12.05.2023
MIKNATIS
Kalabalık bir salona girerken, tuhaf bir yabancılık veya yalnızlık hissine kapılmışızdır. Kapının açılma sesi ile birlikte, gayri ihtiyarî, bize çevrilen bakışlar, o an neler neler hissettirir, uzaktan dostça bir el havaya kalkıncaya kadar.
Uzun yıllardır, yurt dışındayız. Çocuklarımız burada doğdu, büyüdü, okula gitti, iş-meslek sahibi oldu, askerlik yaptı. Bizim ilk zamanlar yaşadığımız yabancılık hissi, onlarda yoktur ne de olsa diye düşünüyorduk.
Biz iş yeri yemeği, okul toplantısı gibi ortak etkinliklerde, aynı dili konuşanlar olarak, bir araya gelirdik. Çocuklarımızın dili yetiştikleri, içinde büyüdükleri ülkenin dili olunca, onların böylesi bir durumda, milliyetine veya ana diline bakmadan, en samimi arkadaşlarıyla birlikte vakit geçireceklerinden emindik.
İsviçre'de her yıl, senenin son ayında firmalar, bütün çalışanlarına yemek verir. O akşam patronlar, kendi elleriyle işçilere servis yaparlar. Çok mütevâzi olduklarından değil, senede bir defa olsun, kendilerini işçilerine göstermek istediklerinden.
Gittiğimiz bütün iş yeri yemeklerinde aynı şeyi yaşadık. Kapıdan içeri girince, bakışlar bize çevrildi. Her zaman çalışma kıyafetiyle görmeye alıştığımız insanları, şık giysiler içinde görünce, önce tanıyamadık. Gözlerimiz, kendi bölümümüzdeki arkadaşları aradı. Onları da farklı farklı masalarda başkalarıyla otururken gördük. Bu defa havadaki uğultunun içinden ana dilimizi duyup ona doğru yürüdük. Bir mıknatısın, demir parçalarını çektiği gibi, ana dilimize doğru çekildik.
Geçenlerde oğlum da yıl sonu yemeğine gitmişti. Sırf merak ettiğimden sordum:
- Birkaç kişi önceden buluşup mu gittiniz, sen yalnız mı gittin yemeğe?
- Ben yalnız gittim.
- Salona girdiğinde arkadaşlarını tanıdın mı?
- Herkes kravatlı, ceketliydi, gözlerimin alışması uzun sürdü.
- Bir tanıdığını görüp onun yanına mı gittin, biri elini kaldırıp seni mi çağırdı?
- Biri elini kaldırdı, "Burdayız" dedi, ben de oraya doğru gittim.
- İyi bari... yalnız oturmamışsın.
- Zaten fondü restoranıydı, her masada birer fondü ocağı vardı, altışar kişi oturuyordu. İllâ ki birinde oturacaktım. Ama salona ilk girdiğimde baktım, herkes kendi masasını seçmiş, oturmuş, sohbete başlamışlar bile. Nereye ait olduğumu önce seçemedim.
- Ay... Evet hep öyle olur. Her şey o kapıdan girene kadar... Sonra herkes kendiliğinden ayrılır...
- Neyse ki fazla aramadım.
- Fondü nasıldı?.. Belli bir ritüeli var fondünün. Yapabildiniz mi?
- Malzemeleri masaya koymuşlar, biz hepsini lap diye döktük erimiş peynirin içine, çorba gibi oldu. Aslında yapamadık da yedik işte...
- Niye yapamadınız ki?.. Aranızda İsviçreli yok muydu, o bilirdi nasıl yapılacağını, kendi millî yemekleri ne de olsa...
- Yoktu... Biz Türkiye masasıydık. Yaptığımız fondü, paçaya benzedi. Görünüşü güzel değildi ama tadı iyiydi.
- Türkiye masası mı? Nasıl buldunuz birbirinizi?
- Umut, bizim bölümde, bir iki günlüğüne, geçici çalışmıştı. O zaman tanışmıştık. Elini kaldırıp beni çağıran oydu. Sonra diğerleriyle de tanıştım.
- Oysa sizin Almancanız iyi. Birbirinizle Almanca konuşuyorsunuz hangi milletten olursanız olun... Neden illâ Türkçe konuşanlar, bir arada oturdunuz?
- Fabrikada çalışırken başka dil yok... Sadece Almanca konuşuyoruz. Ama dün akşam salona girince fark ettim; herkes kendi dilini konuşanların masasına doğru çekiliyor gibiydi. İçeri girer girmez, gözlerim bir tanıdık aradı. Baktım bir masada İtalyanlar oturuyor. Sicilyalı, Romalı, Napolili... Ama hepsi İtalyan. Bir masada Brezilyalılarla Portekizliler beraber oturuyordu. Bir masada Fransızlar... Başka bir masada Faslı, Tunuslu, Cezayirli vardı. Onlar da Fransızca konuşuyorlardı ama Fransızlarla birlikte oturmuyorlardı.
- Evet önce dil, sonra din... Bunun sırası böyle.
-Kosovalı, Makedonyalı beraber oturuyordu, yanlarında Sırp da vardı. Ben bu topluluğa çok şaşırdım mesela...
- Önce dil, dedim ya...
- Ben nereye gideceğimi bilemedim. Gözlerimi kapattım, kulağıma Türkçe bir söz çalındı. Açtım gözümü, Umut el sallıyordu. Ayaklarım, o tarafa doğru, kendiliğinden yürüdü. Mıknatısla çekiliyormuşum gibi...
- Yıl sonu yemekleri hep öyledir. Fabrikada hangi konumda, hangi bölümde çalışırsan çalış, o yemek salonuna gelince, herkes kendi diline doğru ayrılır, gider... Bizim neslin Almancası kötüydü, sizin neslin Türkçesi kötü... Ama yine de her nesil, Türkiye masasında buluşuyoruz. Ana dilimiz neredeyse biz oradayız... Mıknatısımız hep aynı.
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın