NE KADAR AĞIRSIN EBRAR… ASLINDA AĞIR OLAN SENİN ACIN… (Ben Zeytin Ağacıyım…)

23.04.2017

 
NE KADAR AĞIRSIN EBRAR… ASLINDA AĞIR OLAN SENİN ACIN… (Ben Zeytin Ağacıyım…)
                Umutsuzluk içinde bütün benliğiyle aşık olduğu Araksiya ile evlenmek, Edessa için beklenilmeyen bir mucizeydi. Bundan daha büyük mucize ise Araksiya’nın da kendini sevdiğini anlamasıydı.  Edessa’nın, patronu Dikran’ın kızı ile evleneceği haberi limanda büyük yankı yapmıştı. Tüccar Shmuel’in liderliğinde limandaki diger tüccarlar ve işçiler, Edessa’nın düğününü en güzel şekilde yapmak için el ele verdiler, Düğün, gerçekten de zengin tüccarların çocuklarının düğünü gibi olmuştu. Dikran ise, hem kızı Araksiya’nın zeytinyağı işini devam ettireceğinden hem de Edessa’nın sayesinde daha fazla para kazanacağını düşündüğünden, bu evliliğe razı olmuştu.
                Edessa ve Araksiya, düğünlerinden sonraki günlerde de çok mutluydular.  Birbirlerinin gözlerine baktıklarında, ölesiye çalışmalarına rağmen bütün yorgunlukları geçiveriyordu. Dikran’ın kendilerine iş üstüne iş çıkarmasına aldırmıyorlardı. Çünkü akşam evlerine geldiklerinde, dünya umurlarında  olmuyordu.
                Edessa, limanda çalışırken, denizlerin ötesinden gelen ve bütün dünya denizlerini dolaşan Venedikli gemicilerden çok ilginç haberler duyuyordu. Kendisi doğmadan önce, güneşin doğduğu yerden gelen ve kendilerine "Oğuzlar" diyen kalabalık topluluklar, Anadolu’nun doğusunu bütünüyle ele geçirmişlerdi. Hatta Dikran’ın aklına geldikçe burnundan soluduğu konulardan biri de, Ermenilerin Ani Kalesi’nin, bu Oğuzlar tarafından fethedilmesiydi.                25 yıl önce, kendisinin doğduğu sene, Oğuzlar, Selçuklu ailesi etrafında toplanıp, batıya doğru akmaya başlamışlar ve Sultan Alparslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes arasındaki Malazgirt Savaşı’nı yapmışlardı. Malazgirt Zaferi’nden sonra Baias’ın kuzeyinden, Toros Dağları’nın arkasından bütün Anadolu’yu fethetmişlerdi. Sultan Alparslan’ın akrabası olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Konstantinopolis’in burnunun dibine kadar sokulmuştu. Kutsal konsüllerin toplandığı kent Nikea (İznik)’yı alarak kendisine başkent yapmıştı. İşte Oğuzların fetihleri ve Nikea’yı bile almaları Bizans’ı çok korkutmuş ve Papalık’tan yardım istemişlerdi. Baias da Bizans’a bağlı Ermeni tekfurlar tarafından yönetilen bir bölgeydi. Aslında 100 yıl öncesinde buralarda da Müslüman yönetimi varmış ama Bizans, bölgenin hakimiyetini binbir güçlükle yeniden kazanmışti. O zamanlar Müslümanlar, bu bölgeye "Avasım" diyorlarmış.
                 Simdi (1096) ise Baias, tam bir serbest bölge durumunda. Limanın olması ve büyük körfezdeki diğer limanlara yakın olması Baias’ın önemini arttırıyor. İskenderun Limanı ve kenti ile körfezin karşı kıyısındaki Lajazzo veya Ayazzo (Ayas) denilen kent ve limanının  lojistik destek ve yardımı Baias’tan sağlanmakta.
                Venedikli ve Cenevizli tüccarlar, Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos’un yardım istemesi üzerine, Papa II. Urbanus’un, bütün Avrupa’ya sefer çağrısı yaptığını söylediler. Ayrıca bütün Avrupa halkı bu çağrıya uyarak sefer hazırlığı yapmışlar ve hatta yola çıkmışlar bile. Niye böyle bir sefere gerek duyulmuştu ki?..Venediklilere göre bunun sebebi,“belki de Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin birbirinden tamamen ayrılıp Hıristiyanlık alemini ikiye bölmelerini engellemek ve Doğu'da, Ortodoks Kilisesine yardım ederek, Papa önderliğinde Hristiyan alemini birleştirmekti.” Edessa, bütün bu planlardan ve savaş ihtimallerinden uzaktı. Savaşı düşünmüyordu. Yaşadığı en büyük felaket depremlerdi. Bu zamana kadar sadece karnını doyurma mücadelesi vermişti. Bu toplanan ordu, buraya gelecek miydi?... Buraya niye gelsinlerdi ki?.. Burada Oğuzların hakimiyeti yoktu. Ancak gemicilere ve tüccarlara göre, Avrupa’dan yola çıkan bu ordu, Anadolu’dan kolaylıkla geçip buraya gelecek ve buradan Kudüs’e gideceklerdi. Çünkü Baias, bu ordunun yolunun üzerindeydi. Edessa, bu ordudan bahsedildikçe huzursuz oluyordu. Çok kalabalık bir ordu olduğu söyleniyordu. Bu kadar kalabalık ordunun  buraya gelmesi halinde, memleketine zarar verebileceğini düşünüyordu. Ancak Dikran ve onun gibi para hırsı olan diğer tüccarlar, bu ordunun gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ordunun Kudüs’e giderken, buradaki gemileri kiralayacaklarini ve alış veriş yapacaklarini düsünüyorlardi. Ordunun çok kalabalık olması çok alış veriş yapacakları anlamına geliyordu. Çok para kazanacaklardı çoook… Para kazanma fikri tüccarları heyecanlandırıyordu.
                 Evlendikleri o mucize günden bu yana tam bir yıl geçmişti. Edessa, Araksiya’nın doğum sancılarının tuttuğunu öğrenince, hemen işini bırakıp onun yanına koştu. Dikran arkasından küfürler savuruyordu ama Edessa hiç birine aldırmadı. Araksiya hamileliğinin ilerlemesinden dolayı, bir aydan fazla zamandır, çalışamiyordu. Edessa, zeytinyağı üretimi işini onun yerine de takip ediyordu. Eve geldiğinde komşu kadınlar, ebe kadının icerde oldugunu söylediler.  Komşuları evin dışında toplanmışlardı. Edessa da onlarla birlikte çocuğunun doğmasını beklemeye başladı. Bir zaman sonra ebe kadın ona bir kızı olduğu haberini verdi. Edessa, hemen karısının yanına koştu. Araksiya, yanında küçücük bebeği ile yatıyordu. Edessa’yı görünce yorgun yüzü aydınlandı, gülümsedi. Edessa’nın kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Kendi kendine dualar ediyordu, Tanrıya şükrediyordu. Bebeği kucağına aldı… Küçücüktü… Minicik kibrit çöpü gibi parmaklarıyla Edessa’nın sağ elinin serçe parmağını tuttu. Edessa’nın gözleri doldu… Eğilip karısını öptü, bebeğini kokladı ve omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Çok mutluydu…
---------------------------------------------------------0------------------------------------------------
               Dikran, Edessa’nın her durumda çok mutlu olmasına kızıyordu. Hatta öfkeden kuduruyordu. Ne yaparsa yapsın, ne kadar zor işlerde çalıştırırsa çalıştırsın, kızı da Edessa da çok mutluydular. Bir de şu çocuk… Torunu… Edessa ona Ebrar adını vermişti. Annesinin adıymış.. Doğalı fazla olmamıştı, henüz 3. yaşını yaşıyordu. Bembeyaz teni, yeşil gözleri ve sarı saçlarıyla hiç kendi ailesine benzemiyordu. Demek ki Edessa’nın aile tarafına benziyordu. Bu bile Ebrar’ı sevmemesine bir sebepti. Üstelik tabii ki sevmezdi.. Kız olmuştu. Dikran daima bir erkek evladının olmasını, hadi olmadı torununun erkek olmasını isterdi. Hep bu hayali kurmuştu. Ancak Araksiya da işte anası gibi kız doğurmuştu. Edessa ile Araksiya ise, kızlarına adeta tapıyorlardı. Biri bıraksa diğeri alıyordu. Edessa’nın hayatı daha da güzelleşmişti. Ebrar çoğu zaman annesiyle birlikte zeytinyağı atelyesinde veya zeytin ağaçları altında olurdu. Ebrar, babasını görünce kollarını ona doğru uzatır, babası kucağına alınca da boynuna sımsıkı sarılırdı. Edessa kızını kucaklar, koklar, adeta içine çekerdi. Çok mutluydu… Araksiya da çok mutluydu…
---------------------------------------------------0--------------------------------------------------------
               Avrupa’da kurulan Haçlı ordusu 1097 yılının Haziran ayında Kudüs’e doğru yola çıkmıştı. Fransız asilzadelerine göre, ordu Anadolu’yu 5 haftada geçecekti. Kendilerine çok güveniyorlardı. Haçlı ordusu, 70 bin asker ve donanımlı şövalye, 30 bin hizmet görevlisinden oluşan  güçlü ve kalabalık bir orduydu. Şövalyeler ağır zırhlıydi. Kendileri gibi zirhli olan atlari da, özel terbiye görmüstü.
              Anadolu’ya geldiklerinde, Bizans imparatoru, kalabalık olduklarından, onları Konstantinopolis’e almamıştı. Bu arada Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın oğlu Sultan Kılıçarslan,  Melitene (Malatya)’yi kuşatıyordu. Haçlılar, Anadolu’ya geçerek Nikea’yı kuşattılar. Kılıçarslan, hemen kuşatmayı kaldırıp, Nikea’ya döndüyse de kenti kurtaramadı. Haçlılar, kentteki Müslümanların çoğunu kılıçtan geçirmislerdi.. Türkiye Selçuklu Sultanı Kılıçarslan (I.), Haçlılar ile Anadolu içlerinde çok savaşlar yaptı, onlara çok kayıplar verdirdi. Anadolu’yu bes haftada geçmeyi planlamış olsalar da bu gecis, iki yıl sürdü.
                 Edessa, Haçlı ordusunun ilerleyiş haberlerini kuşkuyla takip ediyordu.  Bu arada kendi ismini taşıyan büyük bir kentin de Haçlılar’ın eline geçtiğini, burada Müslümanların yanısıra Hristiyanların da katledildiğini duymuştu. Haçlılar, Kudüs’ü Müslümanlardan kurtarmak ve Selçuklular ile diğer Türkleri Anadolu’dan atmak için buralara gelmişlerdi. Niye Hristiyanları da katlediyorlardı?! Venedikliler`in söylediklerine göre, gelen Haçlı ordusu kendileri gibi inanmayan Hristiyanları  da Hristiyan olarak kabul etmiyordu. Buraya gelirlerse ne olacaktı. 70 bin asker… Baias’ta yaşayanlar, zenginiyle, fakiriyle en fazla 10 bin kişiydiler. Bu kadar askerin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklardı? Haçlılar’ın geçtikleri yerlerdeki kentler kapılarını kapatıp onların geçmesini bekliyordu. Ancak Baias’ın böyle bir şansı yoktu. Çünkü liman vardı ve her milletten insan yaşıyordu. Alış veriş merkeziydi.  Ancak tüccarlardan büyük bir kısmı hala para kazanacakları hayaliyle Haçlılar’ı hevesle bekliyordu.
-------------------------------------------------0-----------------------------------------------------
                  Haçlılar’ın geçitleri geçerek Kilikya’ya girdikleri haberi geldiğinde Edessa tepeden tırnağa titredi. Limanda hareketli günler yaşanıyordu. Venedikli ve Cenevizli tüccarlardan çoğu bir an önce limandan ayrılmak için mallarının yüklenmesinde acele ediyorlardı. Edessa bunu da anlamadı. Ne oluyordu?... Neden bunlar bir an önce gitmek istiyorlardı?. Dikran ve Baiaslı diğer tüccarlar ise, ellerinde ne var ne yoksa depolarına toplamaya başladılar. Mallarını Haçlı şövalyelerine yüksek fiyatlarla satacaklardı. Kentte halk için ekmek yapacak un bile kalmamıştı. Her çeşit mal depolara saklanmıştı.
                   Haçlı Ordusu’nun Baias’a gelen kısmının komutanı, Güney İtalya’nın Norman fatihi Robert Guiscard’ın oğlu Taranto prensi Boemondo’ydu. Boemondo’nun bu sefere katılmasındaki amacı yeni topraklar elde etmekti. Kendisi gibi düşünen diğer asilzadeler de bu ordunun içindeydi. Haçlılar, Anadolu’dan geçerken çok sıkıntı çekmişlerdi. Hiçbir kentten ve köyden destek görmemişlerdi. Yiyecek sıkıntısı son haddine gelmişti. Açlıktan bitkin düşen Haçlı askerleri, savaşacak gücü bulamıyorlardı. Böyle giderse seferin sonu hezimet olacaktı. Ordunun içinde askere moral vermek ve şevke getirmek için bulunan rahipler, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. İşte bu arada rahipler konuşup bir karar verdiler. Savaşta öldürülen Müslüman Türkler`in etlerini pişirip yiyebilirlerdi. Çünkü onlar zaten insan sayılmıyordu. Bu karar verilince askerler önce yanaşmadılar. Hatta çok kızdılar, kabul etmediler. Ellerinden geldiğince bunu redettiler. Ancak açlık dayanılmaz bir hal alınca….
                  .....
                   İnsan eti yemeye alışan Haçlı şövalyeleri, artık yiyecek olarak gördükleri insanları Müslüman, Türk veya Yahudi, Hristiyan, Süryani ayırt etmiyorlardı. Hatta çocukların daha lezzetli olduğu kanaatindeydiler.
Haçlı öncüleri Baias’a girdiklerinde, Edessa hemen sevgili karısı Araksiya’nın ve bir tanecik kızı Ebrar’ın yanına, limanın yakınındaki ulu zeytin ağacına doğru koştu…
-------------------------------------------------------0----------------------------------------------
                   Taranto prensi Boemondo, askerin yiyecek ve iaşesi için limandaki tüccarlarla anlaşma yapmaya gelmisti. Görüşmeler ve uzun tartışmalar sonrasında depoların kapılarını açtırdı. Askerlerine depoları boşaltmalarını emretti. Tüccarlar mallarına karşılık verilmesi gereken parayı isteyince de, askerlerine hücum emri vererek, tüccarların çoğunu öldürttü. Limandaki dükkanlar ve depolar kan gölüne döndü. Sağ kalanlar da arabalara yüklenen kafeslere kapatıldı.
              Çok para kazanacakları hayali kuran Dikran ve diğer tüccarlar, depolarının yağmalandığını ve askerlerin kendilerine saldırdıklarını görünce, ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir çoğu öldürüldü. Sağ kalanlardan biri de Dikran’dı. Askerler, Dikran’ın ellerini bağlayarak  tıka basa esir dolu olan bir kafese kapattılar.
-------------------------------------------------------0-------------------------------------------------
                Edessa, koşarak limandan çıktığında ulu zeytin ağacının çevresinde ağır zırhlı atlarını koşturan şövalyeleri gördü. Var gücüyle koşarak zeytin ağacının yanına geldi. O sırada bir tanesi, sevgili kızı Ebrar’ı ayakta duran bir askerin kucağında gördü. Ebrar babasını görünce gülümseyip kollarını ona doğru uzattı. Tam o sırada Ebrar’ı tutan asker onu havaya attı, atının üzerinde duran başka bir asker de ucu kıvrık kargısını ona doğru fırlattı. Uzun ve kıvrık kargının demir ucu Ebrar’ı göğsünden ulu zeytin ağacına çiviledi. Edessa, bir tanesini öyle görünce avazı çıktığı kadar bağırdı… Bağırdı… Göğsünün taa içinden ciğerleri yanıyor, yanıyordu, kalbi yerinden çıkacak gibiydi… Askerler, dönüp Edessa’ya da saldırdılar. Vücudunun her yerine giren mızrak ve kargılarla olduğu yere çöktü. Aslında o zaten kızı ile birlikte ölmüştü… Araksiya ise, kendisi ile birlikte çalışan kadınlarla birlikte yakalanıp, defalarca tecavüz edilerek öldürülmüştü…
--------------------------------------------------------0---------------------------------------------
                 Ebrar sen ne kadar ağırsın… Senin küçücük vücudunu kaldıramıyorum… Eğiliyorum… Eğiliyorum… Nerdeyse sırtüstü düşeceğim… Göğüs kafesini ikiye ayıran şu kocaman kargı ile neredeyse taa kalbime kadar değdin. Damarlarım koptu… Gece gibi karardım… Kargının girdiği gövdem dağıldı… Kocaman bir yara açıldı… Ebrar ne kadar ağırsın… Aslında ağır olan senin acın…
                Ebrar’ı çivilendiği yerden indirip, kafasını kopardılar… Büyük bir demir çubuğa geçirerek yaktıkları ateşin üzerinde çevire çevire pişirdiler… Kalbini, ciğerlerini, dalağını ayrı ayrı pişirip yediler… Onu pişiren ateşin dumanı benden tarafa doğru geldikçe… Gövdemde dumanın değdiği yerler  yanıyormuş gibi simsiyah oldu…
----------------------------------------------------------------------------------------------0------------------------------------------------------------------
                “Haçlılar daha sonra Antakya'yı aldılar. Bir zaman burada kalarak at, yiyecek ve iașe sağlamak için uğraştılar. Bu tedariki sağlamak için yakınlarda olan Arap yerleşimlerine saldırdılar. Haçlı kronikleri burada Haçlıların ölen Müslümanların bedenlerini yediklerinden bahsetmiştir. Haçlılar Müslüman yetişkinleri kaynatıp çorba yapmak, Müslüman çocukları şişe geçirip ateşte pişirmek ve yemek dahil olmak üzere son derece korkunç bir saldırı gerçekleştirdiler. Bu dönemdeki Haçlı yamyamlığı hem Frank hem de Arap raporları tarafından doğrulanmaktadır. Mesela Caen' li bir Frank görgü tanığı, haşlama ve kızartma vahşetini rapor etmiş. Maarra' nın fethedilişi sırasında orada olan Aix' li Albert şöyle yazmış: "Bizim bölüklerimiz sadece ölü Türkleri ve Suriyelileri yemekten küçülmediler, aynı zamanda köpekleri de yiyorlardı!" Kudüs’ü ele geçirdiklerinde ise, 15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşamüstü ve ertesi sabah Haçlı ordusu askerleri, Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başladılar ve büyük bir katliam gerçekleştirdiler.
            Hristiyanlar, kutsal saydıkları topraklarda yeni bir Kutsal Kudüs Krallığı kurulmasına karar verdiler. Kudüs Krallığı’nın sınırları, Suriye'nin güneyi ve Filistin'i de kapsayacaktı. İlk Kudüs Kralı olarak Godfrey de Bouillon'u seçtiler. Haçlılar Kudüs'ten çekilen Fatimîler üzerine giderek, Aşkelon Muharebesi'nde Fatimîleri yendiler ve Filistin'e iyice yerleştiler. Birinci Haçlı Seferi'nde ayrıca Kudüs’ün alınmasından önce, Edessa (Urfa) Kontluğu (1097-1144) ve Antakya Prensliği (1098-1268)’ni, Kudüs Krallığı'ndan bağımsız olarak ama bu krallıkla ekonomik ve stratejik olarak yakın bağlantılı bir şekilde kurdular. Kudüs'ün istilasından sonra, 1109'da Haçlılar Trabluşsam'ı işgal ettiler. Bu şehir ve civarında, yine bağımsız statülü olarak Trablus Kontluğu (1109-1289)’nu kurdular”.
Kaynakça
Demirkent, Işın (1994) "Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Gelişimi", İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Sayı:35, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, s.65.
 Demirkent, Işın (2012) Haçlı Seferleri Tarihi ( Makaleler, Bildiriler, İncelemeler) 2. Baskı, İstanbul:Dünya Yayıncılık, s. 12.
İbnü’l-Esir, (çev. Heyet) (1986) El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, Cilt 10, İstanbul:Bahar Yayınları, s.227-230.
Kırpık, Güray (2007) "Haçlı Seferlerinde Tanrı Barışı Müessesesi", SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilgiler Dergisi Sayi 16, Isparta, sayı 16, s.84.
Peters, Edward (1998) The First Crusade: The Chronicle of Fulcher of Chartres and Other Source Materials University of Pennsylvania Press, s. 84.
Tamim, Ensari (2015), İslami Bakış Açısından Dünya Tarihi Pegasus Yay. s.178.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Aytül Kaplan

Aytül Kaplan

7 years ago

@aytulkaplan934 | Allah hepimizi korusun..Guzel degerlendirmelerinizden dolayık çok teşekkür ederim..Evet Haçlı seferleri hala yapıyor sadece yönemi değişik. ..