ÖĞRETMENİN KARARI

24.11.2018

   ÖĞRETMENİN KARARI

   Elimizden tutup karanlıktan çıkaran, yolumuzu aydınlatan, geleceğimizi gönül rahatlığı ile emanet ettiğimiz öğretmenlerimizi sadece memlekette değil, gurbette de arıyoruz. 

    Oğlum ilkokul 1.sınıftaydı. Daha önce 2 yıl Kindergarten (anaokulu) tecrübesiyle, Anne-babasının konuştuğu dille, aslında kimsenin onunla iletişim kurmadığını anlayalı,  çok olmuştu ama gene de uyum sorunu yaşıyordu. Kendisi gibi yabancı çocuklar vardı gerçi ama uyum sağlayamayan sadece oydu. 

Okul yönetimi, eyalet eğitim bakanlığı, ilkokullar idaresi ortak karar almış, 1. sınıfı 2 yıla yayan bir proğram oluşturulmuş, bu uygulamaya da “Einführungklass” demişler. Bir nevi hazırlık sınıfı... oğlumun bu sınıfa gitmesine karar verilmişti. Okulun ilk yılı, hem bizim için hem sınıf öğretmeni için çok zor geçmişti. 

   Nerdeyse her gün öğretmenden şikayet telefonu alıyorduk. Sabah 7;30’da çocuğu okula bırakıyor, eve dönüyordum. Biraz sonra telefon çalmaya başlıyordu. O saatler gelen telefon,  mutlaka öğretmeninden oluyordu. “Ben bu çocukla uğraşamam, 10 tane daha öğrencim var. Bütün vaktimi oğlunuza ayıramam. Hem ödevini yapmıyor, hem derste verdiklerimi almıyor, hem de çok sinirli,  arkadaşlarını dövüyor. Gelin oğlunuzla konuşun! Veya artık yeter, direktöre söyleyeceğim,  onu bu okuldan alsın.” 

Benim bu kadar lafı bir araya getirip anlamam çok zor. Almanca’m yok. Sadece tam konsantre öğretmeni dinliyor, söylediklerini anlamaya çalışıyorum.     Tekrar okula gidip ya onu sınıftan alıp eve getiriyorum, ya da konuşup ikna etmeye çalışıyorum. Öğretmen sinirli sinirli şikayetlerini sıralarken yüzümde mimik görmeyince daha da çıldırıyor. Mimik yapacak bir durum yok sadece anlamaya çalışıyorum o kadar. O duruşum soğuk kanlılık veya vurdum duymazlık değil. 

   Çocuğun içinde bulunduğu durumdan dolayı, konuşma terapisi de aldırıyorduk. Terapist de öğretmendi ama doğru telaffuz, bebek dilinden geçiş zorluğu, duyguları ifade edememe veya öz güven eksikliği çeken çocuklar için branşını bu yönde geliştirmiş, uzman bir terapist olmuştu. Ben gidip ona anlatmaya çalıştım.   

   Bir gün sınıf öğretmeniyle toplantı ayarladı. Hep beraber gidip toplandık. Benim için bir de Türkçe-Almanca tercüman getirmişlerdi. Konuyu etraflıca dinledim. 

Sınıf öğretmeni; “ Ödev yapmıyor, defterine hiç bir şey yazmıyor, müzik dersine bile katılmıyor, sorulara ya cevap vermiyor ya da konuşurken havaya bakıyor. Herkes okumaya geçti ama o okuyamıyor. Çok sık kavga ediyor. Ben sınıftayken bile diğer çocukları dövmeye kalkıyor. Kolundan tutup durdurmaya çalışıyorum, sinirden kıpkırmızı oluyor, dişlerini sıkıyor, kolunu bırakmazsam ağlamaya başlıyor. Sınıfın da huzurunu bozuyor, diğer çocukların dersini de engelliyor. Benim fikrim bu çocuğun, derhal sonderschule’ye (Zihinsel engelli okulu) alınması lazım. 

   Toplantıda ilkokullar idaresini temsilen biri daha vardı. Bana baktı, “Bunları biliyor muydunuz, yeni mi duyuyorsunuz?” dedi. Çünkü yanımızda tercüman vardı. Almanca bilmediğimi vurgulamak istemişti herhalde. 

    “Oğlumun sinirli olduğunu biliyorum. Ama ona dokunmadığınız müddetçe sinirlenmez. Mutlaka onu üzen veya sinirini tetikleyen bir şeyler oluyordur.” dedim. 

   -Ayrıca oğlum ödevlerini yapar, çünkü ben muhakkak kontrol ederim. Matematiği benimkinden iyidir. Kafası, her hangi bir problem için çok hızlı ve bir kaç yoldan çözüm üretir. Ayrıca üç aydır sorunsuz okuyabiliyor. Her akşam o okur, ben takip ederim. Elyazısı da çok düzgündür. Sadece Almanca diktede zorlanır. Konuştuğu gibi yazdığından çok hata yapar. Dikte sınavlarından önce 10-20 kez konuyu yazdırırım. Hiç hata yapmadan yazmaya başlar, bırakırız. Fakat sınavda yine çok hata yapar. Frau Schmidt, okuyamıyor-yazamıyor derken bunu kastetti sanırım.

diye devam ettim. 

   Öğretmenimiz iki elini havaya kaldırıp “ inanamıyorum, nasıl olur, yalan söylüyorsunuz.” dedi. 

   E haliyle yalancılıkla itham edilmek bana ağır geldi. O zamana kadar beni mimiksiz, vurdum duymaz bilenler kaşlarımın çatıldığında nasıl baktığımı da gördüler. 

   Terapist hanım araya girip “Lütfen  kimse kimseyi suçlamasın. Şu anda bir çocuktan değil, ülkemizin geleceğinden bahsediyoruz. Oğlumuz sadece annesinin değil bizim hepimizin oğlu. 15 sene sonra onu sokaklarda uyuşturucu çekerken, hırsızlık yaparken veya topluma zarar verirken görmek istemiyoruz değil mi?” dedi. Sonra bize büyük bir ders veren konuşmasını yaptı. Oğlumun bana bile söylemediği sorunlarından haberdar olan bu bilge hanımı hiç kesmeden dinledik:

 

   -“Ben güzel konuşamıyorum, r’leri s,ş, ç,z’leri  tam söyleyemiyorum. Almancam da iyi değil çünkü bebekliğimden beri konuştuğum, anlaştığım dille, kimse beni anlamıyor. Tamam Almanca öğreneyim dedim bu defa da bebekçe konuşuyorum diye çocuklar bana gülüyor. Beni dinlemeden kaçıp gidiyorlar veya alay ediyorlar. O yüzden konuşmuyorum. Sorulara cevap vermek istemiyorum. Hep alay ediyorlar, gülüyorlar, hatta beslenmemi de kapıyorlar. Her gün  her gün... hepsi bir olup beni yakalıyor, biri tutuyor, öbürleri vuruyor. Ben de sınıfta, öğretmen geldiği zaman kalkıp onlara vurmak istiyorum. O zaman çok sessiz, akıllı oluyorlar. Ne vurduysam o kâr diyorum. Bu defa da öğretmen beni tutuyor. O kızıyor. Bunları anneme söylesem gelip öğretmenimi dövmez ki o da “sorun istemiyorum, bıktım telefonlardan artık,  uslu çocuk ol” diyor.”

Bana bunları anlattı, sonra kazağının kolunu çemredi kolunda kurşun kalem lekesi vardı, onu gösterdi, bir de çenesinin altında siyah bir nokta vardı, onu da gösterdi. “Çendru beni tuttu, Elvan da bana kalem batırdı. Ucunu iğne gibi açmış, hücum etti. Çendru kollarımdan öyle sıktı ki Elvan kalemi gözüme batıracakken ben çırpındığım için çeneme geldi, sonra da koluma batırdı.” dedi. “Sonra zil çaldı beni bıraktılar, ben de öğretmen gelince onlara saldırdım. Öğretmen yaralı kolumdan sıktı çok acıdı, bağırmaya başladım. O da beni sınıftan dışarı attı, kapının önündeki koltuğa oturdum, oh iyi oldu derse de girmedim işte...ben aslında okumayı biliyorum, Frau Schmidt’e göstermedim okuduğumu, ona ceza vermek için. Bir de evde dikteye çalıştırıyor annem.  Annemin Almanca  telaffuzuna göre dikteyi öğreniyorum, öğretmenin telaffuzu bana çok farklı geliyor, gene hata yapıyorum. Ama olsun bu da ona ceza oluyor. Yapmayacağım işte... Ne öğretirse öğretsin öğrenmeyeceğim... “ Bana bunları söyledi. Şimdi konumuz henüz 6 yaşında bir çocuk. Hem de çok saf, aklında, hayalinde hiç bir kötü düşünce olmayan, kendisine yapılan kötülüğün sebebini bulamayan, derdini anlatamayan masum bir çocuk. Çok da sevimli... biz beraberken onunla müzik yapıyoruz, beraber maket yapıyoruz, lego yapıyoruz. Resim de yapıyoruz. Gayet uyum içinde... bunları yaparken konuşuyoruz da. Bilmem farkettiniz mi artık s’ile  z’yi karıştırmıyor. İlerde ş, ç’yi hatta r’yi de halledecek mutlaka. Ha bu arada çok zeki bir çocuk... öğretmenin ilk anlatışında konuyu anlıyor, sonra da çok sıkılıyor. Ders dinlemeyi istememesinin bir sebebi de bu. Benim görüşüm; onun yeri sonderschule değil. Aksine zeki çocukların okulu olmalı. Fakat konuşma terapisi ağırlıklı bir okulumuz daha var. Oraya gönderelim. Konuşmayı hallederse sorunun büyük kısmını çözebiliriz. İlkokuldan sonra bir daha toplanıp durumunu yeniden gözden geçirebiliriz. 

-....

Odada kimse konuşmuyordu. Sessizliği direktör bozdu. 

-Demek ki çocuğu azarlayıp başından atmak yerine onu dinleyebilseymişiz, geri zekalı, uyumsuz, sorunlu veya hasta diye atalım gitsin demeyecekmişiz. Bir çocuğun sonderschule geçmişi onun meslek edinmesinde, iş hayatında, istiyorsa üniversite eğitiminde engel olarak karşısına çıkar. Böyle bir geçmişi kendi çocuğunuzda ister misiniz? 

   Sonra terapiste dönüp;

   -Bahsettiğiniz okul için görüşmelere başlayalım, orada daha mutlu olacağından eminim. 

Sonra bana dönüp:

   -Siz ne dersiniz annesi?

   -Daha anlayışlı, daha sevecen, daha eğitimli öğretmenlerin olduğu yerde daha mutlu olacağına inanıyorum. Eğer sonderschule kararı verseydiniz, her şeyi bırakıp Türkiye’ye dönecektim. Eğer eşim, bizimle gelmese ondan da ayrılacaktım. Belki Türkiye’de böyle terapi gibi, özel okul gibi imkanlar yok ama orası ana diliyle konuşup anlaştığı bir yer ne de olsa. Çocuklar da dövemezdi. Burda dil bilmez yol bilmez, cahil  bir kadının çocuğu olduğuna bakmayın, orda öğretmen çocuğu olacaktı. Daha özverili, sevecen, çocukları kendi ülkesinin geleceği olarak gören öğretmenlerle uyum içinde beraberce onu yetiştirirdik. Neyse... Oğlum ve onun geleceği için zaman ayırıp yol gösterdiğiniz, çözüm aradığınız ve onun için en iyisini istediğinizden dolayı teşekkürler. 

 

Not: Hayattan gerçek bir kesit... yıllar sonra bir gün öğretmeniyle karşılaştığımda bana oğlumu sordu. “Hapiste, hastanede, sınır dışı edildi, nerde ben de bilmiyorum” gibi bir cevap vermemi beklememiştir sanırım ama  “Üniversite için sınavlara hazırlanıyor, kazanırsa burslu okuyacak, şimdi Amerika’da... kazanamazsa geri de dönebilir, zaten meslek okulunu bitirmiş, polymekaniker olmuştu.” dememi de hiiç beklemiyordu. Ama yine de çok şaşırmakla  birlikte,  biraz da gurur duyduğunu gözlerinden görebildim...

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
erhantigli106
Erhan Tığlı7 years ago
güzel ve etkileyici. beğeniyle okudum. bir öğretmen olrak deri derin düşündüm.
Çocuğun annesini ilk öğretmeni olarak hissetmesi ,ömür boyu taşıyacağı sevgi yumağının kalbinde belirmesi demektir Nurcan hanım. Tanıdığım birisi olarak sizin bu alandaki başarınız inanın benide memnun etti.Sizi ne kadar tebrik etsem azdır.İşte öğretmenlik budur diyorum.Ailenize sevgi ve selamlarımı sunarım.Saygılarımla.
Sayın öğretmenlerim...Yorumlarınız için teşekkürler...Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Kendi dilimizle konuşamadığımız, sistemlerini de çözmeye çalıştığımız bir ülkede zorlanıyoruz tabii ki... Selam ve saygımla...
ahmetzeytinci267
Ahmet Zeytinci7 years ago
Her zaman söylerim iyi bir öğretmen, anlayışlı bir öğretmen çocuğu zirvelere de çıkartır yerin dibine de batırabilir... Yeter ki sevecen, anlayışlı bir öğretmen ile karşılaşsın çocuklarımız... Unutmayalım ki geçmişin bilim adamlarından bazıları bile zamanında geri zekalı, zeka özürlü zannedilmiş, sonrasında ise inanılmaz buluşlara imza atmışlar adeta dünya bilim tarihine damgalarını vurmuşlardır... Gurbet de ne kadar zor olduğunu yabancılar için eğitim ve öğretimin anlayabiliyoruz... Biraz sıcakkanlılık ve biraz anlayış ile çözülüyor sorunlar illa ki... Kutluyorum Nurcan Hanım güzel anlamlı bir yazıydı...