KategorilerKİTAP ÖZETLERİ VE ELEŞTİRİLERİSerenad Zülfü Livaneli Geçmişle Yüzleştiren İnsanlığı Sorgulayan Eser

Serenad Zülfü Livaneli Geçmişle Yüzleştiren İnsanlığı Sorgulayan Eser

28.11.2019

 

 

“Her çağın kendi zorlukları var ama hiçbiri savaş yıllarıyla karşılaştırılamaz. Umarım hiç savaş görmezsiniz.” ( 47.s.)

 

Kitabın Adı: Serenad

Yazarı: Zülfü Livaneli

Doğan Kitap, 40.baskı/ Mart 2011

Roman,481 sayfa

Okuma tarihim: Ekim-Kasım 2019

 

Yazar Hakkında Kısa Bilgi:

Romanları 30 dilde yayımlanan Zülfü Livaneli, 1946 yılında doğdu.  Stockholm’de felsefe ve müzik eğitimi gördü. 1972 yılında fikirlerinden dolayı askeri cezaevinde yattı, 11 yıl sürgünde yaşadı. Harvard ve Princeton gibi saygın üniversitelerde konferanslar ve dersler veren, romanları, fikirleri ve müziği ile dünya basınında övgülerle karşılanan bir sanatçı olan Livaneli, edebiyat, müzik ve sinema alanlarında 30’dan fazla ulusal ve uluslar arası ödül sahibi.

Eserlerinden Bazıları:  Son Ada, Serenad, Huzursuzluk, Bir Kedi Bir Ada, Kardeşimin Hikâyesi…

 

              OKURU GEÇMİŞLE YÜZLEŞTİREN VE İNSANLIĞI SORGULAYAN ESER: SERENAD

 

      Ele aldığı olaylarla, akıcı anlatımıyla, kahramanlarıyla, kısacası birçok yönüyle bende iz bırakan bir roman oldu Serenad. Anlattıklarıyla, anlatım tekniklerinin başarıyla kullanılmış olmasıyla okurun ilgisini çekecek bir eser. Maya’yla, Kerem’le, Tarık’la, Nadia’yla ve Profesör Wagner’la tanıştığınıza memnun olacaksınız. Ben onları tanıdığıma çok memnun oldum. Bazı milletlerin ( Kırım Türkleri, Yahudiler)  yaşadıkları trajedik olayları, bazı tarihi olayları ( Yahudi soykırımı, Mavi Alay), romanlaştırarak, insanı öne çıkararak ve araştırmalarıyla da güçlendirerek kaleme alan Zülfü Livaneli, sizleri karakterlerle tanıştırıyor. Geçmişle yüzleşmenin, buluşmanın hüznünü ve vicdanlarda açtığı yaranın acısını derinden hissediyorsunuz. Tozlu raflardaki tarihi gerçeklerle, arşivlerdeki trajedik insan hikâyeleriyle sarsılıyorsunuz. Bazen kızgınlıktan bazen duyduğunuz derin kederden, vicdanınızın “Neden, niçin?” diye haykırdığı oluyor.

      Romanın başkahramanı, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten 36 yaşındaki Maya Duran’dır. Eşi Ahmet’ten boşanmıştır ve oğlu Kerem’le yaşamaktadır. Maya Duran’ın, oğlu ve işi arasında geçen hayatı, çalıştığı üniversitenin davetiyle Amerika’dan gelen Profesör Maximillan Wagner’i  karşılamasıyla başlar. Profesörle tanışması, onunla geçirdiği zaman, Maya Duran’ın kendisini dokunaklı bir aşk hikâyesinin içinde bulmasına ve tarihe, ailesine ilişkin birtakım sırları öğrenmesine kadar varıyor. Prof. Wagner’la Nadia aşkının dokunaklı hikâyesi, Mavi Alay olayına dair acı gerçekler,  insanlığı derinden yaralayan Yahudi soykırımıyla yaşanan trajediler… Zülfü Livaneli okurlarını sarsıyor, bir sorgulamayla baş başa bırakıyor. Dünya tarihindeki derin yaraları göz önüne seriyor ve ülkeler arasındaki siyasi çekişmelere, yönetenlerin hırslarına kurban edilen güzelim insanca duyguları- aşkı, sevgiyi, umudu, merhameti, hoşgörüyü- hatırlatıyor. İnsanlığın asıl sorununa dikkat çekiyor:

      “… Bence mesele ‘ Medeniyetler’ ya da ‘Cehalet’ çatışmasından çok ‘Önyargılar Çatışması’...” (57.s.)

       Profesör, yaptığı konuşmada önyargılara dikkat çekiyor ve konuşmasının ilerleyen bölümlerinde yine çok önemli olan şu sözlere yer veriyor:  “…İnsanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı.”(57.s.)

      Zülfü Livaneli, her milletin, her insanın, başını kuma gömmeyip geçmişiyle yüzleşmesine dair bir mesaj veriyor bir anlamda. Alman, Türk, Rus, İngiliz, hangi milletten olursa olsun geçmişte yaşanan acılarda kimlerin payı varsa o acıların üstü örtülmeden masaya yatırılmalı ve geçmişin yaraları geç de olsa sarılmaya çalışılmalı. Savaşlar, soykırımlar, katliamlar… Dünya tarihine dönüp baktığınızda ne yazık ki içimizi acıtan, kahreden, darmadağın eden kıyımlara rastlıyoruz. “Serenad”,  sanki tarihin bazı dönemlerindeki perdeyi kaldırıyor ve insanlığın vicdanını sorgulatıyor.  Kırım Türklerinin yaşadığı acıların bir simgesi olan Mavi Alay, Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırım ve daha birçok tarihi olay, dünya tarihinin kanayan yaralarından birer kesit. Serenad’da sadece bu olaylardan bir kısmının kapısı aralanmış. Maya Duran’ın vicdanı, onu, kendi aile geçmişini ve tarihteki bazı acı olayları araştırıp sorgulamaya itiyor. Geçmişindeki, tarihteki haksızlıkları öğrendikçe içi acıyor, kahroluyor, darmadağın oluyor. Kimi zaman öfkeleniyor kimi zaman derin bir kedere boğuluyor. Sorguluyor, araştırıyor, eleştiriyor. Maya Duran, anneannesinin geçmişte yaşadıklarına dair sır perdesini aralarken anneannesinin onlara hiçbir şey belli etmemiş olmasını bakın nasıl yorumluyor aşağıdaki satırlarda:

       “… Zaten birçok Türk evinde böyle bir suskunluk vardı, geçmiş konuşulmazdı. Sanki o korkunç olaylardan söz etmek, her şeyi yeniden başlatacakmış gibi…

       Türkiye’de hemen her konuda, her kurumda sorunların çözülmesinden çok üstünün örtülmesine öncelik verilmesi, acaba bu alışkanlığın sonucu ortaya çıkan bir durum muydu? 

        Bu memlekette, Kürt sorunundan yoksulluğa, hemen her meselede bir görmezden gelme, yok sayma alışkanlığı vardı…

       Toplum olarak, sessiz bir sözleşmeyle susma kararı alınmış, yaşananlar genç kuşaklara aktarılmamıştı… Belki de anneanneme çok yakın olsam, o da babaannem gibi başına gelenleri anlatırdı. Ama iki kadın da kimliklerini gizlemişler, başka kimlikler altında yaşamışlardı…” ( 181, 182.s.)

       Serenad’da sadece dünya tarihine dair acı gerçekler ve başkahramanımızın aile geçmişindeki gerçekler göz önüne serilmiyor. Tarihe ışık tutan satırlar olduğu gibi bir kadının oğluyla olan yaşamından olağan kesitler, hatta birçoğumuza tanıdık gelen anlar; bir kadının ayakta kalma mücadelesi, toplumun kadına bakışı ve daha birçok sıradan ama gerçekçi sahneler var. Belki de o satırlar tarihteki acı dönemlerden bir nebze olsun okurları bugünkü yaşamla buluşturuyor, biraz nefes aldırıyor. Yazar bizi o acı gerçeklerle sürekli boğmadan günlük yaşamın rutinleriyle de buluşturuyor:

      “… Ne yapalım, her işin zorlukları vardı. Benimki de böyleydi. Boşandığın kocan mahkeme kararına rağmen nafaka parasını ödemezse, 14 yaşındaki oğlunun bütün sorumluluğu ve okul masrafları senin omuzlarına binerse, çok çocuklu Hollywood yıldızları gibi davranma lüksüne sahip olmuyordun elbette.

       Sabahın köründe evden fırlıyorsun, o lanet işyerine gitmek için tıkış tıkış dolmuşa biniyorsun, akşam yine aynı yoldan pestil gibi evine dönüyorsun, hayata gelme amacının PlayStation oynamak olduğunu sanan oğlunun karnını doyuruyorsun ve dünyaya geç gelmiş bir dişi Sisyphos gibi her gün aynı şeyleri tekrarlayarak güç bela ayakta kalıyorsun…” ( 18.s.)

        Bu ve bunun gibi birçok satır, sizi günlük yaşamın alışılmış koşuşturmasıyla buluşturduğu gibi hızla akıp giden hayatın içinde, çoğu zaman hepimizin yaşadığı anların birbirine ne kadar da benzediğini gösteriyor. İşe gidip gelme, kendimizi yorgun bir şekilde eve atma, ayaküstü yeme içme, çocuklarımızın evdeki halleri, onlarla ilgili endişelerimiz, eleştirilerimiz, kısacası çoğu zaman aynı olan sahneler… Serenad, kimi zaman anlattıklarıyla derinleşiyor kimi zaman da hayatın olağan akışıyla ve insan ilişkileriyle baş başa bırakıyor okurları. Belki de romanı farklı kılan ve zenginleştiren bir özellik bu farklı akış.

      Yazar, kahramanları aracılığıyla güzel hayat dersleri de veriyor. Maya’nın babaannesinin şu sözlerinde olduğu gibi: “Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!”( 88.s.) 

      Bu ve benzeri hayat dersleriyle yazar, okurlara, insana bakış ve yaklaşım konusunda önemli uyarılarda bulunmuş oluyor.  Başkahramanımız da romanın ilerleyen bölümlerinde, hem karanlık hem de aydınlık yürekli insanlarla karşılaşıyor. Babaannesinin verdiği bu önemli nasihata rağmen o da yanılıyor. Doğru olduğuna inandığı şeyi yapmaya kararlı olduğu için yapacağı iyiliğin başkaları tarafından nasıl yorumlanacağını hesaplayamıyor. Şile’deki otel odasında 87 yaşındaki profesörü ölümden kurtarmak için düşündüğü çare, uyguladığı yöntem, başkahramanımızın hayatının akışını değiştiriyor. İş hayatı, aile hayatı ve iç dünyasında yaşadığı fırtınalar… Aslında bütün bu çalkantıların yanında Şile’de yaşanan o sıradışı günün olumlu etkileri de oluyor Maya’nın hayatında. Babaannesinin dediği gibi oluyor aynen:  Karanlık ve aydınlık yürekli insanlarla karşılaşıyor. Zor günlerinde ailesinin yanında olması, oğlunun onu anlaması, erkek arkadaşı Tarık’ın ona yardımcı olması gibi güzelliklerin yanında çok tatsız, üzücü, yıpratıcı durumlar da yaşıyor. Ama yaşadığı bütün olumsuzluklarda dik durmayı, mücadele etmeyi, küllerinden doğma çabasını elden bırakmıyor Maya Duran.

       “… Bu haberin hayatımı değiştirdiğini derinden hissediyordum, varlığım sarsılıyordu. Ama yine de kendime hâkim olmam gerekiyordu. Mutfağa gittim, sert bir kahve yaptım. Kendimi zorlayarak içmeye başladım… Aklını başına topla Maya, kendine gel. Sakin ol, sakin ol…” ( 359.s.) Maya Duran gelgitler içinde kendisini toparlama mücadelesinden vazgeçmiyor. Kendini toplamayı başarır ve içinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulacağının planını yapmaya koyulur.  Ezilmeden, boyun eğmeden ve onurluca mücadele eder. Çalıştığı üniversitenin yönetimiyle, basınla, iş arkadaşlarıyla, ona önyargıyla bakıp yanlış çıkarımlarda bulunan herkesle mücadele eder.

       “… Kendimi temize çıkarmak için bu sınavı atlatmam şarttı. Saçıma başıma biraz çeki düzen verdim. Salonu topladım. Bu arada telefonda annemin beş defa aramış olduğunu görüp, ara tuşuna bastım…” (361.s.)  “… İnsan en güç anda bile kendine bir umut yaratmak istiyor. Bir çıkış noktası bulmak için kıvranıyor. Kafamdan çok hızlı ve birbirine karışmış durumda bir sürü düşünce geçmeye başladı…” (366.s.)

        Serenad, o kadar iç içe olaylar zinciriyle akıp gidiyor ki…Zaman zaman geçmişe dönüyor zaman zaman da bugünü yaşıyorsunuz. Eser, sürekli yeni insan hikâyeleriyle, trajedilerle, hüzünlerle, günlük hayatın sıradan koşuşturmalarıyla, aile ilişkileriyle ve en önemlisi de geçmişle karşı karşıya bırakıyor okuru. Maya’nın Ermeni bir ailenin çocuğu olan babaannesinin acıklı geçmişi bizi acıklı bir yaşam öyküsüyle buluşturuyor.

       “… Babaannem altı yaşındayken askerler gelip annesini, babasını, dedesini, amcalarını, teyzelerini götürmüşlerdi.

        Çünkü onlar bir Ermeni ailesiydi ve bütün Ermeniler zorunlu sürgüne yollanıyordu. Bu haber duyulduğu zaman annesi, onu ve kardeşlerini Müslüman komşularına emanet etmişti…”( 92.s.)

       Bir taraftan babaannenin trajedik geçmişi bir taraftan sonradan abisinden öğrendiği anneannesinin acıklı geçmişi… “... Ağabeyimin anlattıklarına göre anneannem Kırım’da doğmuş büyümüş, genç kız olduğunda savaş patlamış. O sıralar Kırım Türkleri müthiş bir Stalin eziyeti altında inim inim inliyorlarmış…” ( 148.s.)  İşte, Maya’nın anneannesinin acıklı hikâyesiyle ilgili satırlar böyle başlıyor.

       Bütün bu hikâyeler; Profesör Wagner’ın karısı Nadia’yla tanışması, evlenmesi, kahreden ayrılıkları, büyük aşkları, Hitler’in Yahudi soykırımı ve geçmişteki daha birçok trajedik olay Serenad’ın sayfalarında akıp gidiyor. Özellikle Nadia’nın da içinde olduğu Struma gemisiyle ilgili satırlarda anlatılanlardan etkilenmemek mümkün değil.  

    Zülfü Livaneli, bu yazıya sığdıramayacağım hüzünleri, haksızlıkları, trajedileri, dünya tarihindeki “karanlık yürekli” insanların yaptıkları kötülükleri, aldıkları yanlış kararları ve en önemlisi de Max ile Nadia’nın büyük aşklarını sığdırmış Serenad’a. Dünya tarihinde trajedilere imza atan (!) kötü yönetimlere rağmen insana insanca davranma mücadelesinin, umudunun asla bitmeyeceğini ve gerçek aşkların ebedi olduğunu sığdırmış.

      Esere dair olumsuz görüşüm ise şu: Yazarın kendisinin ve bazı kesimlerin düşüncelerini kahramanları aracılığıyla satır aralarında okura iletmiş olması: “ Demek ki biz fark etmeden sürekli bir kabuk değiştirme içindeydik. Bizans’tan kurtul, Osmanlı’dan kurtul, Arap kültüründen kurtul… Şimdi de yeni moda: ‘ Kemalizm’den kurtul!’ Mavi Alay’ı sakla, Struma’yı sakla, Ermeni olayını sakla…”(333.s.) Tabii ki bu cümlelerde gerçek payı var ama bunu bir romanda değil de başka bir yazı türünde, mesela bir köşe yazısında dile getirse daha uygun olacaktı sanırım.  Aslında bunu birçok yazar üstü örtülü vaya açık bir şekilde yapıyor.  Belki böyle bir üslup, yazara göre bir samimiyet göstergesi olabilir. “Ben ideolojimi, siyasal görüşümü her fırsatta dile getiririm.” diyerek arkasında durabilir söylemlerinin.  Sonuç olarak, benim bazı satırlara dair böyle bir eleştiri getirmem, bu eleştirimde haklı olduğum anlamına da gelmemeli. Bana göre, romandaki o yüreğimizi sızlatan o dokunaklı insan hikâyelerinin önüne hiçbir şey geçmemeliydi. Günlük siyaset ya da başka hiçbir şey…

      Bazı yerlerde küçük rahatsızlıklarım olsa da Serenad’ı çok severek, önemseyerek okudum.  Onun için esere dair olumsuz görüşüm, eserin güzelliklerinin gölgesinde kalıyor. Zülfü Livaneli Serenad’da, tarihteki trajedilerin, Struma adlı gemideki acıklı ve umut dolu bekleyişin, büyük aşkların hikâyelerini bestelemiş adeta. Akıcı anlatımıyla sizi kitaba öyle bağlıyor ki!.. Hani bazı kitaplar için derler ya, elimden düşüremedim. Serenad da işte tam da bu tanımlamaya uyan bir eser. Aşkla, heyecanla ve bir yürek acısıyla okuyacağınız Serenad’ı eminim ki başkalarına da tavsiye edeceksiniz.

        Elveda Serenad!

                                                                                                                               28.11.2019

                                                                                                                               Sevim KINALI

Eserden Bölümler:

 

“… Ne kadar saf ve naif bir biçimde yetiştirildiğimizi düşündüm. Bırakın yakın tarihimizi doğru dürüst öğrenmeyi, kendi aile hikâyelerimizi bile bilmeden yetiştirlmiştik…” (201.s.)

 

“… Her hikâye, sonuçta insan varoluşunun bir hikâyesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın?” (256.s.)

 

“… Max, arkadaşlarına kararını açıkladı: Nadia için bir serenad besteleyecekti. Bütün müzik yeteneğini ve yüreğini içine koyacağı bir serenad. O günden sonra bir amacı bu olacaktı…” ( 277.s.)

 

“…Evet, coğrafya bir kaderdi ama tarih de kaderdi. O dönemlerde yaşamış olanlar, yanlış zamanda, şu korkunç 20.yüzyılda yüzyılda dünyaya gelmenin acılarını çekmişlerdi. Aynı yüzyılın son yıllarında doğanlar ise refahın, güvenliğin, özgürlüğün keyfini sürüyorlardı…”( 406.s.)

 

“ … ’Elveda Max, elveda Nadia’ dedim. Onların başına gelenleri anlatmaya karar verdim. Çünkü ancak hikâyesi anlatılan insanlar var oluyordu.”

                                                                                                                                                

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da