Sait Faik'in Bir İlkbahar Hikayesi Hakkında ve Konusu Özeti Metni

12.10.2019

Sait Faik'in Bir İlkbahar Hikayesi Hakkında ve Konusu Özeti Metni

 

 

 

 Bir İlkbahar hikâyesi adlı öykü Sait Faik’in kesit- durum hikâyeciliği denilen hikâyelerinden biridir.  Bir İlk Bahar Hikâyesi adlı öykü, ilk kez bir ilkbahar gününde I Mayıs 1948 yılında Hürriyet Gazetesinde yayımlanmış bu öykü daha sonra yazarın Mahalle Kahvesi adlı öykü kitabının içindeki hikâyelerden birisi olarak kitap içinde de yer almıştır.

Yazarın beşinci öykü kitabı olan Mahalle Kahvesi adlı hikâye kitabında toplamda 22 öykü yer almış Bir İlk Bahar Hikâyesi adlı öykü de 1950 yılında basılan Mahalle Kahvesi adlı bu öykü kitabının içinde yer alan öykülerden birisi olmuştur.

KONUSU

İlkbaharın orta yaşlarındaki anlatıcı üzerinde oluşturduğu izlenimler, duygular ve uyandırdığı anılar öykünün konusunu oluşturur. Anlatıcı baharın uyandırdığı duygulara kapılmış, henüz 12 yaşında iken yaşadığı masum ve buruk bir aşk hatırasını anımsayarak bizlere aktarmıştır.  

 

ÖYKÜNÜN ÖZETİ

 

Orta yaşlarında olduğunu anladığımız anlatıcı bir bahar gününde bahar mevsiminin ruhunda uyandırdığı izlenimleri betimlemektedir.  Baharın bu günleri anlatıcıyı alıp anılarına taşır. Anlatıcı, ailesi ile birlikte babasının tayin edilmesi neticesinde Anadolu'nun bir şehrine yerleşmelerini ve o şehirde geçirdikleri set bir kış mevsimini anımsar. O kış hastalanmış evden dışarı çıkamamış ama bir sabah kırkikindi yağmurları sonrasında odasına ayna tutan 16-17 yaşlarındaki komşularının kızı ile yaşadığı masum bir aşk öyküsünü hatırlamıştır.

Lakin çok küçük iletişimler içinde yaşanan bu masumane çocukluk aşkı babasının başka şehre tayin edilmesi ile çok uzun sürmeyecek anlatıcı şehirden geride bıraktığı sevgilisi için oturup ağlayacaktır.  

 

BİR İLKBAHAR HİKÂYESİ METNİ

 

İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir çılgınlık, olmayacak gibi duran bir şeyin oluşu; ilkbahar şu, ilkbahar bu… Kuş, papatya, gelincik, çayır, çimen, ağaç, çiçek, mimoza, zakkum, su sesi, hindiba, çingene, kuzu… Klasik ilkbaharların içinde hepsinin; hatta sülüğün bile yeri vardır. Unuttuklarım da çoktur a, en mühimi nisan, mayıs güneşi.

 Yaşı kırkı aşmış bir adamın mevsimler içinde ilkbaharı üzüntü ile duymamasına imkân yoktur. Eski çılgınlıklar nerede: Nerede o, birden bire bir genç kız elinden, bir genç kız rüzgârından sararma, o yürek çarpıntısı? Şu ömrü mevsimlere benzetenler iyi etmişler doğrusu. Herkesin bir ilkbaharı, bir yazı, güzü, kışı oluyor işte. İnsanın ilkbaharı, öteki hayvanlara bakarsak geç başlıyor. Bir at bir yaşında, hadi iki yaşında ilkbaharındadır. Bir kuzu, altı ayda koç olur. Ama insanoğlu ilkbaharını yirmisinden önce pek idrak edemez. Yirmisinden evvel idrak edilen ilkbahar, bir yalancı ilkbahardır Ben böyle bir yalanı ilkbaharın hikâyesini yazıyorum.

Tam otuz sene evvel on iki yaşındaydım. Anadolu’nun bir şehrinde bulunuyorduk. Babam memurdu. Şehre bir yaz sonunda gelmiştik. Sonra bir gün bahar geliverdi. Karlar eridi. Karlar eridi ama karları eriten güneş değildi, yağmurdu. Bu Anadolu şehrinin ilkbaharı kırkikindi yağmurlarıyla başlardı. Sabahleyin parlak mavi bir gökyüzünde, ısıtmayan, güneş vurmuş kar gibi soğuk bir kış güneşi görünürdü. Saat on biri bulmadan doğudan mı, batıdan mı, kuzeyden mi bilmem, bir kara bulut peyda olur, on dakika sonra bardaktan boşanırcasına bir yağmur bütün gün tıkır tıkır, şakır şakır durmadan yağardı. Odamın penceresinden “Karaçayır” dedikleri bir koyu yeşil ova görünürdü. Göğün her rengini deniz gibi emen bu çayırın renk oyunları da olmasa, evden bir deli çığlığı ile fırlamak işten değildi.

Bütün kış hastalıktan başım kalkmamıştı. Sokağa çıksam başım dönerdi. Bu garip, yağmurlu, kara bulutlu, dörtte üçü kapanık havanın içinde, öyle insanı alıp avucunda sıkan bir de ilkbahar, toprak, insan, çayır, ağıl kokusu vardı ki içimden hep bağırmak, ağlamak, sonra kaskatı katılıp kalmak geçerdi.

Bir sabah gözlerim tavanda, daha henüz hava kararmamış, şıkır şıkır dışarısı. Yer yatağında yağmurun ne zaman başlayacağını düşünüyordum. Birdenbire odanın içinden parlak bir kuş geçti. Yatağımın üstüne oturdum. Kuş bir daha geçti. Sonraki sağdaki duvarda bembeyaz bir şerit oynadı, kayboldu. Gözlerimi ovaladım. Açtığım zaman, duvarda bir parlak daire titreye tireye, sanki yerine yerleşmeğe çalışıyordu. Bu, bir aynanın duvara vurmuş ışığından başka bir şey değildi.

Yataktan fırlayıp pencereye dikildim. Bizim evin yüksekteki bahçesi, alttaki evin bahçesine bakardı. Odama ayna, muhakkak oradan tutuluyordu. Pembe şeftali çiçeklerinin arasına bir hasıra oturmuştu. Arkasına bir sandalye koymuştu. On altı, on yedi yaşlarında bir kızdı. Pencerede kalakaldım. Elindeki aynanın ışığı gözüme değdikçe, ellerimi yüzüme kapamıyor, gözlerimi kırpmadan dimdik bakıyordum.

Ertesi gün, benim de elimde bir ayna vardı. O, ince ince gülerek gözlerini aynamın aksinden kaçırmaya çalışıyordu. Bu oyun, hiçbir zaman yarım saatten fazla sürmez, o, bahçeden evine saçlarına yağmur damlaları dökerek girer, ben yine yatağıma dönerdim. Ertesi gün yine güzel bir sabah başlar, yine önce onun aynası odamın duvarında koşar, sonra yine yerleşmek ister gibi titreye titreye duvara asılır kalırdı. Yine ben gözlerimi kırpmadan onun ayna ışığına, o gözlerini güzel elleriyle siper ederek benim ayna ışığıma bakardık. Sonra yine kırkikindi yağmurları başlardı.

Başka hiçbir şeyle ilgim olmadığı için, bir sabah evimizin önünde bir yaylı araba durunca şaşırmadım. Yalnız ben ayna oyununda iken annem tarafından yakalandım. Annem garip garip bahçeye, kıza, ayna ışığına, elimdeki aynaya baktı. Bana:

– Haydi giyin! Dedi.

Arabaya atladık. İki parça eşyamız arkaya bağlanmıştı. Babam, başka bir yere tayin edilmişti. Yola çıktık. Bir ormanın içinden geçerken, bulutların arkasından bir güneş, ormanın yeni yeşermeğe başlayan ağaçlarında bir göründü, kayboldu. İçimden, bir daha göremeyeceğim ayna ışığı geçti. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Babam:

– Nesi var bunun? Dedi.

Ben, annemin çarşafına kafamı gömdüm. Annem eliyle yüzüyle ne biçim işaret etti babama bilmiyorum ama hiç ses çıkarmadılar. Bütün hıncımla kimsenin bana sus demeğe cesaret edemeyeceğini sezerek, istediğim gibi ağladım.

Şimdi ilkbaharda odamın penceresinde bir yerden kazara bir ışık vursa, o gün ilkbahar her insana yaptığı gibi bana da üzüntü ile dolu bir yumuşaklık, bir yerinde duramayış, bir yürek çırpıntısı verir. O zamandan bu zamana tam otuz sene geçti. Kimsenin yüzüne ayna tutmadım. Kimse yüzüme ayna tutmadı. Ama kazara bir ışık, bir ilkbaharda, odamdan parlak bir kırlangıç gibi geçerse, o gün ne ettiğimi bilmem.

Sait Faik ABASIYANIK / Mahalle Kahvesi

 

 

Hikâyelerinden Özetler

Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı

Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni

Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni

Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai

Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni

Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık

Yani Usta Öyküsü ve Sait Faik

Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait

Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik

Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında

Satılık Dünya Öyküsü ve Metni ile Sait Faik

Sait Faik Haritada Bir Nokta Metni ve Değerlendirme

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar