MUTLULUĞUN ADI……?………? (ARAKSİYA-EDESSA) (Ben zeytin ağacıyım…)
Uzun denilebilecek bir boyu, yine uzun sayılabilecek siyah saçları, güçlü kolları ve bacakları ile Edessa, limanın en çok aranan işçilerindendi. Tüccarlardan hangisinin taşınacak, indirilecek veya yüklenecek malı varsa, akla önce o gelirdi. Aslında Edessa, Dikran adında hırslı ve hiç de merhametli olmayan bir Ermeni tüccarın işçisi sayılıyordu.
-I-
Edessa, henüz 3 yaşındayken 1074 yılındaki korkunç depremde anne ve babasını kaybetmiş, o kargaşada, yaşadıkları evin yıkıntıları arasından sağ olarak çıkartılmıştı. Önce komşuları Aşhen adındaki bir Ermeni kadın ona sahip çıkmıştı. Çünkü, Aşhen de depremde üç çocuğunu ve annesini kaybetmiş, kocası ile birlikte yalnız kalmışlardı. Evi ağır hasar almış olsa da yine de ayaktaydı. Edessa 9 yaşına kadar Aşhen ve kocası Horen’e anne baba demişti. Horen, bir zaman sonra kimsenin anlamadığı bir hastalığa yakalanarak öldü. Edessa, evin ihtiyaçları için limanda çalışmaya başladı. Aşhen de hastaydı. Limanda çalışmak hiç de kolay değildi. Gemilerle gelen yük denklerini indirip, istiflemek veya arabalara yerleştirmek için çok güçlü olmak gerekiyordu. Edessa, yaşıtlarına oranla iri yapılı ve güçlü bir çocuktu. Önceleri çok sıkıntı çekse de sonradan işe alışmış, zamanla vücudu da devamlı çalışmasından dolayı güçlenmişti. Anne dediği Aşhen de hastalığı atlatmış biraz kendini toplamıştı. İşler yoluna girmek üzereydi. Ancak toprağın altı gene kaynamaya başlamış 1082’de büyük bir deprem daha olmuştu. Edessa bu depremde limanda yük indiriyordu. Birden bire yerin altında güçlü bir ses gelmiş ve ayaklarının altından toprak kaymaya başlamıştı. Limandaki gemiler gürültüyle birbirlerine çarpıyor, yük denkleri devriliyor, insanlar oradan oraya koşuşturuyorlardı. Her yer ana baba günüydü. Şehirde evler yıkılmış, enkazın altında onlarca insan kalmıştı. Edessa ilk fırsatta evlerinin olduğu yere koştu. Ancak karşısında büyük bir enkaz duruyordu. Anne dediği Aşhen, bu defa evin yıkıntıları altında kalmış ve ölmüştü.
Edessa sonraki günlerde limanda boş bulduğu kuytuluklarda yatıp kalkmaya başladı. Yine işine gücüne sarıldı. Hayatta kimsesi kalmamıştı. 12 yaşlarındayken Dikran’ın devamlı işçisi oldu. Dikran ona limandaki deposunda yatacak bir yer, yaptığı işe karşılık olarak da ölmeyecek kadar yemek veriyordu. Edessa, tüm gücüyle gün boyunca çalışır, Dikran’ın mallarını taşırdı. Deponun da bekçisiydi. Dikran bölgenin en zengin tüccarlarından biriydi. Çok uzaklardan gelen çeşit çeşit malları satar, başkalarının mallarının satılması için aracılık yapardı. Parasını, dara düşmüş diğer tüccarlara yüksek faizlerle borç verirdi. Bölgedeki zeytinliklerdeki ürünü son yıllarda Dikran topluyordu. Tonlarca zeytini sofralık veya yağ olarak işletiyor ve uzak ülkelere satıyordu. Zeytinlerin toplanması ve yağ yapılması işinin başına da sevgili kızı Araksiya’yı görevlendirmişti. Araksiya’nın, normalden uzun boylu, simsiyah uzun saçları, bembeyaz teni, kapkara iri zeytin gözleri ile dikkat çeken bir güzelliği vardı. Burnundaki kemerli yapı yüzündeki güzelliği bozmuyordu. Araksiya da annesiz büyümüştü. 1074 yılında Edessan’ın annesiz ve babasız kaldığı depremde Araksiya henüz yeni doğmuş bir bebekti. Araksiya annesini depremde değil, daha sonraki kolera salgınında kaybetmişti. Limanın yakınlarındaki zeytinlikte çalışırken, çalışkanlığı ile dikkat çeken Edessa’yı uzaktan takip ediyordu. Babasının ağzından birkaç defa Edessa için övgüler duymuştu. Oysa babası, hic kimse icin güzel bir sey söylemezdi. Edessa’yı çok merak ediyordu. Uzaktan takip etmesine rağmen, onu yakından görememişti. Ancak babasının onu övmesinden midir, başkalarınin da onun hakkında çok güzel şeyler söylemesinden midir, bilinmez… Edessa’dan çok etkilenmişti.
-II-
Edessa, ne kadar aranan ve istenen bir işçi olsa da, kendine aile kuracak kadar para kazanamıyordu. Ne kadar yoksul olsa da onun da söz dinlemez bir kalbi vardi ve caresiz bir sekilde, patronunun kızı Araksiya’yı düşünüyordu. Onu bir defa patronu Dikran’ın yanında görmüştü. O günden itibaren de aklı, kalbi, bütün düşleri Araksiya ile doluydu. Ancak bu halini kimselere sezdiremezdi. Ne demek patronu Dikran’ın kızı.. Dikran fark ederse, hatta Araksiya duyarsa… Kendisi hakkında ne derlerdi?!... Araksiya, Edessa’yı beğenir miydi?!.. Hayır.. Hayır.. O nu aklından çıkarmalıydı.. Bu olmazdı olamazdı… Hem kendisi Süryani’ydi. Dikran ise Ermeni.. Bu bile büyük engeldi.
Birden bire kulaklari sagir edcek bir gürültü koptu… Limanda demirli olan gemilerden birine, başka bir gemi çarpmıştı. Bu küçük bir çarpışmaydı ama herkes bağırışıyor, oradan oraya koşuşturuyorlardı. Edessa ne olduğunu anlamak için koştu. Daha dün bu gemilerden birinde, gece yarısına kadar çalışmış, Dikran’ın geçen seneden biriktirdiği zeytinyağı ve şarap fıçılarını yüklemişti. Kalabalığın yanına geldiğinde Dikran’ın mallarının yüklü olduğu geminin hafifçe sağa doğru yattığını fark etti. Bu o kadar büyütülecek bir durum değildi. Gemide büyük bir hasar görünmüyordu. Ancak geminin yan yattığı yerde suyun içine baktığında Dikran’ı gördü. Patronu, suyun icindeydi, güçlükle başını dışarıda tutmaya çalışıyordu. Edessa, hemen suya atladı, çabucak yüzerek onun yanına geldi. Patronunun ayağı gemi halatlarından birine dolaşmış, onu suyun içine doğru çekiyordu. Edessa hiç düşünmeden suya daldı… Dikran’ın ayağını kurtarmak neredeyse imkansızdı. Kendisi için de orada olması çok tehlikeliydi. Edessa, avazı çıktığı kadar bağırarak dışarıdan keskin bir bıçak atmalarını istedi. Limandaki herkes onu çok severdi. Ondan sudan çıkmasını istediler. Edessa ise, patronunun kurtarmak icin cabaliyordu.. Onun sudan çıkmayacağını anlayınca keskin bir bıçak attılar. Edessa, bıçağı alarak yine suya daldı. Büyük zorluklarla ipi kesti ve Dikran’ı dışarıya doğru taşımaya başladı. İskelede bekleyenlerin yardımıyla Dikran dışarı çekildi. Edessa da arkasından sudan çıktı. İnsanlar Dikran’ın ayağında kalan ipi çıkardılar. Bu arada limandaki tüccarlardan biri olan Shmuel, Dikran’a; “eğer Edessa olmasaydı ölürdün. Kimse seni çıkarmak için geminin altına girmezdi. Bu çocuğun kıymetini bil” dedi. Kalabalıktan diğer insanlar da Dikran’ın Edessa’ya bir şeyler vermesi ve ya onu evlendirmesi gerektiğini söylediler. Çünkü Edessa’nın da bir aile, bir ev sahibi olmaya hakkı vardı. Madem Dikran’ın canını kurtardı, o zaman Dikran da Edessa için en iyisi neyse onu yapmalıydı. Kaldı ki Edessa, işini cok iyi yapan bir işçiydi ve daima Dikran’ın haklarını korurdu. Dikran ölümden dönmenin bitkinliği ile Edessa’ya, “herkesin içinde söz veriyorum seni evlendireceğim ve eşinle yaşaman için bir ev vereceğim” dedi. Bu sözü herkes duydu. Tüccar Shmuel; “Bak Dikran bu sözü hepimiz duyduk. Ben de bu sözü yerine getirmen için takipçin olacağım. Eğer sözünde durmazsan Edessa benim işçim olur. Onu senden alırım” dedi. Kalabalık Shmuel’i destekledi.
Olaydan birkaç hafta geçmesine rağmen Dikran verdiği sözün yerine getirilmesi için hiçbir girişimde bulunmamisti.. Limandaki herkes Dikran’ın bu davranışından rahatsızdı. Shmuel, bir gün Dikran’ın dükkanına gelerek; “Bak sana bir hafta mühlet veriyorum.. Yoksa Edessa’yı elinden alırım” dedi. Schmuel, dükkandan ayrılınca Dikran, Edessa’yı yanına çağırdı. Aslında bunu yapmayı hiç istemiyordu. Noolmuştu yani hayatını kurtarmışsa… Yüzü asık, sıkıntılı bir şekilde kiminle evlenmek istediğini sordu.
Edessa, başını önüne eğdi ses çıkartmadı. Dikran, Edessa’yı Shmuel’e kaptırmaya hiç niyetli değildi, tekrar sordu. Edessa; “Ben bir şey diyemem patron, sen bilirsin “ dedi. Dikran, Edessa’nın bu tavrını çok beğendi, ne olduysa kalbi yumuşadı… Bu çocuk ne olursa olsun gerçekten de kendisi için en büyük tehlikelere atılabilecek tek kişiydi. Elini Edessa’nın omzuna koydu ve “Oğlum söyle, kiminle evlenmek istersin” dedi. Edessa “patron birisi var ama mümkün değil” dedi. Dikran şaşırdı. Ne demek mümkün değildi. Kendisi bir kızı isteyecekti de bu mümkün olmayacaktı. Dikran ısrarla “kim?” dedi. Edessa, derin bir nefes alıp, duyulur duyulmaz bir ses ile “Araksiya” dedi. Dikran önce ismi anlayamadı. Sonra Edessa’nın söylediği ismi idrak edince, düşündü Araksiya… Çevrede bu isimde bir tek kendi kızı vardı. Dikran “hangi Araksiya” diye sordu. Edessa çok hafif bir sesle “kızın Araksiya” dedi. Dikran bunu duyunca, göğsünden bir öfke kabardı ve gözlerinden alevler fışkırdı. Ağzından küfürler savurarak avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Eline geçirdiği bir sopa ile Edessa’ya vurmaya başladı. Hem ağzından köpükler çıkararak küfrediyor hem de var gücüyle Edessa’ya vuruyordu. Sopa Edessa’nın koluna, sırtına, kafasına, bacaklarına nereye denk gelirse hınçla iniyordu. Edessa karşı koymuyor sadece kendini korumaya çalışıyordu. Dikran kendini kaybetmiş bir şekilde vurdu vurdu vurdu… Yorulduğunda durdu. Ayakları dibinde kafasını kolları arasına almış ve büzülmüş bir şekilde baygin yatan Edessa’ya baktı…büyük bir kinle tükürdü...
-III-
Araksiya, düğün kıyafetleri içinde gerdek odasında evlendiği kocasını bekliyordu. Karyolanın ayak ucuna oturmuş, tedirgin, endişeli, kızgın, üzgün bir çok halleri birlikte yaşıyor, gözlerinden sıcak yaşlar akıyordu. Evlendiği kocası kimdi?!. Bilmiyordu… Babası “seni evlendiriyorum itiraz istemiyorum” dediğinde, önce şaşkınlıktan anlamamış, sonra bir şeyler demek istemiş ama babasının sağ elini havaya kaldırması ile susmuştu. Papaz efendi, Pazar ayininden sonra, “seni baban evlendiriyor, söylediği kişiyle evlenmeyi kabul ediyor musun kızım” diye sorduğunda, başını önüne eğip, olur der gibi sallamıştı. “Etmiyorum” demek ne demekti?!... İşte üç gün sonra, gelinliğini giymiş ve annesinden kalan iki odalı evde, yatağında oturmuş kocasını bekliyordu. Ancak anlamadığı, neden annesinden kendine kalan evde yaşaması gerekiyordu ki…? Kocasının evi yok muydu? Babası aklına gelince bunun tabii olabileceğini düşündü. Muhakkak babası bu evde oturacakları için yüklüce bir kira almıştı… Acaba kocası kimdi? Muhakkak çok zengin bir tüccardı. Çünkü düğünü çevredeki zengin düğünleri gibi olmuştu. Tam üç gün boyunca limandaki işçiler, tüccarlar, komisyoncular, yabancılar ve komşular yemişler, içmişler ve çok eğlenmişlerdi. Yaşlı mıydı, genç miydi?.. Çirkin miydi yakışıklı mıydı?.. En önemlisi de merhametli miydi? Babasından kendini merhametli ve genç biriyle evlendirmesini beklemiyordu. Babası için bu dünyada en önemli şey para idi… Muhakkak bu evlilikten de bir çıkarı vardı… Bunlar aklından geçtikçe, ağlaması bazen hafifliyor bazen de omuzlarını sarsacak şekilde şiddetleniyordu. En çok da evlendiği kocasının, babasına benzemesinden korkuyordu. Zavallı annesi… Hatırladığı kadarıyla annesi hastalıktan iyice süzülmüş, iş yapamaz durumda, zayıf, solgun bir kadıncağızdı. Gözleri acıdan buğulanmıştı. Annesi bu halde olduğu halde, babası Dikran onu çok döverdi. Kendisi de devamlı kocasından dayak yiyen bir kadın mı olacaktı?.. Babası ona “Evleneceksin” dediğinde, limana yakın yaşlı ve ulu zeytin ağacının zeytinlerini devşiriyordu. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş, babasına cevap bile verememişti. Babası gittikten sonra başını yukari kaldırıp, bir müddet zeytin ağacının dalları ve yaprakları arasından sızan güneş ışıklarını takip etmişti. Aklına birden Edessa geldi… Edessa… henüz yakından görmemişti ama hakkında çok şey duymuştu. Kimsesi yokmuş, babasının deposunda yaşarmış… karın tokluğuna çalışırmış… ama çok merhametliymiş. Çoğu zaman binbir güçlükle kazandığı azicik yemeğini bile gariplerle, fakirlerle paylaşırmış. İşten hiç kaçmaz ve çok dürüst çalışırmış. Limandaki işçilerin hepsinin baş tacıymış. Çocuk yaştaki işçilere yardım eder ve onları ezdirmezmis… Aslında bu övgüleri duydukça Edessa’ya yakınlığı ve sevgisi artmıştı. Keşke kocası Edessa olsaydı… En azından onun kadar merhametli birisi... Bunları düşündükçe göğüs kafesinin altındaki kalbi eriyor, taa ciğerleri kanıyordu…
-IV-
Edessa kendine geldiğinde, bütün vücudunda, dayanılmaz acılar hissetmişti. Elini basına götürdü, büyük bir yarık olduğunu fark etti. Eline kan bulaşmıştı. Bacakları, kolları, sırtı… Güçlükle doğruldu. Ayağa kalkmak için çok çaba sarfetti. Yatağının bulunduğu arka taraftaki çuvallarla ayrılmış bölmeye geçti. Yatağa uzandı. Yine bayıldı… İki gün yattığı yerden kalkamadı. Dikran’ın kızgınlığı geçmemiş olsa gerek, iki gün depoya uğramadı. İki koca gün depo kapalı kalınca ve Edessa ortalarda görünmeyince işçiler merak ettiler. Edessa’yı aramaya başladılar. Dikran’a sordular. O da Edessa’yı en son depoda bıraktığını söyledi. “Gidin depoyu açın eğer hala oradaysa defolsun gitsin” diye bağırdı. İşçilerden birkaçı depoya gelip Edessa’yı yatağında yatarken buldu. Onu uzun bir tahtanın üstüne yatırarak limanın güvenlik şefi olan Cenevizli tüccarın yanına getirdiler. Sonraki günler Edessa’ya limanın işçileri baktılar ve onu iyileştirmeye çalıştılar.
-V-
Odanın kapısı usulca açılınca, Araksiya’nın kalbinin çarpması hızlandı. Gelen kişinin kocası olduğu muhakkaktı… Kim olduğunu bilmediği kocası… Onun merhametsiz, kibirli ve paragöz biri olduğundan çok emindi. Hatta yaşlı ve çirkin… Usulca ayağa kalktı ama yüzünü ona dönmedi. Gözlerinden hala yaşlar akıyordu. Arkasından onun yaklaştığını hissetti… Tepeden tırnağa tüyleri diken diken olmuştu… Midesi de bulanıyordu…
“Araksiya” dediğinde… önce sesin genç birine ait olduğunu ve yumuşak bir tonda söylendiğini zannetti. Arkasındaki ses tekraren “Araksiya” deyince merakla ona döndü. Aman Tanrım… Kutsal Meryem… Bu kim?.. Uzun boylu, güçlü kuvvetli duruşu ve uzun saçlarıyla… Bu Edessa… Ağzından şaşkınlıkla “Edessa” diye bir nefes çıktı. Dizlerinin bağı çözüldü, olduğu yere çöktü… Edessa eğilip onu tuttu, ayağa kaldırdı. Kollarıyla iyice sardı. Araksiya, gözlerinden yaşlar akarken “ nasıl olur… nasıl olur..” diye inliyordu. Edessa da ağlıyordu. Olmayacak bir şeydi… ama olmuştu. Dikran Edessa gibi bir işçiyi kaybetmek istememisti. Ayrıca kızının da yanından ayrılıp, gitmesi cok büyük bir kayip olurdu.İkisi de kendi işi için çok değerliydi…
Seferi (Nurcan Bedir Ören)
8 years ago
Aytül Kaplan
8 years ago
Aytül Kaplan
8 years ago