MUHTEŞEM BİR MENKIBE

09.07.2018

Nabi , 1642 yılında Urfa’da doğar.Urfa’nın tanınmış ailelerindendir. Iyi bir eğitim görmüştür.Arapça’yı ve Farsça’yı çok iyi bilir. Devrinde “ Sultanü’ş-Şuara “ diye anılmıştır. Süleyman Nâbî, Sultan 4. Mehmet döneminde önemli devlet adamlarıyla birlikte hacca gider. Her Müslüman şair için hac ibadeti, olağan üstü bir olaydır; Hiç şüphesiz Nabi için Medine’ye gidip Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret , Mekke’de Kabe-i Muzzama’da  tavaf etmek çok heyecan verici bir olaydır. Dolayısıyla hac kafilesinin Medine’ye yaklaştığı sırada şair Nabi’nin sözkonusu heyecanı doruk noktasına ulaşır.

Kafile, Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir.
Nabi, hac kafilesinde bulunan önemli devlet adamlarından bir paşayla aynı çadırda kalmaktadır.

Resûlullah (sas) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat paşa, hem de ayaklarını Medine tarafına, Kıble’ye doğru uzatmış, uyumaktadır. Bu durum Nabi’yi son derece üzer. “İki cihan güneşinin bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak hiç münasip olur mu?” diye düşünür. Hz. Peygamber’in (s.a. v) beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâline çok üzülmüştür. Ve dudaklarından şu cümleler dökülür;

"Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu
Nazargâh-ı ilâhi'dir makam-ı Mustafa'dır bu. "

(Edeb dışına çıkmaktan sakın Allah'ın sevgilisinin bulunduğu yerdir burası.
Burası Allah 'ın nazar kıldığı Mustafa'nın makamıdır. )

Nâbi İlâhî aşkın verdiği ilhamla bir çağlayan gibi akmaktadır. O gül-i rânânın kokusunu almış ve bülbül gibi şakımaktadır:

Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır

Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette 
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu.

Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu .

(Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v) ’nın makamı, Ravza-i Nebî’dir
Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır.
Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (c.c) ’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.
Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.) 

Nâbi şiiri biraz yüksek sesle okuyunca paşa uyanır ve hemen toparlanır. Gaflet uykusundan uyanan paşa utanarak; "Bunu ne zaman yazdın "diye sorar. Nâbi; "şimdi sizin vaziyetinizi görünce yazdım "der. Paşa bilerek ve isteyerek uyumamıştır ama yine de Nâbiye sorar; Bunu başkası duydu mu "Nâbî "hayır " diye cevap verir. Paşa; o halde olanlar ikimizin arasında kalsın kimse duymasın "der.
Aslında şiiri Kafile deki herkes duymuştur fakat nedenini bilmezler.

Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. 

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu”

Nâbi ve hac kafilesinde bulunanlar, Mescid-i Nebiminarelerinden Türkçe şiir okunması karşısında hayrette kalırlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. İşin ilginç yanı bu naat, Nâbi’nin o gece, yani birkaç saat önce yazdığı şiirdir.

Namaz bitip Mescid-i Nebi’de yavaş yavaş cemaat dağılırken, Nâbi birkaç arkadaşıyla birlikte heyecan içinde müezzinlerin yanına varır. Müezzinlerden okudukları Türkçe naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorarlar. Müezzinler, konunun kendileri için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemezler.  

Fakat Nâbi, ısrar eder, bu Türkçe naatı o gece kendisinin yazdığını belirtir. Bu kez de müezzinler heyecanlanır. “Senin ismin Nâbi mi?” diye sorarlar şaire...”Evet” cevabını alınca ellerine kapanırlar. Nabi de müezzinlerin boyunlarına sarılır tek tek.

Müzzinler, Mescid-i Nebi minarelerinden Türkçe şiir okunması olayının açıklamasını şöyle yapar: “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı, bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”

Mescid-i Nebi müezzinlerinin yaptığı sözkonusu açıklama karşısında, Paşa’nın utancını, Nâbi’nin ise sevincini anlatmak, bu iki ruh halini tasvir etmek elbette imkânsızdır.

Paşa, utancını hangi kelimelerle dile getirmeye çalıştı bilinmez, ama Nâbi’nin dudaklarından şu kelimeler dökülür: “Demek ki sevgili peygamberimiz bana ‘Ümmetimden bir şair’ dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğine kabul etti.”

Yüce peygamberimizin kalplerimizde köz olan sevgisi hârlansın cism-ü cânımızı sarsın Nâbi gibi Şefaatin nail olan kullarından eylesin.

En sevgili aşkıyla tutuşmak dileğiyle. .

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

6 years ago

Bunu yazıp bizimle paylaştığınız için çok teşekkürler... Böylece “biz peygamber ümmetiyiz” diyen herkesin, iddia ettiği gibi “ümmet”olmadığını, bu ünvanın da kolay kazanılmadığını hatırlatmış oldunuz. Dualarınıza gönülden katılıyor, bize de nasib olur inşallah diyorum. Selam ve sevgimle...

Necibe Çetinkaya

Necibe Çetinkaya

6 years ago

@necibecetinkaya942 | Evet ümmet olmayı haketmek için sünnete uymak gerekli. Acaba kaçımız Lâyıkıyla bu görevleri yerine gehiriyoruz.Nâbî'nin yerinde kim olmak istemez ki. Kıskanmadım desem yalan olur. Ben de teşekkür ediyorum kardeşim. Selam ve sevgiler.