KÂZIM KARABEKİR HAYATIM ADLI ESERE DAİR İNCELEME

20.05.2022

“Herkesin hayatı, mükemmel bir tarih parçasıdır. Hele çocukların ibret alacağı güzel bir kitaptır… Ne idik, ne olduk? Mutlak bilinmelidir.

  Bu dünyada herkesin hayatı, kendi hatırasında resimli bir kitaptır. Eğer bunu yazmazsa, kendisiyle beraber silinip gidecektir.  Kalacak üç beş mühim hatıra da, yakınları tarafından mahiyeti değiştirilmiş, birer masal olacak, kimseye faydası değil, belki de zararı olacaktır.”

                                                                                                              (Önsöz, Kâzım Karabekir)

Hayatım - Kazım Karabekir | kitapyurdu.com

 

KİTABIN ADI: KÂZIM KARABEKİR

                             Hayatım

Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı

1.baskı: İstanbul, Aralık 2008

4.baskı: İstanbul, Nisan 2014

298 sayfa

Kitabı Okuduğum Yıl:  2021-2022

Not: Arada başka kitaplar okuduğum için ve özel nedenlerden dolayı kitabı bitirmem gecikti.

 

KÂZIM KARABEKİR (23 Temmuz 1882, İstanbul-26 Ocak 1948, Ankara)

“Baba mesleğini seçerek askeri öğrenim gördü… Milli Mücadele hareketine katılan ilk komutanlardan biri oldu. Erzurum Kongresi’nin düzenlenmesinde büyük emeği geçti… 1926 yazında İzmir’de Atatürk’e karşı bir suikast planının ortaya çıkarılmasından sonra, ülkenin önde gelen muhalifleriyle birlikte İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Ama suikastle ilgisi görülmeyerek beraat etti. 1 Mart 1927’de milletvekilliği sona erince ordu kadrosunda açığa alındı, aynı yıl 1 Kasım’da emekliye sevk edildi. Bu tarihten başlayarak, 12 yıl boyunca, İstanbul Erenköy’deki bugün müze olan köşkünde, siyasetin dışında bir hayat sürdürdü ve anılarını kaleme aldı. 31 Aralık 1938’de yapılan ara seçimde yeniden İstanbul milletvekili oldu. 1946’da seçildiği TBMM başkanlığı görevindeyken Anakara’da öldü.” (Kitaptan, sayfa 1)

Kâzım Karabekir’in YKY’deki kitapları:

İstiklâl Harbimiz (2 cilt, 2008)

Hayatım (2008)

İttihat ve Terakki Cemiyeti (2009)

Günlükler (1906-1948) (2 cilt, 2009)

Edirne Hatıraları (2009)

İstiklâl Harbimizde İttihat ve Terakki ve Enver Paşa (2010)

 

Sunuştan Bazı Satırlar:   

    “Vazifelerin yerine getirilmesinin kahramanlık olmadığına; kahramanlığın, vazifenin bittiği yerde başladığına ve vatan hayrına en aziz varlıkların fedasının sona erdiği yerde tamamlandığına inanan Kâzım Karbekir Paşa’nın hayatı, kişilerin ibret alacağı tarihi bir örnektir.

      Kâzım Karabekir Paşa herkesin hayatından çıkarılacak bir ders olduğunu, bu nedenle gelişmiş toplumlarda olduğu gibi, herkesin hatırasını yazması gerektiğini belirtir. Bu düşünce ile küçüklüğünden kalp krizi sonucu hayata veda ettiği güne kadar yaşadıklarını kaleme almıştır… Bu kitapta okuyucu, Kâzım Karabekir Paşa’nın kişiliğini oluşturan aile geçmişini, çocukluk hikâyelerini, 1907 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde olup bitenler karşısında düşündüklerini izleme imkânına kavuşabilmektedir.

         … Kâzım Karabekir Paşa Vakfı olarak Paşanın ‘Vatandaş! Yanlış bilgi felâket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren! Sonra münakaşasını istediğin gibi yap! Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır’ ilkesi ile ailesine kalan tüm evrakı milletimiz ile paylaşmak kararındayız…” ( Kâzım Karabekir Paşa Vakfı, Eylül 2008)  (13.s.)

                                      

 

 

                          TARİHE VE TARİHİ BİR KİŞİLİĞE AYNA TUTAN ESER

 

        Bazı kitaplar vardır ki hele bu kitaplar hatıra, günlük, mektup, otobiyografi türünde ise tarihe ve kaleme alan şahsiyetin hayatına, yaşadığı döneme ışık tutar. Öznelliğin ağır bastığı düşünülse de bir belge niteliğinde olduğu yadsınamayacak bir gerçektir.

       Tarihimizin çok önemli bir sayfası olan Milli Mücadele hareketine katılan ilk komutanlardan biri olan Kâzım Karabekir, “Hayatım” adlı eseriyle hem hayatına hem kişiliğine hem de yaşadığı dönemin olaylarına kendi bakışıyla ışık tutuyor. Otobiyografi, anı okumak heyecan verici olduğu kadar kaleme alan için de bir ayrıcalıktır. Bir insanı kendi kaleminden tanımak okuyucuyu daha çok etkiliyor. O kişinin hayatını, onu yakından tanıyan  birinin kaleminden okumak da değerlidir elbette. Ama kendi diliyle ve duygu, düşünce dünyasından yansıyanlar eşliğinde kaleme alınmış olması, okuyucuyu daha çok etkiler diye düşünüyorum. Bir kişinin yaşam öyküsünü birinci ağızdan okumak, yüreğinize başka bir dokunuyor. Adeta onunla karşı karşıya gelmiş ve onunla konuşuyormuşsunuz hissini uyandırıyor.

         “Daha rüşdiye (ortaokul) sıralarında iken hayatımı yazmaya başladım. Başıma gelenleri muntazaman kaydetmekle lezzet duyuyordum. Sonraları günü gününe hayatımı not etmeye başladım.”(19.s.)

           Eseri okurken, yazanın hayat öyküsünün bir parçası oluyorsunuz adeta. Ailesini, arkadaşlarını tanıyor ve o yaşamın içinde buluyorsunuz kendinizi. Acısına, sevincine ortak oluyorsunuz. Anı, günlük vb. eserleri okumak bu nedenle daha farklı bir okuma deneyimi oluyor okuyucu için. Yazanın annesi, babası, arkadaşları, okul hayatı, yaşadığı maceralar hepsi zihninizde akıp gidiyor.

         “… Annem daima beraber. Biz beş kardeşten en büyüğümüz Ahmet Hamdi Bey, 1283’te İstanbul’da doğmuş. Diğer Hilmi ve Şevki Beyler de 1289 ve 1290’da Kastamonu’da doğmuşlar. Babam ve annem pek dindar, tam bir aile saadetini bilir, kuvvetli seciyeli insanlardı…”(22.s.)

          “… Üç sene kadar Mekke’de vazife gördü. 1309’da koleradan vefat etti. Mezarı Mekke’de, Cennet-i Muallâ’dadır.

               Babamı iyica hatırlıyorum. Pek kuvvetli bir vücuda ve bir seciyeye malikti… Fakirlere çok acır, yetim çocukları himaye ederdi. Tasarrufa ehemmiyet vermezdi. ‘Ben çocukken evimden, köyümden ayrıldım, varlığımı kendi azmimle kazandım. Hazıra konanlardan kuvvetli seciyeli kimse az çıkabiliyor. Çocuklarımın da benim gibi yalnız kendi varlıklarına güvenebilmeleri için kendilerine bir servet bırakmayı düşünmüyorum. Sağlığımda kimsesizlere, düşkünlere yardımı daha ziyade arzu ediyorum.’ derdi.

            Annem ise bu fikirle daima çekişir ve ‘çoluk çocuk bir şeysiz kalırsak mesuliyeti, günahı senin olur; çocuklar sonra seni hayırla yâd etmez.’ derdi.”(23.s.)

 

            “Hayatım” kitabını okurken hemen her paragrafta- özellikle ailesiyle ve okul hayatıyla ilgili bölümlerde- hayata, insana dair anlamlı, önemli dersler alıyorsunuz. Değerli nasihatler, dersler içeriyor bazı satırlar.

             “… Babam hediye bile kabul etmezdi. ‘Vazife başındaki insanlar çöp bile almamalıdırlar’ derdi… Kaza ve kadere tamamıyla inanırdı. Fakat şahsın irade-i cüziyesi olduğundan azim ve iradesiyle hayatını istediği istikamette yürütebileceğine de kani idi. Babamın bende bıraktığı intiba tam bir ‘Türk modeli’ olmasıdır… İmanı gibi vücudu da salabetliydi … iyi insan olmamız için daima nasihatler verir, bilhassa kimseye güvenmememizi, alnımızın teriyle çalışıp adam olmamızı tavsiye ederdi.

               Ailemizin güzel namını soldurmayın derdi…” (24.s.)

 

         Şu anda yazımı kaleme alrken de bu satırların değerini hissediyor ve heyecanla yazıya döküyorum. Kitap tanıtım ve eleştiri yazıları kaleme almanın keyifli, heyecanlı ve anlamlı bir yanı da bu ve benzeri etkili satırları okuyucuyla paylaşmaktır. Tabii okuyucular üzerinde ne kadar etkisi olacağını kestirmek pek mümkün olmasa da kendim üzerindeki etkisinden yola paylaşıyorum bazı satırları. Altını çizdiğim satırlar aslında birer keşif gibi. Güzeli ve etkili olanı keşfetmenin hazzını duyuyorsunuz. Paylaşınca hazzı artan bir yöntemdir bazı satırların altını çizmek. Sizde bıraktığı etkinin somut hale dönüşmesidir. Yıllar sonra bile o satırlar eskimez ve aynı sıcaklığını koruyabilir.

         Kâzım Karabekir, bakın “Ben” başlıklı bölümde kendisini nasıl anlatmaya başlıyor:

“İstanbul’da Küçükmustafapaşa’da Ayakapı Caddesi’nde kömürcüler sırasında büyükannemin konağında 11 Ağustos 1298’de doğmuşum…”

          Hayatının dönemlerini başlıklar halinde anlatmış:

         “Ne Zaman Yazmaya Başladım, Ceddim Karabekir, Babam, Babamın Yakınları, Annem, Dayım ve Teyzelerim, Ben, Van’a Gidiyoruz, Erzurum’da, Van’da, Mektepten Firar, Gülünç Bir Hatıra, Mühim Bir Hatıra, Harput’a Gidiyoruz, Harput’ta, … Mekke’ye Gidiyoruz, Mekke Yolunda, İngiliz Çocuklarıyla Kavga, Mekke’de, Mektepten Kaçma, … Türbeleri Ziyaret, Güzel Bir Âdet, Kâbe’nin İçi, Arafat, Mekke’de Posta, Osman Paşa’nın Valiliği, Hacca Çıkış,…”

       

    Her bir bölüm, Kâzım Karabekir’in hayatından kesitlere açılan bir pencere. Kişiliğine, anlattığı dönemin kültürüne, tarihi olaylarına dair bilgiler ediniyorsunuz. Tabii genel kültürünüze, kelime dağarcığınıza dair kazanımları da es geçmemek lazım. Ancak kelimelerin anlamlarına bakarken zaman kaybettiğinizi ve olayların akışından koptuğunuzu fark ediyorsunuz. Bu yüzden bazen kelimeleri atlayabiliyorsunuz. Kitabın akıcılığını bölmemek için bazı kelimelerin anlamlarına daha sonra da bakabilirsiniz. Ayrıca bazı bölümlerde, anlatılanlara dair çok detay verilmesi, akıcılığı biraz olumsuz etkiliyor olsa da okuma yolculuğunuzu tamamlama azmini gösterebilmelisiniz.

      Hemen her kitapta böyle satırlarla karşılaşmak mümkün. Bu durum kitabı okumaktan vazgeçmemiz için bir sebep olmamalıdır. Çünkü her kitaptan elde edeceğimiz anlamlı kazanımlar olacaktır. Yeter ki sabırlı bir okur olabilelim. Ben de bu kitabın bazı bölümlerini hızla okudum. Anlamadığım, hatta okuma heyecanımı azaltan bölümler de oldu ama okuma sürecine devam ettim. Kitabın son satırlarına geldiğimde de bir kitap daha okumuş olmanın mutluluğunu duydum. “Hayatım” kitabını  ve başka kitapları okurken, sayfalarda gezinirken farklı duygu ve düşüncelerle tanışabilir, önemli kazanımlar elde edebiliriz. Ben de bu kitapta tarihi bir şahsiyeti tanımanın yanında hayata, insana, farklı kültürlere dair birçok kazanım elde ettim. 

         Kâzım Karabekir, farklı dönemlere dair yaşam tecrübelerini, izlenimlerini paylaşarak okurları da bu tecrübe ve izlenimlere ortak etmiş. Bazıları hikâye tadında ki her anı yaşadıklarımızın bir öyküsüdür aslında.

           “… Harput’u çok sevmiştim. Kışın karlar üzerine sırtüstü yatıp boyumuzu ölçerdik. Hele resim hocamızın kardan iyi heykel yapması bizi ne kadar sevindirmişti. Kartopu da oynardık. Van’da soğuğa çok alıştığımızdan kar oyunu pek zevkime giderdi. Geceleri de bazen misafirliğe giderdik. Van’daki gibi yemeği müteakip artık uyumuyordum. Tandır sefası pek eğlenceli. Bizim evde yoktu. Yerliler kullanıyor. Bazı eski memurlar da alışmış, tandırın üstüne yemişler diziliyor. Dizlerden aşağı hamam gibi sıcak. Harput halkı bunu pek seviyorlar, dükkânlarda bile var. Misafirlikte bilmeceler, hikâyeler, bazı tuhaf kimselerin oyunları hatırada güzel izler bıraktı…” (43.s.)

        Hatıralar; o dönemin kültürünü, yaşam biçimini, o dönemin ruhuna dair bir şeyler yansıtır. Tıpkı yukarıdaki satırlarda olduğu gibi. Yazan kişinin geçmişine, tarihin farklı dönemlerine  bir yolculuk oluyor adeta her bir hatıra. Bu yolculuk; akıcı, heyecan verici bir anlatımla daha da keyifli, dokunaklı, ufuk açıcı bir yolculuğa dönüşüyor.

      77.sayfadaki satırlarda, kolera salgını sırasındaki  karantina sürecinin zorluklarından bir kesit sunuyor. Kâzım Karabekir, salgın ve karantina günlerinde henüz çocuk olduğu için bir çocuğun bakışı ve hisleriyle aktarmış o günlerin zorluklarını ve yaşanan acıları.

     “… Ağabeyimin hanımı ağır hastalandı. Bunu kamaraya indirdiler. Fakat biçare öldü. Sardılar, sarmaladılar, denize attılar. Bu pek fenama geldi. Başka türlüsü mümkün değilmiş. Hele Beyrut’ta karantina bekleyeceğimizden ölenleri duyurmuyorlarmış. Bir iki gün sonra ihtiyar dadım da birden hastalandı, dili tutuldu hemen yanımızda ölüverdi. Ben bunu çok severdim. Beni o büyütmüş, çok tatlı küçüklük hatıralarımı anlatırdı… Çok iyi kalpli bir siyahi idi. Kucağındaki hayatımdan bazı safhalar gözümde canlanır…”

         “Büyük Zelzele” başlıklı bölümde de anlattıkları  dikkat çekici. Günümüzde de önemli bir gündem olan deprem gerçeğine dair etkileyici satırlar var: “ … Ben Van’da iken büyük bir zelzele görmüştüm, annem yanımda idi. Tekbir getirerek olduğu yere oturmuştu, beni de oturtmuştu. Sonradan sebebini söylemişti: “Kaçmamalısın. İnsan düşerse illet sahibi olurmuş. Sonra merdivenlerden muvazene kolay bozulurmuş, başına bir şey de düşebilirmiş. Eğer yakınında kapı veya pencere varsa bunların eşiğine oturuvermek en selametliymiş. Çünkü binaların en sağlam yerleri buralarmış…

        Gazeteler hep zelzele vakalarıyla dolu… Çarşı yıkılmış, birçok insan ezilmiş, bazı yerlerde kârgir evler de yıkılmış… Gazetelerde bile nele yazılmıyor… Artık ağız havadisi mi, gazete mi yazdı, türlü garibeler işitiyoruz. Ayastefanos’ta deniz suları 200 metre çekilmiş, yerden buhar çıktığını görenler olmuş, ıssız adalardan biri kaybolmuş…”(87.s.)

        Bu satırları okurken günümüzle ne kadar benzerlik gösterdiğini düşündüm. Sanırım sizler de aynı şeyi düşüneceksiniz. “Tarih tekerrürdür” sözünden yola çıkarak diyebiliriz ki insan davranışları da tekerrürdür. Tıpkı bu anıda ifade edilenlerde olduğu gibi.

        Anılarda dönemin siyasi olaylarına da ışık tutulmuş. Mesela Abdülhamid’e dair şu satırlar, bunun bir örneği.

        “… Hamdi ağabeyim hayretle gözlerimin içine baktı ve bana, ‘Yemin et bakayım ki bundan hiç kimseye tek bir kelime bile söylemeyeceksin’ dedi. Yemin ettim. Bununüzerine evvela bana her zaman hatırladığım güzel şeyler söyledi. ‘Kâzım, ailemizin namını yükseltecek istidat yalnız sende var. Kendini her fenalıktan korumalısın. Ahlâkını nasıl muhafaza ediyorsan hayatını da öyle korumalısın’ diyerek Abdülhamid’in zulmünü, istibdatını ve buna karşı milletin iyi kalpli evlatlarının hürriyeti için İttihat ve Terakki Cemiyeti namıyla bir cemiyet teşkil ettiklerini, vatanını seven her münevver gencin buna dahil olduğunu fakat bazı alçaklar tarafından haber alınarak birçok gencin sürgüne Yemen’e, Fizan’a gönderildiğini, bazılarının da denize atıldığını bana acı acı anlattı…”(97, 98.s.)

           Kitap tanıtım ve eleştiri yazılarında noktayı koymak çoğu zaman zordur. Altını çizdiğim daha birçok anlamlı ve önemli satırlar var ama bir kitaptaki keşfi sanırım biraz da okuyucuya bırakmak gerekir.

            Kâzım Karabekir, bu kitabıyla, sadece kendi yaşam öyküsünü aktarmamış okuyucuya. Yaşadığı dönemin kültürel, siyasal, toplumsal olaylarına ve özelliklerine de yer vermiş detaylı bir anlatımla.  Yaşadığı dönemin olumsuzluklarını da eleştirel bir bakışla dile getirmiş. O dönemin resmini çizmiş adeta. Kitap bazen akıp gidiyor bazen de durağan bir akış söz konusu ama bu durum,  kitabın anlam ve öneminden hiçbir şey eksiltmiyor. Son sayfasına gelene kadar altını çizeceğiniz, sizi etkileyen satırlarla karşılaşıyorsunuz. Hayata, insana, farklı kültürlere, tarihe dair uzun bir hayat yolculuğunun yolcularından biri oluyorsunuz. İyi okumalar!

 

 

 

 

 

Kitaptan Bölümler:

 

“Biz abdestsiz soyundan değildik fakat mutaassıpları da sevmiyorduk…” (114.s.)

 

“ Dimağımda en büyük üç ruh tanıyordum. Hz. Peygamber’in, Sultan Fatih’in, babamın…”(115.s.)

“Dünyada müstebitler kadar aptal düşünceli kimseler var mı acaba?” (137.s.)

 

“Eğer aklın eriyorsa fikirleri boğma, onlara yol ver ve hürmet et.” (172.s.)

 

  “Fikirler ölmüyor, birbirine zincirleniyor.”(172.s.)

 

“Çok memnunum ki kendimi bir dakika ne muallimlerin üstünde gördüm ve ne de tarihi şahsiyetlere benzettim. Daima ben benim ve öyle de kalacağım.”(176.s.)

 

Sayfa 185’teki “Kütüphanelerimiz, Kıraathanelerimiz” başlıklı bölüm çok etkileyici.

 

“Halkın memnun olmasına çalışmak insanın vicdanına zevk verir.” (190.s.)

 

“Büyükleri birbirini öldüren bu muhtelif ırk çocukları kardeşler gibi yan yana durur ve oynarlardı. İnsanların böyle daimi arkadaş olacağı tarih, kim bilir ne kadar uzaklardadır. Cihanı ıslah etmek için mümkün olup da böyle çocuklardan bir ordu kurmalı.”(204.s.)

 

“Mesuliyet hissi insanı daima açıkgöz ediyor.”(212.s.)

 

“Bizi kurtaracak ancak biziz. Türkleriz.”(221.s.)

 

Sayfa 241’deki “Manastır’dan Uzaklaştırılmaklığım Arzusu” başlıklı bölüm çok etkileyici.

 

“Ataların gafletinin cezasını evlatları ödüyor, daima da böyle olacak…”(267.s.)

 

 

                                                                                                                      20.05.2022

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar