atlas kumaştan, çok geniş bir şekilde dokunur. Eskiden daha çok kare makarna şeklinde desenlere sahip açık renklerde olanları kullanılmakta idi.
Köstek: Bütün yörelerde karşımıza çıkmasına rağmen, zengin bir folklora sahip olan Bünyan yöresinde halk oyunları giysilerinde belirgin olarak gördüğümüz köstek saat, kılıç ve anahtar gibi şeylerin ucuna takılan bir zincirdir.
Belik: Süsleme amacıyla kullanılan belik; siyah orlon veya yünden Saç şeklinde örülerek saçları uzun göstermek amacıyla kullanılır. Aralarına veya uçlarına değişik renklerde boncuklar konur. Daha çok Avşar köylerinde kullanılır.
Dizleme Çorap: Diz kapağına kadar olan yünden örülme, kendinden nakışlı bir çorap. Genelde kışın giyilir. Yöremizde daha çok beyaz yünden örülen çorap, örülürken aralarına çeşitli renklerde yün ip karıştırılarak desen oluşturulur. Pınarbaşı, Sarız, Tomarza gibi yörelerde daha çok rastlanmaktadır.
Tuman: Eskiden diz donu da denilen bir çeşit külottur. Yarım şalvar biçiminde olup paçaları daha çok dize kadar uzanır. Diz altı olanları da mevcut olup paça kısmı bağcıklı veya lastiklidir. Kumaşı patiska veyâ bezden olup daha çok kadınlar tarafından giyilmektedir.
Kuşak: Bele sarılarak dolanan, kare şeklinde kilim desenli, uçları püsküllü olabildiği gibi, sade renklerde, 20 - 25 cm' eninde , 1.5 - 2 m boyunda bele dolanarak kullanılan ve “Trablus kuşağı” adı verilen çeşitleri de mevcuttur. Trablus kuşakları bele 4-5 kez dolanarak çok sıkı bir şekilde bağlanarak kullanılmaktadır. Erkeklerde değişik bir görünüm sağlayan kuşakların arasına, para kesesi, tütün ve sigara takımı, tespih, kama ve mendil vs.. gibi sık kullanılan araç gereçler konulur.
Yürüyün Avşar uşağı
Dığrak bağlayın guşağı
Kürdün obasında yatar
Yok mu anayın döşşeği[24]
Kadın Takılar: Gündelik giysilerle olsun, sokak kıyafetleriyle veya bayramlık kıyafetlerle olsun, kadınların kullanmaktan vazgeçmedikleri aksesuarlardır. Her dönemde kadınları güzel gösteren eşyalar olmuşlardır. İnci, altın, gümüş gibi madenlerden oluşan ziynet eşyaları, oldukça çok çeşide sahiptirler. Özellikle bu ziynet eşyaları, kadın baş süslerinde daha çok yer almıştır. Fesin kenar kısımlarını süsleyen gazi dizmeleri kullanılmış. Kişilerin maddi durumlarına göre, genelde gümüş tepelik, çok zenginlerde altın tepelik, fakirlerde tahta tepelik kullanılmıştır. Bu tepeliği süsleyen yanlıklar, şakakların üzerine takılan, salkım saçak ayakları olan, üzerine gazi adı verilen şerit halinde altınlar takılan ayaklı ve ayakların üzerine takılan köşe adı verilen altınlar yer almıştır. Kulaklarda küpe, boyunlarda beşi bir yerde, fişeklik, inci gerdanlık, Mahmudiye, Reşadiye, boylama altun dizmeleri, parmaklarda yüzük, kollarda, Kayseri burması, gümüş bilezik, cıncık bilezik (fakirler), bellerde; zenginler altın kemer veya gümüş kemer, fakirler işli kemer, giysiler üzerinde ise altın, gümüş, inci, pırlanta ve renkli taşlarla süslenmiş iğneler kullanmışlardır.
Şu ayaklı, şu da köşe
Ne keleş yakışır başa,
Ha mevzinin içine al
Oğlu ölesice paşa[25]
Hele beliğe beliğe
Sarı ayaklı al duluğa
Osman göçler gidedursun
Uğrayalım Datlıoluğa[26]
Ne keleş yakışır başa
Ayaklıda köşeyinen
Böyle durduğuma bakma
Konuşuyom paşayınan
Kayseri de giyim kuşam, genelde bu şekilde belirlenmesine rağmen, Kayseri folklorunda kendisini zengin bir şekilde ortaya koyan Bünyan'da giyim kuşam belirgin olarak şu şekildedir.
Erkek Giyimi: Sivri kalıp Tunus fesi, üzerine yazma bağlanıyor. Ayakta; nakışlı çorap, çorabın üzerine sarı postal, mavi çuha şalvar veya doğnuk denilen yünlü şalvar. Sırtta; Yaka ve kolları işlemeli cepken demir koparan veya Maraş abası giyiliyor. Belde; Gayret kuşağı, silahlık (Meşin), bir tarafta altı patlar tabanca, bir tarafta gümüş kabzalı kama. Boğazda; kordonlu inen köstekli serkinof saat.
Kadın Giyimi: Ayakta; yemeni yada posteki üzerinde yün çorap (dizlik), üzerine miso (kısa etek), üzerine üçetek, üçetek üzerine yünden dokunan şal, şalın ucunda kozalı püsküller sallanır. Belden yukarı ise; libade denilen kollu yelek. Yeleğin altına içlik. Başta; fes, fesin üzerine yazma bağlanıyor. Feste Gazi denilen renkli boncuklar, altın, gümüş, inci gibi süsler bulunur.
GİYİMDE KUMAŞLAR
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Halep şehrinden gelen giyim kumaşları, daha sonra ki yıllarda tüm Anadolu’da olduğu gibi Kayseri’de de sanayiinin gelişmesiyle azalmaya başlamış ve bir süre sonra tamamiyle durmuştur. Halep’ten gelen kumaşları, kutnu, kadife, ipek, krep düşen, pazen gibi kumaşlar oluştururken, köy yerlerinde tezgahlarda dokunan çuha kumaşlarda, Halep kumaşlarının yanında önemli bir şekilde yer almışlardır.
Kutnu: Arapça'da pamuk anlamına gelen "kutnu"nun Osmanlı Sarayındaki dokuma örnekleri ipek ile uygulanmıştır. Boyuna çizgili ve çeşitli renkli bir dokuma cinsidir. Çeşitli giysi formlarının oluşturulmasında kullanılmıştır. Halk tarafında daha çok tercih edilmiştir.[27]
Terkinizde gutnu kumaş
Ben gutnuyu nediciyim
Goyrun beni ası Kürtler
Ben anama gidiciyim[28]
Çuha: Çözgüsü ve atkısı yün yapağından eğrilmiş ipliklerden dokunan, havlı ve düz renkte tok bir kumaş çeşididir. XV. yüzyıl ortalarından itibaren Selanik ve Eğin'de dokunduğu bilinmektedir.
Çuha şalvar dırnağında
Altın yüzük parmağında
Böyle yiğit görülmemiş
Şu Ayanlı örneğinde52
Bire Selver, bire Selver
Sen öksüzsün Hak'ka yalvar
Eşim buhur gezdiriyor
Bacağında çuha şalvar
Kadife: Çözgüsü ve atkısı ipekten yapılan havlı kumaşlardır. Teknik, kullanıldığı yer, içerdiği malzemeler açısından pek çok çeşitleri bulunmaktadır.
Düzüne sade, desenlisine münakkaş, çift zeminlisine çatma, altın veya gümüş tel kullanılanlarına da telli çatma adı verilmiştir.
Şaphasının içi pempe
Giymemiş sele serpe
Gadifeden asbab almış
Terzi diker gırpa gırpa56
Terazi vurur dartarım
Yanıyom beni gurtarın
Al kadife mevi çuha
Her kim giyerse yırtarım
Atlas: İnce ipekten sık dokunmuş düz ve parlak bir kumaş cinsidir. Çoğunlukla kaftan yapımında, bazı kaftanların astar ile pervazlarında çakşır dikiminde kullanılmıştır. Atlas kumaşların değeri tel adedine ve dokunuş tekniğine göre değerlendirilmiştir. Bir grup atlas kumaşın üzeri dokunduktan sonra pres ile desenlendirilmiştir.
Atlas kumaşlar dokunuş tekniği ve desenine göre baskılı atlas, taraklı atlas gibi isimler almışlardır.
Hele bana gelsin efe
Zubun atlas, şalvar çufa
Çerler alasıca kır at
Yıldız değniyor gafa[29]
Canfes: Düz mat renkli, ince, tek kat çözgü ve tek kat atkı ipliği ile hazırlanan bir kumaş cinsidir. Genellikle entarilerde astar ve pervaz kumaşı olarak kullanılmasına rağmen bir grup giysinin dikiminde de kullanılmıştır.
Basma: Daha çok pamuktan dokunarak elde edilen kumaşın üzerine, baskı tekniği kullanarak çeşitli renk ve desenlerin oluşturulmasıyla elde edilen bir kumaş çeşididir.
Basma fistan kirlenirse
Paşta püskül fırlanırsa
Ya kimlere baba desin
Ağ bebeğin dillenirse
KAYSERİ MUTFAĞI:
Mantıdan pastırmaya Kayseri mutfağı
"Makulat ve imalâtı has beyaz ekmeği, lavaşa yufkası, katmerli böreği, lahm-ı kadit namı ile şöhret bulan kimyonlu sığır pastırması ve miskli et sucuğu bir tarafta yoktur." Evliya Çelebi
Kayseri'nin zengin bir mutfak kültürü vardır. Kayseri adıyla adeta özdeşleşmiş olan pastırma ve sucuğun ünü, yurtdışına taşmıştır. Nefis yemek çeşitleri arasında mantının ise özel bir yeri vardır. Günlük sofraların dışında, ziyafetlerde ve düğünlerde çok özel yemekler hazırlanır. Geleneksel yaşam tarzının sürdürüldüğü dönemlerde, beslenme ve tüketim alışkanlıkları günümüzden farklıydı. Kent yaşamının insanlara sunduğu olanaklar şüphesiz ki bu alışkanlıkları ve beslenme biçimini değişime uğratmıştır. Ancak Kayseri'nin yöresel yemekleri bu değişimden etkilenmeden geleneksel tat ve lezzetlerle sofraları süslemektedir.
Kayseri mutfağı ağırlıklı olarak unlu ve etli besinlerden oluşur. Mantı Kayseri'nin en gözde yemeğidir. Araştırmalara göre 36 çeşit mantı pişirilmektedir. Bunlar arasında en yaygın olanı etli mantıdır.
Evlerde en çok tüketilen ve halk arasında "Aşma-karna" tabir edilen yiyecek türü, kesme çorba, erişte ve makarnadan oluşmaktadır.
Unlu yiyeceklerden bir diğeri, su böreğidir. Kuru börek, tandır böreği, katmer yine unlu yiyeceklerdendir.
Arabaşı, hem yapılması, hem de yenmesi marifet isteyen bir yemektir.Bu yemeğin en önemli adabı, kaşığa büyük parça halinde hamur almak ve bunu çorba tasma batırırken içine düşürmemek ve hamurları çiğnemeden yutmaktır. Hamuru düşürenlere, aynı yemeğin yaptırılması cezası uygulanır.
Güveç Kayseri'nin en gözde yemekleri arasındadır. Toprak güveçlerde, özellikle yaz aylarında sebzeden yapılan bir yemektir. Ana malzemesini, patlıcan, domates, biber, sarımsak ve et oluşturur. Buna patates ilave edildiği de olur.
Pehli, sulu köfte, pirinçli köfte, saç kebabı, fırınağzı, karın-mumbar, yağbâri, pöç, kovalama, üzüm yemeği etli ve yumurtalı yemeklerin en ünlüleridir.
Tatlılar ise zengin bir çeşide sahiptir. Oklava baklavası, açma baklava, kamış baklava, güllü baklava, fincan ağzı, nevzine, im helvası, telteli (pişmaniye), dut pekmezi, aside, incir dolması Kayseri sofralarını süsleyen tatlılardır.[30]
Festivaller:
ERCİYES KIŞ TURİZM FESTİVALİ
SARIOĞLAN İLÇESİ 16 MAYIS ULUSAL VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLERİ FESTİVALİ
AKKIŞLA YENİ YOĞURT FESTİVALİ
BAŞAKPINAR ÇALIÇUKUR ŞENLİKLERİ
GELENEKSEL 8.PİLAV ŞENLİĞİ
YEŞİLHİSAR KÜLTÜR SANAT VE KAYISI FESTİVALİ
DADALOĞLU KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
EVLİYA ŞENLİKLERİ
SITMAPINAR ŞENLİĞİ
GELENEKSEL 6.PİLAV ŞENLİĞİ
GURBETÇİLER ŞENLİĞİ
KAYAPINAR GURBETÇİLERŞENLİĞİ
İSABEY KÖYÜ HASRET ŞÖLENİ
ÇİFTLİK KÜLTÜR VE HALK FESTİVALİ
GELENEKSEL AŞIK SEYRANİ KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
YAMULA PATLICAN KÜLTÜR FESTİVALİ
YEMLİHA PATLICAN VE KÜLTÜR FESTİVALİ
BAĞPINAR PİLAV FESTİVALİ
HİMMETDEDE KÜLTÜR VE HALK FESTİVALİ
İNCESU ÜZÜM FESTİVALİ
GELENEKSEL 2.CEVİZ ŞENLİĞİ-[31]
Kayseri ünlüleri:
Dadaloğlu:
19.yy halk ozanlarındandır. Avşar boylarındandır. Toros yaylalarından Kayseri’ye gelerek Tomarza, Pınarbaşı, Sarız ilçe ve köylerine yerleştirilen Avşarlar içinde bulunmuştur. Asıl adı Veli’dir. Aşiretine vurgun, kahraman bir ozan olan Dadaloğlu koşma, koçaklama ve güzellemeleriyle birçok aşığı etkilemiştir.
Dadaloğlu’nun nerede öldüğü ve mezarı bilinmemektedir.
Mimar sinan:
Bilim AdamıMimar Sinan (1490-1599)
1490yılınsda kayseri’ye bağlı ağırnas köyünde doğdu. 1512’de devşirme olarak alınıp Acemi Oğlanla Ocağı’ında eğitildi. 1521 Belgrad seferinde önce yeniçeri oldu. Gerek Yavuz sultan selim’in gerekse Kanuni Sultan Süleyman’ın bir çok seferine katıldı. 1536 yılında başmimarlığa getirildi. 35 yıl bu görevde kaldı. Eserlerinin sayısı 364’ü bulmaktadır. 1588’de İstanbul’da öldü.
En çok bilinen eserleri arasında, İstanvul Ayasofya Haseki sultan Hamamı, İstanbul Süleymaniye camii, Edirne sultan selim Camii, İstanbul Süleymaniye Medreseleri, İstanbul sultan süleyan ve Sultan Selim türbeleri sayılabilir.İlimizde ise Kurşunlu Camii, Osmanpaşa Camii, Hacıpaşa Camii, Hüseyin Bey Hamamı Sinan’ın eseridir.
İncili (Çavuş) Baba :
Tomarza’ya bağlı eski adı trafişin olan köyde doğdu. Kanuni Döneminde sarayda
çalıştı. 1615’te İran’a türk elçisi olarak gitti. Muhasebecidir. Nüktelerinden
dolayı “incili” lakabını almıştır.
Kadı Burhaneddin:
AskerKadı Burhaneddin (1345-1398)
Kayseri’nin yetiştirdiği ünlü devlet adamı ve şairdir. 1345 yılında Kayseri2de doğdu. Öğrenimine Arapça ve Farsça öğrenmekle başladı. 14 yaşında Mısır’a giderek öğrenimine devam etti.
Kahire, Şam ve Halep’te geçirdiği beş yıldan sonra Kayseri’ye dönen Burhanedin, Eratnaoğlu Mehmet Bey tarafından Kayseri kadılığına getirildi. Vezirlik ve naiblik de yapan Kadı Burhaneddin, Mehmet Bey’i bertaraf ederek kendi adına kadı Burhaneddin devletini kurdu. Daha sonra akkoyunlu beylerinden Kara Yölük Osman Bey tarafından öldürüldü. Kadı Burhaneddin büyük bir şairdir. Şiirlerinde Azeri lehçesi kullanan Kadı’nın, çoğunu aruz, bir bölümünü hece ile yazdığı 1500 gazel, 119 tuyuğ, 20 rübai ve müfredi bulunan Türkçe devamının tek yazması Biritish Museum’dadır.
Din Adamı Seyyid Burhaneddin (1166-1244):
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin hocası olan ve türbesi Kayseri’de bulunan büyük Veli Seyyid Burhaneddin Özbekistan’ın Tirmiz şehrinde doğdu.
Mevlana’nın babası sultanülülema 1231’de ölünce, 1232 yılında Konya’ya giderek babasız ve hocasız kalan Mevlana’yı yetiştirmiştir. Ona yaklaşık dokuz yıl tasavvuf öğretmiştir. Mevlana’nın iyice yetiştiğine kanaat getirdikten sonra Kayseri’ye dönüp dergahını kurmuştur.
Kayseride bulunduğu zamanlar içinde dergahında pek çok insanı irşad eden Seyyid Burhaneddin 1244 yılında burada vefat etmiştir. Türbesi Kayseri’dedir.
Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin “Maarif” adlı Farsça eseri Konya Mevlana Müzesindedir.
Din Adamı Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) (1372-1412):
Büyük mutasavvıf Şeyh Hamid-i Veli 1327 yılında Kayseri’nin akçakaya köyünde doğdu. İlk tahsilini babasından yapan Şeyh Hamid-i Veli tasavvufi bilgisini artırmak amacıyla Şam’a gitti. Daha sonra Bursa’ya yerleşti. Bursa’da büyük bir şeyh olduğunu halktan saklamak için fırıncılık yaptı ve bu yüzden de “Somuncu Baba” olaraka tanındı.
Bursa’dan ayrılıp Kayseri’ye gelen Şeyh Hamid-i Veli Kayseri’de kendisine kapılan Büyük Veli Şeyh Hacı Bayram’ı irşat etti. 1412 yılında Aksaray’da öldü.
Halk Ozanı Aşık Seyrani (1807-1873):
19. yy. yetiştirdiği en güçlü halk ozanlarımızdan biridir. Esas adı Mehmet Tahir’dir. Develi İlçesinin Camii-kebir Mahallesinde doğmuştur. 1839 yılında 40 aşıkla beraber saraya giren Seyrani devlet idaresinde gördüğü bozuklukları vezirden padişaha kadar ağır bir dille hicvettiği için İstanbul’u terkederek Halep’e kaçmıştır.
1873 yılında Develi’de öldü. [32]
https://www.fotokritik.com/2404394/kayseri-meydan
YAPMADAN DÖNME: