03.08.2020
Prof.Dr. Salide Şerifova
POLİTİK ENTEGRASYON İÇİN ÖN KOŞUL
OLARAK TEK DİL VE TEK LİTERATÜR ÇOĞRAFYASI
Dünya
küreselleşti, demek ki siyasi mücadele de küreselleşti. Bugün karşı-karşıya
duran devletler değil-devlet grupları, uluslar değil-medeniyetlerdir. Bu
süreçte bizim tanık olduğumuz dış görüntü devletlerin ittifaklar kurması
oluyor. Buna örnek olarak, din ve dil ortaklığı baz alınarak Britanya-ABD
önderliği altında toplanmış Britanya halklar Birliğini gösterebiliriz.
Ülkelerin siyasi birliği devlet enstitülerinde ve anglosakson tipi hukuk
sisteminde kendisini gösteriyorsa kültür birliği kendisini entegrasyonun
esaslarını oluşturan dil ortaklığı, eğitim sistemi benzerliği ve kültürel
etkinliklerde gösteriyor. Buna klasik bir örnek dünyanın en prestijli edebiyat
ödüllerinden olan ve sadece Birlik ülkelerinden birinde ikamet edilen yazarlara
verilen Booker ödülüdür. Britanya halklar Birliğinin ortak bilgi ve kültürel
çoğrafyasını oluşturmaya hizmet eden bir sıra yapıya sahip olduğu da
belirtilmeli. Bunların çoğu bilimsel-araştırma kurumları olup bazılarına örnek
vermek gerekirse Birliğin Bilim komitesi, Medya Birliği, Radyo yayın konferansı
ve b. gösterebiliriz.
İkinci
örnek, baskın Alman dilli çekirdek etrafında oluşmuş Avrupa Birliğidir.
Barışçıl maskesine bakmazsak AB bir hristiyan ülkeler kulübüdür. Bu birliğe
katılma yönündeki isteksizlikleri ile karşılaşan Türkiye kendisi bundan emin
oldu. Kriminalliği ile tanınan Arnavutluk ve Romanya AB’nin şartlarına
Türkiyeden daha mı çok uygundu? Bu kapsamda Avrupa Birliği bayrağının özel
sembolizmi dikkat çekiyor. AB bayrağının arkasındaki ressam Arsene Heitz’in bayrağı
tasarlarken hristiyan dini sembolizmine ve hristiyan dininde önem taşıyan
yıldızlara önem verdiği yönünde açıklamaları var. Avrupa Birliği yönetiminin AB
bayrağının bu şekilde yorumlanmasına karşı çıktığı da belirtilmeli. Ama AB’nin Civitas Dei fikirleri ile olan
epistemolojik bağlantıları saklanamaz. Daha önce batı avrupada iki kez evrensel
emperatorluğu kurulumu denenmişti. Birincisi Clovis (465/466-511) tarafından
486 yılında kurulan
Frank kraliyeti. Ikinci deneme ise Kutsal Roma emperatorluğu (15. Yüz yılın sonundan
itibaren alman milliyetinin Kutsal Roma emperatorluğu). 2011 ocak ayında Davos
forumunda Türkiyenin Başbakan yardımcısı Ali Babacan Avrupa Birliğinin ‘açık
kapılar’ politikasından uzaklaşarak ‘kapalı hristiyan kulübü’ne dönüştüğünün altını
çizmişti.
Özellikle
belirtilmesi gereken Çin çok sayıdaki çin diasporalarını kendi etrafında
birleştirmeye çalışan büyük bir ülke. Bugün Okyanusya ve Uzak doğu bölgesindeki ülkelerin siyasi
iradesinde çin diasporasının etkisi gözardı edilemez. Çin de amerikanın
kullanıp profesör Joseph Nye’nin ortaya koyduğu “yumuşak güç” konseptinin çin
versiyonunu oluşturuyor. “Yumuşak gücün” çin versiyonuna yurtdışı diyasporanın
iyi kullanılması dahil.
Peki Avrasya
(ecumene) buna neyle cevap veriyor? Anlaşmazlık ve karşıdurmayla. Slav, arap ve
türk dünyaları kendi medeniyetlerini ve kimliklerini kaybediyor, yani küresel
düzeyde rekabet edemez hale geliyorlar.
Slav dünyası
AB içinde çözünüyor. Arap dünyası ise, kendisi ile ‘hollanda hastalığını’
getiren petrodollarlara kapılmış. Irak savaşına farklı açılardan bakabiliriz.
Ideoloji açısından bu savaş tek arap devleti fikri ile savaştı çünkü bu ülkenin
iktidar partisi olan BAAS pan-arabizm’in son partisiydi. Modern Irak arapların,
hiç olmazsa milli azınlıklar olarak kendi haklarını korumaya çalıştıkları bir
ülke. Arap milli fikrinin ne kadar derin bir krizde olduğunu bir örnekte
gösterebiliriz: bazı arap ülkeleri kendi orduları için subay bulamayarak onları
başka ülkelerden getiriyorlar. Böyle bir şey Türkiyede mümkün müydü?
Türk
dünyasına gelecek olursak ise, 90lı yılların ‘romantik’ dürtüsü boğuldu. Bir
taraftan Türkiye, petrol gelirleri sayesinde hükümetleri güçlenen Azerbaycan ve
Orta Asya ülkeleri arasında baksın olamayacağını farkedip lider olmaktan
çekindi. Ağ prensibiyle entegrasyona ise Türkiye hazır değildi. Burda
Türkiyenin etnik karşıdurması önemli rol oynadı ve Türkiye tek türk siyasi
toplumun oluşması için dönülmez yola giremedi. Post-seviyet ülkelerinin geçerli
menfaatleri türk birleşimi ile uyuşmuyordu. Kimisi ABD ile ilişkilerinin
bozulmasını istemiyordu (ABD türk entegrasyonunu ciddi tehdit olarak görüyor),
kimisi Rusya ile (o sırada Tataristandaki eğilimler çok farklıydı), kimisi Çin
ile (uygur sorunu), kimisi Iranla (mesela, Türkiye). Hatta 3 Ekim 2009 tarihinde
oluşmuş Türk Konseyi bile tüm türk devletlerini kapsayamadı.
Tarihi türk
dünyasının mevcut olma özelliği El’dir. El’in var olduğu devirler türk
etnosunun baskın olduğu dönemlerdir. Küreselleşme El’in toplumsal ağlar
şeklinde yeniden oluşturulmasına müsaede ediyor. Başkaları da bu yolu izliyor. Bir ağ yapısının
oluşturulması için tek dil ve kültür çoğrafyası oluşturulması gerekiyor.
Bu alanda
ciddi araştırmalar 20. Yüz yılın 90lı yıllarına denk geliyor. Tek türk dilinin
oluşturulması konusunda birçok araştırmacı ortaya çıktı. Bu dilin oluşturulması
için birçok yöntem önerildi. En basit olanı türkçenin ‘temizlenmesi’
yöntemiydi. Tabii ki bu yaklaşım tutarlı değildi. Birincisi, türkçe tüm türk
dillerinde bulunan fonetik sesleri yansıtmıyor. İkincisi, türkçe çok güçlü bir
şekilde fransızcaya maruz kaldı. 1932 yılında Atatürk tarafından kurulan Türk
Dil Kurumu türkçeyi arap ve fars kelimelerinden temizleyerek avrupa kökenli
kelimeleri artırdı.
Bugün türk
dünyası ileşimde aşağıdaki sorunlarla yüzleşiyor:
1)
Alfabedeki farklar
2)
Seslilerin söylenme şeklindeki farklar
3)
Farklı türk dillerinde sessizlerin farklı olarak seslenmesi
4)
Gramer kurallarının farkı
5)
Dillerdeki sözlük yapısının farkı.
Bu
zorlukları aşarak tek dil oluşturmak için beş prensibe uyulmalıdır.
Birinci prensip
– her hangi bir dilin baz olarak kullanılmasından vazgeçmek. Temel olarak
alınacak dil için en büyük aday, hem o dili konuşan nüfus kalabalığı hem de
Türkiyenin türk dünyasındaki baskın ekonomik, siyasi ve askeri potansiyeli
açısından Türkiye türkçesidir. Ama türkçenin özellikleri ve yeni kurulmuş türk
devletlerinin siyasi hırsları buna engel olmaktadır. Ortak türk dili tüm diğer
dillere aynı uzaklıkta olmalı. Ancak bu şekilde oluşacak olan dil tüm türk
halkları için siyasi olarak kabuledilir olacak.
Buna örnek
olarak 19-20. Yüz yıllarda Ismail Gaspıralı’nin etkisi ile oluşturulmuş ve tüm
dünyanın türk halklarına anlaşılır olan “ortak dil” (lisan-i umumi) fikirlerini
gösterebiliriz. Tek dil oluşturmanın önemini anlayarak İ. Gaspıralı, 1906
yılında 3-Rusya müslümanları kurultayında mekteplerin son sınıfında ortak
türkçe dersinin verilmesi önerisinin kabul edilmesini başarmıştı. “Lisan-i
umumi” bir çok Avrasya ülkesinde “Tercüman”ın yaygınlaşmasını ve başarısını
sağladı. Tercüman dergisi sayesinde türkler bir-birileri ile tanışıp görüşüyor
ve kültür dünyasında olup bitenler hakkında bilgi paylaşıyorlardı. Tek dil oluşturmanın iç potansiyeli,
kendisini 1905-1907 yıllarındaki rus devrimi sırasında göstermişti. Tercüman
türk siyasi tartışmalarının tribune haline gelmişti. İ. Gaspıralı şöyle
yazıyordu: «Başka bir “Tercüman”a sahip olmadığımız için onu siyasi bir yapıya
çevirerek, türk halkının iç ve dış düşman ve engellerine karşı olan soğuk,
ısrarlı ve hesaplanmış bir kampanya açmak zorunda kalıyoruz» [5, s. 206].
“Lisan-i
umumi” türkçülük konseptinin birinci çağrısı olan “dil birliği” çağrısının
gerçekleşmesiydi. “Lisan-i umumi” müellifleri türk dillerindeki fonetik
farkları minimalize etmişlerdi. Ama dil yaşamadı. Ve nedenlerden bir tanesi
dilin timeline bir dilin-krım tatar türkçesinin alınmasıydı. Ayrıca,
basitleştirilmiş sintaksise sahip ve gereksiz alınma sözlerden arınmış Istanbul
türkçesinin bu dilin timelinde olduğu varsayımları da var. I. Gaspıralı
Osmanlıcanın batıdan alınmış yeniliklerden arındırılması gerektiğini
defalarca vurgulamıştır. Macaristanlı türkolog A. Vamberi “Lisani-i
Umumi”nin iki dili, osmanlı türklerinin dilini ve krım tatarlarının dilini
temel aldığını belirtiyor. “Tercüman”ın “Osmanlı” eğilimi Gaspıralının bazı
yerlileri tarafından kıskançlıkla karşılandı. Mesela, tatar şairi Habdulla
Tukay, gazeteyinin ve Ismail Gaspıralının türk-tatar milliyetinin
beklentilerini gerçekleştirmediğini ve ‘Tercüman’ın zamanın taleplerine cevap
veremediğini ve tatarların milli menfaatlerini savunmadığını iddia etmişti.
Türkistan
Milli Derneği lideri olan Mustafa Çokayı da benzer kader bekliyordu. O,
1927’den 1931 yılına kadar Istanbulda ‘Yeni Türkistan’ dergisini çıkarıyordu,
1929’dan 1939 yılına kadar ise, önce Berlinde daha sonra ise Pariste ‘Yaş Türkistan’
dergisini çıkardı. Dergilerde, özellikle de ‘Yaş Türkistan’ dergisinde
Türkistanın çağatay dilinin değiştirilmiş hali kullanılıyordu. ‘Yaş
Türkistan’ın 117 sayısının hepsinde bir derece tek türk dili sorununa
dokunuluyordu. M. Çokay dergi dilinin tüm türk El’inin anlaşılabilmesi
için çaba sarfetmişti. Bu yeni dilin temeli kazakça olsa da dile çağatay dili
adını verdi. Dergi sayılarından bir tanesinde kendisi bunun 15. Yüz yıl
çağataycası olmadığı ve güncel sorunların ele alınabileceği modern bir dil
olduğunu dile getirdi. M. Çokay yeni dilin aracılığı ile türk
entegrasyonunu teşvik etmek istiyordu. Türkistan milli birliğinin ana
görevlerinden bir tanesinin de tüm türk dünyası için tek edebi dil
oluşturulmasıydı (“Yaş Türkistan” da bu birliğindi).
İkinci
prensip – tüm türk dillerinin fonetik farklarını yansıtabilecek tek bir
alfabenin oluşturulmasıdır. Ana sorun, farklı dillerde latin, arap ve kiril
alfabesi ile ifade edilmiş seslerin tek fonetik harf birleşmeleri haline
getirmek olarak karşımıza çıkıyor. Öncelikle seslerin yapı metodolojisi
çıkarılmalı ve daha sonra bu sesler alfabedeki evrensel harfler ve harf
birleşmeleri ile ifade edilebilecek. Ve bundan sonra alfabeye karar
verilebilir, başka türlü ‘güzel alfabe’ kapsama açısından evrensel olamayacak.
Metodoloji olarak alfabenin latin alfabesini baz alarak oluşturulup
‘tartışmalı’ seslerin ise runic sembollerle ifade edilmesi en uygun olurdu.
Latinceyi tercih etmenin avantajı sadece yazı şeklinin yaygınlığı değil, aynı
zamanda hazır olarak geliştirilmiş bulunmakta olan işaret çokluğudur. 1886 yılında Pariste canlı dillerin
öğretmenleri fonetik derneği kurularak 1987 yılında adı Uluslararası fonetik
derneği (UFD) olarak değişiyor. UFD, çeşitli dillerde mevcut olan seslerin
‘peryodik tablosu’nu oluşturdu. Bununla
beraber, UFD alfabesi işaretlerle taşmaktadır. Bunun nedeni farklı dillerde
aynı sesler için farklı işaretlerin kullanılmasıydı ve bazen hatta aynı
işaretler farklı sesleri ifade ediyordu. ‘Yazı öğrenimi deneyi/tecrübesi’ adlı
çalışmasında I.E. Gelb bu konuya dikkat çekiyor. Tek türk dilinin oluşturulması
sırasında, sadece türk dillerine ait sesleri ifade eden latin harfleri
modifikasyonlarının birleştirilmesi gerekiyor.
Üçüncü
prensib – oğuz, kıpçak ve karluk dillerinin orfografik, gramer ve fonetik
kurallarının gözden geçirilmesi. Ama eski orfografik, gramer ve fonetik
kurallarının “canlanması” gereksiz
yüklenmeye getirmemeli. Orfografik, gramatik ve fonetik çeşitliliğin yeterli
olan en aza indirilerek yeni dilciler jenerasyonuna genç türkçenin
geliştirilmesi için olanak tanınmalı. Ve sadece bu yol yapay olmayan bir dil
oluşturmaya götürebilir. Hatta, gelecek nesiller bu süreci proto-türk dilinin
modern taleplere cevap verecek hale getirilmesi olarak değerlendireceklerdir.
Ancak böyle
bir dil aşağıdakileri sağlayabilir:
- milyonların
ihtiyaçlarını karşılayarak iletişim aracı olabilmek,
- türk
halklarının zihniyetini ve bilinçsiz başlangıcını yansıtabilmek.
Eski
türkçenin akibeti, oğuz, kıpçak ve karlık dil gruplarının kurallarına dikkat etmemiz
gerektiğini onaylıyor. Eski türkçe 20. y.y.”a kadar Rusyada kullanılıyordu. Rus
eğitim kurumlarında bu dil ‘Tatarca’ olarak eğitiliyordu. Azerbaycanlı
bilimadamı A. Kazım-Bey kendi ‘Türk-tatar dilinin genel grameri’ (Kazan,
1839-1846 y.) adlı çalışmasında tatarca adı altında eski türkçeyi anlıyor ama
örnekleri eski türkçenin selçuk-azerbaycan versiyonundan veriyor. Mirsalih
Bekçurin kendi ‘Arapça, Farsca ve Tatarca öğrenmenin başlangıç yönetmeliği’
(Kazan, 1859, 1869 y.) adlı çalışmasında ‘tatar dili’ diyerek kazanlıların
şivelerini, başkir, kazak ve b. dillerini kastediyordu.
Eski
türkçenin, türk dilli bölgelerde yaygın olan yazılı edebi normları esas
aldığını belirtmekte fayda var. M.Z. Zakiyev, türk dünyasında edebi
eserlerin eski türkçede, hatta şiveler üstü eski türkçede yaratılıyordu. Bu dil, eski türkçenin yeni bölgelerde ve
müslüman ideolojisi etkisiyle oluşmakta olan yeni edebi normları esas alarak
eski türk devrinde oluşmuş bir türkçeydi. M.Z. Zakiyev eski türkçenin
kadim türkçe edebi normlarını devam ettirdiğini ve bu yüzden onda oğuz, kıpçak
ve uygur-karluk belirtilerinin çok olduğunu yazıyor. [7, s. 119-120] Bu dil herkese anlaşılır olduğu için ona talep
vardı: o dilde yazılırdı, o dilde iletişim kurulurdu. Türk halklarına
milliyetçiliğin bulaşması sonucu her halk güya modern ihtiyaçlarını karşılamak
için dillerini kendilerine gore değiştirdi.
Dördüncü
prensip – en kapsamlı yaygınlaşma kriterini esas alarak tek sözlüğün
oluşturulması. Tek sözlüğün oluşturulması mümkündür. Çünkü 1969 yılında
yayınlanmış olan “Eski türk sözlüğü”nde 5-8. y.y.lara ait esli türk
yazılarından alınmış 20 bin kelime var ve bu kelimeler günlük kullanımın
%70-85inde kullanılabilir kelimelerdir. Mümkün kadar dilin türk kökenli olmayan
kelimelerden temiz olması gerekli. Dildeki kök yapılarında oğuz, kıpçak ve
karluk dillerinin söz oluşum kuralları kullanılmalı.
Aynı
zamanda, amerikali dil bilimci Morris Swadesh’in önerdiği metololojiyi
kullanarak temel ve geniş Swadesh listeleri oluşturulmalı. Dil bilimciler hala
kendi karşılaştırma araştırmalarında Swadesh listelerini kullanıyor. Swadesh
listesinin bir dilin temel kelime yapısını oluşturan kelimelerin özlük veya
tarihi dayanıklılığının tahmini (dakik değil) azalma sırasına gore dizildiği
bir standart olduğunu belirtmek lazım. Türk dilleri için çeşitli Swadesh
listeleri hazırlandı.
Dördüncü
prensibin gerçekleşmesi oğuz, kıpçak ve karluk dil gruplarına dahil dillerdeki
eşanlamlı kelimelerin alınabileceği varsayımıyla gerçekleşebilir. Aynı zamanda,
yeni dilin aşırı ‘eşanlımlı’ olmaması için izin verilen eşanlamlı kelimeler,
farklı dillerde farklı olup en çok kullanılan kelimeler için olmalı. Bu
yöntemle gelecekte bu dilde oluşacak aksan sayısının en aza indirilmesi mümkün
olacak.
Beşinci
prensip – türk kökenli olmayan kelimelerin türk kelimeleri kullanarak
değiştirilmesi, aynı zamanda olmayan kelimeler için türkçede mevcut söz yapımı
kuralları ve mevcut sözler kullanarak yeni kelimelerin üretilmesi. Burda söz
konusu sadece fars ve arap kelimeleri değil aynı zamanda avrupa kelimeleri de.
Dillerdeki kelimelerin türk kelimeleri ile değiştirilme sürecinin bilinçi
olmayarak ve eşit olmayan şekilde başverdiği belirtilmeli. Mesela 20. Yüz
yılının 90lı yılların başında Türkiye ile Azerbaycan arasındaki eğitim
işbirliği ve türk medya etkisi sayesinde türkçe olup daha önce az bilinen iki
yüze yakın kelime azerbaycan diline geçmiştir. Bu kelimeler modern azerbaycan
diline çok doğal olarak oturdu çünkü eski alternatiflerinden daha kapsamlı ve
kullanışlılardı veya kelime eksiği olan alanlara yerleştiler. Eğer bugün bu
süreç ‘kör’ bir şekilde gerçekleşiyorsa, tek türk dilinin oluşması için ortak
bir politika olmalı ve bu gelişme çok taraflı olup sadece iki tarafın
ilişkilerini yansıtmayacak. Bundan başka bu dil değişimi için bilimsel olarak ispatlanmış
kurallar geliştirilmeli ve bu kurallar tüm türk halklarının (az sayılı olanlar
dahil) menfaatlerini de yansıtıyorken modern dünyanın taleplerine de cevap vermeli.
Tek dilin
oluşturulması tartışması çoktandır devam ediyor. Böyle bir dile olan ihtiyaç
uluslararası düzeyde de tartışıldı, mesela 2007 yılında Bakü’de gerçekleşen türk halklarının 11-ci
kurultayında. Bu konuyu, 22 Eylül 2010 yılında Bakü Devlet Üniversitesi rektörü
Abel Maharramov “Uluslararası ilişkilerin
gelişmesinde parlament demokratikleşmesi” konulu konferans konuşmasında da dile getirdi. Ama bu
dilin gerçekte oluşturulması ve uygulanması mekanizması
devreye girmedi.
Edebiyat
konusunda durum daha iyiydi. Bugün tek bir edebiyat çoğrafyasından söz edemezsek de türk
halk edebiyatlarının tarz ve uslüp kapsamında dayanıklı entegrasyon
eğilimlerini görebiliyoruz. Tematik (içerik) olarak bu yakınlık kendini daha
çok eski türk tarihindeki gök-tanrılık motiflerinde gösteriyor. Tarihi motifler
seyahat eden konular haline gelir. Türk çoğrafyasının çeşitli bölgelerinde
yaratılan eserler türk tarihinin islamöncesi devrini kapsıyor. 1991 yılında
başkir yazar Bulat Rafikovun “Kutsal türkler”i basılıyor, 2004 yılında rus
yazar Anatoliy Sorokinin “Mavi ordu. Kabilesiz dövüşçü” romanı, 2005 yılında azerbaycanlı
yazar Sabir Rüstemhanlının “Gök Tanrı”sı, uygur Ahmetcan Aşirov’un “İdikut”
romanı (idikut uygur hükümdarlarının ünvanıdır) basılıyor. Tarz ve uslüp olarak yakınlık kendini tarz
sisteminin birleşmesinde gösteriyor: batı edebiyatının etkisinde türk
halklarının yapısına gore önemsiz “yerel” farklar içeren tek tarz sistemi.
Bütün bu noktaları dikkate alarak kendilerini türk medeniyetine ait hisseden
edebiyatçıların eserlerinden oluşan modern türk edebiyatı fenomeninin var
olduğunu söyleyebiliriz. Ve konu, yazarın, onu hemen türk edebiyat temsilcisi
etmeyen türk kökenli olması değil. Tek türk edebiyatının romantik bir hayal
sonucu değil, gerçek olduğunu belirtmekte fayda var. Bu, araştırılabilir
bir gerçektir. 19. y.y.’ın sonunda Ali bey Hüseyinzade ‘Türk edebiyatının
tarihi’ adlı çalışmasını kaleme alıyor. Bence, bu alanda yeni bir çalışmanın:
‘Muassır 20-21. yy. Türk edebiyatı tarihi’ kaleme alınmasının zamanı gelmiştir.
“Romantik” dürtünün geri çekilmesine rağmen türkdilli toplumlarda tek
dil-kültür çoğrafyasının oluşmasına olan talep hissediliyor. Bunu Hilmi
Duru’nun 2007 yılında yayınlanıp sadece Türkiyede değil bir çok yerde çok satan
“Turan emperatorluğu. Türk Cumhuriyetler birliği”
adında kitabının müthiş popülerliği de ispatladı. Tek kültür çoğrafyasının
oluşması için gerekli platform 1993 yılında kuruldu – TÜRKSOY Uluslararası Türk
Kültür Kurumu. Bu kurumun ana amacı türk halklarının ortak maddi ve kültürel
tarihi anıtların saklanıp, geliştirilip ve gelecek nesillere ulaştırılması için
işbirliği yapmaktır. Bu kurum uluslararası önderliği altında tek dil ve tek
edebiyatın oluşturulması için, biri dil ve diğeri edebiyat için iki alt
programdan oluşan bir uluslararası programın başlatılmasın zamanı olduğunu
düşünüyorum.
Tek
türk dil oluşturma alt programı aşağıdaki alanlarda çalışmaları içermelidir:
- tek
alfabe oluşturma çalışmaları
- tek
fonetik, orfografik ve gramer kurallarını oluşturma çalışmaları
- evrensel
sözlükler (orfografik ve s. ) oluşturma çalışmaları
- dilin
eğitilmesi için programın ve metodolojinin oluşturulması çalışmaları.
Tek
türk edebiyatı çoğrafyasının oluşturma program ise aşağıdaki çalışmaları
içermelidir:
- türk
edebiyatının araştırılması çalışmaları (türk edebiyatının tarihi, modern türk
edebiyatı, türk edebiyatı teorisi ve s.)
- tarihi
türk edebi eserlerin ve modern türk edebiyatının yeni türk diline uyarlama
çalışmaları
- tek
türk dilindeki eserlerini ortak erişime açacak elektronik kütüphanenin oluşturulma
çalışmaları
Ve
sadece bu alt programların başarılı şekilde gerçekleşmesiyle biz bir türk
devletindeki yasaların başka bir türk devletinin vatandaşları için erişilebilir
hale getirebiliriz. Bence ancak bunlardan sonra Ziya Gökalpın siyasi
fikirlerini uygulanması hakkında konuşmaya başlayabiliriz. O zamana kadar tüm
entegrasyon denemeleri bir türk devleti elitasının başka bir türk devletinde
ekonomik veya siyasi olarak güçlenmek için manevralar olarak
değerlendirilecektir.
Edebiyat
1.
Ahmet Caferoğlu, İsmail Gaspıralı. Ölümünün 50. Yıldönümü Münasebetiyle
Bir Etüd. İstanbul: 1964.
2.
Akcura Yusuf. Uc Tarz-i Siyaset. Ankara, 1998.
3.
Battal Taimas. Kazanly Turkler.
Ankara, 1966.
4.
Gelb. İ.E. Yazı öğrenmesi
deneyi/tecrübesi. М.,
1982.
5.
İsmayil Gaspıralı. A. Topçubaşova mektup /Açıkgüz H. «Direk
soruyu soruyorum: ne olacak, ne yapalım?» // Gasırlar Avazı. - No 1 – 2, 1999.
6.
Kadim
türk sözlüğü. V.М.Nadelayev, D.М. Nasilov, E.R. Tenişev, А.М. Şerbak. L.: 1969.
7.
Zakiyev
М.Z. Dil
«Kıssa-iYusuf» Kul Gali ve Volga Bulgaristanında etnodil durumu / М.Z.Zakiyev // Humanist-Şair Kul
Gali. Makaleler Toplusu. -Kazan: Tatar. Yayın evi, 1987.
8.
Ziya Gökalp.
Türkçülüğün Esasları, Türkiyə, 1923.
9.
Ziya Gökalp.Türkleşmek, İslamlaşmak,
Muasırlaşmak. Türkiyə, 1929.
10.
Исмаил-бей Гаспринский. Русское мусульманство: Мысли, заметки и наблюдения
мусульманина. Симферополь, 1881. – С. 5.
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın
Esa
3 years ago