KategorilerEDEBİYATTasavvuf Edebiyatı Aşık ve DivanMEVLANA' SEÇME HİKÂYELER ÖZLÜ SÖZLER​İ

MEVLANA' SEÇME HİKÂYELER ÖZLÜ SÖZLER​İ

24.08.2016

MEVLANA' DAN SEÇME HİKÂYELER VE SÖZLER​

 

 

Yumulursa nurundan bu yaşlı mahzun gözler, Cehennemde olayım daha layıktır bana, Çünkü seni görmezsem cennet döner düşmana.Ben zaten usanmışım bu geçici renklerden,Geçici kokulardan geçici ahenklerden,Nerde beka nurları.Zulmet çok mu sürecek,Ya Rabbi nerde bahar?”Denildi ki:“Öyleyse bari biraz az ağla,Çünkü gözler kaybolur bazan akan yaşlarla,Görmek için varken göremez ışıkları,Görmek için varken içer karanlıkları.”

Ey zavallı;bu dünyayı,bu yıkık yeri ancak baykuşlar yurt edinir!Sen,ötelerden geldiğin halde,nasıl oluyor da bu yıkık yerde oturuyorsun?Kendisine dikenden döşek döşeyen kişinin yanı,beli,sırtı hiç rahat eder mi,dinlenir mi?Fakat,boş sözlerden,dedikodulardan ibaret olan hikmetlerle değil,insanın canını Allah'a yaklaştıran,manen Allah'ı görür,hisseder hale getiren hikmetlerle beslemelidir!Rumi

Allah’ım! kalbimi, dilimi, gözümü, kulağımı, sağımı, solumu, üzerimi, altımı, önümü, arkamı ve nefesimi nûrlandır. Bana nurunu artır yâ Rabbi! Allah’ım! Efendime, dayanağıma ve güven kaynağıma merhamet et ve sev. Varlığımın ruhanî yeri, günümün ve yarınımın kaynağına merhamet et. (Dualar)

Ölüp toprak olduğum, toprağımın da zerre zerre dağılıp gittiği zaman, her zerrem yine o eşsiz sevgiliye âşıktır. Onun aşkıyla titrer durur. Rüzgar, tozları havaya kaldırdığı zaman, tozlardan bir hayhuy sesi duyarsan bil ki, o tozda benim bir zerrem vardır; ağlayan, feryat eden odur. Ah, senin ay yüzlü sevgilinden utandığın gibi, ben de "ah"tan utanırım. Benim gönlüm "ah" etmekle rahatlar- 
DÎVÂN-I KEBÎR’den
***
Küfür, insanlığın yüzünü karartmıştı. Hz. Muhammed'in nüru imdada yetişti. Sonsuza kadar yaşayacak olan manevî saltanat geldi, ölümsüzlük davulunu çaldılar. Yeryüzü manen nürlandı, yeşillere büründü. Gökyüzü sevincinden yakasını yırttı. Ay ikiye bölündü, tamamıyla rüh oldu. Din cesetçilerinin inadına, rahmet kapısından kovulmuş şeytanın körlüğüne rağmen ağrıyan gözlerimize gönül ve can sürmesi geldi -Divan-ı Kebir’den

Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulümkâr nefsinin boynunu vurmuş kişidir. Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi, deliliğinden mazlûmlara düşman kesilir.Köpek, daima yoksula, âcize saldırır, fırsat bulursa ısırır da.Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil,Zalime tapan, mazlûmu öldüren kişilerin hepsi de pusudan çıkarak köpekçesine saldırdılar- 
Mesnevi ♥
***
Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur.Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş.Ey rahmet denizi, sen de çek bizi!Fakat deniz,“ Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin.Senin lâfın, seni mahrum ediyor.O zannı bırak da bana gel” demektedir.Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir

Sen, puta tapanlar gibi, maddî güzellere gönül vermişsin; sen, Yusuf gibi çok güzel bir varlıksın! Fakat, kendine bakmıyorsun; dışarıdaki fani güzellere bakıyorsun! Kendi manevî yüzünü aynada görebilsen, Allah hakkı için söylüyorum, kendi sevgilin kendin olursun da, başka sevgili aramazsın! - 
Dîvan-ı Kebîr ♥
***
Her gün, kararsız olan kişilerin perdeleri artmakta olup bu nedenle de benim derdim, yağmur damlalarından daha çoktur.Benim bulunduğum yerden,gideceğim yere kadar olan yolun mesafesi,iki cihan nedir? Daha uzundur.

MEVLANADAN ÖZLÜ SÖZLER:

-İyiler gittiler. Güzel usûl ve adetleri kaldı; | kötü adamlardan da zulümler ve lanetler!
2-Neyi arıyorsan o'sun sen.
3-Altın ne oluyor, Can ne oluyor; İnci, Mercan danedir, bir sevgiliye harcanmadıktan, bir güzele feda edilmekten sonra.
4-Hiddet ve Şehvet insanı şaşı yapar; Ruhu doğruluktan ayırır...
5-Ayran kâsem önümde oldukça, vallahi kimsenin balını düşünmem bile. Azıksızlık, ölümle kulağımı bursa bile, HÜRRİYETİ 
KULLUĞA SATMAM BEN!
6-Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız kuş gibidir, Vah Ona!
7-Testide ne varsa dışına o taşar.
8-Rüşvet alan, Para pul padişahı değiliz; Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, Yamarız biz.
9-Biz Pergel gibiyiz. Bir ayağımız Şeri'at'de sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.
10-Sana Allah bu canı bedava verdi de o yüzden canının kıymetini bilmiyorsun.
11-Hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Hangi tavan vardır ki yıkılmamış, yere serilmemiş. İlim gönüle yansırsa, insanlığın iyiliğine kullanılırsa yardım olur; amma tene, maddeye yansırsa, bu bir yük, bir ağırlık, bir felaket olur.
12-Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun. Ey başkalarına ağlayan göz! Gel, bir müddetcik otur da kendine ağla!
13-Cenab-ı Hakk, yüzbinlerce kimya, ilaç yarattı; amma insanoğlu sabır gibi bir kimya görmüş değil.
14-Denizi bir testiye döksen ne kadar sığar? Bir günlük kısmet! Harislerin göz testileri dolmaz; halbuki sedef kanaat etmedikçe içi inci dolu olmaz. Hayvan otla semirir, insan da yücelikle, şerefle gelişir. Güzel ne iyi suret; bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp, akça bile etmez. Aşk o yalımdır ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
15-Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam, dünyaya sığamaz

Cins kendi cinsiyle karışırsa, bu karışımda

Güzellik ayrı bir tebessümdedir…

Dürüst ve pakların kirlilerden ayrılması için,

Cenab ı Hak, kitaplar ve peygamberler göndermiştir...

Düşüncen gül ise, sen de bir gül bahçesindesin !”

“Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi?

Toprak ol ki, senden renk, renk güller ve çiçekler yetişsin !”

Büyük veli ölümü,  ruhun gurbetten kurtulup vuslata erişi, hürriyete kavuşup gerçek ölümsüzlüğe gidişi olarak değerlendirmekte, ölüm gecesini de, düğün gecesi olarak kabul etmektedir.

“Öldüğüm gün, tabutumu götürürken bende bu dünya derdi var sanma! “

“Benim için ağlama, yazık “vah, vah !” deme! Beni toprağa verdiklerinde de “veda, veda! “ (ayrılık, ayrılık ) deme! “

“Mezar bir perdedir ki onun arkasında cennetin huzuru vardır !”

“Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret! Güneş’le ay’a batmasından hiç bir zarar gelir mi?

“Yere hangi tohum ekilip de, bitmedi? Diye endişelenme! İnsan tohumu bitmeyecek diye telaşlanma! “

“Toprağa konulduğumu zannetme! Ayağımın altında yedi gök vardır.”

“Ey can! Sende bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir hayat perdesi vardır…

Burada gayb âleminden gizlenmiş yüzlerce Yusuf gibi güzeller mevcuttur…”

“Bu ten sureti, yani ceset toprağa kurban verilince, o can sureti kalır …”

“O ten sureti fani, can sureti ise bakidir…”

“Bil ki ölüm, ruhun başka bir aleme doğması olayının sancısıdır.Yani bu fani alem için adı ölümdür , ama baki ve ebedi olan alem için adı doğumdur !...”

“Hem değil mi ki, canı Allah almaktadır; bil ki ölüm, has kullar için şeker gibi tatlıdır.”

“Keza ölüm, ateş bile olsa, Allah’a Halil olana güllük gülistanlıktır; ab-ı hayattır.”

“Ölümü korkutucu kılan, onu zorlaştıran şu ten kafesidir. Teni bir sedef gibi kırdığın zaman, ölümün bir inciye benzediğini sen de göreceksin.”

 

MEVLANADAN HİKÂYELER

Şeyh İle Padişah

Bir padişah bir şeyhe bir gün: - "Benden bir şey dile." dedi. Şeyh cevap verdi. —Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kölem var, onlar çok basit kimseler oldukları halde her gün sana hükmederler, emrederler?" dedi. Padişah bundan dolayı kızdı.- "Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebilir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!" dedi. Şeyh gülerek cevap verdi:- "Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şehvettir." dedi.

 

Adam Ve Su

Su pis bir adama: - "Ey pis adam koş bana gel ki seni temizleyeyim." Dedi.Pis adam: - "Sudan utanıyorum." dedi.Su bunun üzerine: - "Eğer utanırsan nasıl temizleneceksin, bu pislik benim dışımda nasıl temizlenir." dedi.
* Gönül ten havuzunda çamura bulandı, ama ten gönül havuzunda temizlendi.
* Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah - bir aralık - vardır, birbirlerine kavuşmazlar.

 

Susuz Adamın Hali

Bir ırmağın kenarında çok yüksek bir duvar vardı, o duvarın üstünde susuz bir adam duruyordu. Suya yetişmesine duvar mani oluyordu. Zavallı adam su için, sudan çıkmış balık gibi çırpınıp duruyordu.

Birden aklına geldi duvardan bir kerpiç kopararak suya attı. Suyun sesi kulağına çok tatlı ve hoş geldi. Suyun tatlı sesi adamın kulağına bir sevgili sesi gibi tatlı geldi, adamı sarhoş etti. Bunun üzerine adam duvardan taşlar, kerpiçler kopararak suya atmaya başladı. Bunun üzerine su adama seslendi.

"- Ey adam bana niçin taş atıyorsun, bundan sana ne fayda var?" dedi.

Adam yanık bir sesle cevap verdi.

—Ey su bu işin bana iki faydası var, onun için bu işten vazgeçmem. Birinci faydası suyun sesi susuzun kulağına en güzel bir musiki gibi gelir, ikincisi de kopardığım her taş, her kerpiç duvarı biraz daha alçaltıp, beni suya yaklaştırıyor." dedi.

 

İki Köle

Bir gün padişah iki tane köle satın aldı. Kölelerden biri çok temiz yüzlü inci dişli biriydi, nefesi gül gibi kokuyordu. Diğeri oldukça çirkindi, dişleri çürümüş ağzı kokuyordu.

Padişah o güzel yüzlü köleye ihsanlarda bulunarak onu hamama gönderdi. Dişleri çürümüş ağzı kokan köleyi yanına çağırdı. Kendini çok beğendiğini fakat arkadaşının kendisi hakkında çok kötü şeyler söylediğini belirterek, onun da arkadaşının kötü huylarını söylemesini istedi. Fakat köle arkadaşına toz kondurmadı hep onu övücü sözler söyledi. Padişah ne yaptıysa bir türlü o köleye arkadaşı hakkında kötü bir söz söyletemedi. Nihayet ikinci köle hamamdan geldi. Padişah onu da sınamak için huzuruna çağırdı. Onu övücü sözler söyledi.

"Sıhhatler olsun ne kadar zarif ve latif olmuşsun. Keşke öbür kölenin sayıp döktüğü kötü huyların da olmasa ne olurdu." dedi ve onu da diğer köle gibi denemek istedi.Bunun üzerine köle kızdı, köpürdü ve arkadaşı hakkında kötü şeyler sayıp dökmeye başladı.

Biraz konuştuktan, arkadaşının kötülüklerinden bahsettikten sonra padişah onu susturdu: - "Yeter artık ikinizin de özünü, aslını anladım, onun ağzı kokuyor, senin ise için kokmuş, bundan sonra sen o doğru sözlü ve güzel huylu kölenin emrindesin haydi git." dedi. — Güzel ve iyi yüz, kötü huyla birlikte olursa bir kalp akça bile etmez.

 

Aradan Perde Kalkınca


Çinliler kendilerine güvenerek Rumlara karşı övündüler:"Resim sanatında dünyada bizden daha üstünü yoktur." dediler. Buna karşılık Rumlar da: "Hayır bu iddianız doğru değildir, biz daha mahir kişileriz." dediler. Bu iddialar adil bir padişahın kulağına gitti. Padişah:"Ben sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginizin dediği doğru." dedi.Çinliler de Rum diyarının ressamları da hazırlandılar.

Çinli ressamlar:"Bize bir oda verin, bir odada siz alın, her birimiz burada hünerlerimizi sergileyelim, işimiz bitince padişah gelsin baksın ve kimin daha üstün olduğuna karar versin." dediler. Kapılar karşı karşıya iki odadan birini Çinli ressamlara diğerini Rum diyarının ressamlarına verdiler. Çinliler padişahtan yüz türlü boya istediler. Padişah bunun üzerine hazinesini açtı. Çinlilere her sabah hazineden boyalar verilmekte onlar da bu boyalarla çeşitli resimler süsler yapmaktaydı.

Rum ressamları ise:"Pas giderilmeden ne boya işe yarar ne de resim." diye düşünüyorlar ha bire her yeri cilalayıp duruyorlardı. Rum diyarının ressamları bu düşünceyle günlerce duvarları cilalayıp durdular... Sonunda her yer pırıl pırıl oldu. Gökyüzü gibi berrak bir hal aldı.

Nihayet Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıklarından emindi ve yaptıkları bu güzel işten dolayı çok sevinçliydiler.

Padişaha haber verildi. Padişah gelerek önce Çinli ressamların resim yapıp süsledikleri odaya girdi, resimleri gördü, bütün yapılanlar fevkalade şeylerdi. Çinli ressamların yaptıklarını beğenerek takdir eden padişah buradan çıkarak Rum diyarının ressamlarının bulundukları odaya girdi. Bir Rum ressam Çinli ressamların resim yaptıkları odayı görmeye mani olan aradaki perdeyi kaldırdı. Çinli ressamların yaptıkları süsler ve resimler bu odanın cilalanmış duvarlarına yansıdı. O odada ne varsa burada da öyle daha güzel ve daha parlak bir biçimde görünmeye başladı. Rum diyarının ressamlarının bulundukları oda dille tarifi mümkün olmayan bir haldeydi ve bu haliyle Çinli ressamların odasından binlerce defa daha güzeldi. Böylece Rum diyarının ressamları bu imtihanı kazanmış oldular.

 

Sofinin Yeri

Padişahlar meclisinde; sol tarafta yiğitler, bahadırlar, kahramanlar oturur; çünkü kalp vücudun sol tarafında bulunur.

Defterdarlar, hesap memurları, katipler, şair ve edipler padişahın sağında yer alırlar, zira yazı yazmak ve iş yapmak sağ elin işidir.

Sofilere padişahlar karşılarında yer verirler. Çünkü onlar can aynasıdır, ayna da insanın karşısında olmalıdır.

 

Sevgilinin Cevabı


Bir gün bir âşık sevgilisinin kapısına gidip kapıyı çalınca sevgili içerden seslendi."Kapıyı kim çalıyor, kim o!"Aşık cevap verdi:"Ey yüce sevgili kapına gelen benim, ben zavallı sadık kölen." dedi. Sevgili kızarak bağırdı."Çekil git kapımdan sen daha olgunlaşmamışsın. Bu sofrada hamlara yer yok, bu ev küçük iki kişi sığmaz." dedi.

Zavallı adam çaresiz oradan ayrıldı tam bir yıl o sevgilinin ayrılığıyla yanıp dolaştı kavrulup pişti. Bir sene sonra sevgilinin kapısına geldi kapıyı çaldı. Sevgili içerden seslendi "Kimdir o, kim kapımı çalıyor?"Çaresiz aşık perişan bir halde cevap verdi:

"Ey cana can katan sevgili ey bir bakışıyla binlerce aşığı perişan eden, gönlümü alan sensin." dedi. Sevgili seslendi:"Mademki sen bensin ey ben gel içeriye, gönül evi dardır oraya iki kişi sığmaz." dedi.

 

Sarhoş İle Çalgıcı

Yabancı bir Türk seher vakti uyandı, sarhoşluğun verdiği mahmurlukla bir çalgıcı istedi. Çalgıcı gelerek bu sarhoş Türk'ün huzurunda çalıp söylemeye başladı. —Bilmem ki ay mısın, put mu? Benden ne istersin bilmem? Sana nasıl hizmet edeyim bilemiyorum. Susup otursam mı, yoksa söyleyip inlesem mi? Sen benden ayrı değilsin, fakat ben nerdeyim sen nerdesin bunu bir türlü anlayamıyorum. Beni nasıl çekip bazen karalarda yürütüyor, denizlerde gezdiriyorsun?"

Çalgıcı hep "bilmem, bilmem" ler dizip koşuyordu. Bunlar artıkça Türk'ün kızgınlığı da arttı. Yerinden fırlayarak çalgıcının boynuna bindi. Topuzunu havaya kaldırdı, tam çalgıcının beynine patlatacaktı ki bir çavuş koşup topuzu yakaladı : - "Efendim, dedi. Bir çalgıcı öldürmek size yakışmaz." Çalgıcıyı bırakan Türk :

- "Bu saygısız herifin tekerlemesi kafamı şişirdi. Bre ahmak ne "bilmiyorum, bilmiyorum" deyip duruyorsun ne biliyorsan onu söyle. Ben : "Nerdensin, nerelisin? diye soruyorum sen " ne Haratlıyım, ne Belhliyim , ne Bağdatlıyım, ne Musullu, ne de Tebrizliyim , deyip uzatıyorsun, nereliysen söyle de kurtul. Burada meramını söylememek aptallıktır." - "Yahut da sana " ne yedin" diye sorsam " ne şarap içtim, ne kebap yedim, ne et yedim, ne tirit ne de mercimek" diyorsun, ne yediysen onu söyle kafi.?

Çalgıcı : - "Ne yapayım" dedi. "Bütün ispatlar senden ürküp kaçıyor onun için var olanı bir türlü bulamıyorum. Bunun için de hep olmayanlardan bahsediyorum." dedi.

Âşık Uyuyunca

Aşığın âşık, sevgilinin sevgili olduğu eski zamanlarda zavallı bir aşık vardı. O vaadinde duran gerçek bir âşıktı. Uzun seneler sevgilisine bağlanmış onun kulu kölesi olmuştu. Nihayet yıllar sonra sevgilisinden bir haber geldi. Sevgili ona : - "Gel falan odada gece yarısına kadar bekle gece yarısından sonra sen çağırmadan ben geleceğim." diye ona haber yolladı. Bunu duyan aşık kurbanlar kesti. Ziyafetler verdi. Söylenen o günde denilen odaya giderek beklemeye başladı.

Gece yarısını geçince sevgili söz verdiği gibi çıkıp geldi. Fakat bu sırada aşık beklemekten usanmış uykuya dalmıştı. Sevgili bunu görünce eteğinden bir parça kesip :
- "Sen çocuksun bunlarla oynarsın." diye birkaç cevizle beraber aşığın cebine koyup gitti. Âşık neden sonra uykusundan sıçrayıp uyanınca yanında duran etek parçasını ve cebindeki cevizleri gördü, eyvahlar ederek saçını başını yolmaya başladı. —Yazıklar olsun, bütün kötülüklerin kaynağı biziz..." diye feryat etti. 

 

Eğer İsterseniz

Bir kervan muhafızı uyumuştu. Haramiler gelerek kervanda ne var ne yok alıp götürdüler. Sabahleyin kervandakiler uyandılar. Mallarının, develerinin yerlerinde yeller esiyordu. Muhafızın başına üşüştüler : - "Mallarımız, develerimiz nerede? söyle bakalım, hesap ver!.." dediler. Muhafız çaresiz bir şekilde : - "Gece hırsızlar geldi ne var ne yok her şeyi alıp götürdüler." dedi.  Kervandakiler kızarak : - "Bre herif, bre boynu kopasıca sen ne yaptın?" dediler.

Muhafız : - "Ben ne yapabilirdim. Bir tek kişiyim onlar bir alay silahlı adamdı." dedi. Kervandakiler : - "Madem onlar çoktu, madem başa çıkamayacaktın bari bağırıp çağırarak bizi uyandırsaydın." dediler.

Muhafız : - "Bağırmak istedim ama bana kılıç göstererek "Sus yoksa canından olursun, seni öldürürüz" dediler. Ben de korktum, korkumdan soluk bile alamadım. Eğer isterseniz şimdi dilediğiniz kadar bağırayım." dedi.

* Kötü ve rüsva şeytan ömrünü zayi ettikten sonra euzü besmele çekmek, fatiha okumak beyhudedir.

Çocukların Hali

Malum ya çocuklar oyundan pek hoşlanırlar. Oyuna başlamadan önce soyunur, hırkasını külahını, ayakkabılarını çıkarıp bir kenara atarlar kendilerini oyunun cazibesine öylesine kaptırırlar ki gözleri dünyayı görmez. Hırsız gelerek onları çalar, götürür. Ta gece oluncaya kadar çocuklar oyuna devam ederler. Gece olup eve gitme vakti gelince ancak başlarına geleni anlarlar.
 

Hırsızın Hilesi-II

Adamın birinin bir koçu vardı boynuna bir ip bağlamış ardından çekip götürüyordu. Bir hırsız gelerek ipi kesip koçu götürdü. Adam bunu fark edince bağırarak sağa sola koşmaya başladı. Bıu sırada hırsız bir kuyunun başında durmuş : - "Eyvahlar olsun!.. Eyvahlar olsun!... " diye bağırıyordu. Adam hırsızın yanına gelince merak etti.  —Neden bağırıyorsun, ne oldu" diye sordu. Hırsız : - "Kuyuya atın torbası düştü, eğer inip çıkarabilirsen gönül rahatlığıyla sana beşte birini verebilirim. Böylece yüz altının beşte biri senin olur. Adam bu teklif karşısında hiç tereddüt etmeden soyunarak elbiselerini hırsıza teslim etti kuyuya indi. Hırsız böylece elbiseleri de alıp kaçtı. Adam koçu bulmak hevesiyle yanıp tutuşurken elbiseden de olarak çıplak kaldı.

 

Aptal Kuşun Başına Gelenler

Aptal bir kuş bir çayırlığa gitti. Orada bir avcı tuzak kurmuş, tuzağın içine de birkaç tane serperek bir kenarda yaprakların, otların arasına gizlenmiş bekliyordu. Kuşcağız gelerek onun etrafında dolaşmaya başladı, adamın böyle yapraklara sarınması tuhafına gitti. —Sen kimsin? Neden böyle yeşiller giyinmişsin, böyle tenha bir yerde bekliyorsun, vahşi hayvanlardan korkmuyor musun?" diye sordu. Adam : - "Ben bir zahidim. Dünyadan elimi, eteğimi çektim, böyle tenha bir yerde; otlarla yapraklara belenerek kanaat edip gidiyorum." dedi. Kuş adama birçok soru sordu adam da ona cevaplar verdi. Nihayet kuşcağız o buğday tanelerini gördü. - "Bunlar kimindir?" dedi..Adam :  - "Bunlar bana kimsesi olmayan bir yetimin emanetidir." dedi.

Kuş : - "Çok açım müsaade edersen bunlardan yiyip karnımı doyurayım, çünkü benim zaruretim var zaruri hallerde de leş yemek bile mubah olur." dedi.  Adam : - "Bu buğdayları bana, beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı helal olmaz." dedi.

Kuş çok açtı : - "Ey zahit kişi müsaade et de şu buğdaydan yiyeyim, karnımı doyurayım." dedi. —Zaruret hakkında kendine bir fetva uydurdun, eğer gerçekten öyle suçlu olursun, hatta zaruretin bile olsa çekinmen, haramdan sakınman daha iyidir." dedi.

Kuşun artık dayanmaya takati kalmamıştı, büyük bir iştahla buğdaylara hücum etti, onları yemeğe başladı. Başladı başlamasına lakin tuzağa da yakalandı. Kurtulmak için çırpınırken kendi kendine : - "Sahtekârların, yalancıların efsunlarına kananın hali böyle olur." diyordu. Bunu duyan adam :

- "Hayır öyle değil, haksız yere yetim malını yiyen, gözlerini hırs bürümüşlerin layığı budur." dedi.

Hırsızın Hilesi

Hırsızın biri bir eve girmişti. Ev sahibi bir ayak sesi işiterek uyandı, mum yakmak için çakmağı aldı, çakmağa başladı. Bunu önceden sezen kurnaz hırsız, gelere adamın önünde durmuştu. Adam çakmağı çaktıkça hırsız onu söndürüyordu. Adam defalarca çakmağı çaktı her defasında hırsız onu söndürdü. Zifiri karanlıkta hırsızı göremeyen adam çakmağın kendi kendine söndüğünü sanıyordu. Nihayet çakmağın fitilinin ıslak olduğuna karar veren adam uyumaya gitti.

Hırsız da rahat rahat işini görmeye devam etti.

Kuyruğu Mu? Başı Mı?

Bir gün cahil adamın biri bir vaizin yanına yaklaşarak : - "Ey vaiz minberde senin kadar güzel söz söyleyen, senin gibi güzel vaaz eden birini daha görmedim. Sana bir soru sormak istiyorum, lütfedip bana cevap ver." Bir kalenin burcuna bir kuş konsa, bu kuşun başı mı daha üstündür, kuyruğu mu?" dedi. Vaiz bu garip soruya şöyle cevap verdi:

- "Eğer kuşun yüzü şehre, kuyruğu köye doğruysa; başı kuyruğundan üstündür. Yok eğer kuyruğu şehre, başı köye doğruysa; kuyruğu başından daha üstündür." dedi.

Dervişin Rüyası

Dervişin biri çiledeyken rüyasında gebe bir köpek gördü ve aniden köpeğin karnındaki yavruların havladıklarını gördü. Uyanıp kendine gelince şaşkınlığı daha da arttı. Danışıp konuşacağı, rüyasını tabir ettireceği kimse de yoktu, çiledeydi çünkü... El açıp Allah'a (c.c) yalvardı. —Ya Rabbi bu ne iştir başıma geldi, bu ne haldir. Seni zikirde kusur mu ettim yoksa." dedi. Bunun üzerine hafif bir ses duydu. Bu ses şöyle diyordu :

- "Şunu bil ki bu söz bilgisizlerin lafına benziyor. Ana karnında yavrunun havlaması beyhudedir, ne ava yarar ne bekçiliğe, kurt dalmamış ki onu kovsun, hırsız gelmemiş ki ona mani olsun."

Ceylanın Hali

Avcının biri bir ceylan tuttu, eşekler ve öküzlerle dolu bir ahıra koydu. Ahır eşek ve öküzlerle doluydu. Ceylan ürkek ürkek oradan oraya kaçıp duruyordu...

Avcı gece yarısı öküzlerin, eşeklerin önüne saman koydu, öküzler ve eşekler samanı şeker gibi yemeye başladılar. Ceylansa hala ordan oraya kaçıp duruyordu. Çünkü orada ceylanın bir eşi bir benzeri yoktu...

Yol Kesen Manevi Kuşlar

Yol kesen manevi dört kuş, bütün insanların gönlünü yurt edinmiştir. Bu kuşlar ; Kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bu kuşların insanın içinde olan dört benzeri insandaki dört huydur.

Kaz; insandaki hırstır...
Horoz; insandaki şehvettir...
Tavus; insandaki makam hırsıdır...
Kuzgun ise; insandaki dilektir...
Kuzgunun dileği; Ebedi olmak yahut da uzun bir ömüre kavuşmaktır, insan bunu umar durur...
Hırs kazı ne bulursa yer, sanki Allah'ın (c.c) "yiyiniz." hükmünden başka hükmünü duymamıştır. İyi kötü ne bulursa toplar, dağarcığını doldurur.

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da