KİME GÖRE, NE NEDİR?

12.11.2016

Bazı insanlar görüyorum olduğu gibi...
Bazıları ise farkında bile değil varlığının, kendinden bahis açmamasından anlıyoruz bunu da, hep başkalarının gölgesi, olmuş özlemi kendisi fakat bilmiyor neyin ne olduğunu.
Kimisi ise dışarıdan bakıldığında kale 
gibi içine girdikçe deniz kadar yumuşak...
Kimisi de cam kadar şeffaf içi kaskatı olmuş soruları hep cevapsız kalmış, neden, niçin diye sayıklıyor, dalgın sese ve surete ufuk kadar uzak...
Gördüğüm ve bizzat kendilerinden dinlediğim bu kaos sevginin doz aşımından zehirlenmeleri idi...
Birbirine aşıklar, yaşlarıda kırkın üzerinde evli ve sevgili.
Ne güzel değil mi?
Değilmiş... 
Bu öylesi bir tutku ki biri kaybetme korkusuyla yaptığı şeyler sevgisini ifadesizlik yada sevgiyi içinde tanımlayamadığı için olabildiğince agresif. 
İlginç olan ise inanılmaz şekilde seviyor ve seviliyor ve tek dertleri birbirini çok sevmek.
Ve dolayısı ile dert takıntılı bir sevgi...
Tek serveti sevgili(si) eşi fakat ondan uzaklaşıp gitmemesi mucize ve başka tür bir sevgi getirisi,elinde değil. 
Hırpalayan sevgisi olabildiğince uzaklaşması için ziyadesinden fazla yeterli sebeplerdi...
Fakat kadın son kalan enerjisiyle bütün kalbiyle direniyor, sabrın dozunu artırıyor eşini vesvesenin ve vehimin sarmalından kurtarıp eski mutluluklarına dönebilmek için. 
Ne kadar sevmiş olsa da bu usanmışlıkla beraber aşkı da unutmuş artık sadece tek tutkusu kendisi olan eşini varsayım huzursuzluktan kurtarabilmek...
"Bu sizinkisi tamamen işsizlik" dedim,
"Yok, benim işim var" dedi.
...!
Oysa sevdikleri için çok mutlu olmuşlardı yada mutlu olmak için sevmişlerdi birbirlerini...
Sanki bu durum "dertsiz insan olmaz"ın tamda ibretliği idi birbirini seven bu iki kişinin hâli...
Yapılması gereken neydi peki?
Olduğu gibi kabul etmek, sevgiyi zehirlememek, özveri ve (s)empatiyle yaklaşmak, her şeyde olduğu gibi vasatı korumaktı hayatın sırrı...
Erken teşhiş yapılmazsa bir hiç uğruna kaybedecek ve ölene dek bir birlerini acıyarak özleyeceklerdi?
Korkunun sonucu, bizzat korktuğunu yaşamaktır.
Sevginin düşmanı olan şeytanın tuzağına düşmek ve yeniden kalbine mukabil kalp bulabilmek için patika yollarda yürümek. 
İnsan nasıl bulur ki kendisinde yok olan bir şeyi?
Çünkü kaybetmeden önce o zaten kendisindeydi. 
Bir ömür olmayan kara kediyi karanlık odada aramaya değer miydi peki?

 

Zehra Asuman / Denemeler
12.11.2016

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Ecir  Demirkıran

Ecir Demirkıran

8 years ago

zehra hanım merhaba, yinemi sen demeyin lütfen, sizin konularınız ve tespitleriniz hoşuma gidiyor. günümüz sorunlarını ele alışınız, bunlara dikkat çekmeniz çok güzel, burası bir edebiyat sayfası ve edebiyata geçmişte ve günümüzde katkı sunan şahsiyetlerden bahsetmemiz gerekirken siz, başka konulara parmak basıyorsunuz,bu ilgimi çekiyor. Zehra hanım günümüz insanını incelerken, yaşadığı ortamı, bulunduğu konumu, varlık ve yokluk durumunu büyüdüğü mekanı tahlil etmeden insanın iç dünyasına ulaşmak çok zor, insanlar yaşadıkları ortamda kamufle olmayı, kendini ötekileştirmeyi ve içinin ayrı dışının ayrı olduğunu ustaca saklayabiliyor. bu kişileri tahlil etmekte bizi çok zorluyor. bu halimiz hem hayatımızın her safhasında ortaya çıkan bir durum, yaşam özgürlüğümüzün olmaması, parasal özgürlüğümüzün olmaması,bizi bizim dışımızda biri olarak karşımıza çıkarıyoruz, parasal ve yaşam özgürlüğü daha iyi durumda olduğu fertler ise,bulundukları yer, sahip oldukları avantajı bizden fazla haketmedikleri için yukarıda belirtiğim konumdan kendilerini soyutlayamıyorlar, geçmiş bize her ne kadar barbar gösteriliyorsada, insanlık malesef geçmişte saklı,selam ve saygılarımla

Şahin Mutlu

Şahin Mutlu

8 years ago

Zehra Kardeşim, - izninizle- Arif BİLGİN Beyefendinin ESA’ da paylaştığı yazısından bir bölümle metninizin ana fikrine komşu olabileceği düşüncesiyle bir paylaşımda bulunmak isterim: “…….Ekinözü’nde –özellikle- anayola paralel olarak akan arkın iki yanına dikilmiş yaşlı kavak ve söğüt ağaçlarının gölgesiyle serinleyen çok geniş bir çayırlık vardı. Bu çayırlıkta, birçok ilden daha çok güney illerinden, hatta yurt dışından şifalı olduğu bilinen acı su içerek derdine deva aramak için gelenler, canları sıkıldığında, sohbet arzuladıklarında veya gezindikten sonra serinlemek niyetiyle gelip otururlardı. Burada rengârenk, her kültürü temsil eden insanı görmek mümkündü. Bize göre sağ tarafın orta kısmında Abdurrahim ağabey oturmuştu. Yaklaştık. Bizi görünce ayağa kalkarak hoşbeş etti. Misafirlerle tanıştırdı ve halkayı genişletmek amacıyla kollarını iki yana açarak geri doğru birkaç adım yürüdü ve yakınlarındakilere de kendisine uymaları için eliyle işaret etti. Böylece sağında solunda boşluklar oluşmuştu. Buralara bizim için sandalyeler getirtti… Halka geniş, oturanlar kısmen birbirine uzak olunca, daha yakın olanlar kendi aralarında sohbet ediyordu. Belki bunu önlemek, belki durgunlaşan havayı neşelendirmek için, bir ara Abdurrahim Karakoç, sesini hafif yükselterek, kelimesi kelimesine şunları anlatı; “− Yıllar önce bir gün yine misafir arkadaşlarla burada oturuyorduk. Şu karşı yolda tozu dumana katan gosgoslu bir araba gelip durdu. Sanıyorum Mercedes’ti. Onu görünce yaklaşan gence bir şeyler söyledi. O da koşarak yanıma geldi ve bana, ‘Abdurrahim ağabey, bir hanım seni görmeye gelmiş; buraya kadar gelebilir mi, diyor’ dedi. Ee hanım olunca, belki gelmeye çekinmiştir diye düşündüm ve gittim. Yaklaşırken kadın arabadan indi. Hoş geldiniz dedim. O, ‘hoş bulduk; ben Ankara Kayseri üzerinden Malatya’ya gidiyordum, tabelada Elbistan yazısını okuyunca, şiirlerinden dolayı hayranlık beslediğim ve Elbistanlı olduğunu bildiğim Abdurrahim Karakoç’u görmek, tanımak istedim. O yok muydu?’ dedi. Ben de ‘Hanımefendi, Abdurrahim Karakoç benim’ dedim. Bunun üzerine kadın baktı, baktı hemen yanında durduğu arabasının kapısını açarken, ‘Keşke sizi görmeseydim de hayalimdeki gibi kalsaydınız’ dedi ve binip gitti. Ne kadar gülmüştük, ne kadar…” Şu cümlelerle selam ve duâ sizlere: Neyi seviyoruz… Niçin seviyoruz… Nasıl seviyoruz… Ne zaman seviyoruz… Ne kadar seviyoruz…( Hoşgörünüzün muhatabı olarak bir önerimi de ifade etmek isterim: Konu seçiminiz, bakış açınız, teşhis ve tesbitleriniz isabetli; fakat noktalama konusunu gözden geçirmeniz yararlı olacaktır…)

Hüsnü Özdilek

Hüsnü Özdilek

8 years ago

Bizim cok siradan ve basit diye önemsemedigimiz bazi gerceklere parmak basmissiniz. Farkli acilardan olaylara ve kisilerin ruh dünyasina girmeye calismissiniz. Usta ve kivrak kaleminizle güzel bir yazi sunmussunuz bize. Tebrikler ve tesekkürler Zehra hocam.

Zehra Asuman

Zehra Asuman

8 years ago

@zehraasuman328 | Hocam Estağfirullah. ) Her zaman yine siz olun ve eğerli yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Yorum katkılarınız bana güç veriyor. Sağ olun Var olun. Saygı ve hürmetlerimle...

Zehra Asuman

Zehra Asuman

8 years ago

@zehraasuman328 | Hoş geldiniz kıymetli Hocam. Bütün söylediklerinize yürekten katılıyorum. Haklısınız ama maalesef ben imlada sınıfta kalıyordum öğrenciliğimden beridir ) ... İlginç olanın babamın da Edebiyat Öğretmeni olması. Söz veriyorum bundan sonra en azından bu konuda başarılı birine düzeltme yaptırmadan paylaşım yapmamaya çalışacağım. Lütfen o kıymettar yorumlarınızı eksik etmeyin Hocam. Saygı ve hürmetlerimle...

Zehra Asuman

Zehra Asuman

8 years ago

@zehraasuman328 | Hocam çok teşekkür ederim. Yayınlanan bütün yazılarıma göstermiş olduğunuz alaka ve değerden ötürü tekrar teşekkür ederim. Yalnız bırakmayan yüreğinize sağlık. Saygı ve hürmetlerimle Şiir Üstadı Hüsnü Özdilek

Esa

Esa

8 years ago

Kısa zamanda sitemizde büyük ilgi gören bir nasir olarak sizi kutlamak isterim. Yorum yapmaktan imitna eden edipler dahi sayfanızı renklendirmiş. İlgi çeken yazılarınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum.

Zehra Asuman

Zehra Asuman

8 years ago

@zehraasuman328 | Teveccüh edenlerin büyüklüğüdür o yorumlar. Var olsunlar. Hepsine saygı ve hürmetlerimle. Asıl ben sizlerin arasında olmakla onur duydum. Çok teşekkür ederim ESA.