Mutlak Sevgi Üstüne

31.08.2013

Bu Eser 13.09.2013 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
Varlık aleminden geçtik, gördük ne güzel evi hanesi.

Baktık, sıramızı savdık, gördük ne güzel penceresi.


Divan Edebiyatı, İslami Dönem Eski Türk Edebiyatı içerisindeki üç bölümden birisi. Bu dönemde Tasavvuf Edebiyatı, başlı başına bir bölüm olsa da, Tasavvuf konusu Divan Edebiyatı içerisinde de çok önemli bir yere sahip. Öyle ki, Divan şiirinin içerisinde tasavvuf önemli bir kaynak oluştururken, onun dilini de etkilemiş.

Tasavvufun kökleri, her ne kadar Kur’an ve sünnet kaynaklarına dayanmış olsa da, insanlık tarihiyle eşdeğer olan gerçeği bulma gayreti, tasavvuf konusunu evrensel bir boyuta taşıyarak, tarihin pek çok döneminde diğer milletlere de mal etmiş durumda.

Tasavvuf, mutlak bir “gerçek”in var olduğunu, Bu mutlak gerçeği anlamak ve ona ulaşmak için bir suret görüntüden oluşan bu dünyayı inkâr etmek gerektiğini savunuyor. Bunu yapabilmek için ise, “zühd” denilen; dünya nimetlerinden, süsünden, zevklerinden uzak durarak, güzel ahlaka bezenmek, asıl amaç. 

Yukarıdaki görüşlerin benzerlerini tarih sahnesinde görmek mümkün. Batı Edebiyatının temellerini oluşturan Eski Yunan Edebiyatının Antik çağında (M.Ö 427-347) yaşayan ünlü filozof Platon (Eflatun) ‘a göre, düalist bir varlık felsefesi vardır. Bu varlık felsefesinin iki boyutunu fiziki alem ile fizik ötesi alem oluşturur. Fizik ötesi alem, her türlü varlığın ölümsüz, hakiki karşılığı olmakla birlikte, iyi, doğru ve güzel olan Tanrının tekliğini meydana getirir.

Platon’a göre; fiziki alem, fizik ötesi alemdeki ideaların birer taklidi, gölgesi ve yansımasıdır. Ve insan taklit, gölge, yansıma ve kopya olan bu fiziki dünya ile değil, gerçekliği tartışılmaz ideaların ve tanrının bulunduğu idealar dünyasına ulaşmaya çalışmalıdır.

Tasavvufta Tanrıya yakınlaşan bir velînin kendisini hakir görmesi, ve hatta başkalarının da kendisini değersiz görmesine aldırmayıp, bunu olgunlaşma yolunda bir seviye; "melamet" olarak değerlendirmesi, onun artık bu maddi dünyadan manevi dünyaya yaptığı yolculuğun gereğidir.

Tasavvuf zamanla hayatı, dünyayı ve dini yorumlayış tarzıyla bir felsefi düşünüş haline gelince, bu felsefi boyutun en uç noktasına ulaşmış: “vahdet-i vücut” (varlık birliği).

“vahdet-i vücut” (varlık birliği), yaratılanın yaratanın bir parçası olduğu görüşünü savunuyor. Fakat bu sistem daha sonra İbn Arabi’nin yorumlarıyla daha da ileri götürülerek “yaratan ile yaratılanın aslında aynı olduğu” fikrine ulaşmış. Hallâc-ı Mansur’un “ene’l hak” (Ben hakkım) sözü, “Ben tanrıyım” şeklinde anlaşılması üzerine bu söz, onu darağacında götürmüş.

Tasavvufun bu derinliği içerisinde her türlü ilişkide sevgiyi esas alması, kötü huyların terk edilmesiyle mümkün. Yaratan, bu inanç sisteminde korkulması değil, sevgiyle bağlanılması gereken bir konumunda.

Tasavvuf, bu dünyada iken maddi hayatı ve ona ait her şeyi terk edebilmek demek. Bu nedenle nefis ile mücadele edilmesi gerekli. Bu düşünce sistemi içerisinde dinin bilinen kuralları, ibadetleri, emir ve yasakları dinin uyulması gerekli yönü olmakla birlikte, hakikati arayan bir mutasavvıf, dinin manevi yönü olan tasavvuf yolunda yürümeli.

Bütün varlıklar üzerindeki bu mutlak sevgi ve mutlak güzelliğin etkisi dünya sahnesinde görününce, ilahi aşkın ortaya çıkışı Divan şiirinde kaçınılmaz olmuş…

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar