Bu Eser 13.03.2014 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
Elimdeki kitap, Everest Yayınları
tarafından basılmış. Daha önce başka bir yayınevi tarafından üç kere basılmış,
bu yayınevininse ilk baskısı. Haziran 2009’ da basılan kitap 239 sayfa.
Kitabı daha elime almadan konusunu
biliyordum: Halit Ziya ve onun Tiran Büyükelçiliğinde görevden alınınca intihar
eden oğlu hakkındaydı. Derslerde “ Bir Acı Hikaye” nin içeriğini anlatırken bu
trajik olaya değinir, olayla ilgili birkaç cümlelik bilgi vermekle yetinirdim.
Gazetelerin “Kitap” eklerinde
yazılarını okuduğum, önceki yıllarda TRT 2’ de hafta içi her gün saat altıda
tekrarı yayımlanan edebiyat programlarını izlemeye doyamadığım ve senaryosunu
yazdığı “ Kırık Bir Aşk Hikayesi” filminden buruk bir duyguyla hatırladığım
Selim İleri’ nin bu konuyu nasıl işleyeceğini merak etmiştim.
Yaşları birbirine yakın olanların;
aynı filmleri seyredip aynı modaya göre giyinenlerin; aynı kitapları okuyarak,
konuşarak onlar hakkında tartışanların; aynı dönem okula gidenlerin; aynı
olayları yaşayanların… konuştukları ortak bir yaşam dili vardır: Selim İleri; kitabın daha ilk sayfalarından başlayarak o döneme ait filmlerden, film
yıldızlarından, kullanılan ilaç adlarından, okunan kitaplardan, o dönemin
atmosferini bir “sis” gibi kuşatan toplumsal olaylardan… yararlanarak bu dili yakalamış ve ustaca
kullanmış.
Halil Vedad’ ın doğumundan
başlayarak gördüğü eğitim, yurt dışına gidişi, gizli aşkı, Ankara’ da
yaşadıkları, kıskançlık sonucu ona yöneltilmiş düşmanlıklar, bunun neticesinde
uğradığı haksızlıklar ve bu düşmanlıklara dayanamayarak intihar edişi… Peki, bu
konuyu nasıl anlatmış Selim İleri, daha önce okuduklarımızdan farklı ne var bu
kitapta?
Selim İleri’ nin kurgusunda kendi
çocukluğu var. Ailesinin kendisine piyano çalmayı öğrensin diye tuttuğu, aynı
zamanda uzaktan ahbapları olan Mediha Hanımefendi’ nin yanına gidip gelişlerinden,
onun kendisine okusun diye verdiği kitaplardan, nota defterinin kenarına
yazılmış karalamalardan ve onunla sohbetlerinden esere giriş yapıyor yazar. Bir
müddet Halit Ziya da Halil Vedad da ortada yok. Her bölüme bir ad vermiş Selim
İleri. İlk bölümün adı Fağfur Kase. Çin’ de yapılmış porselen kase anlamına
gelen bu başlığı niçin seçtiğini çok geçmeden anlıyoruz: Bir Uzak Doğu geleneğinde
olduğu gibi kağıtlara isimlerin yazılıp bu fağfur kâseye atılması ve bu
isimlerin kâseden birer birer çekilmesi gibi Selim İleri’ nin de çektiği
isimlerle kendisine bir kahramanlar dünyası yaratacağını hissederek okumaya
başlıyorsunuz kitabı. Tıpkı ünlü yazar
Proust’ un biri sona erince diğeri başlayan romanları, soldukça bir daha
yeniden açıyormuş gibi olan krizantemler gibi kullanmış kahramanlarını yazar.
Kimlerin adı yok ki o fağfur
kasede? Piyer Loti, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Atatürk, Halide Edip, Tevfik
Fikret, Fikriye Hanım, Latife Hanım, Halit Ziya ve ailesi, Mehmet Rauf,
Abdülhamit, Sultan Reşat ve prensleri; dönemin ünlü filmleri ve film
yıldızları; Behlül, Bihter, Bülent, Adnan Bey, Firdevs Hanım, Ahmet Cemil, Nur
Baba, Nigar Hanım, Doktor Behiç ve Vedide, Lamia…
Kahramanlar / fağfur kaseden
kağıtlardaki isimler, çekildikçe / sıraları geldikçe kitapta üstlerine düşen
rolleri oynayıp sahne gerisine giden tiyatrocu gibiler.
Kabul etmek lazım ki bir dönemi o
dönemin gerçek kişi ve olaylarıyla anlatmaya çalışmak, üstelik de okuyucuyu bu
atmosferin içine çekmek oldukça zor bir iştir. Bunu hakkıyla yapabilmek için iyi
bir okuma yapmış yazar ve o dönemde yazılmış anılardan faydalanmış: Halit Ziya’
nın anılarından ama öncelikle kitaba kaynaklık eden “ Bir Acı Hikaye” den
faydalanmış. Ahmet İhsan Tokgöz’ ün, Yakup Kadri’ nin, Halide Edip’ in, Falih
Rıfkı Atay’ ın anıları da dönemi kuşatan diğer olayları daha açık göstermesi
bakımından yararlandığı kaynaklardan. Fakat bununla da yetinmemiş İleri; Aşk- ı Memnu’ nun, Mai ve Siyah’ ın, Kırık
Hayatlar’ ın, Eylül’ ün, Nur Baba’ nın kahramanlarını hatta dönemin ünlü
filmlerinin kahramanlarını da gerçek kişilermiş gibi kullanarak “ metinlerarası”
yöntemi eserine gayet güzel yedirmiş ve post – modern bir anlatı oluşturmuş:
Halil Vedad o bunalımlı günlerinde
Tepebaşı’nda gezinen ve mai bir geceden siyah bir geceye doğru hayatının yön
değiştirdiğini fark edemeyen bunalımlı bir Ahmet Cemil gibidir; büyük hırslarla evlenmek
için can attığı, bu evlilik sayesinde özlemini çektiği her şeye kavuştuğu halde
sahip olduklarına esir olan ve bu esareti yüzünden gerçek mutluluğu bulma
şansını kaybedip gizli bir isyanla geleneğe ve töreye karşı koyarak mutluluğu
evlilik dışı ilişkilerde arayan, sonunda hapsolduklarına ve topluma yenik düşüp
intihar eden Bihter gibidir; Hariciyeci kocası, iki çocuğu, elit çevresiyle
içten içe mutsuz olduğunu hisseden ve mutluluğu Nur Baba’ nın tekkesinde arayan
ama sonunda sadece hüsran içinde kalan Nigar gibidir; Karısı Vedide’ ye ihanet
ederken çocuğunun ve mutluluğunun elinden kaydığını fark edemeyen Doktor Behiç
gibidir; hepsi gibi mutsuz, hayata karşı koyamamış, güçlü olamamış ve “ kırık”
tır.
“Gerçek kahramanımız Halil Vedad
ne zaman Bihter, ne zaman Behlül, ne zaman Nigar Hanım oluyor ya da bu
kahramanları Vedad’ ın öyküsünden ayrı düşünebilir miyiz? ” . Bu soruları da
sorduruyor ya da bu kahramanları gerçek kişi Halil Vedad’ la düşünmemizi
sağlıyor Selim İleri.
Eseri okurken Eylül’ ün de Mehmet
Rauf’ un da gerçek hikayelerini okuyoruz. Edebiyatımızda her bir karakteri,
müziği, kokuyu, rengi… ayrıntıyı bir kilim gibi dokuyan ayrıntı ustası Halit
Ziya’ nın arkadaşlarını anlatırken onlara son derece uzaktan baktığına ve
hayatını bile bir romancı gibi yazdığına dikkatimizi çekiyor yazar. Bir
iletinin anlamının söylenenler kadar söylenmeyenlerde de gizli olduğuna da…
Halit Ziya’ nın Mehmet Rauf’ u
anlatırkenki ya da Aşk-ı Memnu’ daki Bihter’i hem anlayıp hem de tutuculuğuyla
ona hak ettiği cezayı verirkenki kimliğiyle, yazar kimliğiyle intihar eden oğlunu
anlattığı ve artık yazar olmaktan çıkıp sadece ama sadece “baba” olan kimliğini de
elinde olmadan karşılaştırıyor.
Oğlu Sadun’ un ölümünü Kırık
Oyuncak, kızı Güzin’ in ölümünüyse Kırık Hayatlar adlı eserlerinde anlatan
Halit Ziya, oğlu Vedad’ ın doğumuyla bambaşka bir mutluluğa sahip olacaktır.
Oysa ölüm, kitabın hemen her kahramanında var: Nihal’ in annesi, Bihter’ in
babası, Suat ve Necip ölmüş; Bihter, Fikriye Hanım, Vedad da intihar
etmişlerdir. Üstelik hepsinin de hayatları kırıktır…
Eser sanki Servet-i Fünun döneminde yazılmış bir roman gibi, eserin bütün kahramanları kırık döküktür. Selim İleri, kitabın
155. sayfasında Tevfik Fikret’ le Halit Ziya’ nın röportajından bir bölüm almış.
Orada Halit Ziya’ nın röportajda söylediği bölümü aynen alarak kolajlama yapmış ve bir yazar olarak da bu sözlere yorum yapmış: “ ‘Hiç
şüphe yok, hayat romanları değil, romanlar hayatı yapıyor.’ diyerek 1899
yılının nisan ayında bütün bir kaderi söylemiş oluyor; artık romanlar… kitaplar
da hayatı, galiba en çok da Halil Vedad’ ın hayatını çizmeye koyuluyorlardı. “ . Bihter’ i bir ibret dersi gibi
kaleme alan Halit Ziya, Vedad’ ı anlatırken bir babanın acı çığlıklarını
atar.
Bu kitap aslında kimin öyküsü o zaman
ya da kahramanı kim? Küçükken Mediha Öğretmen ile bu konuları konuşan roman
kahramanı mı; hayatta her zaman dimdik duran ve toplumun kurallarına eğilmeyen
anlatıcı Mediha Öğretmen mi; intiharı anlatılan Halil Vedad mı; yoksa yarattığı
roman kahramanlarından yaşadığı döneme kadar Türk edebiyatına damgasını vuran
Halit Ziya mı; Halit Ziya’ nın ve Servet- i Fünun’ un hayatları kırık
kahramanları mı?.. Yazar, eserde Servet – i Fünun’ un marazi atmosferini
yakalamış ve Halil Vedad da sanki bir Servet- i Fünun kahramanı olmuş.
O dönemin çatırdayan Osmanlı’ sı,
Milli Mücadele ve sonrasında yeni kurulan genç Cumhuriyet yılları eserde geniş
bir zaman dilimi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Vedad, İmparatorluk’ un
çalkantılı yıllarında doğup 1937’ de ölmüş.
Yazar; Sultan’ ın, Atatürk’ün ve
seçkin davetlilerin önünde piyano çalan yetenekli genç Vedad’ ın cenaze
töreniyle bize ilginç bir tezatı anlatır gibidir. Halil Vedad’a düşman Hariciye
çevresi hem Halit Ziya’ ya hem de Halil Vedad’ a tehdit ve nefret dolu
mektuplar yollarlar. Aynı kişiler Vedad’ ın ölümünde ailenin yüzüne güler,
gazetelere de Vedad, sanki bir buhran anında intihar etmiş gibi ilan verirler.
Oysa aynı kişiler, Vedad’ ın cenazesinin Türkiye’ ye getirtilmesi için kıllarını
bile kımıldatmamışlar; Atatürk olan biteni öğrenince öfkelenerek ödenek
çıkartmış ve cenazesinin ülkemize getirtilmesi için emir vermiştir. Cenazeyi yine bir hariciyeci olan Vedad’ ın
erkek kardeşi Bülent getirmiştir. Ve o cenazeye dükkancılar, seyyar satıcılar,
Yeşilköy halkı, hamallar, rençberler; Halit Ziya’ nın kitabını hiç okumamışlar …
gelir. Bunlar da Halit Ziya’ yı düşündürür.
Bir okur olarak kitapta belirtilen
Halit Ziya’ ya Cumhuriyet’ ten sonra takınılan tavır da beni etkilemiştir. Aşk-
ı Memnu’ da toplumun gerçeğini yakalayamamakla itham edilen Halit Ziya, o
zamanın Boğaziçi’ sinde böyle grupların olduğunu açıklayarak kendini savunmak
zorunda kalmıştır. Varlık dergisi de dahil olmak üzere dergilere gönderdiği
yazılar Cumhuriyet’ in empoze etmek istediği yeni kültüre uygun bulunmamış ve
basılmamıştır. Onun cılız bir “ Ama herkesin ifade özgürlüğü olmalıdır.” sözü de dinleyici bulamamıştır.
Selim İleri gerçek hayatlarla
romanları bir arada kurgulayarak ve sanki bir Servet –i Fünun romancısıymış
gibi “kırık” romanlardan “kırık” öyküleri toplayarak bir hamur yoğurmuş. Bir
kişinin hikayesinde birçok hikayeyi veya birçok hikayede bir kişinin
hikayesini, “ kırık” hikayesini, “ kırık” hayatları anlatmış. Bu kırık
hayatları, Servet –i Fünun döneminin
adeta bir temsili olan piyanoyla, bu piyano sesini “ kırık” bir deniz kabuğuyla
dinleyerek sonlandırmış. Eserde “kolajlama” ve “metinlerarası” yöntem gayet
ustaca kullanılmış… Hassas bir duyarlıkla gerçekle roman arasında yer yer
biyografik özellikler taşıyan, dili ve kurgusu mükemmel oluşturulmuş bu kitabı
okumanızı tavsiye ederim.
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın