ORHAN DURU VE TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ

02.11.2017

 
M. NİHAT MALKOÇ
 
            Giritli Aziz Efendi’nin “Muhayyelat-ı Aziz Efendi” adlı eserini saymazsak Türk öykücülüğünün geçmişi bir buçuk asırdan önceye indirilemez. Zira edebiyatımızda Batılı tarzda ilk öyküler Tanzimat senelerinde yazılmaya başlanmıştır. Giritli Aziz Efendi’nin yazdıkları cinli, perili motiflerle süslenmiş eski halk hikâyesi geleneğinin izlerini taşır.  İlk öyküleri Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat döneminde “Letaif-i Rivayat” adıyla bir seri halinde kaleme almaya başlamıştır. Samipaşazade’nin Küçük Şeyler’i bu türde modern Batı öyküsüne yaklaşmıştır. Daha sonra Halit Ziya Uşaklıgil’in Maupassant’ın etkisiyle ustaca kaleme aldığı kısa öykülerdeki gözlemciliği ve titizliği gerçekçi öykü sahasında bir üst lige çıkmamızı sağlamıştır. Yeni Lisan Hareketi’nin öncülerinden Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünü çağdaş bir yapıya oturtmuştur. Fakat bunu yaparken gelenekten de beslenmeyi ihmal etmemiştir. Kısacık ömründe öykü alanında çığır açmıştır bu usta öykücümüz. Öte yandan Sait Faik’in alışılmışın dışında bir öykü dünyası kurarak bu türe yaptığı katkıları göz ardı edemeyiz. Son dönemlerde Türk öykücülüğünün çağdaş Batı öyküsünü yakalama noktasında olduğunu sevinerek görüyoruz. Demek ki Türk öyküsü kabuğunu kırıyor. Bu başarıya hizmet edenleri takdirle anmak gerekir. İşte bu kişilerden biri de geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz usta yazar Orhan Duru’dur. Bu yazımızda onun daha çok öykü serüvenine değineceğiz.
 
18 Aralık 1933’te İstanbul’da doğan Orhan Duru, 1956’da Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ni bitirerek “veteriner” unvanıyla mezun olmuştur. Kısa bir süre veterinerlik yapsa da daha sonra aynı üniversitede asistan olmaya karar vermiştir. Fakat onun gönlünde yazma arzusu vardı hep... Onun içindir ki eğitimini aldığı veterinerlik işini bırakarak basın sektörüne adım atmıştır. Ulus’ta başladığı gazetecilik mesleğini Cumhuriyet, Milliyet, Güneş ve Hürriyet’te devam ettirmiştir. Daha sonra öyküye ilgi duymaya başlamıştır. Bu sahada kalem oynatmıştır. Son dönem öykücülerimiz arasında önemli bir yer tutan Orhan Duru’nun ilk öyküsü “Kadın ve İçki” 1953’te Küçük Dergi’de yayınlanmıştır. Öykünün yanı sıra bir yandan da çeviriler ve tiyatro uyarlamaları da yapıyordu. Onun ilk edebî ürünlerini Mavi, Evrim, Yeni Ufuklar, Pazar Postası, Yelken ve Dost dergilerinde görebiliyoruz. ‘Marifet iltifata tabidir’ kaidesi gereği o da ilk iltifatını TRT’den gördü. “Ağır İşçiler” adlı öyküsüyle 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda başarı ödülü kazandı. 1996’da “Sarmal” adlı öykü kitabıyla da Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu. Bunu “Fırtına” adlı öyküsüyle 1997 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Erdal Öz’le paylaşması takip etti.
 
Orhan Duru, velut bir yazar olarak hafızalarda iz bırakarak 25 Ocak 2009’da 76 yaşında iken vefat ederek aramızdan ayrıldı. Duru, belki insanlar tarafından çok tanınmadı ama öykü adına güzel işler yaptı. Türk öyküsüne kıymetli eserler kazandırdı. Öykü kütüphanemiz onun eserleriyle zenginleşti. Fakat öykü dışında da kalem oynattı Orhan Duru. Özellikle çevirileri adından söz edilmeye layık çalışmalardır. Bunun yanında deneme ve anıları, eserlerinin önemli bir kısmını teşkil eder. Fakat öyle olsa da biz onu “Öykücü Orhan Duru” olarak hafızalarımıza yerleştirdik. Diğer eserleri, öykülerinin gölgesinde kaldı hep…
 
Merhum Orhan Duru’nun eserleri hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından dikkate değerdir. Sözün bu noktasında onun birbirinden değerli eserlerine dair bir liste yayınlamak istiyorum: Öykü: Bırakılmış Biri (1959), Denge Uzmanı (1962), Ağır İşçiler (1974), Yoksullar Geliyor (1982), Şişe (1989), Bir Büyülü Ortamda (1991); Deneme: Kısas-ı Enbiya (1979), Kıyı Kıyı Kent Kent (1977; genişletilerek Mavi Gezi adıyla 1986 ve 1987’de yeniden basıldı), Hormonlu Kafalar (1992), İstanbulin (1995); Anı: O Pera’daki Hayalet (1996; Sezer Duru’yla birlikte); Çeviri: Sierra Madre’nin Hazineleri (B. Traven’den), Gizli Tarih (Prokopius’tan), Çağdaş Fizik’te Doğa (Werner Heisenberg’den, V. Günyol’la birlikte), Amerika (Ginsberg ve Ferlinghetti’den şiirler, F. Edgü’yle birlikte); Tiyatro (Uyarlama): Durdurun Dünyayı İnecek Var (1968; Antony Newley ve Leslie Bricuss’tan), Sınırdaki Ev (1970; Slawomir Mrozek’ten), Üzbik Baba (1990; Alfred Jarry’nin Kral Übü’sünden).
 
Orhan Duru’nun “Tango Geceleri” adlı eseri bir nefeste okunabilecek güzellikte ve öykü tadında denemelerden oluşuyor. Ciddi meselelerin de ironiyle anlatılabileceği gerçeğini en canlı biçimde gösteriyor bu eser... Bu kitabı okurken zaman zaman denemeden koparak öykünün izbe sokaklarında buluyorsunuz kendinizi. Demek ki bir öykücü deneme yazarken öykücülük yanını bir kenara koyamıyor. Öyküyle denemeyi aynı potada eritiyor yazar....
 
Orhan Duru’nun gazetecilik yanını da unutmamak lazım... Onun gazetecilik birikimleriyle kaleme aldığı “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Tarihi” adlı eserinde Kurtuluş Savaşı sürecinde ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Türkiye’de görev yapmış Amerikan temsilcilerinin; büyükelçilerin, konsolosların, komiser ve yüksek komiserlerin gönderdikleri telgraflar, raporlar ve istihbarat raporları yer alıyor.
 
Son dönem öykücülüğümüzün mihenk taşlarından biri olan Orhan Duru; “Öykü Yazmanın Sırları” adlı eserinde “Öykü düş gücü ister. Öykü hem düşlerden hem de yaşamdan kaynaklanır. Yalınlık, fantezi ve kurgu ister. Kimi zaman ayrıntılar üzerine kurulur ve yapılanır. Çağdaş öykücülük ise gizemli bir anlatımla bir arada gider. Kısacası öykücülük zor bir yazım türüdür. Kendini bırakmaya gelmez. Uluorta ve düzensiz bir yöntem izleyemezsiniz. Üstelik yazarın belleğinin kendine özgü bir anlatım biçimine sahip olması da gerekir…… Öykü peşinizi bırakmaz, sizinle sürekli didişir. Yazmak, insanın kendisini ve çevresini değiştirmek için kullandığı bir iletişim aracıdır. Bu iletişim aracını en yetkin bir biçimde kullanabilmenin yolunun ‘dil’den geçtiğini düşünürsünüz ve eğilimleriniz hep yeni bir dilin peşinde olur. Sonsuz bir merak içinde olan öykücü neden ve nasıl sorularının cevabını bulsaydı öykü yazamazdı zaten” diyerek öyküye giden yolun kapılarını aralıyor.
 
Orhan Duru’nun öykülerinde ironiyle yoğrulmuş eleştiriler genişçe yer alır. O, toplumsal gerçeklere değinirken hem güldürür, hem de derin derin düşündürür. Sosyal gerçekleri ve toplumsal aksaklıkları deşerken okuyucuyu sıkmaz. Onlara alaycı bir gözle bakar, fakat akıl hocalığı da yapmaz. Olayları tabii seyrine bırakarak onları mizah unsurlarıyla besler. Gözlemciliğindeki aşırı dikkati burada da görebiliriz. Aşağıda bir bölümünü aldığım “Düşümde ve Dışımda” adlı öykü kitabında bunu görebiliriz. Bu kitapta yakın zamanın gerçekleri, güncel bir bakış açısıyla ele alınıyor: “İstanbul olimpiyatlarını düşünüyorum gözlerim kapalı. Bir yerde start veriliyor. Göstericiler ile polis arasında yarışma ve çatışma başlıyor. Molotofkokteylileri atılırken Samaranch gelip sporcularımızı yanaklarından öpüyor…… Üç adım atlamada mehter takımı araya giriyor alkışlar arasında. Ardından İbo sahneye çıkarak tüm dünyaya barış ve lahmacun mesajı veriyor ve tüm bunları CNN canlı olarak yayınlıyor. Habitat’ta deneyimimizi artırdığımız için atletlerimizin enerji açığını kapatmaya uğraşıyoruz. Bu arada sular kesiliyor ve yarışı ter içinde bitirmiş atletler duş yapamadıklarından Cağaloğlu Hamamı’nı açıyoruz onlara, kese, sabun ve birer peştamal...”
 
“Yeni ve Sert Öyküler” adından da anlaşılacağı gibi sıra dışı öyküleri bir araya topluyor. Bu eserde hayata çeşitli pencerelerden bakılıyor. Adına Sert Öyküler dense de bu eserde toplumsal eleştiriler mizahla yumuşatılarak veriliyor. Yaşamanın ve yaşlı dünyanın gittikçe anlamsızlaşması, insanların kayıtsızlığı, tabiatın her geçen gün uçurumun eşiğine sürüklenmesi, tüketim toplumunun aymazlığı, gerçeklerin güncele kurban edilmesi meseleleri bildiğimiz Orhan Duru üslubuyla irdeleniyor. Hayata dair ironik notlar düşülüyor.
 
Orhan Duru’yla eşi Sezer Duru’nun birlikte kaleme aldığı “O Pera’daki Hayalet” adlı kitapta “hayalet yazar” olarak nitelendirilen sıra dışı yazar-çevirmen Oğuz Halûk Alplaçin’in hayatı irdeleniyor. Biyografik öykü ya da anı da diyebileceğimiz söz konusu kitapta 1.76 boya karşın sadece 46 kilo olan bu hayalet yazarla ilgili şu ifadelere rastlıyoruz: “Oğuz İstanbul’da yaşadı. Oğuz bir dönemi yaşadı. İncecikti. Çeviriler yaptı, şiirler yazdı, dünyayı ve çevresini izledi. Hiçbir zaman bir evi, tek bir sandalyesi bile olmadı, Arkadaşlarının evinde kaldı. Birlikte yaşadığı insanlar hep övgüyle andılar onu... Üzerinde daima bir kitap bulundururdu. Kitaplığı olmadı ama güçlü bir belleği oldu. Bir bavulu bile yoktu, gerektiği zaman üzerindekileri değiştirmekle yetindi. Eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de bir tek mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı... Her şeyi hiçbir şey, hiçbir şeyi her şey olarak yaşadı... Hayalet Oğuz: yaşamını bir sanat yapıtı haline getirebilmiş ender insanlardan biri...
 
 Duru “Kazı” adlı öykü kitabında fantastik öykülere ağırlıklı olarak yer veriyor. Duru, 13 hikâyeden oluşan bu kitapta bellekleri “Kazı”yor adeta. Kitapta dünle bugün arasında köprüler kuruluyor. Bazen bir masal anlatıcısı kimliğine bürünülüyor. Kitabın ilk ve en uzun öyküsü olan “Kazı” da çağrışımlara genişçe yer veriliyor. Burada anlatıcının engin hayal gücü dikkatimizi çekiyor. Bu öyküde belki yazarın hayatından da izler bulunmuş olabilir. Bu öykülerde değişen toplum yapısı gözler önüne serilerek bir dizi tahlillerde bulunuluyor. Savaşlar, küresel ekonominin belleklerde yaptığı tahribat ve çıkar kavgaları eleştirel açıdan öykü süzgecinden geçirilerek okuyucuya sunuluyor. Öyküler bellekleri harekete geçiriyor.
 
Duru’nun kaleme aldığı “İstanbulin” adlı gezi içerikli eser, İstanbul’un tarihini ve coğrafyasını farklı bir gözle ve üslupla belleklerimize taşıyor. O, modern Evliya Çelebi suretinde İstanbul’un bilindik caddelerinden izbe sokaklarına kadar pek çok köşede karşımıza çıkıyor. Kalbimizin elinden tutup bize İstanbul’u gezdiriyor, sevdiriyor. Tanzimat devrinde yaşayan erkeklerin üstten giydikleri bir çeşit yakası kapalı giysi demek olan “İstanbulin” Orhan Duru’nun muhayyilesinde doyumsuz bir coğrafyanın adı oluyor. Tanzimat’tan sonra, doğma büyüme İstanbullu seçkinler için kullanılan bir ifade olarak da bilinen “İstanbulin” Orhan Duru’nun kaleminde coğrafyayı, yirmi dört saat atan bir nabız haline dönüştürüyor.
 
Orhan Duru’nun “Durgun ve İşsiz” kitabında denemenin doyumsuz tadına varıyoruz. “Sarmal”da toplu öyküleri, gülen yüzüyle karşılıyor bizi. Kısas-ı Enbiya’da farklı yolculuklara çıkıyoruz. “Fırtına” da büyülü öykülerin sıcaklığı sarıyor okuyucuyu. Neticede o, okunmayı fazlasıyla hak ediyor. Onun öyküleri yeni öykücülere ilham kaynağı oluyor.
 
“1950 Kuşağı”nın sesli düşünen bir aydını olan Orhan Duru, yazdıklarının aksine, hayatı sessiz ve ağırbaşlı yaşadı. Konuşması ve dış görünüşü sükûneti çağrıştırırdı insanlara. Geçenlerde TRT-2’de yayınlanan “Okudukça” programında onun öykücülüğü kendi ağzından anlatılıyordu. Onda bir İstanbul Beyefendiliği ağırlığı vardı. O, vaktiyle İnterstar’da haber müdürüyken de sokaktaki bir vatandaşken de aynıydı. Kişiliğinde inip çıkmalar olmadı hiçbir zaman... İnsanları yanıltmadı. Hayatını ön planda tutmadı; yaptıklarıyla öne çıktı. Bilimkurgu, onun eserlerinde en usta işi örnekler olarak karşımıza çıkar. O aynı zamanda bir ironi ustasıdır. Şiir ve genel anlamda edebiyat üzerine değerlendirme yazıları da kaleme almıştır.
 
Ebediyete uğurladığımız Orhan Duru; kendisini değil, yaptığı işi önemserdi. Yazdıklarının belli bir olgunluğa erişmesi için devamlı ve titiz çalışırdı. Gezmeye meraklı bir insandı o… Hayatı boyunca New York’tan Abu Dabi’ye kadar birçok dünya şehrini dolaştı. Bu gezmelerinin öykülerinde pek çok yansımasını görüyoruz. Onun ailesi de sanatla iç içeydi. Kardeşi Ülkü Duru bir oyuncudur. Eşi Sezer Duru da bir yazardır, çevirmendir. Sezer Duru, yazar Tezer Özlü ve Demir Özlü’nün kardeşidir. Ailece edebiyata gönül vermişlerdir.
 
Son yıllarda Orhan Duru’nun öykücülüğü, asıl işi olan gazeteciliğini unutturmuştur. Öykücü olarak takdim edilmeye başlanmıştır. Oysa o, gençlik yıllarında adından sıkça söz ettiren bir gazeteciydi. Fakat ismini kalıcı kılacak olan, adıyla özdeşleşen öyküleri olacaktır.
 
Türk öykücülüğünün kilometre taşlarından biri olan Orhan Duru da her fani gibi bu dünya gurbetinden ayrıldı. Fakat geride birbirinden güzel öykü, deneme, anı, gezi yazısı türünde eser bıraktı. Ama bu kitaplar ne yazık ki bir külliyat halinde bir araya getirilemedi henüz… Bugünlerde onun eskiden yayınlanmış pek çok kitabını bulmakta güçlük çekiyoruz. Tez vakitte bütün kitaplarının bir külliyat halinde yayınlanmasının sayısız faydaları vardır. Birkaç kuru ve samimiyetsiz sözle ona olan vefa borcunuzu ödeyemezsiniz. Ancak onun eserlerine sahip çıkarsanız ‘vefa’ sıfatı adınıza yakışır. O şimdi Aşiyan Mezarlığı’nda ebedî uykusunda İstanbul’u temaşa ediyor. Belki yeni öyküler kurguluyor.  Allah rahmet eylesin.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar