KEMALOĞLU
HAYATI HAKKINDA
Doğum ve ölüm tarihini bilemediğimiz ama 14 yy ın ikinci yarısı ile 15 yy. ın ilk çeyreğinde yaşadığını tahmin ettiğimiz Kemaloğlu İsmail Memluk -Kıpçak Türkçesi sahasında yetişmiş bir nasirimizdir. Memluk Sahasında ve muhtemelen Beyrut ve Hatay arasındaki bölgede yaşayan Kemaloğlu, Ramazanoğulları idaresindeki Türkmen cemaatlerinden veya aşiretlerinden gelem bir medreseli yazar olmalıdır. Beyrut- Halep Rakka arasındaki Türkmenler ise önce Karahıtaylara yenilip, Selçuklulara sığınan sonra da Selçukluların Kırmanç Valisi ile anlaşmazlığa düşüp, önce Kırmanç Valisini sonra da üzerlerine gelen Selçuklu Sultan’ı Sancar’ı 1147 yılındaki Katvan Savaşında yenerek Horasan’a hakim olan Türkmen kitlesinden gelen Oğuz kitlesidir.[1]
Bu büyük Türkmen kitlesi Katvan Savaşından sonra Horasan’a hakim olmuş, 1170 yılında Harzemşahlar bu Oğuz kitlesini yenerek yöreye hakim olmuştu. Bu Türkmen kitlesi ilk önce Diyarbakır civarına çekilmek zorunda kalmış, 1248 yılında Kösedağ Savaşından sonra da Halep ve Rakka arasında göçerek Memluklar’a tabi uç beylikleri olmuşlardı. Memluklar, Doğu Akdeniz’i ve Güneydoğu Anadoluyu ele geçirince Halep civarındakileri Çukurova’ya, Rakka civarındakileri de Güneydoğu Anadolu’ya iskan etmişler ve Ramazanoğulları ve Dulkadıroğulları beylikleri kurulmuştu.[2]
15 yy şairi Kemaloğlu’nun Ramazanoğlu beyliğini kuran Yüreğir Boyu’nun idaresindeki Türkmenlerden biri olabileceği ve Beyrut ile Yayladağı arasındaki Türkmen Cemaatlerinden birisine mensup olduğu tahmin edilebilir. Bu kitlenin içerisinde daha çok Üçoklara mensup boylar ve cemaatler vardır.
Kemaloğlu’nun hayatı hakkında hiç bir kaynak bize bir bilgi vermemektedir. Bir adının İsmâil olduğunu ve eserini yazdığı sıralarda Trablusşam’da yaşadığına dair görüşler vardır. Fakat Yrd. Doç. Dr Raşit Çavuşoğlu, “ Ferahnameler ve Kemaloğlu’nun Ferahnamesi İnceleme ve Metin” adlı eserinde bu görüşlere karşı çıkmakta Kemaloğlu'nun Şam da veya Trablusşam'da yaşadığına diar elde bir kanıtın olmadığını ileri sürmektedir. “Kemaloğlu'nun Trablusşam'da yaşadığı ve adının İsmail olduğu bilgilerini müellifin bilinen ve elde mevcut iki nüshasından öğrenemiyoruz. İki yazma eserde de böyle bir bilgi mevcut değildir. Hatta Ferah-nâme'de İsmail adında birinden söz edilmemektedir. Şairin Trablusşam'da yaşadığına dair de herhangi bir malumat yoktur. Eserde Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan'ın Şam'da bulunması ve hikayenin bazı bölümlerinin Şam'da geçmesi müellifin Şam'da veya Trablusşam'da yaşamış olabileceğini akla getirmiş olabilir”[3]
Ferahname adlı eserini Arapça ve Farsça eserlerden de faydalanarak yazdığına göre onun eser tercüme edecek kadar Arapça bildiğini ortaya koyar. Farsçayı da bildiği anlaşılan Kemaloğlunun ilmiye sınıfından bir aileye mensup olduğu veya yetiştiği anlaşılmaktadır. Medrese tahsilli olduğu verdiği bilgilerden ortaya çıkar. “Kemâloğlu'nun medreseli yani ulemâ sınıfından olma ihtimali ise kuvvetle muhtemeldir”[4]
Kumaşı vardır elin nice bir yüz
Bizim dahi kumaşımız dürür söz
Eğerçi mâl-i dünya tutmadı yüz
Söz ile eğleniriz gice gündüz. [5]
Beyitinden de anlaşılacağı gibi fakir bir insan olduğu, ama ilmi ve kelamı ile zengin olduğunu ima etmektedir. Eser tek vezinli ve ölçü bakımından sağlam bir arzu ölçüsü ile yazılmıştır. Tüm bunlar Kemaloğlunun iyi bir tahsil gördüğüne işaret etmektedir.
O halde Kemaloğlu İsmail yerleşik bir hayat yaşayan bir Türkmen ailesine mensuptur. O yıllarda o yöredeki Türk boylarının göçerliği devam ettirdikleri bilindiğinden ailesinin Memlukluların yönetimine dahil idareci veya ilmiye sınıfına mensup bir aile olduğu tahmin edilebilir.
Kemaloğlu İsmail diye anıldığına göre baba adının Kemal olduğu, dedesinin de oğluna Kemal adını vermeyi isteyecek kadar kamil ve ilime önem veren biri olduğu söylenebilir. Kemaloğlu eserini 1387 yılında yazmış olduğuna göre 14 yy’ın ilk yarısında veya ikinci yarısının başlarında doğduğu söylenebilir. Şairin ölüm tarihi de bilinmemektedir. Buna mukabil en azından 1386 yılından sonra öldüğü ortaya çıkar. Şairin başka eserinin olup olmadığı da kesin değildir. Elimize ulaşan tek eseri Ferahname’dir.
Bu eseri Ferahname konulu eserlerin edebiyatımızdaki ilki ve en eskisidir.[6]Şu halde edebiyatımzdaki Ferahnamelerin nüvesi bu eserdir. Kemaloğlu’nun eserinden kırk yıl sonra Hatiboğlu ‘nun yazmış olduğu Ferahnâme’nin konusu ise[7] yüz hadis ve yüz hikayenin Arapça’dan Türkçe’ye nazmen yapılmış bir tercümesidir.
FERAHNAME
Kemaloğlu bu eserini Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış eserlerden okuyarak “üç dilden çıkararak” yazmıştır. Şair eserini yazarken bilinen, yazılan veya anlatılan meşhur hikâyelerden almış ama eserini özgün olarak yazmıştır.
Uğruluk sözi katmadım sözime
Ki bir vakt uralar yüzüme [8]
Diyerek eserine başkasının sözünü katmadığını ifade eder. Eser sanılanın aksine oldukça sağlam bir aruz ile ve çoğunlukla tek ve kusursuz bir vezinle yazılmıştır.
Eğer vezni harap eder okuyan
Ki sanma ol vezne dedim ben [9]
Şairin bu eserini “ Bakır şehri haikayesinden,” Kuran ve dini eserlerden Emevilerin fetihlerini anlatan destanlardan vb esinlenerek hazırlamıştır. [10]Baştan sona efsanevî olayları anlatan Ferahnâme Hz Süleyman’ın kumkumalar içine hapsederek denize attığı devleri bulmak için çıkılan bir yolculuk ve karşılaşılan olağan üstü varlık ve olayların hikâyesinden meydana gelmiştir
Eser, 789 Ramazanında (Eylül 1387) tamamlanarak Mısır Memlükleri adına Şam’da hüküm süren Mîr Gazi’ye ithaf edilmiştir. [11]Ferahnâme “mefâilün mefâi-ün feûlün” kalıbıyla yazılmış 3125 beyitlik bir mesnevidir.
Eser Klasik mesnevi tertibinde , tevhid, naat, cihar yar-ı güzine medhiye, ve ağaz-ı destan bölümleri ile başlar ve asıl hikayeye geçer . Asıl hikaye üç temel epizod ve on üç bölümde anlatılmıştır. Üç ana epizod şu şekildedir
a) Halife Mervânoğlu Abdülmelik’ e denizden çıkarılan bir kumkumadan bir devin çıktığı ve duman olarak Kafdağına kaçtığı hikayesi anlatılır . Halife Mervânoğlu Abdülmelik kumkuma ve dev leri buldurmak için 2000 kişi görevlendirip başlarına Talip ve Şeyh Abdüssamed’i koyarak yollar. Talip ve Şeyh Abdüssamed esrarlı bir sarayda mermer direğe bağlı Hz. Süleyman’ın cezalandırdığı devlerin başını bulurlar. Bu dev onlara Hz Süleyman’ın hikayesini anlatır. Hz. Süleyman adalar şehri hükümdarının güzel kızını ister Hükümdar vermez. Bunun üzerine Hz Süleyman uçan tahtına biner, hayvanlar ve kuşlar ile adalar ülkesi ve hükümdarı üzerine sefer düzenler. Savaşa kuşlar ve develer de karışır. Hz. Süleyamın da devleri yenmek için Kaf dağına kadar gider. Devleri ya öldürür ya da kumkumalar içine haps ederek denize atar. Devlerin başı da kaçtığı için mermer direğe bağlanıp cezalandırılmıştır. Kumkumaları bulabilmeleri için Bakırşehri’ne gitmeleri gerektiğini söyler ve yolu tarif eder.
b) Bakır şehri hikayesi: Talip ve ordusu Bütün insanları ölü halde olan tılsımlı Bakırşehri’ne ulaşırlar. Kuleleri parlayan bu şehre girmek için uzun merdivenler yaparlar. Fakat kuleye her çıkan aşağı düşüp ölmektedir. Nihayet Talip aşağı inerek kapıyı açmayı başarır. Bu şehrin bütün insanları ölüdür. Her şey altın , gümüş ve elmastan yapılmış duvarlar, evler ve kubbeler bakırdandır ama şehrin insanları açlıktan ölmüşlerdir.Hükümdarı gibi gözüken bir kız canlı gibi tahtında oturmakta şehrin hikayesi de yanında yazmaktadır. Yazı “ Şehirden istendiği kadar altın ve cevahir alınabileceğini ama tahtta oturan kızın üzerinden hiç bir şey alınmamasını “ tembih etmektedir. Fakat Talip kızın üstünden bir parça alıp Halife’ye bir armağan götürmek istemiş ve Tâlib esrarlı bir kılıçla ölmüştür. Kalanlar yollarına devem ederek Gerger ülkesine ulaşırlar.
c) Bakır şehrinden bol bol ganimet alan Melik Musa ve diğer kalanlar Gerger ülkesine ulaşır. Bu ülkenin hükümdarı onları güzel karşılar ve yardımcı olur. Denize dalgıçlar indirerek Hz. Süleyman’ın on bir kumkumasını karaya çıkartır. Bunlardan birini kırdırdığında içinden Hz. Süleyman’dan af dileyerek duman halinde bir devin çıktığı görülür. Melik Mûsâ ve yanındakiler beraberlerinde öbür kumkumalar olduğu halde iki yıl süren bir yolculuktan sonra Mağrib’e dönerler.
Melik Mûsâ Şam’a gelir. Halkın önünde kumkumalar açılır. Kumkumalar kırıldıkça kara dumanla birlikte bir dev çıkarak Hz. Süleyman’a âsi oldukları için af dileyerek Kafdağı’na kaçarlar. Hükümdar hayvanlar, devler ve cinler üzerindeki bütün hâkimiyet ve kudretine rağmen cihanın Hz. Süleyman’a bile kalmadığını düşünerek dünyanın değersizlik ve fâniliğini anlayıp ülkesinioğullarına ve beylerine bırakıp Kâbe’ye gider.
Kemaloğlu eserinde öğüt vermeyi ön planda tuttuğundan her meclisin sonunda bunlardan çıkarılması gereken ders ve ibrete dikkati çeker. Eserini ibret vermek için yazan Kemaloğlu amacını şu beyitte vermiştir:
“Ferahnâme dedim gerçi bunu ben/
Bu ibretnâmedir dinle bunu sen” [12]
beytiyle ayrıca ifade etmiştir.
Vasfi Mahir ve diğer araştırmacıların da ifade ettikleri ve örneklerden de görüleceği gibi eserin dili oldukça sade bir Türkçe’dir. [13]Eser Memlûk-Kıpçak sahasında yazılmış ama Anadolu’da şöhret bulmuş, bütünüyle Eski Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşımıştı. Eser, atasözleri, deyimler ve halk söyleyişleri bakımından çok zengin[14] dir. Ayrıca V. Mahir’in tespitine göre eserde Türk Halk masallarının ve Dede Korkut’un bazı akislerini de görmek mümkündür.
Nuru bu ilin tutar cihanı
Alem ten ola meğer bu canı
Yad eldeki Yusuf’un hırından
Kurdun bu arada yeğ ziyanı
Bu ilde ferah ki cana düştü
Binde biri ayruk ilde kani
Kuşlar bize merhaba iderler
Söylemeğe lik yok lisanı
Bu dağ ı dere biliş görünür
Zira belirir evin niaşnı
Gurbet agusun içen kişiler
Tiryak ola görünce mekanı
Yurdundan ırılsa er soğulur
Süğükte ilik damarda kanı [15]
Kemaloğlu'nun bu eseri masalımsı , fantastik ve efsanevi boyutuyla son derece ilgi çekici ve üzerinde bir hayli durulması gereken ama nedense üzerinde pek de hatta hiç de durulmamış bir eserdir. Eser içerdiği konusu ile diğer mesnevilerde rastlanılmayan ütopik özellikler de taşımaktadır. Bu ütopik özellikleri ile fantastik edebiyata çığır açmış olabilecek nitelikler de taşır.
Özellikle Bakır şehir ütopyası, evleri, burçları, kubbeleri bakır, altın, zümrüt, gümüşlerden yapılan bir şehirde halkının açlıktan ölmesi, , pek çok efsanevi unsurun gerçek hayatta yaşanmış bir vaka düzeni içinde olmuş gibi birleştirilmesi, "Narnia Günlükleri" romanına ve film serilerine ilham verdiğini düşündürten hayvanlar, kuşlar, masalsı ve fantastik ögelerin insanlarla birlikte savaşa katılması veya savaşması gibi hem efsanevi, hem fantastik, hem de özgün tahayyülleri ile ap ayrı bir inceleme konusu olmalıdır. Kanaatimizce böylesi özellikleri olan bir eserin 14 yy da yazılmış olması ap ayrı bir önem taşır.
Buna rağmen eser sadece tek bir Yüksek lisans ve bir de doktora çalışmasına konu olmuştur.
Kenan Özbostancı Afyon ve Koyunoğlu nüshalarına dayanarak eser üzerinde bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. (1991 MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).[16]Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü , Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı
ESERİN NÜSHALARI
“Ferahnâme’nin bugün bilinen üç nüshası vardır. Bunlardan biri Afyon İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır (Gedik Ahmed Paşa, nr. 18349, vr. 101a-206b). 866 (1461) yılında istinsah edilen nüshanın baş tarafından iki yaprak eksiktir. Diğer bir nüsha Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi’ndedir (nr. 14671, 103 varak). Bu nüshanın istinsah tarihi ve müstensihi belli değildir. Toplam olarak 2788 beyit ihtiva eden nüshanın pek çok sayfası eksiktir.”[17]
KAYNAKÇA
[1] Şahamettin Kuzucular Çukurova Gavurdağı Tarihi ve Türkmenleri , 2011- İskenderun https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/cukurova-gavurdaglari-ve-amik-ovasindaki-turkmen/83434
[2] Şahamettin Kuzucular Çukurova Gavurdağı Tarihi ve Türkmenleri , 2011- İskenderun https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/cukurova-gavurdaglari-ve-amik-ovasindaki-turkmen/83434
[3] Yrd.Doç. Dr. Raşit ÇavuşoğluİKÇÜ, İslami İlimler FakültesiTürk İslam Edebiyatı rasitbuka@hotmail.com; rasit.cavusoglu@ikc.edu.tr.
[4] Yrd.Doç. Dr. Raşit ÇavuşoğluİKÇÜ, İslami İlimler FakültesiTürk İslam Edebiyatı rasitbuka@hotmail.com; rasit.cavusoglu@ikc.edu.tr.
[5] Afyon Nüshası ndan iktibasla ( V. Mahir’in age. Eserinden alıntı)
[6] Mustafa Özkan, FERAHNÂME, TDV İA cilt: 12; sayfa: 359
[7] Mustafa Erkan, FERAHNÂME , TDV İA cilt: 12; sayfa: 360
[8] V. M. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, ANK. 1970, SHF 12-129
[9] Afyon Nüshası ( Va. Mahir’in age. Eserinden alıntı)
[10] V. M. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, ANK. 1970, SHF 12-129
[11] Mustafa Özkan, FERAHNÂME, TDV İA cilt: 12; sayfa: 359
[12] Afyon İl Halk Ktp., Gedik Ahmed Paşa, nr. 18349, vr. 105a)
[13] V. M. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, ANK. 1970, SHF 12-129
[14] Mustafa Özkan, FERAHNÂME, TDV İA cilt: 12; sayfa: 359
[15] Afyon Nüshahsından iktibas ile: V. M. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, ANK. 1970, SHF 12-129
[16] Çalışmanın tam künyesi: Kenan Özbostancı, Kemaloğlı, Ferah Nâme (yüksek lisans tezi, 1991), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü;
[17] Yrd. Doç. Dr Raşit Çavuşoğlu, Ferahnameler ve Kemaloğlu’nun Ferahnamesi İnceleme ve Metin Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü , Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı