KategorilerGÜZEL SANATLARResim SanatıResimde Empresyonizm ve Ressamları

Resimde Empresyonizm ve Ressamları

22.08.2016

 

Resimde Empresyonizm ve Ressamları

 

Van Gogh Yıldızlı gece

RENOİR

19 Yüzyılın sonlarında Fransa’da doğmuştur. Önce  Resimde, sonra da Edebiyatta etkisini göstermiştir. Dış dünyanın Sanatçıda bıraktığı İzlenimleri anlamayı amaçlamıştır. Onlara göre sanatçı, dünyayı olduğu gibi anlatamaz. Ancak hayallerle süslenmiş izlenimler yardımıyla anlatılabilir. Sembolizm’in uzantısı sayabileceğimiz Empresyonizim , “Sanat çin Sanat” anlayışını benim­semiştir. Onlara göre gerçek, kişisel izlenimlere göre değişir. Bu izlenimler de göreceli, yani sanatçıdan sanatçıya değişebilen niteliktedir.

Marie Rilke  Önemli yapıtları: Christop Rilke’nin Aşk ve Ölüm Şarkısı. Duino Mersiyeri..,) ve James Joyce (Önemli yapıtları: Sürgünler. Bir Delikanlının Sanatçı olarak portresi ) empresyonizm temsilcileridir.

19 Yüzyıllın sonlarında Fransa’da ortaya çıkan, oradan diğer ülkelere yayılan, dış dünyanın sanatçıda bıraktığı İzlenimleri yansıtmayı amaçlayan akıma  Empresyonizim akımı ( İzlenimcilik ) denir.

 Empresyonizim önce resimde, sonra edebiyatta etkili olmuş bir akımdır. Empresyonist Sanatçı ılar dış dünyayı olduğu gibi değil de algıladıkları biçimde anlatmayı amaçlamışlar, öznelliği benimsemişlerdir. Onlara göre, bu dünya sanatçılara heyecan ve ruhi dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Sanatçının görevi, duyduğu heyecanı, ruhi dalgalanmaları dile getirmek olmalıdır.

Edebiyat eleştirmeni K. Haedens’e göre, empresyonist şiirlerde sözcükler, yepyeni biçimlerde birleşir, bir “fosfor ışığı” içinde yıkanırlar.

Empresyonist şairler, şiirde biçime, KAFİYE ye önem vermezler. “Sanat için sanat” anlayışını benimseyerek, edebiyatın toplumsal bir görevi üstlenmesine karşı çıkarlar.

Empresyonizm, Sembolizm akımının özelliklerini taşıyan bir akım olarak değerlendirilebilir. Sembolizm akımı içinde yer alan bazı şairler, Emprosyonizmin de temsilcileri olmuşlardır.

Bu akım en çok resimde etkili olmuştur. Edebiyatta geliştiği başlıca türler Şiir ve tiyatrodur.

 

Empresyonizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:

Türk edebiyatında bütün şiirleriyle izlenimci diyebileceğimiz şairler yok sayılır. Ahmet Muhip DIRANAS, Cahit Sıtkı TARANCI gibi sanatçıların kimi şiirlerinde bu akımın etkileri görülür. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı objektif bir gerçek olarak değil, kendilerinde yarattığı duygusal izlenimi resme (veya edebi esere) aktarırlar.

Resimde izlenimcilik, özellikle ışık ve renkten kaynaklanan görsel izlenimleri yansıtmayı hedefler. Resmedilen nesnelere veya olaydan çok günün belirli bir zamanına özgü ışığın sanatçı üzerinde yarattığı izlenimlere önem verilir. Akımın öncüleri Claude Monet ve Camille Pissarro' ve

(14 Kasım 1840 – 5 Aralık 1926), Fransız empresyonist (izlenimci) ressam. Oscar-Claude Monet veya Claude Oscar Monet olarak da bilinir. İzlenimcilik terimi, Monet'nin İzlenim: Gün Doğumu adlı resminden gelmektedir. İzlenimcilik, modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci harekettir. Monet, resimlerinde fırça darbeleriyle oluşturduğu değişik renklerde noktalarla istediği izlenimi uyandıracak renk ve ışık etkisini yaratmayı başarmıştır.

 

Eugène Boudin'le tanıştı. Boudin, Monet'ye yağlı boya kullanmayı ve açık ortamlarda resim tekniğini öğretti.

Monet, bir pencerenin yanına oturup gördüklerini resmetmektense, gereçlerini yanına alıp dışarıda resim yapmayı tercih ederdi.Pierre-Auguste Renoir, Frederic Bazille ve Alfred Sisley ile tanıştı. Birlikte resme yeni yaklaşımlarını paylaştılar, ışığın açık havada yarattığı etkiyi resme parçalanmış renkler ve seri fırça darbeleriyle aktardılar. Degas, Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley ile beraber açtıkları sergi başarısız olunca ekonomik şartları iyice kötüledi.1883-1908 yılları arasında, Akdeniz'i dolaştı ve pek çok doğa resmi yaptı. Önemli bir resim serisini İtalya Venedik'te yapmıştır.Monet, 5 Aralık 1926'da, 86 yaşındayken akciğer kanseri nedeniyle ölmüş ve Giverny kilisesi mezarlığına gömülmüştür.

 

İzlenimcilere göre sanatçı doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalı, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumu ön plana çıkarmalıdır.

İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşır.

Pierre Auguste Renoir,

25 Şubat 1841 ve 3 Aralık 1919 tarihleri arasında yaşamış Limoges, Fransa doğumlu Fransız ressam.

Levy Kardeşler’in yanına çırak olarak yerleşti. Akşamları resim derslerini izlemek üzere Dekoratif Sanatlar ve Resim Okulu’na gidiyordu. Bu okulda yine kendisi gibi öğrenci olan Emile Laporte ile tanışarak yakın dostluk kurdu. Charles Gleyre’in atölyesine girmeye hak kazanmış sanatsal gelişimi açısından önemli rol oynayacak olan Frédéric Bazille, Alfred Sisley, ve Cladue Monet ile tanışmıştır.

Sanatçı Lise’in parkta, ayakta, çimenler üzerine oturmuş halde ya da dikiş dikerken birçok resmini çapmıştır.

Renoir, Lise'in bazı portrelerinde özellikle resmi sergiye yolladıklarında geleneksel bir etkinin altında kalarak, koyu bir renk düzeniyle cilalı bir görünüş yarattı.

İlk portrelerinde zemini, ışığı şekillerin yardımıyla birleştiren mavi renklerle boyuyordu. Pre-Empresyonizm ile klasik akım arasında kendine özgü bir bağıntı kurmuştu.

Renoir; Monet, Berthe Morisot, Sisley gibi bir bahçe içerisine yerleştirdiği gerek nü’ler gerekse portreler ve gruplarda ışık etkilerinin şiirsellikle canlandırılması üzerinde çalıştı. Tuval üzerinde renkleri karıştırmaya ve vernikle çalışmaya ( özellikle Loca ya da Balerin gibi başyapıtlarında ) devam etmekle birlikte; 1876’dan itibaren görsel karışıklığı da kullanmaktaydı. Renoir bu görsel karışıklığı; tuval üzerinde titreşim gücünü ayrı tutmakla beraber, izleyicinin birbirinden ayırt edemediği renkli virgülleri anımsatan aydınlık küçük fırça vuruşlarıyla yaratıyordu.1875 yılında Renoir Oltası ile Balıkçı adlı tablosunu satın alan editör Georges Charpentier ile tanıştı. Editörün evine davet edilen Renoir, çok geçmeden Madam Charpentier’nin salonunun sık rastlanan kişisi haline geldi.1881 Şubatında arkadaşı ressam Cordey ile birlikte Cezayir’e gitmeye kara verdi. Pek çok yerli kadın portresi ve birçok peyzaj yaptı. Bu dönemde verdiği en başarılı peyzajlar arasında Muz Bahçesi, Yerli Kadınlar ve özellikle Casbah’daki Arap türü çalışmaları gösterilebilir. Paris’e dönen Renoir, 1881 Ekimi’nin sonunda İtalya’ya gitti.

Venedik’te San Marco Bazilikası’nı ve Büyük Kanal’da gondolcuları çizdi.1900 yıllarına doğru amansız bir hastalığa yakalandı.1919 yılında Paris’e gitti. Burada Louvre Müzesi’nde bulunan La Caza Salonu’nda sergilenen Georges Charpetier’nin Portresi’ni görme sevincini tattı. Cagnes’ye dönen Renoir, yeniden çalışmaya başladı. Fakat bir gün Les Collettes Parkı’nda tablosunu boyarken soğuk aldı. Sağlık durumu iyice kötüleşen Renoir 3 Aralık 1919’da hayata gözlerini kapadı.

Jacob-Abraham-Camille Pissarro

(10 Temmuz 1830, St. Thomas, Charlotte Amalie, ABD Virgin Adaları - 13 Kasım 1903, Paris, Fransa) izlenimci Fransız ressam. İzlenimcilik ve Art izlenimcilik akımlarına yaptığı katkıların dışında meslektaşlarına özellikle de Paul Cézanne ve Paul Gauguin'e verdiği destekle tanınır.

Claude Monet ve Alfred Sisley gibi isimlerin aksine su ve ışığın sudaki yansımalarının etkisi yerine kuru yerleri resmeden ressam renkten çok yapı ve biçim üzerinde durdu. Köy ve kırsal yaşam ise tablolarındaki ana temalardı.

Pissarro 1864 ve 1865 Paris Salonu kataloglarında kendisini Corot'nun öğrencileri arasında saydı.

İlk dönem çalışmalarının en başarılıları (bazen bir palet bıçağının yardımıyla) genişçe boyanmış, çoğunlukla Courbet'den esinlenerek çizilmiş doğa manzaralarıydı. Gene de bu eserlerde izlenimciliğin başlangıç aşamaları fark edilebilir.

Londra'daki günlerinde ressam, sanat tüccarı Paul Durand-Ruel ile tanıştı. Tüccar, sanatçının iki adet Londra tablosunu satın aldı. Daha sonraki yıllarda ise Durand-Ruel Fransız izlenimciliğinin en önemli sanat tüccarı haline gelecektir.Cézanne'ın Pissarro'nun etkisiyle donuk renkleri bırakarak izlenimcilerin tercih ettiği parlak renklere geçtiği bilinmektedir.Ayrıca Kaliforniyalı izlenimci Lucy Bacon'a eserleriyle ilham kaynağı oldu.Edgar Degas, Cézanne ve Gauguin gibi isimlerle arkadaşlığına devam edebilmiş ve onların saygılarını kazanmıştı. 1885-1890 yılları arasında ressam, art izlenimci fikirleri tablolarında uyguladı. Kendisinin "romantik empresyonizm" adını verdiği tarzı terk ederek noktalama tekniğine geçti.

Ressam, 13 Aralık 1903'te Paris'te vefat etti ve Père Lachaise Mezarlığı'na gömüldü.Pissarro, yaşamı boyunca çok az tablosunu satabildi. 2005 yılında ise ABD'de bazı çalışmaları 2 ile 4 milyon dolar arasındaki fiyatlara alıcı buldu

 

İzlenimciliğin Özellikleri

Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duyguların duyulduğu gibi yansıtılmasıdır. Anlam kapalıdır. Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.

Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir. Dış âleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler. Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur. Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.

Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır. Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür. Hayale ve Soyut betimlemelere yer verilmiştir. Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır. Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için Realizmin karşıtıdır. Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.

 

Gaugın:

Sanatçının, nesneleri kendi kişisel izlenimine göre resimlemesini amaçlıyordu. Bu akım, Resim Sanatında gerçek bir devrim olarak nitelendirildi. Bu yenilikçi akıma öncülük etmiş pek çok sanatçı vardı. Öncelikle İngiliz Resim Okulu etkin oldu. 1870 Savaşı sırasında Monet, Sisley ve Pissarro, ünlü İngiliz manzara Ressamları Constable, Bonington ve Turner’i inceleme fırsatını buldular. Monet’nin çevresindeki kimi sanatçılar, Poussin, Watteau, Boucher ve Fragonard gibi Fransız sanatçılarından da etkilendiler. Ancak Delacroix’nin Kuzey Afrika ve Etretat manzaralarında izlenimciliğin habercisi olan belirtiler vardı. 19 yüzyılın ikinci yarısında “Barbizon Ekolü’nu oluşturan manzara ressamları da izlenimciler üstünde etkin oldu. Özellikle Daubigny ve Diaz açık havada çalışan ressamlardı.

Corot ve Courbet de “doğa karşısında edindiğimiz izlenimlerle arınmış gerçeğe” inanan sanatçılar olarak akımın sonucunda etkin oldular. Bunların izleyicileri Honfleur yakınında bir hana yerleşerek açık havada resim yapmaya karar verdiler. Boudin, Jongkind daha sonra Monet, suluboya ve pastel çalışmaları yaptılar. Bu arada resminde uyguladığı Puantilizm, ( lekecilik) ve seçtiği modern konularla dikkat çeken Edouard Manet’nin 1863’te sergilediği Kırda Öğle Yemeği adlı eseri izlenimciliğin başlangıcında rol oynadı. 1866–1870 ‘de Café Guerbois’da Manet ve Zola’nın önderliğinde toplantılar düzenleniyordu. Sanattaki yeni eğilimlerin tartışıldığı bu toplantılara yazar, eleştirmen, ozanların yanı sıra fotoğrafçı Nadar ve Claude Monet, Degas, Renoir, Sisley, Pissarro, Cézanne gibi ressamlar da katılıyordu. Sanattaki yeni eğilimleri benimseyen sanatçılar, eserlerini sergilemekte güçlük çekmekteydi. 1874’te fotoğrafçı Nadar’ın önerisiyle atölyesinde açılan sergiye otuz kadar sanatçı katıldı.

Bu sergi nedeniyle 25 Nisan 1874’te Charivari gazetesinde bir yazı yayımlandı. Louis Leroy imzalı yazı, “Exposition des İmpressionistes” (Empresyonistlerin Sergisi) adını taşıyordu. Empresyonizm deyimi, Claude Monet’nin sergideki “İmpression, Soleil Levant” (İzlenim: Gün Doğumu) adlı eserinden alınmıştı. Leroy, bu deyimi izlenimlerini yansıtma yolunu seçen sanatçıları aşağılamak amacıyla kullanmışsa da izlenimcilik sözünün Monet’nin eserinden kaynaklanmayıp 1858’deki sanat toplantılarında ortaya atıldığı görüşü de ileri sürülmüştür. İzlenimcilik yeni bir görüşü izleyen resim yöntemiydi. Resimler tek tek fırça vuruşlarıyla, saf prizmatik renklerin kullanımıyla, açık havada ışığın değişen etkilerini yakalamak amacıyla gerçekleştirildi.

 

Post Empresyonizim ’de Mekân

1880’lerdeki  Art İzlenimcilik, Post Empresyonizim krizi, doğalcılığa karşı bir tepki de uyandırmıştı. Doğalcılıkla maddeciliğin bağlantısı toplumsal görüş açılarını da etkiliyordu. Yalnız sanatsal sorunlar üstünde yoğunlaşmak artık yeterli görülmüyordu.  Post Empresyonizim (Empresyonist sonrası) tepkiler böyle bir zemin üzerinde belirdi (Tansuğ 1995:236).

 

Van Gogh

Kişisel üsluplar ortaya çıkmıştır. Cézanne, Van Gogh, Gauguin önemli temsilcilerindendir. Cézanne,  Empresyonizmi arkadaşlarının fikirleri, onların resimleri, doğayı gördükleri gibi resimlemek zorunluluğunu hissetmişlerdi. Onların resimleri klaantikiteden öğrendikleri biçimlerin düzenlenmesi şeklindeydi. Mekân ve hacim izlenimi bile, her nesnenin yeni bir gözle incelenmesi yerine, ona katı geleneksel kuralların uygulanması sonucu olarak elde edilmişti. Cézanne ve arkadaşları akademi sanatının doğaya aykırı olduğu konusunda aynı fikirdendiler. Cézanne renk ve hacimlendirme konularındaki yeni buluşlardan etkilenmişti. O da kendini izlenimlerine bırakmak istiyor, daha önceden bildiği ya da öğrendiği biçim ve renkleri değil, gözüyle gördüklerini resmetmeyi amaçlıyordu (Gombrich 1997:538).

Cézanne, üç boyutlu doğayı iki boyutlu resim yüzeyine aktarmanın sırrını yeni başta keşfe çıkıyordu. Yeni resim düzeni yolları aradı (Tansuğ 1995:234).

Cézanne’nin ısrarla üzerine eğildiği sorunlardan biri, desen ile mekân arasındaki çözülmeye yüz tutan ilişkiyi yine mümkün duruma getirmek olmuştur: “Cézanne, bu sorunu çözmeye çalışırken, önce geometrik yapıları (silindir vb.) nesneler uygulayıp, oylumlama ilkesine göre renkleri derecelendirmeye yönelmiştir; bu arada, sıkça perspektifi, ama ender olarak boş mekânı dışlamıştır.” Bu belirleme, daha sonraki bir aşamada Kübizim  için de geçerlidir (Ergüven 1992.54).

Cezanne :

Güney Fransa’daki “Sainte-Victorie Dağı”nın göründüğü manzara her ne kadar ışık içinde olsa da, kütleselliğini kaybetmez. Resim kolay anlaşılan bir motif oluşturmanın yanı sıra, derinlik ve uzaklık izlenimini vermeyi de başarmıştır.

Van Gogh, gerçeğin doğru bir şekilde betimlenmesi ile fazla ilgilenmemiştir. O, renkleri ve biçimleri kullanarak, resmini yaptığı şeyler hakkında hissettiklerini ve başkalarının hissetmesini istediklerini iletiyordu. “üç boyutlu gerçeklik” denen şeyi, yani doğanın bir fotoğraf gibi aynen resmedilişini pek umursamıyordu. Eğer gerekirse, nesnelerin görünüşünü abartmaktan ve hatta değiştirmekten çekinmiyordu. Böylece, farklı bir yoldan olsa da, o yıllarda Cézanne’nin de vardığı noktaya geldi. İkisi de önemli bir adım atarak resimde “doğayı taklit” amacını bıraktı. Gerekçeleri birbirinden farklıydı elbette. Cézanne bir ölü doğa resmi yaptığında, biçimler ve renkler arasındaki ilişkiyi incelemek istiyor, “doğru perspektif”i, o anda yaptığı deneyin gerektirdiği kadar kullanıyordu. Van Gogh ise, resminin, hissettiklerini ifade etmesini istiyordu. Amacına ulaşması için bazı biçimleri çarpıtması gerekirse, bunu hiç duraksamadan yapıyordu. Her iki sanatçı da bu noktaya gelirken, hiçbir zaman için sanatın eski standartlarını alaşağı etmeyi düşünmemişti (Gombrich 1997:535–548).Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarına baktığımızda, onun mekanı oluşturma biçimini anlayabiliriz

“...iki tane de uzun sopa var; çerçeveyi bunlara ister dikey ister yatay tutturabilirim, kalın tahta mandallarla… Böylece, deniz kıyısında olsun, çayırlarda ya da tarlalarda olsun, bunun aracılığıyla sanki pencereden bakarmış gibi bakabilirim herhangi bir görünüme. Dikey çizgiler, çerçevenin dik açı oluşturan çizgisi ve eğik çizgiler, kesişme noktası, karelere bölünmüşlüğü, birkaç temel işaret yeri sağlıyor kesinlikle. Bunların yardımı ile temiz bir desen çıkarabilir, esas çizgiler ve oranlar göz önünde tutularak tabi, perspektif konusunda az buçuk içgüdüsü olan perspektifin çizgilere görünüşle nasıl ve niçin bir yön değişikliği, planlara ve bütüne nasıl ve niçin boyut değişikliği verdiğini anlayan bir için geçerli bu. Yoksa bu küçük araç hiçbir işe yaramaz, içinden bakanın başını bile döndürebilir…” (Van Gogh 2001,81).

Gauguin yerlilerin portrelerini yaparken, bu “ilkel” sanatla bir uyum sağlamaya çalıştı. Bu yüzden biçimlerin dış hatlarını basitleştirdi ve yoğun renkli geniş alanlar kullanmaktan çekinmedi. Cézanne’dan farklı olarak, bu basitleştirilmiş biçimlerin ve renk skalalarını tablolarındaki derinlik izlemini yok etmesinden çekinmemiştir.

Cézanne, Van Gogh ve Gauguin, anlaşabilecekleri konusunda pek az umut besleyerek çalışan, umutsuzcasına yalnız üç kişiydi. Ama onların kendi sanatlarında büyük bir önem vererek ele aldıkları sorunları akademilerde öğretilen becerilerden tatmin olmayan genç sanatçılar tarafından da paylaşılmaya başlanmıştır (Gomrich 1997:557–553).

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da