Mesnevi'den Seçme Hikâyeler ve Özlü Sözler

19.06.2011

 

Mevlana Mesnevî'yi Şems-i Tebrizi ve Selâhaddin-i Zerkûb’un ardından halifesi olarak seçtiği Hüsamettin Çelebi'nin ısrarı ile yazmıştır. 6.ciltten oluşan Mesnevi'in ilk On sekiz beyti olan Dinle Ney'den adlı manzumeyi bizzat Mevlana Kendi kaleminden yazmış 2600 civarında beyitten oluşan diğer beyitleri ise Hüsamettin Çelebiye söylemiş, Hüsamettin Çelebi'ye yazdırmışır. Mesnevinin ilk 18 beyti şu şekildedir.

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,


 Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgârı olmak isterdim...
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Mademki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin

MESNEVİDEKİ HİKÂYELERDEN SEÇMELER

Beri gel, beri!

Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...

Gerçek makam bizim makamımız

 İnsanlar makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer; yücelik ümidiyle aşağılık şeylerden lezzet alır.On günlük makam için alçaklığa katlanırlar; gam ve kederle boyunlarını ip gibi ipince bir hale sokarlar. Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikle, aydın bir güneş olduğum mekâna gelmiyorlar? Bana yapışın da doğan olun; eğer baykuşsanız bile doğan kesilin! (II cilt)

Şekilden geç, mânâya ulaş!..

 Ne güzel ibadet ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor; fakat bir parçacık bile tat yok.
İbadet kabuktan ibaret, içi yok; cevizler çok, ama içleri boş.
İbadetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için iç gerek! (II cilt)

Kuşkudan vazgeç, emin ol!

Yerde yarım arşınlık genişlikte bir yol olsa, insan hiç kuşkuya düşmeden rahatça yürür;
Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen, yolun genişliği de iki arşın olsa, yine eğri-büğrü gidersin; Hatta içindeki kuşku yüzünden belki de düşersin. İşte kuşkudan gelen bu korkuya iyice dikkat et de kuşkunun kötülüğünü anla. ( III. CİLT )

Mal-mülk, makam; ama sonuç!..


 Sığır, kasapların ne yapacağını bilseydi, hiç onların peşine düşer, dükkâna gider miydi?
Veya kasapların elinden kepek yer miydi? Yahut da onların gülücüğüne aldanıp, onlara süt verir miydi? Hatta ot yese bile, niçin beslendiğini bilseydi, hiç otu hazmedebilir miydi?
Şu halde bu âlemin direği gafletten, bilmezlikten ibarettir. Devlet (maddî manevî zenginlik) “Dev” (koş) kelimesiyle “let” (dayak) kelimesinden meydana gelmiştir.
Önce koş; koş da sonundaki dayağa bak! Bu yıkık yerde (dünyada) devlet sahibine eşekçesine ölümden başka bir şey yoktur.(IV. cilt)

 Tüccar ile Papağanı:

 Bir tüccarın, kafese kapattığı çok güzel bir papağanı vardı. Bir gün Hindistan’a gitmesi icap etti. Herkesten ne istediğini sor du. Sıra papağana gelince, dedi ki: “Oradaki papağanlara söyle, siz serbestçe gezip dolaşırken, benim kafeslerde kapalı olmam, doğru mu dur? Bir sabah vakti beni de hatırlayın da, birazcık mutlu olayım…”
Tüccar, Hindistan’a vardı. Gördüğü papağanlara kendisini tanıtarak, papağanının söylediklerini nakletti. Ancak, sözü biter bitmez, papağanlardan biri anında düşüp öldü…
Tüccar, memleketine döndü. Olanları kendi papağanına da anlattı. Papağan da kafesin içinde önce titredi, sonra hareketsiz kalıp öldü. Tüccar çok üzüldü. Kafesi açıp, ölü papağanı alıp pen­cerenin kenarına bıraktı. Bırakır bırakmaz, papağan canlanıp uçtu. Tüccara da dedi ki:
“O Hindistan’daki papağan, selamımı alınca, ölmüş gibi yaptı. Yani bana dedi ki, ‘Kafesten kurtulmak istiyorsan, öl’ Ben de onun dediğini yaparak kurtuldum.”

 İbrahim Edhem:


 İbrahim Edhem, adaletli ve şanlı bir padişahtı. Bir gün tıkırtı lar duydu. Sesin geldiği yere varınca, o zamana kadar hiç tanımadığı bir bölük halk gördü. “Ne arıyorsunuz, bu damın başında?” diye sordu. “Develerimizi” dediler. “Bu damın başında deve ne gezer?” diye sorunca da “Peki, sen tahtın üzerinde Allah’ı arayıp bulmayı ümit ediyorsun da, biz damda deve arayınca mı olmuyor” diye cevap verdiler.
“Eyvah ki, eyvah” deyip, tahtı da, tacı da terk etti. O günden beri bütün insanlık, onun adını söyler oldu.

 Fil Yavruları:

 Akıllı bir adam, uzak yoldan gelen fakir üç kişinin hallerini görünce, onlara Öğüt verdi: “Biliyorum fakir ve açsınız. Buradan köyünüze giderken ne kadar aç olursanız olun, sakın ha önünüze çıkan, fil yavrusunu yemeyiniz” diye öğüt verdi. Nitekim bizimkiler yolla rında giderlerken fil yavrusunu gördüler. Söylenenleri unutup, fil yavrusunu yakalayıp, pişirip yediler. Sadece içlerinden bir tanesi, arkadaşlarını engelleyemese de, öğüde uydu yemedi. Gece olunca uyudular.Gece olunca kızgın fil arayıp onları buldu. Hepsinin tek tek ağızlarını kokladı. Sadece yemeyene dokunmadı. Diğerlerini ise parçalayarak öldürdü.


 Serçe’nin Avcıya Verdiği Öğüt:

 Bir gün, avcının biri, bir serçeyi yakalar. Serçe ona der ki: “Benim bir lokma etimden ne olacak ki? Sen beni serbest bırak, ben de sana hayatta her zaman gerekli olacak, üç tane öğüt vereyim.” Avcının aklı yatar ve kuşu serbest bırakır. Kuş uçup yüksekçe bir dala konduktan sonra başlar: “Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma,” bu birinci öğüdüdür.İkinci Öğüt: “Geçmiş gitmiş şeyler için üzülme; bir şey senden git tikten sonra, onun özlemini çekme,” dedikten sonra, “Benim karnımda on dirhem inci vardı, beni bırakınca, inciden oldun” diye devam etti. Bunu duyan avcı başladı, “ah aptal kafam” diyerek dövünmeye. Kuş bunun üzerine, “Hani geçmiş gitmiş şeyler için üzülmeyecek tin…” der. Avcı “haklısın” deyip, üçüncü Öğüdü de vermesini ister. La kin kuş, “Diğer öğütlerimi tuttun mu ki, üçüncüsünü de tutasın” diyerek uçup gider.
Uykuya dalmış, bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı, yama kabul etmez.

 KUŞLAR

 Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar, yol kenarında. Hayli merak eder, bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Tâ ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin 'arızalarını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran Senin hüküm sürdüğün ülkede, devletinin sayesinde perperişan olmak. Fayda etmese bile ziyan da etmez.

 ASLANIN ADALETİ

 Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler. Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı. Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler. Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu. Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu. Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan etmek için bulunur. Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygambere “ Şavirhum” emri geldi. Terazide arpa, altınla arkadaş olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icap etmez.
Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur. Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa doğru gittikleri zaman işleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz. Ölmüş yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke, çeke ormana getirince, kurt ve tilki padişahlara layık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar. İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı. Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir. Kendine gel, ey düşüncelere dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın! O bilir, o anlar, eşeği sükût içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için de yüzüne güler.
Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu. Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm, size gösteririm ben! Size benim hükmüm kafi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır. Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren ressamdır. Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
Allah hakkında kötü zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu işim, hatanın ta kendisidir. Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikaye, dünya durdukça söylenip dursun dedi. Aslan bu düşünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın gülümsemelerine emin olma. Dünya malı, Allahın gülümsemeleridir. Bizi bu suret sarhoş, mağrur ve perişan etmiştir.
Ey Kadri yüce kişi! Sana yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet tuzağını kurar, seni düşürür!Aslan “Bunları payet. Ey koca kurt, adaleti tazele! Pay etmede benim vekilim ol da ne mahiyettesin, meydana çıksın” dedi. Kurt “Padişahım, yaban öküzü senin payın. O büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin. Keçi orta boyda, orta irilikte, onun için benim. Tilki, sen de tavşanı al. Tavşan tam sana münasip” dedi.Aslan dedi ki: “Ey kurt, hele bir daha söyle, ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun ha! Kurt, ne köpek oluyor ki benim gibi misli, naziri bulunmayan bir aslanın huzurunda kendisini görüyor, varım sanıyor! Kendini beğenen eşek, ileri gel!” Kurt ileri gelince bir pençe vurup onu parçaladı.
Onda akıl ve isabetli bir tedbir görmeyince cezasını verip derisini yüzdü. Mademki beni görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana inleyerek ölmek gerek. Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak farz oldu. Allah’tan başka her şey fanidir. Mademki onun zatında fani değilsin, varlık arama!

Bizim hakikatimiz de yok olana “Her şey fanidir” cezası yoktur. Çünkü o “illa” dadır, “La” dan geçmiştir. “illa” da fani olmaz. Kapıda dolaşan, Ben’den, biz’den dem vuran kapıdan sürülür, “la” makamında dolaşıp durur.

 Ekmek!

 Ekmek! Ama hem az, hem de helâlinden!
Sen gözyaşı zevkini nereden bilirsin? Gök görmedikler gibi ekmeğe âşıksın.
Karnından ekmeği boşaltırsan, ululuk incileriyle doldurursun.
Nur ve kemâli, artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?


 Balık baştan kokar!..

Yöneticilerin huyu halkına da tesir eder...Yönetici bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı bu boruları gibidir.Eğer havuzdaki su pis olursa, borulardan da aynı bu su akar.
Sen bu sözün mânâsına dal, adamakıllı dikkat et, iyice düşün bakalım!..


 HERKESİN DOĞRUSU KIYAMETTE ÖLÇÜLÜR!
 
Tüm insanlar bir hayale kapılmış bir bucağı eşelemekte. Biri define bulmak için bir köşeyi kazmakta; Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış; bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya koşmuş Bir diğeri cin çağırmakla meşgul gönlünü aklını kaybetmiş; öbürü yıldız bilgisine kapılıp nalı yıldızın üzerine koymuş fal bakmada.
Bunların her biri bir diğerine bakıp “Ne iş yapıyor bu” diye hayret etmede; her biri bir diğerinin işini boş bulmada. Bunların hepsi can kıblesini kaybetmişlerde onun için herkes bir tarafa yönelmiş; Nitekim bir bölük insan da kıble nerede diye arar; bir hayale kapılıp her tarafa döner durur. Sabah olup da Kâbe göründü mü gerçekten kimin yolunu kaybettiği anlaşılır. Bu şuna benzer: Hani dalgıçlar denize dalar denizin dibinde aceleyle ellerine ne geçerse toplarlar ya! İnci bulurum ümidiyle onu bunu torbalarına doldurur;
Fakat o koca denizin dibinden çıktılar mı iri ve kıymetli inci kimin torbasındaysa meydana çıkar.
Birinin küçük bir inci diğerinin sadece taş parçaları veya boncuk olduğu anlaşılır.
İşte kıyamet günü de buna benzer; onları bu gaflet uykusundan uyandırıp iyiyi kötüyü kimin ne topladığını ortaya çıkarır.

 BEY'İN GÜZEL ATI

Bir beyin pek güzel bir atı vardı. Padişahın at sürülerinde eşi yoktu. Bir gün o ata binip padişahın alayına katıldı. Harzemşah’ın gözü, ansızın ona ilişti. Atın çalımı, rengi padişahın gözünü aldı. Dönünceye kadar o attan gözünü ayıramadı. Hangi uzvuna baksa öbüründen daha güzel görünüyordu. Çevikliğinden, güzelliğinden ruhaniyetinden başka Allah ona eşsiz bir güzellik vermişti. Padişah aklıyla şöyle bir, araştırdı. Bu nedir ki aklımı çeldi? Dedi. Gözüm böyle atları çok ördü, toktur, ganidir. Belki böyle güneş gibi iki yüz at görmüş, aydınlanmıştır. Şahların ruhları bence boydaktır. Böyle olduğu halde nasıl olur da bir yarım at, haksız olarak gözümü çeler? Yoksa büyücüleri yaratan bir büyü mü yaptı? Bu, onun çekişi olmalı, atın hassası değil. Fatiha okudu, bir hayli lahavle çekti. Fakat okuduğu fatiha gönlündeki derdi çoğalttı. Çünkü padişahı çeken zaten fatihaydı. Fatiha bir muradın olmasında, bir kötülükten kurtulmada birebirdir. Ama onu bu derde sokan, fatihanın sahibi Allah’tı. Göze bir başkasını gösterirse bu onun işidir. Gözden kendisinden başkası kaybolur, göz yalnız Hakk’ı görürse bu da onun uyandırmasıdır. Padişah, iyice anladı ki gönlünün akması Allahtan. Allahın işi her an eşsiz örneksiz şeyler yaratmaktır.
Onun hilesiyle taştan öküze, taştan ata tapar, secde ederler. Kâfire göre putun bir ikincisi olamaz. Hâlbuki putta ne bir kudret vardır, ne bir ruhaniyet. Öyle olduğu halde o gizliden gizli gönülleri çekip duran nedir? O, bu âleme başka bir âlemden parlamadadır. Bu pusuyu akılda görmez canda. Ben göremiyorum sen görebiliyorsan gör.
Harzemşah, gezintiden dönünce saltanat erkânının ileri gelenlerine sırrını açtı. Derhal, çavuşlara o atı. Beyden alıp getirmelerini emretti. Çavuşlar ateş gibi koşup vardılar. Dağ gibi olan o bey yüne döndü adeta. Dertten elemden canı ağzına geldi. imadülmülk’ten başka derdine derman olacak kimseyi göremedi. İmadülmülk onun bayrağıydı. Herkes onun altına gelirdi.Her zulüm gören dertten ölüm haline gelen koşar ona başvururdu. Ulular içinde ondan daha saygılısı ondan daha üstünü yoktu. Padişahın kapısında adeta bir peygamberdi. Vezirliğe tamahı yoktu. Soyu sopu temizdi zahitti, ibadet ehliydi. Geceleri kalkar Allahya ibadette bulunurdu. Cömertlikte de sanki bir hatemdi. Rey ve tedbiri pek kutluydu. Her hususta reyi sınanmıştı.
Can vermede de cömertti. Mal vermede de. Yeni ay gibi gayb güneşini dilerdi. Beylikte garipti kimsesizdi. Yokluk ve Allah sevgisi sıfatlarında gizlenmişti. Her ihtiyaç sahibine baba gibiydi. Padişahın tapısında şefaatçiydi her zararı def ederdi. Kötülere Allah hilmi gibi örterdi. Hasılı huyu halkın huyundan bambaşka ve tamamıyla aykırıydı.
Kaç kere vezirliği bırakıp ibadet için yalnızca dağlara yönelmişti de padişah yüzlerce niyazlarda bulunarak onu önlemişti. Her an yüzlerce suça şefaat etse padişah ondan utanır şefaatini kabul ederdi. O bey adalet ve insaf sahibi imadülmülk’ ün yanına baş açık bir halde koştu. Başına topraklar serpiyordu. Dedi ki Haremde neyim var neyim yoksa hepsini alsın yağmacılara buyursun varımı yoğumu yağma ettirsin.
Fakat şu bir tek at yok mu o benim canımdır. Ey beni seven hayrımı isteyen! İyice bil ki onu alırsa öldüm ben. Bu atı elimden alırsa muhakkak biliyorum ki yaşayamam artık. Allah sana bu yakınlığı ihsan etmiş ey Mesih hemen elinle başımı okşa kadına da sabrederim, altınım akarım gitse de aldırmam. Bu ne uydurmalar nede hile eyer inanmazsan bu hararetimi yalan sanırsan hazırım.
Sına; sözü doğrumu yalan mı anla! İmadülmülk bu hali gördü gözleri yaşardı, ağladı. Gözlerini silerek perişan bir halde padişahın tapısına koştu. Padişahın huzurunda durdu. Ağzını yumdu fakat içinden kulların Allahsına gizlice yalvarıyordu, ayakta duruyor fakat sultanının içinden geçirdiği şeyleri duyuyordu. Gönlünden şunları düşünmekte Allahya şöyle niyaz etmekteydi.
Yarabbi, o genç, eğri yola gittiyse affet senden başkasına sığınmak doğru değil. Fakat sen onun yaptığını bakma sana layık olanı yap. O tutsak olan kullardan halas olmasını beklemede. Fakat sen halas et onu. Çünkü bu halkın hepside muhtaçtır yoksulundan tut da padişahına kadar hepsi. Yüceliklere sahip dururken bir mumdan bir mum yalımından yol bulmayı ummak. Güzelim parlak güneş meydandayken mumla kandilden ayrılmak istemek. Fakat şüphe yok ki bizim şanımız edebi terk etme nimete karşı küfranda bulunma heva ve hevesinize uymadır.
Aklıların çoğu düşünceye daldığı zaman yasa gibi karanlığı sever geceleyin yarasa bir kurtcağız yese bu kurt’u bile can güneşi beslemiş yetiştirmiştir. Yarasa geceleyin o kurt’u yiyip sarhoş olduysa kurt yine kurt yine güneş yüzünden canlanmıştır. Işığın aydınlığı meydana getiren güneş düşmanını bile doyurmaktadır.
Fakat yarasa olmayan iri doğan kuşunun açık gözü doğru yolu görür aydındır o da yasa gibi geceleyin gelişmek istese o vakit güneş edebe sokmak için kulağını çeker. Der ki. Tutalım o inatçı yarasanın bir illeti var ya sana ne oldu? Sana bir dert vereyim seni bir zahmete sokayım da bir daha güneşten çekinmeyesin.
Yusuf da zindanda bulunan birisine yakardı ondan yardım diledi. Dedi ki: buradan çıkınca ve Padişahın tapısında işim düzelince o azizin huzurunda beni an halimi söyle de beni bu hapisten kurtarsın. Hiç sıkıntı içinde bulunan bir mahpus nasıl olurda başka bir mahpus kurtarabilir dünyadakilerin hepsi de mahpustur.
Zindandadır. Şu fani dünyada ölümü bekleyip dururlar. Pek nadirdir. Öyle bir adam ki bedeni zindanda ruhu yedinci kat gökte olsun. Hasılı Yusuf’ta o adamı kendine yardımcı gördüğünden zindanda beş küsur yıl kaldı. Şeytan o adamın aklından Yusuf’u çıkardı, gönlünden Yusuf’un sözünü kaybetti. O güzel huyludan böyle bir suç meydana geldiği için adalet sahibi Allah onu yıllarca zindanda bıraktı.
Adalet güneşinin ne kusuru oldu ki sen yarasa gibi karanlıklara düştün. Denizden buluttan ne kusur meydana geldi ki sen kumdan seraptan yardım istiyorsun. Halk aklı ermeyenler yarasa tabiatındadırlar. Onlar geçici şeylere başvururlar kendileri gibi her şeyleri gelgeçtir. Fakat ey Yusuf senin bari gözün açık. Bir yarasa karanlıklara başvurur olmayacak şeylere müracaat eder.
Fakat padişah doğanın gözüne ne oldu ki dedi. Üstat bu suç yüzünden bir daha çürümüş sopaya dayanma çürük tahtaya basma diye onu cezalandırdı. Fakat Yusuf’u da gönlüne o mahpusluktan bir dert gelmesin diye kendisiyle meşgul etti. Allah ona öyle bir ünsiyet öyle bir sarhoşluk ver di ki, gözünde ne zindan kaldı ne karanlık.
Zindan Rahimden daha aşağılık daha kötü daha karanlık daha kanlı ve daha kokuşuk değil ya. Allah rahimde sana kendi tarafından bir pencere açınca bedenin günden güne gelişti. O zindan da kıya kabul etmez bir zevkle bedenin duyguları adeta dikilmiş bir ağaç gibi güzelce açıldı.
O rahimden çıkmak sana pek güç gelirdi. Ananın kasığından arkaya doğru kaçardın. Lezzet dışardan gelmez içten gelir. Bunu böyle bil. Köşkleri kaleleri aramayı ahmaklık say. Birisi Mescit bucağında sarhoş ve neşelidir. Öbürü bağda bahçede suratını asar Muradına erişmez bir zevk bulamaz. Köşk bir şey değildir. Bedenin yık define yıkık yerdedir a benim beyim. Görmüyor musun bunu şarap meclisinde sarhoş yıkılınca zevk alıyor. Ev suretlerle dolu ama yık onu yık da defineyi bul sonra yine yap. Tasvir ve hayal nakışlarıyla dolu bir ev şu resimlerde vuslat definesinin üstüne çekilmiş perdeye benzer.
Şu gönülde suretler coşup duruyor ya onların hepsi definenin ışığı altınların parlayışı. Su arı durudur. Fakat üstünü köpük kaplamış köpük suya bir şey vurmasına mani oluyor. Değerli camda latiftir coşkundur. Fakat insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir. Halkın dilinde söylene duran atalar sözünü duysana bize bizden gelir her ne gelirse.
Bu köpüğe tapan susuzlar da köpük yüzünden arı duru sudan uzaklaşmışlardır. Ey güneş sen gibi bir kıblemiz bir imanımız varken yine de geceye tapmakta yarasalık etmekteyiz. Ey yardımı dilenen lütfet de bu yarasaları civarında uçur onları bu yarasalıktan kurtar. Bu genç bana müracaat etti. Bu suç yüzünden yol sapıttı seni kaybetti.
Fakat sen onun kusuruna bakma ormanlardaki aslanın gönlünden bir şeyler geçer ya imadülmülk’ ün gönlünden de bu düşünceler geçmekteydi. Görünüşte Padişahın huzurundaydı. Fakat ruhu gayp bahçelerinde uçuyordu. Melekler gibi elest ülkesinde her an yeniden yeniye şarap içmekte sarhoş olmaktaydı. İçi eğlencelerle düğün derneklerle doluydu. Dışı gamlarla kederlerle.
Bedenin içinde mezarın içinde olduğu gibi hoş bir âlem vardı. O bu şaşkınlık âleminde bakalım gayp ıkliminden ne zuhur edecek diye bekliyorduk. O sırada çavuşlar o atı Harzemşah’ın huzuruna çektiler hakikaten de bu gök kubbenin altın da o çeşit o boyda o renkte at yoktu. Rengi her gözü alıyordu.
Sanki şimşekten aydan doğmuştu. Ne de güzeldi ya. Ay gibi Utarit gibi hızlı gütmekteydi. Sanki arpa yememişti kasırgayla beslenmişti. Ay bir gece içinde gök sahasını yürür aşar, ay bir gece içinde burçları dönüp dolaşıyor peki neden miracı inkar ediyorsun öyleyse. O eşi bulunmaz tek inci yüzlerce aya bedeldir.
Bir işaretiyle ay ikiye bölündü şaşılacak şey şu ki ayı yardı ama halkın duyguları zayıf olduğu için bu kadarcık bir mucize gösterdi. Yoksa peygamberlerle Allah resullerinin işleri güçleri göklerden de dışarıdır yıldızlardan da feleklerden şu dönen göklerden dışarı çık ta onların işlerini güçlerini seyret.
Sen yumurtada ki kuş yavrusu gibisin. Havadaki kuşların tespihlerini duymazsın mucizeler burada anlatılamaz. Sen yine atla Harzemşah’ın hikâyesini anlat. Köpek olsun at olsun Allah güneşinin lütfu neye vurursa Ashabı Kehf’in köpeğine döndürür. Sonra onun lütfunun vuruşunu da bir sanma. Taşa da vurmuştur laale de laal, ondan bir define elde etmiştir.
Taşsa yalnız bir hararet ve bir parlaklıktır güneş duvara da vurur fakat suya vurduğu gibi görünmez. Parlamaz ona bir şey vurmaz ve üstünde bir şey titremez. O tek bir padişah bir ümmet ata hayran, hayran baktı sonra yüzünü imadülmülk ’e döndürüp ey büyük adam dedi. Güzel bir at değil mi sanki yeryüzünden değil de cennetten gelmiş imadülmülk dedi ki: Padişahım gönlünün akışı sana şeytanı melek gibi göstermede.
İyice dikkat edersen görürsün pek güzel pek dilber bu at ama bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor bu söz harzemşah’ın gönlüne tesir etti. At gözünden düştü. Bir alım satımda garaz vasıta olur satılan şeyin o överse bir Yusuf’u üç arşın beze alırsın. Can verme çağında da Şeytan vasıtalık eder senden iman incisi alır. Ahmak derhal o sıkışık zamanda bir ibrik suyu imanını satıverir.
Hâlbuki o suibriği değildir. Bir hayalden ibarettir. O vasıtalık eden ibrik ancak bir hile peşindedir. Bir kötülük yapmak ister. Şimdi sağlam ve semizken bile doğru şeyi bir hayal için verip duruyorsun. Çocuk gibi her an madendeki inciyi satıp yerine ceviz almaktasın. Ecel gününün o hastalığında böyle bir şeyi yaparsan şaşılmaz artık.
Hayalinde bir surettir coşmuştur, fakat sınama zamanında ceviz gibi çürümüş bir şey. O hayal ilk zuhur ettiği zaman dolunay gibidir. Ama sonunda yeni aya döner. Önce bakınca onu sonra ne hale gelecekse öyle görürsün. Görürsen aldanmaz. Ondan kurtulursun. Ey emin kişi dünya çürük bir cevizdir. Onu pek sınama uzaktan bak.
Padişah o atı hal gözüyle gördü imadülmülk meal gözüyle padişahın gözü titredi ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü. Allahnın insanı gözüne çektiği o sürme ne sürmedir ki can yüzlerce perdesinin ardındaki yolu görür. Kainatın ulusunun gözü sonu görmeyle eş olmuştur.
O yüzden cihanı leş gördü. Padişah bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti. Gönlü attan soğudu gitti. Kendi gözünü bıraktı onun gözünü kabul etti. Kendi aklını bıraktı onun sözünü duydu. Bu bir bahaneydi o tek Allah at sahibinin yalvarması yüzünden padişahı attan soğuttu. Atın güzelliğini örttü ona göstermedi o sözde arada kapı gıcırtısı gibiydi.
O sözü padişahın gözüne bir perde yaptı. Ay o perdenin ardından kara göründü. Ne temiz mimar ki gayp aleminde sözle afsunla kaleler yapar. Sözü sır köşkünün kapısının sesi bil. Bu ses kapının açılmasından mı geliyor kapının kapanmasından mı? Buna dikkat et. Kapı sesi duyulur kapı görünmez. Bu sesi görürsünüz kapıyı görmezsiniz.
Hikmet çengi o bir ses verdi mi dikkat et. Bakalım cennet kapılarından hangisi açıldı. Kötü söz kapısı açıldı mı bak bakalım cehennemin hangi kapısı açıldı. Kapısından uzak olsan da sesini duy. Ne mutlu gözü de açık olan kişiye. İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat. Fakat bir kötülükte bulundun bir fenalık ettin mi o yaşayış o zevk gizleniverir.
Bu aşağılık kişilerin görüşüne uyup kendi görüşünü terk etme. Bu gerkesler seni leşe doğru çekerler çünkü. Nergis gibi gözlerini kapatıyor aman değneğimi tut beni yet ey ulu kişi diyorsun. Hâlbuki seni götürmek için seçtiğin o sopacıya dikkat edersen görürsünki o senden de kördür. Kör gibi elini at Allah ipine yapış.
Allahın emrinden nehyinden başka bir şeyin etrafında dönüp dolaşma Allah ipi nedir. Heva ve hevesi terk etmek. Bu heva ve heves Ad kavmine bir kasırga kesilmiştir. Halk heva ve heves yüzünden zindanda oturmaktadır. Kuşun kanadı heva ve heves yüzünden bağlanmıştır. Balık heva ve heves yüzünden kızgın tavaya düşer. Namuslu adamlardan utanma arlanma heva ve heves yüzünden gider.
Şahnenin gözü heva ve hevesten bir ateş yalımıdır. Çarmıha gerilmek ve darı ağacının korkunçluğu heva ve heves yüzündendir. Yer yüzünde beden şahnelerini gördün ya can aleminin hükümlerini yürüten şahneleri de gör. Ruha gayp âleminde işkenceler vardır. Fakat sen sıçrayıp kurtulmadıkça bu işkenceler gizlidir.
Kurtuldun mu işkenceyi azabı görürsün çünkü zıt zıddıyla görünür. Kuyuda ve kara su içinde doğan ovanın letafetiyle kuyunun zahmetini ne anlasın. Allah korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi Allah tesliminden bir sağrak elde edersin. Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu Allah kapısına, sel sebil ırmağına doğru gel. Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi. Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi. Aslanı bu öküz başıyla aldatma. Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Allah ata öküz boynuzunu vermez. Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı? Mimar bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur. Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır. İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.
Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır. Gönül gözü, ululuk ıssı Allah’tan daima halden hale dönmekte, daima sihri helale uğramakta bulunduğundan Mustafa, Allahdan çirkini çirkin hakkı hak olarak göstermesini diledi. O eşsiz imadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Allah’ıydı. Allah hilesi bu hilelerin kaynağıdır. “ Kalb ulu Allah’ın iki parmağı arasındadır.” Gönlüne hile ve kıyası veren Allah, hırkasını ateşe vermeyi de bilir.
Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip o zatın mezarından dönünce Kethuda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti. Yemek çıkardı, hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı. Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait hikâyeler anlattı. Vakit gece yarısını bile geçti. Hikâye söylerler konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi görü. Odanın başköşesine geçmiş oturuyordu. Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum. Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki. Biz işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.
Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar. Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi yarı ham kalmasın diye susturdular bizi. Kulağımız kalmadı ama baştan ayağa kulağız. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz. Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu alem perdedir, o alemse asıl hakiki alem. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür. Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükafat günü, ettiğini bulma günüdür.
Şimdi benden o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip çatacağını görüp duruyordun. Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım. Onların değeri borcuna yeter de artar bile. Konuğum, dertlenmesin diye bu işe girişmiştim. Onun dokuz bin altın borcu var. ona de ki. Borcunu bunların bir kısmıyla öde. Bir hayli para artar, onları harca beni de duadan unutma.
Onu kendi elimle vermeyi isterdim. Filan deftere de bunu yazmışımdır. Fakat ecel mühlet vermedi ki ona Aden incilerini gizlice vereyim. O laal ve yakutları, bir şeye sardım. Onlar, o garibin borcu için sakladığım şeylerdir, üstünde de onun adı yazılıdır. Filan kemerin altına gömdüm. O dostun gamını, önceden yedim ben. Onların değerini Padişahlardan başka kimsecikler bilmez.
Satarken dikkat et, aldatmasınlar seni. Aldanmadan korkuyorsan bir şeyi alırken Peygamberin öğrettiği gibi üç günlüğüne muhayyer olarak al. Onların kesada düşeceğinden, değerlerinin düşkün olacağından korkma. Onun revacı hiç geçmez. Mirasçılarıma da selam söyle benden. Bu vasiyeti de kıldan kıla onlara anlat. O altınların çokluğuna kapılmasınlar.
Hepsini o konuğun önüne yığsınlar. Bu kadarını istemem derse al, dilediğine ver desinler. Ben verdiğimden bir habbe bile geri almam. Memeden çıkan süt, bir daha gerisin geriye memeye girmez. Verdiğini geri alan, Peygamberin sözüne göre köpek gibi kusmuğunu yemiş olur. Bana lazım değil diye kapısını örter, o altını kabul etmezse altınları götürüp onun kapısına döksünler.
Kim oraya uğrarsa o altınları alsın, götürsün. İhlas sahibi kimseler hediye ettikleri şeyi geri almazlar. Ben o parayı o mücevherleri iki yıl önce onun için koydum, ululuk ıssı Allah’ya böyle nezirde bulundum. Mirasçılarım ondan bir şey almak isterler. Bunu caiz görürlerse aldıklarının yirmi misli ziyana girerler. Gönlümü incitmeden çekinmezlerse onlara yüzlerce mihnet kapısı açıktır.
Allah’dan tatlı dillerle dilerim ve umarım ki hakkı müstahak olana ulaştırır. Bu sözlerden sonra Kethüdaya iki şey daha anlattı ki onları anlatmak için ağzımı açmayacağım. Hem o iki şey sır olarak kalsın, hem de Mesnevi o kadar uzamasın artık. Kethüda sıçrayıp ellerini çırparak uyandı. Gah gazel okumaktaydı, gah bağırıp ağlamakta. Konuk ne sevdalardasın dedi. Ey kethuda, sarhoş ve güzel bir halde kalktın.
Gece rüyada ne gördün ey ulu er? Ne gördün de böyle şehre de sığamıyorsun, ovaya da. Filin rüyada Hindistan’ı mı gördü de böyle dostların halkasından kaçtın? Kethuda, güzel bir rüya gördüm dedi. Gönlüme doğmuş bir güneş gördüm. O uyanık muhtesibi, o sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm. İstekleri veren bir iş için çağrılınca bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm.
Sarhoş ve kendisinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken nihayet sarhoşluk, aklını, fikrini aldı. Evin ortasına upuzun düştü. Halk, başına üşüştü. Bir müddet sonra kendisine gelince dedi ki: Ey iyilik güzellik denizi ey akılları kendisinden geçiren! Uyanıklıkta uyku veren, gönülsüzlük aleminde gönül alıcılığı bağışlayan! Aşağılık yoksullukta bir gönül zenginliği verir.
Devlet boyunduruğunu da yoksulluk zinciri edersin. Zıddı, zıddın içine kor, yakıcı suya ateş hararetini verirsin. Nemrud’ un ateşinde bahçe gizlidir, harcamakla ihsan etmekle gelir artar. Bunu içindir ki o kurtuluş padişahı Mustafa, “ Ey nimet sahipleri, cömertlik kazançtır, kardır” demiştir.


 MESNEVİDEN ÖZLÜ SÖZLER

Sus, susma zevkine var, susma hünerini elde et, edebiyat yapma, hünerlerle dolu lafları bırak!
İyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın.
Ya Rabbi! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin."
Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır."
Cahil kimsenin yanında, kitap gibi sessiz ol.
Hayvan padişahın mevkiini bilebilse, öküzle eşek de Allah’ı görürdü.
Aslan gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını, akraba desteğini falan unut.
Kimsesiz olmak; adam olmayanların işve yapmasından daha iyidir.
Eşeğin varsa mutlaka semer de olur. Canın var ise ekmek az çok gelir korkma.
Hıristiyanların cehaletine bak ki; asıldı dedikleri İsa’dan medet umarlar. Bizim İsa’mız diri.
Hırsız mal çaldı mı içini bir sıkıntı kaplar. Bu mazlumun ahının tesiridir
Aşk davadır, cefa çekmek Şahit. Şahitsiz dava kazanılır mı?
Fare huylulara, kedi bey olur.
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde, Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim."
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan, Yüz rüzgârı olmak isterdim" *Mevlâna*
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır." *Mevlâna*
"Ruh aslına döner, eğer İsa Yaratan ise onun gideceği yer neresidir?" *Mevlâna*
“İsa aleyhisselâm’ın kaçtığı gibi, sen de ahmaktan kaç. Ahmak ile konuşup görüşmek, nice kanlar dökmüştür.”
"Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır."
Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür."
"Kötülerin övülmesi arşı titretir."
Gözyaşları merhamete delildir. Yürek yanmadıkça göz yaşarmaz.
Her sedefte inci bulunmaz
Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok...
Her şeye doğru demek aptallıktır. Her şeye yanlış diyen zorbadır.
Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar...
Köpeklerin dudakları değdi diye deniz kirlenmez.
Muhabbet ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.
Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır...
Her kanat denizi asamaz...
İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.
Kötü adin çirkinliği harften, deniz suyunun acılığı kap’tan değildir…
Körler çarsısında ayna satma, sağırlar çarsısında gazel atma...
Uzağa saçtığın taneler cömertlik sayılmaz ki...
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir."
""Her insan büyük bir alamettir. İnsan düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir."" *
Eşek sahibinden eşekliği yüzünden kaçar, hâlbuki sahibi iyiliğinden dolayı onun peşinden koşar.
Ay ışığını saçar, köpekse havlar, ulur-durur; Ay'ın ne suçu var. Köpeğin işi-gücü, huyu-husu budur.
Niceye bir gömlek derdine düşeceksin? Belki de o gömlek kefen olacaktır sana.
Hem kel hem fodul olma:
DİNLE NEYDEN

1.Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

2. Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend


Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan
Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.

3. Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk


İştiyak derdini şerh edebilmem için, ayrılık acılarıyla
Şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.

4. Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş


Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
Orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.

5. Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem


Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum.
Kötü huylularla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.

6. Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men

Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
İçimdeki esrarı araştırmadı.

7. Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst


Benim sırrım feryadımdan uzak değildir.
Lâkin her gözde onu görecek nur, her kulakta işitecek kudret yoktur.

8. Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst
Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst


Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir.
Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur.

9. Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş nedâred nîst bâd

Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir.
Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.

10. Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd

Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.

11. Ney harîf-i herki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd

Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
Bizim nûrânî  vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.

12. Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd


Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz,
Hem müştâk bir şeyi kim görmüştür

13. Ney hadîs-i râh-i pür mîküned
Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned

Ney, kanlı bir yoldan bahseder,
Mecnunane aşkları hikâye eder.

14. Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist
Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst


Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, maneviyatı
İdrak etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur

15. Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd
Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd


Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermeden geçti
O günler, ayrılıktan hâsıl ateşlerle, yanmalarla geçti .

16. Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist


Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek ol
insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..

17. Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd
Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd


Balıktan başkası onun suyuna kanmak için gecikti.
Nasipsiz olanın da rızkı gecikti.

18. Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm


Pişkin zevatın hâlinden ne anlar ki ham
O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.

Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

 BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar