Nefes
Hazret-i pir kim isnâ-aşer'in nesl-i gül'ü
Düşücek Rum'a göğercin sıfat ânın zıll'ı
Suluca Kara Höyük nâmda tuttu mahall'i
Geldi Rum erleri arslana süvâren düküli
Bize göster didiler tutuğumuz kudret eli,
Yed-i feyzinde görüp bildiler ol mühr-ü celi
Didi Emrem: "Sana Taptuk sana ey şâh beli"
Evliyâ zümresinin eşref-i kutb-u ezeli
Vâris-i ilm-i nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâm ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Kârahöyük oldu O Sultâna makar,
Ki var ol yerde kerâmâtlarından çok eser,
Biri ezcümle ki Atkaya, yürütmüş nice yer,
Biri di Hınta ve Çavdân kılup anda hacer,
Birisi "Ak" deyu emreyleyicek aktı pınar,
Biri de beş taş olup Hakk'a şehâdet eyler,
Birisi memleha-yı milh ki dürr-ü gevher
Bu kerâmetleri inkâr eden olur ekfer
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Karahöyük'te vâr idi bir âdem,
Yuğurur idi çamur yapmak içün kerpiç hem,
Etmeğe yardım ana vardı o şâh-ı ekrem,
Ehl-i şekkler didiler Hazret-i Hünkâra o dem
"Gel yuğur bu kara taşı vâr ise sende himem".
Yuğurup itti hamur gibi taşı kân-ı kerem
İz edip ol hacere bastığı yerlerde kadem
Şimdi derler ana "Hamur kaya" nâmın âlem
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-i Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
O civârda vâr'idi bir karataş'tan bir gaar,
Üzerine çillegeh itmişti o gaari Hünkâr.
Çıkarup erba'in ol gaar'da çün leyl-ü nehâr
Geldi bir gün görüşüp Hızr âna didi: Ey yâr,
Nice bü penceresiz yerde durursun her bâr?
İşidüp bü sözü Pir itti kerâmet izhâr
Urup ol tâşa velayet elin ibn-i Kerrâr;
Açılup bir deriçe kaldı o gaar'a âsâr
Vâris-i ilm-i Nebi, Zade-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-1 Veli.
Hulefâlar didiler bir gün: "Ayâ Pir-i huzur…
Bu arazi ne acebtir ki hatab'dan maksur,
Nice yurd eyleyelim berd-i kati heyzem dür
Bak kerâmât-ü velâyâtına hiç var mı fütür
Çıkarup hırkasını yaktı temâmet pür-nür,
Hırkadağı ki denür cümle-i nâsa meşhür.
Savurup ol dağa hâkisterini itti nüşur
Bitüp ol hâk'te asl-ı mişe-i nâ-mevfür.
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sarı dirler var'idi bir kişi kim ehl-i hevâ,
Hazret-i Pire muhâlif idi ol dem zirâ,
Mevsim-i zemheri'de geldi, didi pire: Ayâ
Şu duran kuru ağaçtan bitürürsen elmâ
O dem er olduğuna eylemezem şek aslâ.
O zaman Hazret-i Pir itti münâcât-ü du'â
Bitüp ol huşk-i şecerde nice Sib-i ra'nâ
Görüb ol hâleti dil-mürdeler oldu ihyâ
Vâris-i ilm-i Nebi, Zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sen o Şâh-ı fukarâsın ki ezel zât-ı fuhül,
Sen o nesl-i su'âdâsın nesebin âl-i Resül,
Seni vasfetmeğe billâh ki âcizdir ukuul,
Cem-i âyin-i tarıykattır olan asl-ı usul,
Sana sıdk'ile tevessül eden olur mu melül?
Der-i lutfunda bu HİLMİ kulunu eyle kabul,
Reh-i aşkında murâdım sana olmak mevsül,
Olayım ben de erenlerde kabul-u makbul
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Namı ki nânı-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 230-231.