Refik Halit Karay Fener Öyküsü Konusu ve Özeti

23.12.2019
 
 
Fener adlı adlı öykü Refik Halit Karay ‘ın Gurbet Hikayeleri   adlı öykü kitabındaki öykülerden biridir.  Bu öykü Refik Halit’in 1923 yılından sonra kaçmış ve yaşamış olduğu Halep, Şam ve Ürdün’de geçen günlerinde yaşadığı, şahit olduğu, yahut da işittiği olaylardan birisine dayanmaktadır. Fakat Refik Halit Bu Öyküsünü sürgünde olduğu yıllarda değil, sürgünde döndükten sonra Gurbet hikâyeleri adlı öykü kitabını çıkarmaya karr verdiği İstanbul’a döndüğü aylarında akabinde yazmıştır.
 
Refik Halit Karay İstiklal Savaşı öncesinde Padışah yanlısı bit tutum izlemiş Kurtuluş Savaşı mücadeleleri esnasında Atatürk ve silah arkadaşlarını eleştirmiş, küçümsemiş, hatta İstiklal Harbini dahi başarısız olunacağı, Padişah’ın isteklerine muhalif olunduğu gerekçeleri ile aşağılamıştı. Fakat milli mücadelenin kazanılması sonrasında Kurtuluş Mücadelesine karşı çıkan  yazılarından ve tavırlarından dolayı vatan hainliği suçlanmıştı. Bu nedenle  "Yüz ellilikler Listesine " alınmış olan yazar, Cumhuriyet ilan edilir edilmez ülkesinden kaçıp, Beyrut, Şam ve Halep gibi şehirlerde sürgünde yaşamak zorunda kalmış 1923 te Beyrut’a sürgün giden yazar, 1938 e kadar da ülkeye dönememişti.
 
Sürgünde de yazarlığına devam eden Refik Halit gurbette iken çok sayıda öykü yazmış, 1938 de çıkan af nedeni ile döndüğü İstanbul’da bu öykülerini çeşitli dergilerde yayımlamıştı.  Ayrıca bu öykülerini bir kitap haline de getirmeyi düşünmüş fakat sürgün yıllarında yazdığı bu öyküleri bir kitap haline gelecek kadar yeterli değildir. Bu nedenle sürgün yıllarına ait anılarından yola çıkara İstanbul’da iken Gurbet Hikâyelerine takviye olabilecek şekilde birçok öykü daha kaleme almış en sonunda da 1940 yılında konusu gurbet olan hikâyelerini kitap halinde bastırmıştı.
 
Fener adlı öykü,  Osmanlının Ortadogu’da hâkimiyetini sürdürdüğü en son yıllarda bir Osmanlı süvari birliği ( Estersuvar bölüğü ) kumandanı ile bir satıcıdan fener alan ve fenerinin ışığı yanmaz olunca kumandandan yardım isteyen bir Arap Bedevisinin arasında geçen bir anı türünde hikâyedir.  Refik Halit’in bir Osmanlı kumandanından dinleyip kaleme aldığını düşündüğümüz bu öyküsü 1910 lı 1920 li yıllarındaki Bedevilerin kültürleri ile ilgili birçok veri de sunmaktadır.
 
Ömründe ilk kez bir kasabaya Rakka’ya inen Bedevi’nin gözünden yapılan Kasaba betimlemesi öykünün en çarpıcı noktalarından birisi olmaktadır.
 
 
ÖYKÜNÜN ÖZETİ
 
Hayatında ilk defa bir kasabaya inen bir Bedevi  Dakka’da gördüklerine şaşıp kalmıştır.  “Beni Hamra aşiretinden Ebu Ali, o gün, ömründe ilk defa olarak, kırk yedi yaşında, bir kasaba yüzü görmüştü; Rakka'ya gelmişti. Çarşı ortasında şaşırıp kaldı. Kaç tane kasap dükkânı, kebapçı, fırın vardı? Dünyanın etini, ekmeğini buraya yığmışlardı; halk birikmiş, yemekle, almakla bitiremiyordu. Kumaş toplarının çokluğuna da hayret etti; birbiri üstüne kat kat bütün aşiretler giyinse tükenir şey değildi. Renklere de akıl erdiremedi; bunları yağmur mevsiminde gökte gördüğü ebe kuşağının ( Gökkuşağı)   her çizgisinden boy boy, biçim biçim boyamışlardı. “
 
Rakka’daki binalardan Hükümet Konağından vb çok etkilenir.  “Hükümet konağına da uğradı; büyüklüğüne, ille merdivenlere ve o ikide bir öten zillere, çömelip uzun uzun, şaşkın şaşkın baktı.”
Çarşıyı pazarı dolaşan Bedevi alış veriş yapanları da izler . “Sonra sersemleşmiş bir halde dönerken pazar meydanında önüne bir çerçici sergisi çıktı; yüz çeşit eşya dizilmiş bir yer sergisi... Bunun önüne de ak entarisiyle kara maşlahını toplayıp çöktü. “
 
Alışveriş yapanları izledikte sonra hayatında ilk kez gördüğü eşyaların neler olduğunu merak ederek Süryani asıllı bir çerçi ile konuşmaya başlar.  “Ne varsa, havandan, fırketeden, saç maşasından ızgaraya kadar sordu. Çerçici sabırlı bir Süryani idi. Hepsine cevap veriyor, tariflerini yapıyordu”
Ebu Ali en sonunda bir fener görmüş onun da ne olduğunu sormuştu.  Onu hem yanıp hem sönen hem de yanmak için kibrit istemeyen hem de eli yakmayan bir alet olduğunu görünce çok şaşırmıştı. "İnsanın elini yakmaz mı?" "Yakmaz." Parmağını ihtiyatla dokundurdu, soğuk buldu. "Işığı tükenmez mi?" "Tükenmez." Ebu Ali cesarete geldi, sürmeyi kendisi çekti, ampul yandı; geriye tepti, ışık söndü. "Kibrit de istemez mi?"
Fakat  Süeyani satıcı bu fener için çok para istemişti. Ebu Ali’nin yanında ancak o paranın yarısı vardı. O para ile Mısırlı bir şarkıcıyı bile alabilirdi. Fenere istenen para o nedenle çok paraydı . En sonunda tüm parasını verip feneri aldı "Binbir gece kıssasındaki Alaaddin'in feneri şimdi bende!” diye sevinerek çöle gitti.
 
Fakat  birkaç gün sonra aldığı bu fener ışık vermez olunca Osmanlı Kumandanının yanına gelerek yardım ister. Kumandan feneri tamir edip ona geri verirken “ Her gün, iki defa güneş doğmadan ve batar batmaz Sultanın ömrüne dua etmeyi unutursan söner. Hem bir daha da yanmaz” diye de tembih eder.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar