Takvim
yaprakları 10.07.2014 gösteriyor. Saatler sabah 07.00 gösteriyor. Dışarıda
yağmur hala hızını kesmeden yağmaya devam ediyor. Hava aydınlandıkça çisem, çisem
yağan yağmurun arkasından, bulutların arasından yüzünü göstermeye başlayan güneşin
bir var oluşunu ve bir yok oluşunu seyrediyorum.
Bugün ev temizliği için temizlikçi
kadın gelecek, onun için kahvaltıyı erken yapmak zorunda kaldık. Saat 08.30 da
gelmesi gereken temizlikçi gelmedi, dayım telaşlandı acaba başına bir iş mi
geldi diye. Dayı gelir belki işi çıkmıştır, gecikmeli gelecektir dedim. Ama
dayım kadını cep telefonundan aradı, oda cevap vermeyince dayım iyice
telaşlandı. Bende telaş yapma o gelmezse ben yaparım dedim. Ziya gelecek olan
kadın Yugoslav, Ama çok seneler önce gelmiş ve şimdi İsviçre vatandaşı. Kadın
saat 08.45 de çıkageldi. Dayımla kadın, kapının hemen yanında ayaküstü biraz
konuştular. Kadın hemen hazırlıklarını yaparak salondan elektrik süpürgesiyle
temizliğe başladı. Dayım beni kadına tanıttı neffe diye Almancada neffe yeğen anlamına
geliyor. Türkiye’den geldiğimi, turist olarak gezmek amaçlı geldiğini söyledi. Kadın
benimle konuşmak istedi ama maalesef ben Almanca bilmediğim için İngilizce olarak
cevap verdim, ama anlaşamadık. O işine döndü bende balkona çıktım.
Dayı dedim bu kadın tamamen yüzeysel
temizlik yapıyor. Derinlemesine bir temizlik yok dedim. Dayım bana, burada ev
temizliğine gelen kadınlar saatli geliyorlar. Eğer senin dediğin gibi detaylı
temizliğe girer isem beni bu kadına çok para ödemem lazım. Ben bir saat için bu
kadına 30 Frank ödüyorum. Düşünsene üç saat çalıştığını 90 frank eder. Oda
benim için çok para. Türk parasına çevirdiğimizde 210 TL gibi bir para eder.
Kadın
bir saat içerisinde makineyle evin içerisini süpürdü ve eline bir bez parçası
alarak masa sandalye ve ona benzer yerlerime temizleyerek işin bittiğini
bildirdi. Bende o esnada mutfakta kendim için kahve yapıyordum. Kadınla göz
göze geldik işaretle işin bittiğini bildirdi. Kahve içer misiniz diye İngilizce
olarak sordum evet dedi. Ona da bir kahve yaptım dayım ben ve temizlikçi kadın
masaya oturduk, ben kahvemi yudumlarken, dayım kadının parasını vererek
teşekkür etti. Onlar Almanca konuşurken bende onları dinliyordum. Kahveler
içilip fincanlar boşaldığında kadın benim fincanımı da alarak mutfak lavabosunda
yıkadı ve kurulayarak yerine kaldırdı. Kadın saat 10.00 da evden ayrılmış oldu.
Dayım odasına çekilerek yatağına uzandı, bende salondaki kanepe üzerine
uzandım. Hafif, hafif başımda ağrıyordu. Uyumuşum. Kalktığımda saatler (Saatler
diyorum, daha öncede bahsetmiştim çokça saat olduğundan dolayı ) 13.15’i
gösteriyordu ve karnımda acıkmıştı. Ne yiye bilirim diye düşünürken aklıma
menemen yapmak geldi. Dolaptan iki domates, taze biber, soğan ve iki yumurta
aldım. Öncelikle soğanı, taze yeşilbiberleri doğrayıp tencereye koyarak
içerisine de raps oil (raps yağı) koyarak ocağa koydum. Soğanla yeşilbiber
yağda pişerken bende bir taraftan domatesleri ince, ince doğradım. Doğranmış
domatesleri de tencereye ilave ederek kapağını kapatıp pişirmeye devam ettim.
Tenceredekiler iyice piştikten sonra yumurtaları da kırarak karıştırıp, kısık
ateşte beş dakika daha pişirdikten sonra servis tabağına alıp soğumaya
bıraktım. Dayımda kendisi için salata yaptı. Ben menemenimi, dayım da
salatasını güzel bir salât sosu ile yemeye başladık. Kendimi övmek gibi olmasın
melemen de çok güzel olmuş. Hafif de acılı olunca yemesi nefis.
Yemekten
sonra St. Gallen kent merkezine indik. Suzi bizi durakta bekliyordu. Suzi’yide
alarak beraberce istasyona geçtik, yolculuğumuz Melon köyü idi. O yöne gidecek
olan tren dört numaralı perona gelecekti. Tünelden geçerek dört numaralı perona
çıktık. Tren perona yanaşmakta olsun bizde hangi vagonda wc olduğuna bakıyoruz.
İlk vagonda Wc olduğunu anlayınca o vagona doğru yöneldik ve bindik. Ben hemen
wc’ye gittim. Çok ama çok sıkışmıştım. Arı gibi çalışan vagonların wc’leri
pırıl, pırıldı. Ne bir koku, ne bir leke ve pislik, suyu akıyor, tuvalet kâğıdı
asılı ve üstelik havlu kâğıdı da vardı. Wc’yi hayranlıkla izledim ve gönül
rahatlığıyla işimi gördüm. Çıkarken de acaba ben bir şey bıraktım mı diye
kontrol ederek çıktım. Tren hareket etmişti. On dakika sonra Melon köyündeydik.
Melon köyüne geldiğimizde istasyonda indik. Bu köy genellikle Bawer evlerinden
(Bawer hayvancılıkla uğraşan insanlara verilen isim) oluşuyordu. Köy
içerisindeki tüm yollar sıcak asfaltla kaplanmış, Kaldırımları muntazam iki
metre genişliğinde, bisiklet yolları da ve spor kompleksleri olmazsa
olmazlardan. Burası küçücük bir köy olmasına rağmen köyün posta hanesi, Bankası
ve Migros alışveriş mağazası mevcut. İstasyondan inip uzunca düz bir yoldan
yaklaşık bir km. kadar yürüdük. Yolun sağında ve solunda inekçilerin evleri ve
ahırları mevcut. Köy de elma, armut ve buna benzer meyve ve sebze bahçelerinden
de geçiyoruz. Burada kimse kimsenin malına zarar vermiyor, ağaçtan meyve
bahçeden sebze koparmıyor. Buradaki meyve bahçeleri sık bir şekilde dikilmiş,
sadece iki sıra arasındaki mesafe geniş tutulmuş. Bu bölgeye sıkça yağmur
yağdığı için tüm meyve ve sebze bahçelerinin üzerlerine, siyah veya değişik
renklerde, bizlerin gölgelik dediğimiz çadırlarla kapatılması sağlanmış, Amaç
esen rüzgârın hızını kesmek ve dolu olursa meyve ve sebzeleri doludan korumak
amaçlı.
Yürüye,
yürüye bir kavşağa geldik. Kavşağı geçtikten sonra sol tarafta bir bawer evi
var. Bawer evine yaklaştığımızda ilk olarak ahırın önünden geçtik, büyükçe bir
ahır. Ahıra girdiğinde sağı ve solu hayvanlarla dolu. Orta yeri ise traktör ve
kamyonetin girebileceği şekilde düzenlenmiş, bu kısımlar da direkt olarak yola açılıyor.
Burada yeşil olarak getirilen otların kurutulduğu ve gazlarının alındığı yerler
mevcut. Ahırı geçer geçmez de bawer’ın oturduğu ev ve eve bitişik ufak bir
odası mevcut. Bu odanın kapısı yola açılıyor. Dayımla ben bu oda içerisine
girdik. İçeride sehpalar üzerinde satışa sunulmuş sebze ve meyveler mevcut ve
bunların tam ortasında da bir kutu. İçerisinde bozuk Paralar var. Dayım içeride
kiraz, salatalık diğer sebzelerle ilgilenirken bende Bawer gelecek biz buradan
alış veriş yapacağız diye bekliyorum.
Dayım,
ziya kirazın hangisinden alalım burada üç çeşit kiraz mevcut. Dayıma benim için
fark etmiyor hangisini alırsan al dedim. Dayım üzerlerinde fiyatları yazılı
olan paketlerden üç paket, bir adet salatalı, bir adet kabak ve iki paket de
kayısı alarak üstündeki yazan fiyatlardan toplam tutarını hesapladık. Toplam
tutarımız 38 Frank tuttu.
Dayı
hani nerede bu Bawer denen adam. Şimdi onu mu bekleyeceğiz.
Dayım,
yok bak şimdi ne yapacağım.
Elini
cebine atarak, cüzdanını çıkardı. Cüzdanından 40 Frank parayı alarak kutunun
içerisine koydu ve kutunun içerisinden 2 Frank para üstünü alarak oradan
ayrıldık. Ben ineklerin ahır bölümünde resimler çekerken, dayım ve suzi konuşa,
konuşa geliyorlardı. Tam o esnada evden bir genç çıktı geldi. Dayımla o genç
kişi daha önceden tanıştıkları için ayaküstü sohbet ettiler. Dayım benim
hakkımda da bazı bilgiler verdi.
Dayıma,
sorar mısın bu arkadaşa, ineklerden, bir tanesinden ama kaç L süt alıyorlar.
Dayım
almanca olarak benim sorumu sordu genç arkadaş her bir inekten 50 ile 55 L
arasında süt aldıklarını söyledi.
Çok
güzel dedim.
Dayım bu gence aldıklarımızı da göstererek
parayı kutunun içerisine attığımızı söyledi. Kendi kendime bir düşündüm ki bu Türkiye’de
olabilir mi diye. Bu olay az bir farkla mümkündü ama şimdi dudaklarımı bükerek
şu anda mümkün değil dedim. Çünkü son zamanlarda bir anlayış doğdu oda “
Müslüman malı Ortak”. Benim çocukluğumda, Balatçık köyünde oturuyorduk, bakkal dükkânımız
vardı. Babam namazında abdestinde, beş vakit namazını kılan biriydi. Babam
gündüz işi olduğunda ve namaz saatlerinde dükkânı kapatmaz, dükkânın kapısına
bir sandalye koyardı. Bu ne demek biliyor muzunuz? Bu şu demek; şu anda kısa
süreli meşgulüm, hemen geliyorum. Alışveriş için gelen bir kişi daha sonra
gelmek üzere gider ya da sandalyeyi alıp oturarak beklerdi. İsviçre’deki bu
durumu görünce çocukluğumdaki bu olay aklıma geldi, bu olayı da anmadan
edemedim.
Tren saatine epeyce bir zaman var.
Köyün içerisinden yürüyerek istasyona geldik. Yağış kesilmiş, gökyüzü ise yarı
bulutlu yarı güneşli bir şekildeydi. İstasyonun yakınındaki durakta beklerken
yeşil ve kırmızı erikleri gördüm. Koparmaya öncelikle cesaret edemedim. Ama
baktım ki Japon turistlerden bir kısmı bu eriklerden toplamaya başladılar.
Bende onlardan cesaret alarak montumun cebi dolana kadar yeşil ve kırmızı
eriklerden topladım. Tren gelmişti trene binerek geliş yönümüz olan St Galen’e
dönüşe geçmiştik. Bu günü St Galen’e on dakikalık bir mesafede olan güzel bir
köyden güzel anılarla ve izlenimlerle dönüyorum birazdan eve de olduğumda bu
izlenimlerim günlüğümde yer alacaktır.
Dayıma yarın ne yapacağımızı sordum.
Dayım yarın Almanya’ya gideceğiz. Ama gideceğimiz yeri söylemeyeceğim orası
sürpriz olacak dedi. Bende hadi hayırlısı bakalım diyerek merakla yarını
beklemeye başladım.