Sadi Bostan ve Gülistan'dan Seçmeler

08.03.2014
 

      
 

BOSTAN VE GÜLİSTAN’DAN ÖRNEKLER
 

Sadi ‘nin en önemli eserleri Bostan ve Gülistan adlı eserleridir. Bu yazıda Sadi’nin bu eserlerinden alıntı yapılmış bazı bölümler bulunmaktadır.

 

MEZARLIK

Mezarlıktan geçerken bir zenginin oğluna rastladım. Babasının mezarı başına oturmuş, bir fakire kibirlenip duruyordu: "Babamın türbesi eşsiz İran çinileriyle kaplı, tabanı mermer döşeli, sandukası sedef işlemeli, kitabesi filanca hattatın eseridir." Fakir genç, zengin arkadaşını tebessümle dinliyordu. Zenginin oğlu devam etti: "Bir de senin babanın mezarına bakalım! Gelişigüzel sıralanmış üç beş kerpiç, mezara yığılan birkaç kürek toprak! Fakir gülümseyerek cevap verdi: "Senin baban bu süslü sandukanın ve bu ağır mermerlerin altından kalkıncaya kadar, benimki Cennete çoktan varmış olur. Hadis-i Şerifte denilmiştir ki: "Fakirlerin ölümü rahata kavuşmak, zenginlerin ölümü hasrete düşmektir. Fakirler, dünyadan ayrıldıklarında üzülecek bir şeyleri olmaz! Fakirliğin sıkıntısını çeken kimse, ölümün kıyısına yükü daha hafiflemiş gelir. Zincirden kurtulmuş bir köle, zindana atılan efendiden daha mutludur.

Aşkın verdiği gam ile delirmiş hak âşıklarının ne güzel âlemleri vardır. Yara ile merhem onların nazarında biridir. Cenabı Hakkı yâd ile çekilen sabır acı olmaz. Dost elinden gelen acı şey şeker olur. Âşıkların sevdikleri yanlarındadır, fakat onu ararlar. Bunlar ırmak kenarında bulundukları halde, dudakları susuzluktan kurumus, çatlamıştır

Âşıklar su içmezler demem. Hayır, içerler. Fakat Nil kenarında olsalar bile, içtikçe susuzlukları artar.

Gidecek başka kapınız var mı? Bostan ve Gülistan'dan-Sadi Bir gece Mekke çölünde uykusuzluktan adım atmaya mecalim kalmamıştı.

Başımı yere koydum, deveciye "Bırak beni!" dedim. Deveci, "Kardeş!" dedi; "önümüz Harem, ardımız haramî. Yürüdün mü kurtuldun, uyudun mu öldün!"

Gidecek başka kapınız var mı?

Bir gece pirin biri sabaha kadar ibadet etmiş, seher vakti elini Tanrı'ya kaldırıp hacet dilemişti. O sırada kulağına gaipten şöyle bir ses geldi:

—İster defol git, ister yalvarıp yakarmana devam et; bu kapıda senin dileğin kabul edilmeyecek. Boşu boşuna uğraşma, başının çaresine bak!

Pir ertesi geceyi de zikirle, ibadetle geçirdi. Müritlerden biri onun durumunu öğrenmişti: "Pirim" dedi; "gördün ya, sana o taraftan kapı kapanmış. Boş yere bu kadar uğraşıp durma!"

İhtiyarın gözlerinden, yüzüne hasretle, yakut renginde yaşlar boşandı.

"A oğlum" dedi; "eğer bundan daha iyi bir kapı bilseydim, ancak o vakit umudumu keser, geri dönerdim. O benden dizginini çevirdi ama sanma ki terkisinden ben el çekeceğim. Dilenci, eğer başka bir kapı tanıyorsa, herhangi bir kapıdan mahrum döndüğü zaman gam yemez. Evet, benim bu semte yolum yokmuş, işittim. Ama başka bir ülkeye gitmem de imkânsız."

Pir bunları söylerken kendini Tanrı'ya vermiş, başını yere koymuştu. O sırada can kulağına bir ses geldi; diyorlardı ki:

"Bize lâyık bir hüneri yoksa da onu kabul ettik. Çünkü Bizden gayrı sığınağı yok!"[1]

-----------

 “Ne söyleyeyim?” diye düşünmek, “Niçin söyledim?” diye düşünmekten hayırlıdır.

Sağlığın değerini ancak felaket gören bilir. Ayağının altındaki karıncanın halini bilmiyorsan, unutma ki filin ayağı altında sen de öylesin.

Dünyalığımız yok mu, derde düşeriz; olunca gönlümüz ona takılır. Bu cihandan daha karışıkbir bela yoktur; çünkü olsa da olmasa da gönül derdidir. Asık suratlıdan bir şey isteme; onun kötü huyundan elem duyarsın. Gönlünün gamını anlatacaksan o kimseye anlat ki, yüzünü gördüğünde ferahlık duyasın.

Kendisinde insanlık olmayan kimse; filin başını yarsa da mert değildir. Âdemoğlu topraktan yaratılmıştır. Toprakçasına alçakgönüllü değilse insan sayılmaz. Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin, adı ölümden sonra anılmaz.

Kavga ile karsılaşınca tahammül göster. Savaş kapısını tatlılık bağlar. İnat gördüğün yerde yumuşak davran. Keskin kılıç, yumuşak ipeği kesmez. Tatlı dil, okşama ve hoşluk olunca bir fili kılla çekebilirsin.

Eğer bir gönül kırdınsa senin gönlün de mutlaka kırılacaktır. Kale duvarına taş atma; çünkü kaleden de taş gelebilir. İnsanlık bu maddi kalıptır sanma; insanlık keremdir, iyi olmaktır. Önce hüner gerek. Kırmızı, mavi boyalarla kemerlere de insan resmi çizebilirsin. Eğer bir erdemi, keremi yoksa Âdemoğlunun duvar nakışından ne farkı kalır? Dünyayı ele almak hüner değildir. Yapabiliyorsan bir gönül elde et.

İnsanların gizli ayıplarını ortaya atma; onları maskara edersin, kendini güvensiz.

Ya nimet içinde mağrursun, gafilsin; ya da darlık içinde hastasın, yaralısın. Madem sevinçte de gamda da halin bu, bilmiyorum ki sen kendini Allah yoluna ne zaman vereceksin?

İki kimse memleketin ve dinin düşmanıdırlar; merhametsiz padişah, bilgisiz zahit.

Kendini beğenmiş kişiye öğüt verenin, kendisi bir öğütçüye muhtaçtır.

Daima cihan görmüşlerin düşünceleriyle iş gör. Zira koca kurt avda tecrübelidir. Sen kılıç kullanan gençlerden değil, çok bilen ihtiyarlardan kork. Filleri yıkan, aslanları esir eden gençler, ihtiyar tilkinin hilesini bilmezler. Dünya görmüş adam feleğin soğuğunu, sıcağını tattığı için akıllı olur.

-----------

Yoksulun çıplak vücudunu örtmeye çalış ki yüce Allah’ın affı da senin günahlarına perde çeksin. Garibi kapından nasipsiz çevirme. Allah bağışlasın, sen de kapılarda garip olabilirsin.

Başkalarına muhtaç olmaktan korkan büyük insan, muhtaç olanlara iyilik eder. Hastaların gönlünü gözet. Mümkündür günün birinde senin gönlün de hastalanabilir. Acizlerin gönlünü sevindir

ve acze düşeceğin günü hatırla. El kapılarında dilenci değilsin; bunun karşılığı olarak da kapından dilenciyi kovma.

Boynu bükük bir yetim gördüğün zaman, onun karşısında kendi evladının yüzünü öpme. Yetim ağlayınca nazını kim çeker? Öfkelenince kimler hoş görür? Aman, dikkat et de ağlamasın; yetim

ağladığı zaman Arş titrer. Esirgeyerek onun gözyaşını sil; şefkatle yüzünün tozunu al. Eğer başından gölgesi gittiyse, onu kendi gölgenle besle.

Hüner sahipleri, cefa gördükleri halde muhabbet gösterirler.

Aklı başında olan seçkinler alçak gönüllü olurlar. Meyveyle yüklü dal, başını yere kor.

---------

Ey güzel huylu, akıllı okuyucu! Şunu bil ki, ben hüner sahiplerinin kusur bulmaya çalıştıklarını görmedim. Sen de benim sözlerimde bir hata görürsen... Bin beyitten bir tanesi hoşuna giderse, yiğitlik hakki için beni hor görme.

Konuşmadan bir köşede oturan sağırlarla dilsizler, dilini tutamayan kimseden daha üstündür.

Ağızda dil nedir, a akıl sahibi? Hünerli kimsenin hazine anahtarı değil mi? İçerdeki cevahirci midir, çerçi midir, kapı kapalı iken kim ne bilecek?

Akıllının önünde susmak terbiye gereği ise de, sen yeri gelince söylemeğe bak. İki şey insanı çileden çıkarır: söylenecek yerde ağız açmamak, susacak yerde lakırdı etmek.

Eğer cenk eri isen, öyle bir kimseyle savaş ki, ya ona ihtiyacın olmasın, ya da kaçıp ondan kurtulabilesin. Bahçenin gülünde beka ve gül mevsiminde vefa yoktur. Zaten bilgeler “ kalıcı olmayan şey gönül bağlamağa deymez “ demişler...

Düşün, sesini ondan sonra çıkar ve “ kes “ dedirtmeden önce sözü kes. İnsan hayvandan konuşmakla üstündür. Ama doğru konuşmazsan hayvanlar senden üstün olurlar...

Fareyi tutarken kedi aslandır; kaplanla savaşınsa fareye döner.. İyilik için söylenen yalan, fitne koparan doğrudan iyidir... Her sözü padişaha geçen kimse iyilik dışında bir şey söylerse yazık olur.

Yeryüzünün en küçük dağı “ Tur “ dur. Ama Allah katında değeri en yüce olan da odur...

On tane derviş bir kilimde uyur da iki padişah bir iklime sığmaz. Allah adamı ekmeğin bir yarısını yerse öbür yarısını yoksullara verir. Padişah, yedi ülkeyi alsa bile, bir başka ülkenin sevdasındadır...

Tıyneti kötü olan kişi iyilerin nurunu kabul etmez. Kabiliyetsizi terbiye etmek, kubbede ceviz durdurmak gibidir.. İnsanla birlikte büyüse bile, kurdun eniği yine enik olur..

Çorak toprak sümbül bitirmez. Kötülere iyilikte bulunmak, iyilere kötülük etmek gibidir...

Ben kimsenin gönlünü kırmayabilirim. Ama hasetçiye ne yapayım, o kendiliğinden azap içinde... Âdemoğulları aynı vücudun uzuvlarıdır. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır. Felek bir uzva elem getirirse, öbürlerinin huzuru kalmaz. Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan, sana insan demek yakışık almaz... 

 

Kovadaki Çatlak (Hikaye)

Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. "Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum." "Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş. "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu söyle demiş.

"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş.

"Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."
 

Birisi Mecnun’a dedi ki: [2]


Ey iyi huylu, irfan sahibi Mecnun! Neden artık Leyla’nın obasına gelmiyorsun? Artık sendeLeyla’ya karşı olan aşkından eser kalmadı mı yoksa! Fikrin değişti mi? Leyla’ya isteğin mi kalmadı?

Mecnun bu sözleri işitince ağlayarak dedi ki:

- Efendi! Benimle uğraşma. Benim derdim bana yeter. Bir de sen yarama tuz ekme. Birçok defa ayrılık zaruri olur. Ayrılığa katlanmak ve sabırlı olmak aşkın azaldığına, sevdanın geçtiğine delalet etmez ki...

Adam bu sefer de:

- Ey vefalı ve temiz ahlaklı Mecnun! Ben Leyla’nın bulunduğu taraflara gidiyorum. Bir haber göndereceksen söyle de ben söyleyeyim.

Mecnun ona şu cevabi vermiş:
_ Leyla’nın yanında benden bahsetme ve benim adımı anma. Onun bulunduğu yerde benim bahis konusu olmam manasız olur. Çünkü ben onun varlığı ile varım. Ondan ayrı benim bir varlığım yoktur.

 

Mum ile Pervane [3]



Çok iyi hatırlıyorum. Bir gece uyuyamadım. Gözüme uyku girmedi. Pervanenin, muma şu sözleri söylediğini işittim.Ey sevgilim! Hadi ben aşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyor, niçin ağlıyorsun?

Ey benim biçare aşığım! Benim yanmama, ağlamama sebep nedir bilir misin?

Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alindi. İste Ferhat gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.
Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu.
Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki:

Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin için değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne metanet ve tahammül.

Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum. Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise vücudumu, baştan aşağı yakar.

Sadi de mum gibidir. Dışı parlaktır, ama içi yanmıştır.

Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü. Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken: Aşkın sonu budur işte, dedi ve can verdi.

Aşıklığın ne demek olmak istersen anlatayım: Ölmek suretiyle yanmaktan kurtulmak...
Sevgilisi eliyle öldürülen aşığın mezarına gidip de ağlama, bilakis sevinerek şöyle de:
Ne mutlu ona! Sevgilisinin makbulü olduğu için sevgili onu öldürmüştür.
Aşık isen bu dertten kurtulmaya çalışma: yalnız Sadi gibi garazsız, ivazsız aşık ol.
Aşık bir fedai demektir. Nasıl ki, bir fedai gayesine varmadıkça emeline erişmedikçe başına taş ve ok yağsa meydandan çekilmezse, aşık da öyledir.

Ben sana denize açılma demiyorum. Açılacak olursan tufana bile katlan, diyorum[4]

 

 

Bir gün bir bey, kölesini satılığa çıkarmış, tellala vermişti. Köle o sırada efendisine şöyle dedi: “efendim, siz benden daha iyi köle bulabilirsiniz, ne yazık ki ben sizin gibi efendi bulamam.”

Birisi çok susamıştı. Susuzluktan can vermek üzere bulunurken: “su içinde ölen kimse ne kadar talihlidir.” diyordu. Aklı kıt biri bu sözleri işitti: “ne tuhaf söz, mademki öleceksin ha suya kanmışsın ha dudağın kuru ölmüşsün ikisi birdir.”dedi. susamış kimse şöyle cevap verdi: “can verinceye kadar su arzusunda bulunmayayım ve bu arzu ile dudağımı ıslatmış olmayayım mı?

Pervane muma şöyle diyordu:” Sevgilim! Ben sana aşıkım, yanarsam yakışır. Ya sen niçin ağlıyor, yanıyorsun? Mum şöyle cevap verdi: “ a benim zavallı aşıkım. Ağladığıma, yandığıma sebep şu ki: benim Şirin Balım vardı beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alınınca Ferhat gibi tepemden ateş çıkmak zaruridir. Zavallı mum bi taraftan böyle söylüyor bir taraftan sararmış yanağından sel gibi gözyaşı akıtıyordu. Mum tekrar pervaneye döndü ve “a pervane meclisleri aydınlatan ışığıma bakma, sel gibi içime akan ve beni yakan ateşe bak. Senin aşkın kuru davadan ibarettir. Aşk senin işin değildir. sende ne sabır var ne metanet. Sen azıcık bir kıvılcım görsen kaçarsın. Ben ise tamamen yanıncaya kadar dikilip dururum. Aşk ateşi yalnız senin kanadını yakar. Beni gör ki, beni baştan ayağa kadar yakmıştır.[5]

-----

Şeyhlerden birisine şikayet ettim: “Falanca kişi benim hakkımda fenadır diyerek şahadette bulunmuştur.” Şeyh şöyle dedi: “ Sen iyi ol onu utandır.”

Sadi anlatır: Hatırımdadır ki eski zamanlarda sevdiğim ile bir kabuktaki badem içi gibi beraberce yaşardık. O başka memlekete gitti. Bir müddet sonra geri geldi ve “ Niçin biriyle bana haber göndermedin?” diye sitem etti. “Gönderdiğim adamın yüzü senin güzelliğinle aydınlansın ve ben bundan mahrum mu kalayım? Bunu gönlüm alamadı.” dedim.

Nuşirevan-ı Adil için bir av yerinde bir avı kebap edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmek için uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan uşağı çağırıp tuzu para ile al ta ki köyden tuz almak hükümetçe bir adet olup köy harap olmasın, diye tembih etmiş. Nuşirevan’ın yanında bulunanlar: “Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar” demişler. Nuşirevan: “Zulmün esası dünyada evvela azmış. Sonra her gelen bir parça artırmakla bugün ki dereceyi bulmuştur.” demiş.[6] 

İLGİLİ LİNKLER

 

 KAYNAKÇA

  • [1] https://www.mumsema.com/sahsa-gore-guzel-sozler/31793-seyh-sadinin-bostan-ve-gulistanindan-sozler.htm)
  • [2] Yakup Kenan Necefzade Bostan ve Gülistan, Sadi Şirazi (), Bedir Yayınları, İstanbul 2004 )
  • [3] Yakup Kenan Necefzade Bostan ve Gülistan, Sadi Şirazi (), Bedir Yayınları, İstanbul 2004 )
  • [4]  Osman Süreyya, Sâdi Şirazî ve Bostan ve Gülistan, https://www.aksitarih.com/sadi,11-02-2014
  • [5]  Osman Süreyya, Sâdi Şirazî ve Bostan ve Gülistan, https://www.aksitarih.com/sadi,11-02-2014
  • [6]  Osman Süreyya, Sâdi Şirazî ve Bostan ve Gülistan, https://www.aksitarih.com/sadi,11-02-2014

 

 

 



Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar