MUTLULUK MAVİ BİR KUŞTUR

27.02.2017


Mutlu günleri hayal eden mahzun bir hal içindeyken etrafındaki kalabalık giderek artıyordu. Caddenin başındaydı, upuzun bir caddede idi bu. Meçhule doğru uzayan yola derin derin baktı. Kemerleri, parmaklıklı pencereli rengârenk duvarlarıyla; yer yer dökük çatılarıyla, çatılarda tünemiş kargalarıyla tamamdı işte cadde. Bir başında duruyordu caddenin. Bakıyordu ya, hiçbir hüneri yoktu. Giderek artan kalabalığı ikna edip gönderecek sözü de kalmamıştı. Hüzünle kaynayan bir yüreği ancak bir annenin merhameti rahatlatabilirdi. Yüreğinde de hep o son anın ümidi vardı. Annesini bir daha görebilseydi, sesine bir daha dolansaydı, gözlerinde bir daha ıslansaydı. Ama unutmadığı gerçeği:                                             -ölüm, dosdoğru bir vaattir.
      Küçük kaplar içinde kuşyemi satan kadınlar kuşların cıvıltısına, neşesine yarenlik eden çocuklar en büyük sevabı işliyorlardı. Ama ben çok nasipsizdim. Yok, yok belki de çok beceriksizdim…
Pişmanlığı büyük, hayıflanması ağırdı. Acılar, en acımasız akrabalar gibi başına üşüşmüştü kalabalıkla birlikte. Hâlbuki o başkasının elindekine göz dikmeyen, kimseyi kıskanmayan, biriydi. Zengin olmayı ihtiras haline getirmemişti. Kanaatkârdı. Acem kızının yanağındaki benden daha çok yakışırdı ona fakirlik. Biliyordu ki topraktan başka bir şey insanın karnını doyurmazdı. Çünkü mal çokluğuyla zengin olunmayacağını, gerçek zenginliğin gönül zenginliği olduğunu biliyordu. Allah bir kuluna yetişmişse, dünya malına ne hacet. Zaten, insanın karnı ence ve boyca bir karış kadardır. İçine niye ateş dolduruyorlar ki?
Alımlı bir gelin gibiydi hala, altmışlık yaşına rağmen. Gittikçe artan kalabalığın, beni tuz ile buz arası yıkayan bakışlarına rağmen, annemin kalbine tutunuyordum, merhametine. Her gün göz göze gelişinde nefesim açılıyordu. Allah hayrını versin annem. Bir tek sen yüzüme gülerken, başkasına göz kırpanlardan olmadın. Benim için ağlarken bana karşı gülenlere katılmadın. Etrafımı sarmışken bu aç kurtlar, müşfik bir çoban gibi sahiplendin kuzunu.
Uzun bir sessizlikten sonra batmaya koşaduran güneşi kucaklarcasına açtı kollarını, yeniden doğmuşçasına taze ve tuhaflığıyla soludu havayı. Bu caddelerde geçen çocukluğuydu, arzulularıyla, özlemleriyle ve hasretliğiyle yeniden doğmuşçasına. Sağır bir tesadüften arta kalan pişmanlık, yüreğinin derinliklerinde tarifsiz bir çığlığa sebepti. Bilirdi o, yeryüzünün gökten daha efdal olduğunu. Orada âdem vardı çünkü. Ama şu an Nuh tufanındaki sel gibi üstüne gelen âdem o âdem miydi? Hâlbuki hepsi de denizin dalgasına kurmuşlar otağını. Dünyayı dinlerinden yırtarak yamamanın telaşındalar. Kandıkça kanıyorlar konaklandıkları gölgeye.
Aşk ateştir, yakar tüm perdeleri annem. Artık önüme bakamıyorum. Adımları giderek sıklaşıyor gelenlerin. Uğultu giderek daha da derinden siliyor kulaklarımın pasını. Onlar göğün yeşilliğine kanıyorlar anne. O, süt gibi beyandır, hâlbuki yeşilin en narincesi gibi cennettir anne. Kırık iki dişle ısırılmış elma gibi kokuyorum anne.
  Hayatı yeniden kucaklamaya merhaba? Gözlerimdeki derinlik, yüreğimdeki kıvılcımlar sardı caddenin dört bir köşesini. Gitmeliyim artık bekler durur beni yapayalnızlık yurdu kabrim. Ama bu uzun caddeyi merhametin olmadan nasıl adımlayayım annem. Anladım o koştukça koşanları. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.
      MUSTAFA IŞIK
 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar