30.06.2023
MODONDO YAĞI
Genç kız, mermer merdivenlerden yukarı çıktı. Büyük cam kapının önüne geldi. Kapının iki tarafına da konferans afişleri yerleştirilmişti. Elindeki davetiye ile afişleri karşılaştırdı:
KONFERANS
O YÂRİN GÖZLERİ
Prof. Dr. Serpil SPARGEL
Yer
Tarih
Açıklama yoktu. Davetiyeyle aynı... Kim bu profesör, hangi konuda konferans verecek, "O yârin gözleri" ile ne kastediliyor?.. Hiç bir fikri yoktu. İçindeki merak kurdu, yüreğini kemiriyordu. Derin bir nefes aldı, kapıyı itti.
Kültür Sarayının girişinde, masaların üstünde genelde, konuşmacının eserleri sergilenirdi. Bu defa masa yerine, karşılıklı vitrinler konmuş, içine birkaç kitap yerleştirilmişti. Vitrinin kapısını açıp kitaplara ulaşmayı, onları biraz karıştırmayı düşündü. Kitapların adı da ilginçti: GÜVERCİN SESSİZLİĞİ, AĞLARDAKİ ÇIRPINIŞLAR, İÇİMDEKİ MARTI ÇIĞLIĞI... Etrafına bakındı, kapıyı açmak istedi ama kilitliydi. Uğraşmadı. Program başlayıncaya kadar iç salonda bekleyebilir, belki orada gördüğü birkaç kişiye sorabilirdi.
İç salona geçti. Bar tipi, yuvarlak masalar vardı. Bir şeyler içmek veya atıştırmak isteyenler, bu masaların etrafında ayakta duracaklardı. Yaşlı ve hasta olanlar için, duvar kenarlarına, birkaç koltuk yerleştirilmişti. Etrafına bakındı, kimseyi göremedi. İlk gelen olmak istemezdi gerçi...
Açık büfede içecek çeşitleri ve krakerler vardı. Bir bardağa portakal suyu doldurdu, kapıyı gören bir masaya geçti. Tam o sırada odada birinin olduğunu hissetti. Etrafına bakındı. Odanın en uzak köşesinde, uzun gri saçlarını at kuyruğu yapmış, keçi sakallı bir adam duruyordu. Yuvarlak masanın üstündeki kırmızı içecekli bardağını, parmaklarının ucuyla çevirir gibi yapıyordu.
Genç kız gülümseyip başıyla selam verdi. Adam, kızın selamını bardağı yukarı kaldırarak, "Şerefe" der gibi aldı. Acaba konuşmacıyı tanıyor muydu, bir şeyler sorsa cevap alabilir miydi?.. Tam yanına varacakken duyduğu gülüşme sesleriyle, kapıya döndü. Oh nihayet... Tanıdık birkaç kişi...
Kapıda, okulunun araştırma görevlilerini gördü. Dört- beş ay önce son sınıf öğrencisi iken mezun oldukları sene sınav açılmış, kazanmışlar, şimdi de okullarının akademik kadrolarını kapmışlardı. Ne güzel...
Edebiyat, Türk Dili, Tarih, Coğrafya asistanlarının yanında, Fizik bölümünden de bir hoca vardı. Kumral, beyaz tenli, iri ela gözlü bir adamdı, genç kıza başıyla selam verip yanına geldi:
-Selam.
-Selam hocam, hoş geldiniz.
-Gözüme yabancı gelmediniz, tanışıyor muyuz?
-Aynı okuldayız. Rastlamışsınızdır.
-Hmm... Hangi bölüm?..
-Türk Dili ve Edebiyatı.
-Yaa bu edebiyat da nasıl bir bölümmüş, en çok asistan orada var.
-Önemli bölümmüşüz demek ki... Ama ben asistan değilim, son sınıf öğrencisiyim, beni kastettiyseniz...
- O... Davetiyeler sadece akademik personele verildi, diye duymuştum.
-Bizim bölüm başkanı, davetiyesini bana verdi, vakti yokmuş, benim izlememi, sonra ona anlatmamı rica etti.
-Haa... Peki o zaman. Sadece öğrencisin yani...
-Her daim...
-Edebiyatçıların konferansına ben de niye geldiysem...
-Konferans neyle ilgili bilmiyorum. Afişte de davetiye de açıklayıcı bilgi yok. Konuşmacıyı tanımıyorum. İnternete sordum adı çıkmadı. Girişteki camekanlarda kitaplar var ama alıp bakamadım, kapıları kilitli olduğundan. Ben de merakla bekliyorum.
-O Yârin Gözleri...
-Evet ama... Göz derken edebiyattaki gözler mi, gözle ilgili benzetme unsurları mı, göz göz olmuş yaralarla tıp konferansı mı, göz hastalıkları mı, göze benzer coğrafi oluşumlar mı, evrenin gözleri, kara delikler hakkında kuantum konferansı mı?.. Ben bilmiyorum.
-Hmm... Öyle düşününce... Doğru tabii... Konuyu ben de merak ettim şimdi. Konuşmacının soy adı Almanca... Belki Alman bir babanın kızıdır, belki kocası Almandır...
-Almanca mı, Spargel ne demek?
-Spargel değil, Şıpaagıl, bir çeşit bitki...
-Bitki...
Genç kız konuşmayı kesip, telefonuna bir şeyler yazmaya başladı.
-Hmm... Evet... Kuşkonmaz demekmiş.
Adam,
-Peki öğrenci hanım... Sizi bir yerden hatırlıyorum, gerçekten... Ama henüz çıkaramadım, dedi.
-Geçen seneki Mevlana Kongresinde, birkaç arkadaş merdivenlerden iniyorduk karşımıza çıktınız. Hangi bölümden olduğumuzu sordunuz. Biz "Edebiyat" deyince, "Hem edebiyat bölümündesiniz hem Mevlana kongresini takip etmiyorsunuz, nasıl edebiyatçısınız, yazıklar olsun size!" diyerek azarlamıştınız. Ben de "Mevlana sadece edebiyatçıların değil, fizikçilerin de Mevlanasıdır, siz niye izlemiyorsunuz?" demiştim. Başka bir saçmalık olmasın diye de cevabınızı beklemeden ayrılmıştık oradan.
-Ha o sen miydin?.. Hatırlıyorum...
Kendi kendine söylenir gibi, fısıltıyla;
-Zaten ben de nereye gitsem içerdeki en ukâla tip kimse onu bulurum, şansım da böyle işte... dedi.
Genç kız:
-Olabilir... Aynayız ya... İnsan hangi ortama girerse girsin kendine en çok benzeyeni buluyor, çekim yasası gibi, dedi.
Adam, bu söze çok sinirlendi. Topuklarına sert sert basarak diğer genç akademisyenlerin yanına gitti.
Biraz sonra kapıda yaşlı, ufak tefek bir kadın belirdi. Koyu yeşil etek tayyör takımı, başında küçük bir şapkası, şapkanın altından sarkan beyaz bukleleriyle çok sevimli görünüyordu.
Şişman, kırmızı yanaklı, bıyıklı bir adam hemen koşup kadının elini eline aldı, saygıyla, öptü.
-Aman efendim, gözlerimiz yollarda kaldı. Sizi görmek, tanımak ne büyük şeref... İnanın kitaplarınızla büyüdüm. Davetiyenizi aldığımdan beri gözlerime uyku girmedi efendim. İnanın çok mutluyum.
Yaşlı kadın, gördüğü bu ilgiden, iltifattan memnun, gülümsedi.
-Öyle mi? Çok naziksiniz, delikanlı. Çok teşekkür ederim. Çok bahtiyar oldum. Hangi kitabımı beğendiniz?
-Hepsi de çok önemli benim için. İÇİMDEKİ GÜVERCİN ÇIRPINIŞLARI, başucu kitabım zaten.
Kadın biraz düşündü.
-Hayret, iyice yaşlanmışım. Kendi kitabımı hatırlayamadım, dedi.
Adam, abartılı bir gösterişle
-Aman efendim, estağfurullah. Çok dinç ve sağlıklısınız, gençlikten daha güzel vasıflar bunlar, dedi. Kadını en yakındaki koltuğa oturttu. Hemen bir içecek ikram etti. Diğer akademisyenler de kadının etrafını kuşattılar. Konuşacağı konuyu çok merak ettiklerini, sabırsızlıkla beklediklerini söylediler. Kadın şaşkın şaşkın bakarken ara sıra "Hay Allah bu kadar meşhur olduğumu bilmiyordum." gibi şeyler söylüyordu.
Genç kız, bu hareketli kalabalığı gözlemlerken arka köşedeki at kuyruklu adamı merak etti. O tarafa döndü. Adam kırmızı içecekli bardağını parmaklarının ucuyla döndürerek olan biteni izliyordu. Kızın kendine baktığını görünce, başıyla selam verdi.
Konferans saati gelince heyecanlı kalabalık, hep beraber, salona geçti. Ön sıralardaki koltuklara oturan akademisyenler, yaşlı kadını da yanlarına oturttu. Ardından sunucunun takdimini beklemeye başladılar.
Genç kız, herkesten sonra geldi salona. Bulduğu boş bir yere oturdu. İçindeki merak kurdu, yiye yiye yürek bırakmamıştı sanki. Kadını çok bekleyen, onu görünce heyecanlanan ama kitabının ismini bile söyleyemeyen adam, yalakalıkta sınır tanımamaya devam ediyordu. Bilmediklerini belli etmemeye çalışan diğer genç akademisyenler de akışa dahil olmuş, iltifat yarışına girmişlerdi. Yaşlı kadın şaşkın ama mutluydu.
At kuyruklu, keçi sakallı adam ağır adımlarla sahneye çıktı, herkes sustu. O konuştu:
- Değerli hâzırûn...
Ben Serpil Spargel... Bir sosyal deney için, burada bulunuyorum. Önyargılar, hayatımızı ne kadar etkileyebilir?..Sadece birkaç isim, insanlara neler düşündürür?.. Bilmediğini belli etmemeye çalışmanın biraz ötesi olan, biliyormuş gibi yapma, insanı ne kadar utandırabilir?.. Bunları deneyerek gözlemledik.
Geleceğimizin bilim insanları, genç akademisyenler!
Bilimde "miş gibi"lik yoktur. Bilimde önyargı yoktur. Merak vardır, doğruyu arama vardır. Bilmediğin konuda "Bilmiyorum" deme rahatlığı vardır.
Binaya girerken gördüğünüz kitapların hiç biri kitap değildi. İçi boş defter sayfalarıydı. Açıp inceleme imkânınız olmadı ama "Okudum, kitaplarınızla büyüdüm" yalanını söylemekte sakınca görmediniz. Serpil, kadın ismi diye, içeri giren ilk kadına Serpil Hanım muamelesi yaptınız.
Ülkemizin geleceği, bilime olan inancımızın devamı sizsiniz. Umarım ders aldınız, umarım artık size güvenebilirim.
Kalabalık, neye uğradığını şaşırmıştı. Şişman, al yanaklı adam dayanamadı, oturduğu yerden bağırdı:
- Sosyal deney deyip işin içinden sıyrılamazsınız. Bize bu oyunu oynadıktan sonra gece rahat rahat uyuyabilecek misiniz?! Vicdanınız ne düşünüyor bu konuda?
Adam, sakin sakin konuşmaya devam etti:
-Vicdanım, çok rahat... En azından ders alıyorsunuz. Uyuyamama sorunum yok benim. Biraz Modondo yağı sürüyorum, mışıl mışıl uyuyorum, dedi.
Sahneyi terk etti, salondan çıktı gitti.
Genç kız, yerinden kalkıp adamın arkasından koştu.
-Hocam... Hocam!..
Adam döndü, kıza baktı.
-Ders bitmedi küçük hanım. Sadece Serpil Kuşkonmaz bölümü bitti. Şimdi içeri gir, modondo yağını da sen bitir... Hoşça kal, dedi.
Kız tekrar salona geçti. Genç akademisyenler, her kafadan bir ses şeklinde, bir şeyler konuşuyorlardı. Kimse kimseyi dinlemiyordu. Bu konferansı, üniversite idaresine kadar giren bir oluşumun organize ettiğini, mutlaka bu işte büyük bir oyun olduğunu söylüyorlardı.
Gençlerden biri, gayet yüksek bir sesle;
-Ne yağı dedi, hatırlıyor musunuz?.. Diye bağırdı.
Herkes birdenbire sustu. Ardından yağın adını hatırlamaya çalıştılar. Her biri farklı bir isim söyledi.
-Madundu
-Mandelu
-Modu modu
-Mandamu
-Ben biliyorum. Güney Asya'da yetişen bir bitkiden yapılıyor. Uyuşturucu etkisi var. Adamı da uçurmuş işte...
-Hayır... Geçende kuzenim internetten sipariş verdi. Hint Okyanusunda yaşayan bir balığın yağı... Kozmetikte kullanılıyor. Adamın saçları griydi ama yüzünde kırışıklık yoktu.
-Himalayalarda yaşayan bir hayvanın yağı....Depresyona iyi geliyor, diye biliyorum.
-Hayır, kokudur.
-Uyuşturucudur.
-İlaçtır.
Tartışma bitmeyecek gibiydi. Biraz önce ilgi odağı olan yaşlı kadına kimse bakmıyordu. Kadın, elleriyle kulaklarını kapatıp dışarı çıktı. "Yanlış gelmişim, pastane arıyordum, tiyatroya gelmişim." dedi çıkarken.
Genç kız sahneye yöneldi. Konuşma kürsüsüne yaklaştı. Mikrofonu eline aldı:
-Değerli hocalarım... dedi.
Herkes sustu, ona baktı.
-Değerli hocalarım... Biraz önce Serpil Bey'in dediği gibi önyargı konusunda bir sosyal deneye maruz kaldık. Deney hâlâ sürüyor. İşin doğrusu; modondo yağı diye bir şey yok. Siz hâlâ bilmediğinizi göstermemek için biliyormuş gibi yapıyorsunuz. Eskiden araştırma yapmak daha zordu. Bir konu kafamıza takıldığında kütüphanelere giderdik. Şimdi elimizdeki cep telefonlarından her şeyi arayabiliyoruz. Ama nedense, yine de bilgi kirliliğini veya bilmeden ahkâm kesmeyi seçiyoruz. Önyargıları kafamızdan atamasak, o orada olduğu müddetçe, bilime de engel olur. Ülkemizin önyargıya değil, sizin gibi değerli bilim insanlarına ihtiyacı var.
Saygılarımla...
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın