Refik Halit Karay ‘In Hülle Öyküsü Konusu Metni Düşündürdükleri

24.12.2019

Hülle adlı öykü Refik Halit Karay ‘ın Gurbet Hikayeleri   adlı öykü kitabındaki öykülerden biridir.  Öykü Refik Halit’in 1923 yılından sonra kaçmış ve yaşamış olduğu Halep, Şam ve Ürdün’de geçen günlerinde yazılmış bir öyküsü olmaktadır.

 

Refik Halit Karay İstiklal Savaşı öncesinde Padışah yanlısı bit tutum izlemiş Kurtuluş Savaşı mücadeleleri esnasında Atatürk ve silah arkadaşlarını eleştirmiş, küçümsemiş, hatta İstiklal Harbini dahi başarısız olunacağı, Padişah’ın isteklerine muhalif olunduğu gerekçeleri ile aşağılamıştı. Fakat milli mücadelenin kazanılması sonrasında Kurtuluş Mücadelesine karşı çıkan  yazılarından ve tavırlarından dolayı vatan hainliği suçlanmıştı. Bu nedenle  "Yüz ellilikler Listesine " alınmış olan yazar, Cumhuriyet ilan edilir edilmez ülkesinden kaçıp, Beyrut, Şam ve Halep gibi şehirlerde sürgünde yaşamak zorunda kalmış 1923 te Beyrut’a sürgün giden yazar, 1938 e kadar da ülkeye dönememişti.

 

Sürgünde de yazarlığına devam eden Refik Halit gurbette iken çok sayıda öykü yazmış, 1938 de çıkan af nedeni ile döndüğü İstanbul’da bu öykülerini çeşitli dergilerde yayımlamıştı.  Ayrıca bu öykülerini bir kitap haline de getirmeyi düşünmüş fakat sürgün yıllarında yazdığı bu öyküleri bir kitap haline gelecek kadar yeterli değildir. Bu nedenle sürgün yıllarına ait anılarından yola çıkara İstanbul’da iken Gurbet Hikâyelerine takviye olabilecek şekilde birçok öykü daha kaleme almış en sonunda da 1940 yılında konusu gurbet olan hikâyelerini kitap halinde bastırmıştı.

 

Hülle adlı hikâye yazarın yazmış olduğu en ilginç öykülerden biridir.  Bu hikâye yazar tarafından Halep ‘te iken yazılmıştır.  Öykü talakı selase ile kocasından boşanan bir kadının “ kocanın eşini ‘üçten dokuza boş ol ‘diyerek boşaması” kocası ile yenide evlenebilmek için hülle yapması konusunu içermektedir.

 

Hülle nikahı ise  eşinden boşanan bir kadının eski kocası ile yeniden evlenebilmesi için ilk önce bir başka erkek ile evlenip boşanması için yapılan dini bir nikahtır. Öykü anlatıcının da dinleyici olduğu bir sohbette bir yolcunun anlattıklarını nakledilmesi şeklindeki bir kurgu ile anlatılmıştır.  Şam’da yaşanıldığı anlatılan bu öyküde,  olaylar anlatıcının anlattıkların aktaran bir anlatım tekniği tercih edilmiştir.

 

 

 

HÜLLE

 

"Bu, Şam'a ikinci gelişimdir," diye söze başladı, "ama birincisinde pek toy idim, babam sürre kâtibi olarak alayla Mekke'ye giderken beni de götürüyordu; hacılığını oradan geliyor, yirmisine yeni basmıştım, aşağı yukarı kırk senelik bir mesele...

 

İnsan kendi memleketinden uzaklaşıp da böyle başka ırklarla meskûn ayrı isimli yerlere gitti mi bilmediği, görmediği acayip vakalarla karşılaşmak, birtakım sergüzeştler geçirmek ister. Çoğu defa, bunları yapamadığı içindir ki seyahatinden mübalağacı, hatta yalancı olarak döner. Bire bin katmak, habbeyi kubbe yapmak, fili yılana yutturmak... İşte yolculuğun eskiden resimli gazete ve sinema asrından evvelki maksadı bunlar idi. Fakat benim başımdan, Şam'da hala esrarına iyice akıl erdiremediğim çok meraklı bir vaka geçmişti...

 

Derebeylik devrine ait romanları hatırlatan bir gizli nikâh... Bilmediğim, bir güzel kadınla, bir gece, düğünsüz, derneksiz evlenmiş, sabaha karşı da ayrılmıştım... Hem, bir daha, birbirimizi görmemek şartıyla! [1]

 

Bu kadın, belki de, kırk sene sonra ikinci defa ayak bastığım şu şehirde sağdır, çoluk çocuk sahibidir. Ben anlatayım, siz isterseniz inanmayınız.

 

 Bir ikindiüstü, yan kır, yarı şehir, tenhaca bir semtte yabancı yabancı dolaşıyor, "Evveli Şam, aharı Şam!" diye övdüğümüz memlekette beğenilecek hiçbir şeye rast gelmeyerek toz toprak içinde geze geze akşamı bulmaya çalışıyordum. Bir aralık, etrafımda çarşaflı ve yaşlı bir kadının dönüp dolanması merakımı çekti. Kendi kendime: "Bir şey mi soracak? Bir yer mi danışacak" derken kadıncağız çekine çekine yanıma sokuldu:

 

"Evladım," dedi, "yabancısınız galiba?" "Evet," dedim, "Sürre ile geldim, bir haftadır buradayım, yarın da yola çıkacağız."

 

"Şam'da hiç tanıdığınız, ahbabınız, akrabanız yok mu?" Bir tek adam bile tanımadığımı bildirdim. Kadın memnun olmuştu: "Sizi bu akşam bir misafirliğe çağırsak gelir misiniz?" Demin size yaşımın yirmi olduğunu söylemiştim ya... O zamanlarda yirmi yaşındakilerin, şimdikiler gibi ne tahsil, ne spor, belli başlı hiçbir ciddi meşguliyetleri yoktu; kaleme devam ederler, bıyıklarını büyütmeyi ve evlenmeyi düşünürlerdi. Yaşlı hanımın daveti hem yabancı memlekette aradığım macerayı, hem de peşinden koşup da bir türlü temin edemediğim bir zevki önüme sermişti. Ama ihtiyatlı bir gençtim:

"Yolcuyum," dedim, "fazla masrafa gelemem."

 

Kadın kıpkırmızı kesildi: "O nasıl laf beyim," dedi, "siz niçin masraf edecekmişsiniz? Tanrı misafirimsiniz. Ezandan yarım saat sonra, karanlık basınca şu ahşap minare altında bekleyiniz; ben sizi bulurum."

Atlı araba devrinde kasaba yapılı dar mahallelere, akşamüstleri, hava durgunsa koyu bir köy kokusu sinerdi. Berber dönüşü, bıyıklarım pompalanmış, yanaklarım bol pudralı, elde baston, ahşap minare gölgesine dikildiğim zaman etrafa inen karanlıkta bu kokuyu duyuyordum, yaş saman ve fışkı kokusu... Kadın geç geldi ve beni, geceye karıştığım için zor fark etti.

 

"Aman beyim," dedi, "gürültüsüz yürüyelim." Şam'ın bu iç mahalleleri ve yılankavi sokakları o kadar birbirlerine benzer, öyle ayırt edilmez şeylerdir ki... Her kapı, her cumba, her yalak, her binek taşı; bütün çeşmeler, mescitler, türbeler diğerlerinin eşidir. Bana insanlar görerek değil, koku alarak evlerini bulurlar zehabını [2] verir. Akşamlan koyun sürüsü köye dönünce nasıl yeni kuzular, şaşırmadan analarını seçip memelerine yapışırlarsa bu mahalle insanları da kapılarının halkalarına öyle, bizim akıl erdiremediğimiz bir hassa[3] ile şaşırmadan el atarlar. Gittik, gittik. Çıkmaz zannettiğim sokaklar, daima bir başka sokağa varıyor, orası da bana çıkmaz görünüyor, ama gene bir dar dönemeçten geçit vererek bir başkasına geçiyordu. Nihayet bir yerde durduk, kilit içinde dönen bir anahtar sesi... Her Şam evi gibi, kapıdakiler içerisini görmesinler diye bir tahta bölme; ağaçlıklı bir iç bahçe ve bu avluya açılan bir sıra kapılar, sıram sıram pencereler...

 

Şimdi odalardan birindeyiz; lamba yakıldı: Sedefli arabesk mobilyalarla döşenmiş bir ".Kaa "dayım. Mermer arklardan döne kıvrıla, irili ufaklı yalaklardan geçe atlaya, odanın ortasında, durmamacasına sular akıp gidiyordu. Taze tıraş yanığı ile ve heyecanla alevlenmiş yüzüme serinlik ıslak bir tülbent gibi hoş ve yumuşak yapışıyor. Hiç ses yok. Acaba ne olacak? Çocukluğumda hikâyelerini dinlediğim Bin birdirek batakhaneleri cinsinden bir yere mi düştüm?

 

 Hani Sultan Mahmut bunları basmış ve mahzenlerinden yüzlerce delikanlının ölüsünü çıkarmıştı. Derken yan tarafta hafif sesler, mırıltılar oldu, sonra kapı aralandı, bir kadın göründü, ayağa kalktım. Başına sıkı sıkıya bir namaz bezi dolamıştı, gençti, güzeldi, endamlı idi, ilk rast geldiği kanepeye oturdu, gözlerini önüne eğerek güçlükle: "Safa geldiniz!" dedi. Göğsü kalkıp kalkıp iniyordu, elleriyle mendilini büküyordu. Bir ayağı yerde halıyı dövüyordu; helecandan[4]  bitiyordu. Karşılıklı oturuyorduk. Odanın ortasındaki sular, ambardan boşanıp kileye akan buğday gibi hışıldıyordu, bir türlü konuşamıyoruz. Neden sonra ben kekeledim: "Rahatsız ettim... Emrederseniz artık gideyim." Kendimi beğendirmediğime hükmettiğim için böyle demiştim. Kadın al al oldu: "Estağfurullah, biz sizi rahatsız ettik. Ricam şu idi, söylemeye cesaret edemiyorum... " Gene durdu, fakat birden nefesini zorlayarak dedi ki: "Beni bir gece için nikâh eder misiniz?"

 

Gözlerim dört açıldı, ne evet, ne hayır manasına gelen bir şeyler mırıldanıyordum; o devam etti: "Burası bir gecelik eviniz olacak... Nikâhı, şeri şerife uygun olarak "linefsihı binefıhi" aktedeceğiz. Ne imama, ne şahide lüzum var. "Olabilir mi," diye sordum, "sahih sayılabilir mi?" "Olur, fetvasını aldım." "Sonrası?" "Beni tatlık edip[5] gidersiniz. Tabii lütfünüze mukabil bir bergüzar [6] takdim edeceğim."

 

Gene sustuk, fakat kulaklarım şiddetle uğuldadığı için "Kaa" ortasındaki suların sesini artık duymuyordum. "Büyük bir insaniyet etmiş olacaksınız. Reddederseniz ölümden başka çare kalmayacak!" Benim yerimde ve yaşımda siz olsanız bu gözleri dolu dolu, yüzü kıpkırmızı, göğsü kabarıp inen, dertli veya deli, genç kadını o halde bırakır, gider miydiniz?

 

 "Nasıl isterseniz," dedim. Kadın yerinden fırladı. İçeriye seslendi: "Dadı! Dadı! Misafir Bey kabul etti." Hikâyemin teferruatı [7]uzundur, çoktur, treni kaçırmamanız için kısa keseceğim: Karşı karşıya geçtik, isimlerimizi söyleştik. Sordum: "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kendini bana tezvice[8] razı mısın?" "Evet, razıyım." "Ben de seni aldım, zevceliğe kabul ettim. "

 

Merasim böyle bitince nikâhlım, başındaki örtüyü utanarak, usulca kaldırdı; zira artık helalimdi. Aradan, bakınız, kırk sene geçtiği halde ben bu nikâhın hükmüne inanmaktayım ve onun içindir ki bir gecelik eşim ile hakiki zevcem imiş gibi biraz sıkılarak ve mahremiyetine girmeyerek bahsediyorum. Dadısına ait olan bu evde baş başa yemek yedik. On tür ü yemeğin bir tepsi üzerinde hep birden dizildiği Şam usulü sofra... Taze ezilmiş karadut şerbeti içtik, oradan hatırlıyorum ki mevsim yaz başlangıcıydı. Vakaya dair hiç konuşulmuyordu, havai laflar... Daha sonra beni mükemmel bir yer döşeği serilmiş yatak odasına aldılar; üçer kollu ve fanuslu şamdanların aydınlattığı bir temiz oda... Atlas bohça içinde keten entari, kuşak, takke vardı; önüme terlikler çevrilmişti; kenarda leğen, ibrik, havlu duruyordu; eksik yoktu. Ben ne yapacağımı bilmeyerek ayakta bekliyordum. Zevcem kapalı bir gecelik elbisesiyle, saçları arkasında toplanmış, utana sıkıla yanıma geldi. Helecandan ikimiz de titriyorduk. "Çok teşekkür ederim," dedi, "şimdi de lütfunuzu tamamlayınız." "Ne gibi efendim?" "Beni tatlik ediniz." "Hemen mi?" Aklımdan bir saniyede neler, ne tereddütler, ne fikirler,  acayip düşünceler geçti... Fakat sonunda kadının masum yüzüne bakınca derin bir rikkatle[9] bu istediğini de yaptım.

 

Sinirlerim o derece gevşemişti ki, yüzümü avuçlarımla kapatarak yatağın kenarına oturmuştum. Kadın da, galiba diz çöktü, ellerimi yakaladı, onları minnettarlıkla öptü. Biraz sonra, dadısının uzattığı başörtüsü ile tekrar saçlarını sarmış, ağır ağır odadan çıkıyordu. Zira artık "namahremim" olmuştu! Yatakta döne döne kimbilir kaç saat geçmişti, dalar gibi olurken dürterek uyandırdılar. Dadı: "Beyciğim," diyordu, "ortalık aydınlanmadan çıksanız iyi olur." Çıktım. Daha alacakaranlıktı, dar, eğri büğrü birbirlerine benzeyen yollardan Merce meydanını nasıl bulacağımı bilemiyordum, rastgele yürüyordum. Nihayet bir ışık gördüm, yaklaşıp baktım. Bir kundura tamircisi, gazete kâğıdından siper geçirdiği bir petrol lambası başında dalgın çalışıyordu. Sualime, yüzüme bile bakmadan Arap şivesiyle: "Togri! Togri!" diye cevap verdi; doğru yürüdüm; gene saptım, gene döndüm, nihayet caddeyi buldum. Öyle sokaklar ki... Bir daha, güpegündüz arasam da gene çıktığım evi bulamazdım. Başımdan geçen vakaların esasında anlaşılmayacak bir ciheti yok: Sevdiği kocasının nasılsa talakı selase[10] ile boşadığı bir kadın, din ahkâmı[11] icabınca, nikâhı yenilemek için bir hülle yapmıştı; sırrının şehir içinde duyulmaması için bir yabancı seçmişti, bu yabancının yolcu olmasını tercih etmişti;  sonra musallat olmaması için de bu adamı bulunması güç olan bir semtte, geceleyin, dadısının evine getirmişti. Çocuklar! Vaktiniz geldi, benim saatim ona çeyrek var. Ha, işte o bir gecelik nikâhlımın hediyesi budur, şu altın saat... Gözüm gibi saklarım, mübarek bir saniye şaşmaz!" Biz trene yetişmek üzere otomobile atladığımız zaman arkadaşlarımızdan biri dedi ki: "İhtiyar iyi masalcı imiş, öyle güzel uydurdu ki, inanacağımız geldi."

 

Halep,

 

 

[1] Hülle: Medeni Kanun'un kabulünden önce kocasından üç kez boşanan kadının, yine eski kocasıyla evlenebilmesi için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâhlanması

[2] Zehap, zan, öyle zannetme, sanma,  

[3] hassa: özellik

[4] helecan: kalp çarpıntısı

[5] tatlik etme: boşama

[6] bergüzar: hatıra

[7] Teferruat : ayrıntı

[8] tezvic: evlenme

[9] rikkat: acıma, merhamet

[10] talakı selase: kocanın eşini "üçten dokuza boş ol" diyerek boşaması

[11] ahkam: hükümler

 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar