Sesin Kederi

18.03.2020

“ yıkılan bir ağaçtan farkımız ne ”dedi
İçimde bir ses

bu sesin kederi
bir cam gibi kesiyor yüreğimi
dokuz Temmuz saat beş otuz beş
bu sabahta yine sabah oldu
kuzeyde güneyde
doğuyla batının ortasında içte bir yerde
hayatın arkasında herkes den uzak
bu günde yeni insanlar doğdu

insanlar doğarken su gibi duruydu aslında
bir zaman sonra
beyaz denizlerden kara yolculuklara çıktı çoğu
herkes bir suçlu aradı kendine
biri sevdi diğeri kaçtı
biri ödün verdi diğeri ezdi
kötülük gördükçe ruha yaban gelir oldu iyilik
hayatta görmedikleri gururun kör ettikleri
acı gelen tarafıysa hırsın körelttikleriydi
bilmediler…

cinnet ilk gözlerde resim olurdu hep
ilk kızıla çalardı bakışlar
en büyük savaşlardı tınısı ifadesi
olmayan sessiz çığlıklar
bir kalbe hükmetmek kimin haddineydi
gün geldi gökyüzüne meydan okuyan
koca kulelerde yıkıldı
göz gördükçe göz yumdular
çevresiyle savaşanlar
içlerinde ki çatışmalarda yenik düşenlerdi hep
kötülükleri yok etmek için iç denizlerden başlamadılar
ayrılığın en kolay şekliydi' güle güle '
oysaki gerçek mutluluk
iki bedende tek bir kalple yaşamayı başarabilmekti
kırıldıkça üzüldüler
şefkatin şifalı bitkilerinden karıp
son solukta dirilmeyi istemediler
usandı çoğulları çoğu görmezden geldi
ritmi yavaşladıkça durdu serçe yürekler
öldüler birer birer öldürdüler

kendi halinde büyümüyordu yalnızlıklar
birileri sivri uçlu dille çapalıyor
birleri suluyordu boğarcasına gözleri
her sözün ucu zehirli bir oktu oysa
sukutun panzehirinde yıkamadı
leylak kokulu sulara batırmadı çoğu
başka kaderlerle yarıştırdılar kaderlerini
kalp sorguladıkça sustu diller
bu tanımlanması zor bir kelime
keder veriyorlardı adeta kader soluyarak
sınırlandırmalarla yaşadılar
natürel hayatın içinde
natürelden uzak

bazen silme güneş geçerdi de diplerinden
hiç gece olmayacak sanırlardı
her umutsuzluk bir çukura düşürdükçe
bir basamak daha fazla çıkmayı
matem zamanlarında
kuruyan umut asmalarından
dökülen tohumları ekmeyi başaramadılar
sessizlikte huzura dair sözler büyütmediler
nemelazımcılık almış başını giderken
çiğnedi çoğulları çoğu görmezden geldiler
suya çaresice düşen narin kelebekleri
çırpındılar birer birer çırpındılar

“ yıkılan bir ağaçtan farkımız ne ”dedi
İçimden bir ses

bu sesin kederi
bir cam gibi kesiyor yüreğimi
dokuz Temmuz saat yedi kırk beş
bu sabahta güneş bütün ihtişamıyla doğdu
Ak/deniz de Kara/deniz de
Ege de Marmara da
dünya bir uzak yerde
bu günde yeni insanlar doğdu
izin ver… içimdeki ses
bu kentin kıyısında yaşlanan son insanlar biz olalım

“ şimdi yıkılmış bir ağaçtan farkımız ne “ deme

yıkılan ağaçlarda işe yarar
soy kabuklarını bir kalem bir defter
üzerinde yazılacak bir masa
hiç değilse bir çocuğun oturacağı sağlam bir iskemle ol
büyüsünler birer birer büyüsünler
özgürlüğe onlar cesurca yürüsünler...

Esra Kaya 
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da