ŞİİR DİLİNDE SAPMALAR - Prof. Dr. Doğan AKSAN ve Hulusi GEÇGEL' den

11.07.2013

Bu Eser 11.07.2013 Tarihinde Haftanın Yazısı Seçilmiştir

“Sapma
(İng. deviation) adı altında ele alınan konu, gerek sözcük­lerin ses ve biçim özelliklerinde, gerek dilin sözdizimi açısından nite­liklerinde bilinçli olarak değişikliklere gitmeyi, dilde bulunmayan yeni sözcük ve anlatım biçimlerini kullanma eğilimini içerir. Sanatçı bu eğilimle dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyan / dinleyenin zihninde yeni deği­şik tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar. “[ 1 ]

Levin gibi Leech de şiir diliyle günlük dil arasındaki başlıca ayrım olarak gördüğü incelemelerden biri saydığı sapmaların şu türle­rini belirlemiştir: Sözlüksel, dilbilgisel, sesbilimsel, yazımsal, lehçesel sapmaları. Biz de sapma türlerini, önce sözcüksel sapmalara değinmek üzere ele alıyoruz: [ 1 ]

 

1-  SÖZCÜKSEL SAPMALAR

Sözcüksel sapmalar genel olarak en çok başvurulan sapma türü olarak görünmektedir. Bu türde, dilde var olan kök ve ek biçimbirimlerin yeni yeni birleşimler içinde, yeni öğelerin (üretilmesinde kulla­nıldığı, böylece, dilde bulunmayan göstergelerden yararlanıldığı görü­lür. Leech, konuyu, şairin "dilin normal kaynaklarının dışına çıktığı yollardan biri olarak görmekte, en sık rastlanan tipin, bir birime bir ön ya da sonekin eklenmesi biçimindeki sapmalar olduğunu söylemekte­dir.[ 1 ]

Şiir dilinde şairler tarafından yeni türetilen sözcüklerin kullanılması, sözcüksel sapmaların en belirgin örneklerini verir. Olağan dilbilgisi ve sözcükbilgisi dışında sözcüklerin şairler tarafından yeni biçimlerde oluşturulması bu tür sapmalara örnektir. Kök ve ekler, yeni kök ve eklerle birleştirilerek olağan dilde olmayan yepyeni sözcükler oluşturmada kullanılır. [ 2]

Her ulusun şiirinde rastlanan bu sapmalar Türk şiirinde, özellikle yeni şiirde birçok örneğiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu ör­neklere geçmeden önce XIV. yüzyıla uzanarak büyük Ozan Yunus Emre'nin diline bir göz atmak istiyoruz. Önce, aşağıdaki dizeleri oku­yalım:

"Her kime kim dervişlik bağışlana

Kalpı gide pâk ola gümüşlene

Nefesinden müşk ile anber düte

 Budağundan il ü şar yemişlene

Cümle şair dost bağçesi bülbülü

Yunus Emre anda dürraçlana

 

Burada Emre ilk beyitte gümüşlenmek eylemini kullanmaktadır ki, o dönem Türkçesinde böyle bir eyleme rastlanmıyor; sözcük, ken­disinin türetmesidir. Yemişlenmek eylemi de il ve şehir için kullanıl­mayan, belki yalnız ağaçlar için kullanılabilecek olan bir göstergedir. Dürraç (turaç) kuş adından yapılma dürraçlanmak ise doğrudan doğ­ruya bir özel türetme sayılabilir. Yunus Emre aynı şiir içinde kullan­dığı bu sapmalarla okuyan/dinleyende yeni yeni tasarımları uyandıra­rak anlatımı daha değişik, daha çarpıcı bir niteliğe büründürmektedir. Şairin Türkçede kullanılan benlik sözcüğünden örnekseme (Fr. analogie) yoluyla türettiği senlik sözcüğü de yalnız onun şiirlerinde geçen, 'sana ait olan benlik, kişilik' anlamındaki bir öğedir:

"Al, gider benden benliğim doldur içime senliğin

Bunda iken öldür beni varup onda ölmeyeyim"

 

          _____________

"Terk eyle sen senliğin anda ışkını bul anın

 

Bu ışk içinde ölenin kan bahası didar olur

Yine Yunus'un şiirinde geçen bir öğe de konumuz açısından il­ginçtir. Şair yalınayak bileşik sözcüğünü ayak yalını biçimine döndü­rerek kullanmıştır:

"Baş açık ayak yalını

Çağırayım Mevlam seni"

Yunus Emre'nin güçlü etkisi hissedilen ünlü ilahisinde Hacı Bayram da pâresinde, menâresinde sözcükleriyle uyak oluşturmak üzere bâzâr (pazar) sözcüğünü bazâre biçiminde kullanır:

"Ol şar'dan oklar atılır gelir ciğere batılır Ârifler sözü satılır ol şarın bazâresinde"

Yahya Kemal Beyatlı'nın şiirinde de sözcüksel sapmayla karşı­laşıyoruz. Onun "Açık Deniz" inde

"Gördüm, deniz dedikleri bin başlı ejderi

Gördüm ... güzel vücudunu zümrütleyen deri

Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean"

dizelerinde Türkçede bulunan zümrüt sözcüğünden, Türkçede bulun­mayan zümrütlemek eylemini türettiğini görüyoruz.

 

Şairin "Ses" şiirindeki

Bir neş'eli hengâmede çepçevre yamaçlar Hep aynı tahassüsle meyillenmiş ağaçlar"

dizelerinde geçen meyillenmiş sözcüğü de aynı türdendir. Dilde meyil vermek, meyletmek sözcükleri bulunduğu halde bu yoktur.

Yeni Türk Şiirinde, özellikle kimi şairlerde sözcüksel sapmalara çok yer verildiğini görüyoruz. Aşağıda bunlardan birçoğu gösterilmiş­tir:

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın aşağıdaki şiirinde geçen utanrı, yanrı ve inanrı ve güncül sözcükleri dikkati çekiyor:

"Eski Ses

Evrenin beş yönü de düz

Beş süre Tanrı giderim

Oyalasa bile gündüz

Gece utanrı giderim

 

Güncül kuşlar göçmez ise Doğru dalı seçmez ise

Varıp suyun içmez ise

Dağlara yarın giderim

 

Büyür ekin gözüm ilen

Yeller eser sözüm ilen

Bir ışığı özüm ilen

Duyar inanrı giderim

("Nötron Bombası", Yunus Emre'de olmak, 29)

Özenle incelenecek olursa utanrı, yanrı ve inanrı gibi, sanatçının kendi türetmesi olan öğeler, ikinci dizede geçen Tanrı sözcüğünün örneksemeli (Fr. analogique) baskısıyla, dilde bulunan utan-, yan- ve inan- köklerinden türetilmiştir. Burada Tanrı ile uyak oluşturma çaba­sı da etkili olmuş, ses ve anlam açısından okuyucu/dinleyiciye değişik tasarımlar sunulmuştur. Şairin aşağıdaki dizelerinde de yoksu, uykuca, uykumsu, uykucez, ölürkenlik gibi türetmeleri ilginçtir:

"Akdeniz

Yüzümün suda karanlıkta Düşüncelerden yoksu yoksu Evrenin bir parçası kadar Maddesiz serin serin yüzümün"

("Dört Kanatlı Kuş", 162)

"Uyku Üzerine Arama Getirsinler yaşamayı ölümü ucuca Uykuca

Sıcaklığı ölülerin kucak kucak Uykucak

.

.

.

 

Hadi ilk gördüğün son gördüğün su Uykumsu

.

.

.

 

Soğuk mu soğuk üç arşın beş Uykucez

("Âsû", 248-49).

Sanatçı okuyucuda, bu yoldan çok değişik tasarımlar uyandırmak­tadır.

"Anladım nice sonra

Göstermek istemedi ölürkenliğini Ölümden iğrenirdi çok"

("Ziya Arıkan'a Ağıt", Nötron Bombası, Uzun İkindi, 54).

Dağlarca'nın "Yunus Emre'de Olmak" şiirinde (s. 64)

 

 

 

"Ulul uyku varı almış

yoğu bırakmış o gece"

dizelerinde geçen ulul sözcüğü de ulu'dan türetilmiştir.

Özdemir Asaf’ın aşağıdaki dizelerinde geçen sevgilemek ve sevgilenmek eylemleri de Türkçede hiç kullanılmamış birer türetmedir:

"Ben tuttum seni Yazdım sevgiledim Çizdim sevgiledim

 

Sen sevgilenince

Seni tam kalbinden vurdum

Seni kestim, seni yedim"

("1-2", Bir Kapı Önünde, 135)

Cahit Zarifoğlu'nun bir şiirine verdiği güzelcin adı (Şiirler, 263) Türkçede ilişki, bir nesneyle bağlantı gösteren [Cİn] biçimbirimiyle kurulmuş, güvercin, örcün, çamurcun gibi sözcüklere benzeyen bir tü­retmedir. Aynı sanatçının "Mavi Gök Orada mı?" şiirinde geçen,

"Yapayaşlı bir rum kadın"

(Bütün Şiirleri, 124)

dizesinde kullandığı yapayaşlı da yapayalnız'ı çağrıştıran, onun örneksenmesiyle oluşturulmuş bir türetmedir. Onun aşağıdaki türetmesini de eklemek istiyoruz:

"Yanıldım avrupalanmakla çün bizde

Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle"

("Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı", Bütün Şiirleri, 180)

Metin Eloğlu'nun aşağıya aldığımız dizelerinde de üzümcül, bıkıntısız gibi sözcüksel sapmalarla karşılaşıyoruz; şiirin adı da (Bıkım) aynı türdendir:

 

"İnanın bıktım şu çalının her güz döngel vermesinden

Ekşisinden vişnelerin ve üzümcül koruğun, neden "

.

.

.

Çınar gitgide çürümedi, son dedenin dayısı dikmiş olamaz

Bıktım bıktım mı senden? a hiç bıkıntısız"

("Bıkım", Türk Dili XXXI (1975), 186)

Onun "Üçsemeler" adlı şiirinin adı da, aşağıdaki dizelerinde geçen akrebimsi ve insansılık gibi sözcükler de aynı açıdan ilginçtir. Bunlardan akrebimsi, [- (i)msi)] ekiyle sıfattan değil, addan türetil­miştir:

"Bir akrebimsiy\e yattım dün gece

Ne ağırladı ne de sarmaştı benle

İnsanlığı yok muydu ki ne"

("Üçsemeler", Dizin).

Salâh Birsel'in "Haydar Haydar"ından geçen gıjlamak, şor eyle­mek, gürzlemek sözcükleri de sözcüksel sapma örneklerindendir.

"Başlamasa da tüfekler gıjlamaya"

("Mangır" Haydar Haydar, 36)

"Şorlamaktır dileğim senin yerine

Şor eylemek yarıklarda iyi bil"

 

"Çok cenk oldu Saadparem / gürzlemeye ölü geldi"

(aynı yer, 37, 40)

Yeni Türk Şiirinde sapmalar bakımından Cemal Süreya'nın özel bir yeri vardır. Onun bir şiir kitabına verdiği Üvercinka adı üzerinde, önceden durmuştuk (6.5.1.5., Uzak Çağrışımlar). Türkçe güvercin sözcüğüne dayanan bu ad Slav kadın adlarına gelen -ka küçültme ekiyle genişletilmiş, böylece güvercin tasarımıyla birlikte Slav kadın­larını anımsatan tasarımları da yansıtır olmuştu. Şairin bu adı taşıyan kitabında göz göstergesiyle ülke gösteren Farsça kökenli [-(i)stan] ekini birleştirerek türettiği gözistan sözcüğü aynı türden, ilginç bir öğedir:

"Gözleri göz değil gözistan"

("Bun", Üvercinka, 65).

Böyle yeni ve değişik bir sözcük, okuyan/dinleyende, şiirde anla­tılan kadının gözlerinin büyüklüğü, etkililiği, yüzünde gözün ne önem­li bir yer tuttuğu gibi değişik tasarım ve imgeleri çağrıştırmaktadır. Onun, aşağıya aldığımız dizeleri de sapmalara olan eğilimini sergi­lemektedir:

"Aşkımız şimdi görklü bir hayatın

Yabancaya berbat bir çevirisi

Sen metinde üç beş satır atladın

Ben geçmiş zamanla dondurdum tülleri"

("Dikkat Okul Var" Sevda Sözleri, 167).

"Şu senin dolayık sesin var ya

Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehçen"

("Var", Sevda Sözleri, 188).

"Ilım günleri gelirdi taraçalar

Uzatırdı mevsimölçerlerini "

("Karne", Sevda Sözleri, 150)

"Birbirimizi kucaklarken neye yarar

Kucaklamıyorsak eski yeni sevgilileri

Diyorum çoğunca evli kadınlar

Bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar"

("Uçurumda Açan), Sevda Sözleri, 178)

"Sen elisürencil

Öyle bir laf varsa işte o"

("Özür", Sevda Sözleri, 126)

 

"Geceler yukarda telcek-bulutcak"

(Hamza Süiti", Sevda Sözleri, 28).

"Giderek renkleri koyulaşır

Avukattırlar

Günoğlududur

Nilüferleri kararta kararta

Kalırlar orda"

("Onlar için Minibüs Şarkısı", Sevda Sözleri, 161).

"Oldurmanın yakmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri

Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi

Bir senin gözlerin var zaten daha yok

Ya bu başını alıp gidiş boynundaki

Modigliani oğlu Modigliani"

("Aslan Heykelleri")

Görüldüğü gibi, bu örneklerin bir bölümünde yepyeni türetme ve birleştirmelere gidilmiş (Örn: yabanca, mevsimölçer, elisürencil gibi), bir bölümünde ise var olan kalıplara yeni sözcükler yerleştirilmiştir (Ünlü İtalyan ressamı Modiglia'nın adının hinoğluhin ya da herhangi

bir .... oğlu... kalıbına uygun olarak kullanılışı ya da Osmanlıcada

'zamana göre davranan, zamana uyan' anlamında geçen İbnü'l vakt ya da ibn-i vakt tamlamasının çevirisi izlenimini veren günoğlu türetmesi gibi). [ 1 ]

 

Şiirimizde “İkinci Yenicilerin şiirlerinde yer alan kelime deformasyonlarını, Garipçilerin ve toplumcu gerçekçi şairlerin bildirişimi öne çıkaran şiir dillerine bir tepki olarak değerlendirebiliriz. Okuru sarsmak isteyen İkinci Yeniciler, anlamı örtme isteğinin bir sonucu olarak bu tür kelime deformasyonlarıyla bir şaşırtmaya da gitmek istemişlerdir. Onlar şiirin

sadece soldan sağa değil; sağdan sola ya da yukarıdan aşağıya da okunması gerektiğini göstermeye çalışmışlardır.

Ece Ayhan, birçok şiirinde, sosyal hadiselere tek boyutlu yaklaşılmamasının sakıncalarını ortaya koymaya çalışır ve aynı dizgi içinde bir değil, birçok doğrunun olabileceğini göstermeye çalışır:

 

“Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş”

 

Dizedeki “isa asi” sözcükleri tersinden okunduğunda aynı kelimeler ve anlamlar ortaya çıkmaktadır. Bir peygamber olan “İsa”nın bir kelime oyunuyla “asi”ye dönüşebileceği gösterilerek her olguya çok yönlü yaklaşılması gerektiği vurgulanmaya çalışılmıştır. Sanatçı, en azından okurunu, şiirlerini okurken tetikte olmaya ve şiir diline çizgisel bir düzlemde

yaklaşmamaya çağırmaktadır.

 

“Çapalı Karşı”

“Ayrılırken esrikti, elinde potin, ayağında şemsiye”

“dikeni seven gülüne katlanır bir kadın”

“Beyaz kargalarlı, aykırı düşüncelerdir”

 

İkinci Yeni şiirindeki kelime deformasyonlarından örnekler:

 

Düzlüğü Azize Sofya

bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû

kellesi alınmak üzere Mermer Denizi’nden çağrılmış

“Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler”

“Kendini doğuruyordu bir cinaedi. Dimdoğru.”

“Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz”

“Ve bir melankolya çiçeği, saksıda”

“Boğazlar üzerine bir ankabakışı Çamlıca’dan”

(Ece Ayhan)

 

“Üvercinka”

“Gözleri göz değil gözistan

“Geceler yukarda telcek-bulutcak

Ilım günleri gelirdi taraçalar

Uzatırdı mevsimölçerlerini

(Cemal Süreya)

 

“O zaman bütün İstanbulistan Vizansiyadan kalan sarıdaydı

Vizansiyanın rengi eski bir yapraktır”

(Turgut Uyar)

 

Senleniyorsun böyle bir gecenin içinden bana”

(İlhan Berk) [ 2 ]

 

 

2 - BİÇİMBİLİMSEL/ DİL BİLGİSEL SAPMALAR

Leech'in ve Özünlü'nün "dilbilgisel sapmalar" arasında yer ver­dikleri sapmalardan önemli bir bölümü, biçimbilim açısından değişik­likler gösteren kullanımlardır.

 

Kimi sanatçılar ortak dilin belli, kalıplaşmış eylem çekimlerinde, sözcüklerin başka sözcüklerle bağdaştırılmasında bilinçli değişiklikle­re gitmekte, bir çeşit özgürlük yaratma ve beklenmeyen kullanımlar­dan yararlanmayı denemektedirler. Örneğin Özdemir Asaf’ın aşağıdaki dizelerinde şimdiki zaman (olumsuz) çekiminin bilinçli olarak değiştirildiğini görüyoruz:

"Kimseyi seslemeyorum Aldatmayorum kimseyi

.

.

Kimseyi avutmayorum Eğlemeyorum kimseyi"

("Oyundaki Olmayan", Bir Kapı Önünde, 180).

Ece Ayhan ise ortak dilde bulunmayan dinlenirdir ve bakarak'ın kısaltılmışı (eski bir ulaç biçimi) baka'ya dizelerinde yer veriyor:

"Şiir de, duraklarda, dinlenirdir, dinlenir"

(Zambaklı Padişah, XIII)

"1. Kara bir gülü koklatabilmiştir bir küçük nakış Barbaros'a

2.  Uykusuz sevgilisine "Nigâri böyle yazdı" der diz üstü

3.  Kesikbaşlara baka İtalyanca konuşmuştur"

("Nigâri Böyle Yazdı" Çok Eski Adıyladır, 49)

Hilmi Yavuz da ortak dildeki yaygın çekim biçimini (atlarlardı) değil, konuşulan dilde kimilerinin kullandığı biçimi (atlardılar) yeğle­mekte, görünüyorlardı'yı da görünüyordular'a çevirmektedir:

 

"Rüzgârlı camlar! sizden bakıyorken

atlardılar, ordaydılar, yağmurlanmış ve defnelerden

görünüyordular"

("Rüzgârlı Camlar", Yazko Edebiyat 37 (1983), 42).

Cemal Süreya, aynı zamanda bir sözdizimsel sapma sayılabile­cek olan aşağıdaki örnekte, Türkçede ardıl bir biçimbirim olan ve süt gibi, çiçek gibi, su gibi... kullanımlarıyla görülen gibi ilgecini öncül bir biçimbirime dönüştürerek tam bir sapmaya yönelmiştir:

"Gibi bir Erzurumlu yanından geçen minarelerin

Daracık ıslığına buyur etmiş bütün mavilikleri"

("Süveyş, Üvercinka, 49)

Biçim açısından olduğu gibi ses, anlam ve sözdizimi bakımından da çok ilginç bir sapma Cemal Süreya'nın aşağıdaki dizelerinde gö­rülmektedir: [1]

"Ben nice gözle nice denizle nice gazelle

Rimle gördüm rimle bildim rimle yaşadım seni

 

Ben nice gözle denizle gazelle nice nice

Seni gördüm rimle bildim rimle yaşadım rimle"

("Gazel", Üvercinka, 75)

Şair burada 1. kişi iyelik eki [-(İ)m] ve ile bağlacını içeren ve hece bölünmesiyle rimle biçimine giren bir ses bileşimini dize başına alarak, aynı zamanda rim hecesinin vurgusundan yararlanarak ona anlam ve etki gücü kazandırmıştır. Biri iyice vurgulanan iki hece yi­nelenince 1. 2. dize arasındaki bağlantı yitirilmeden gözlerin, denizle­rin ve gazellerin şairle olan bağlantısı (bana ait olan, gerçekten benim olan gözler, denizler, gazeller) ön plana getirilmiş, anlamca belirgin­leştirilmiştir. Biçimbilim açısından dildeki kullanımdan çok başka olan bu örnek ikinci ikilide yinelenerek pekiştirilmiştir. [ 1 ]

3 - ANLAMBİLİMSEL SAPMALAR

Yukarıda, Cemal Süreya'nın örneğinde görüldüğü gibi, şairler sözcüklerle, onların bağdaştırılma biçimleriyle oynayarak, dilde daha önce kullanılmamış türetme ve birleştirmelere giderek okuyan/ dinleyene anlam bakımından daha güçlü bir dil sunmaya, onların zih­ninde yepyeni, değişik tasarımlar, imgeler oluşturmaya yönelmekte­dirler. Özellikle, göstergelerin bağdaştırılmalarında olağan kullanım­ların dışına çıkan, Alışılmamış Bağdaştırmalar bölümünde ele aldığı­mız örnekler anlambilimsel sapmaların en belirgin tanıklarıdır. Birçoğu deyim aktarmalarına dayanan bu örnekler her ülkenin yazınında görülmekte ve araştırıcılarca ortaya konmaktadır. Daha önce birçok örneğini gösterdiğimiz alışılmamış bağdaştırmalara, konumuz açısın­dan ilginç birkaç dizeyle değinmek istiyoruz:

XVIII. yüzyılın ünlü Divan Şairi Şeyh Galip, dizelerinde 'gam, üzüntü ilkbaharı' anlamına gelen nevbahûr-ı gam tamlamasına yer ver­miştir:

"Nevbahâr-ı gamına bülbülüz ol gonce femin

Ararız hande-i dîrîneyi giryân olarak

 

(O gonca ağızlının gam baharına bülbülüz;

eski gülüşü ağlayarak ararız).

Bu beytinde şair ilkbahar ve gam gibi, özellikle duygu değeri ba­kımından birbirine ters düşen iki öğeyi bağdaştırmış, değişik bir tam­lama kurmuştur.

 

Cumhuriyet dönemi şairlerinden, kısa ve güçlü dizeleriyle tanın­mış Kemalettin Kamu, "Güz" şiirinde

"Kurudu artık otlar

Bitmiyor tazeleri

Birikinti sularda

       Yaprak cenazeleri"

derken dilde hiç kullanılmamış bir tamlamadan yararlanmış, bu an­lambilimsel sapmada "cenaze" göstergesinin duygu değerini, sonbaha­rın yarattığı hüzünlü ortama uygun düşecek biçimde yaprak gösterge­sine aktarmıştır. [ 1]

 

 

İkinci Yeni şiirinin en belirgin özelliklerinden birisi de, alışılmamış bağdaştırmalara çok sık yer vermesidir. Bu şiir hareketi üzerine yapılan tartışmalarda “anlamsız” şiir suçlamasının bir dayanağını da, birbirinden uzak çağrışımlı kelimelerin bağdaştırılması oluşturmuştur. Ece Ayhan da, okuyucuya yeni tasarımların sunulmasında önemli roller yüklediği imge, sembol ve benzetmelerin yanında, daha başka tasarımların da aktarılmasını sağlayan alışılmamış bağdaştırmalara çok sık başvurmaktadır.

 

“ay Türkçe rakı çıkmıştır kapalı”

“bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû”

“bütün ellerinin sokakları aşktır senin A. Petro”

“sessizce bitiyor ilk güneşte icra-iflas duası”

Aksan (1998: 202) “bağdaştırma”yı, “ister bir tamlama, isterse bir cümle içinde olsun birden çok birimin bir araya gelmesi” olarak tanımlamaktadır: “Asma köprü, “çatlak tabak”, “kavun dilimi”, “duvarın boyası”; “Havalar ısınıyor”, “Elektrikçi ütüyü onardı” örneklerinde olduğu gibi. Dildeki göstergelerle, tamlamalar ya da cümleler oluştururken, “alışılmış” ve “alışılmamış” olmak üzere iki türlü bağdaştırma oluşturulmaktadır.

 

Alışılmış bağdaştırmalar, dilde yaygın olan ve kullanıldığında yadırganmayan kullanımları göstermektedir: “Genç adam”, “körpe salatalık”, “çizgili defter”, “kırık testi” gibi tamlamaları ya da “Çocuk dersini çalıştı”, “Radyocu radyoyu onardı” gibi cümleleri, duyuldukları zaman zihnimizde çözümlemekte bir güçlük çekmediğimiz için “alışılmış bağdaştırmalar”dır.

 

Alışılmamış bağdaştırmalar ise, “genç kıskançlık”, “körpe kimya”, “Radyocu domatesi onardı” örneklerinde olduğu gibi, bağdaştırılan öğelerin anlam açısından birbirleriyle uyuşmamalarından doğmakta; yeni ve birbirleriyle bağdaştırılamayacak kavramların bir arada kullanılmalarından ileri gelmektedir.

 

Şiirde alışılmamış bağdaştırmalar yoluyla, “geniş bir düşünce-tasarım-duygu-görüntü yumağı” oluşturulması ve “göstergelerin ustaca, özgün bir biçimde” bağdaştırılması amaçlanmaktadır. Böylece şiir, yaratılan değişik tasarımlarla birlikte okuyana / dinleyene bir duygu ve düşünce zenginliği yaşatmakta ve güçlü bir anlatıma erişmektedir.

 

İkinci Yeni üzerine yapılan tartışmalarda sürekli olarak ön plâna çıkan “anlamsız şiir” kavramının sebeplerinden biri de (bir diğeri sözdizimi deformasyonudur), alışılmamış bağdaştırmaların yol açtığı mantık dışı söyleyişlerdir. Bu akımın önde gelen temsilcilerinin yeni tasarımların sunulmasında alışılmamış bağdaştırmalardan ne şekilde yararlandıklarını

gösteren birkaç örnek verelim:

 

“Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum”

“En akıllı tarafımdır balıkla deniz tutmak”

“Çocuğu çocukluyor bir düdüğün kırmızısı”

“Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda”

“Bu kaç kapılı konyak”

(Edip Cansever)

 

“Ay sessiz sedasız bir çingenedir”

“Adam yıldızlara basa basa yürüdü”

“Dengesini uzun bıyıklarına borçlu yürürken”

“Başladı Afrikası uzun bir gece”

“Güvercin kuşkusu cırlak güneş”

(Cemal Süreya)

 

“Denizin pencereleri sürgülüydü”

“Atımı istedim evin göğü gerindi”

“Yalnızlığın dükkânlarında hasır koltuklarda oturduk”

“Bu denizler ne güzel böyle değil mi f”

“Bir f’diniz Önasyalarda o şey evlerde”

(İlhan Berk)

 

“Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt emmeye”

“Ses kışı. Ateş yırtıldı. Çarpıldık.”

“Bir bülbül içimde sedefle kaplanıyor”

“Kaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulut”

“Baharı seller götürdü boğuldu yaz”

(Sezai Karakoç)

 

Üzünç yüklenmiş bir gemi”

“soğuk tirşe renkli salı günleri arkamızdan koşardı”

“En cumartesili bir İstanbul düşünerek bu kantoları düşünüyorsun”

“Yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış”

“arsenik şişesine eylül doluyor”

(Ece Ayhan) [ 2 ]

 

4 - SESSEL SAPMALAR - BÖLGE AĞIZLARINA ÖZGÜ KULLANIMLAR

Bu ad altında ele alınan özellikler, değişik amaçlarla ortak dildeki göstergelerin ses açısından değiştirilmesi yoluyla meydana gelmiştir; başka dillerin şiirlerinde olduğu gibi bizim şiirimizde de görülür.

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın kimi şiirlerinde rastladığımız sessel sapmalar belli bir amaçla, sözcüklerin konuşulan dildeki, bölge ağız­larındaki söyleyiş biçimleriyle verilmekte, böylece bir yandan konu­şulan dilin doğallığı, bir yandan da kişilerin bölgesel ağızlarla olan bağlılığı yansıtılmış olmaktadır:

" Manda

Ben çatal tırnaklı, ben kocamış, ben camız Tam ayam üzre gelir Ayışığı tam ayam üzre"

(Kınalı Kuzu Ağıtı, 11).

Buraya üç dizesini aldığımız şiirin bütününde ayam üzre biçimi altı kez yinelenmekte, konuşulan dilde bir kaynaşma (Fr. contraction) sonucu oluşan biçim yeğlenmiş bulunmaktadır. Onun aşağıdaki dize­lerinde de kaçamık (kaça mı ki?) değel ve elliuruş kullanımlarına rast­lanıyor:

"Elliuruş

- Kaça gelirsiniz Dört kişi

On çeki odun yarmaya?

- Kaçamık

Çeki başına elliuruş

- Çok değil mi?

- Çok değel

Ağam

Bir simit

Elliuruş

(Kınalı Kuzu Ağıtı, 63).

Cemal Süreya'nın "Ülke" adlı şiirinde ise sessel sapmayla birlik­te anlam açısından değişik kullanımlarla oluşmuş anlam sapmalarına da rastlıyoruz:

Cemal Süreya'nın "Ülke" adlı şiirinde ise sessel sapmayla birlik­te anlam açısından değişik kullanımlarla oluşmuş anlam sapmalarına da rastlıyoruz:

"Saat çini vurdu birden: pirinççç

Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan

Kasketimi eğip üstüne acılarımın

Sen yüzüne sürgün olduğum kadın

Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin"

(Göçebe, 6).

 

Bu dizelerde, dikkat edilecek olursa pirinç sözcüğündeki /ç/ sesi iki kez yinelenerek üçe çıkarılmıştır. Şair hem bu ses izleniminden, hem de Çin sözcüğünün ses izleniminden yararlanarak gecenin ileri saatlerinde (uykusuzluktan söz ediyordu) çalan bir saatin ince, çıngıra­ğa benzer sesini canlandırmayı sağlamıştır. Burada pirinç sözcüğü, aynı zamanda, bu sesi verecek bir metal oluşu nedeniyle de kullanıl­mıştır. Çin özel adı da ancak ses değeri nedeniyle seçilmiştir. Zira "sa­atin Çini vurması" da bir anlamsal sapmadır; bir alışılmamış kullanım­dır. Ayrıca bembeyaz uykusuzluk, kasketini acılarının üstüne eğmek, (birinin) yüzüne sürgün olmak da alışılmamış bağdaştırmalar olup an­latımı belirgin bir biçimde güçlendirmektedir. Çünkü, örneğin yüzüne sürgün olmak kullanımında (bir kente, bir kaleye sürgün olmak olağan kullanımdır) bir kadına bağlı, ondan ayrılamaz durumda, hep onu dü­şünmekte olma, ondan vazgeçememe durumu başarılı bir aktarmayla dile getirilmiştir. [ 1 ]

 

5 – ALIŞILMAMIŞ SÖZDİZİMİ

Türkçe’nin Göktürk Kitabeleri’nden beri gelen sağlam bir nesir dili bulunmaktadır. Bir duyguyu, düşünceyi, olayı ya da isteği en açık bir şekilde anlatmayı hedefleyen nesir dilinde kelimeler, dilbilgisi kurallarına uygun olarak sıralanır. Nazım dilinde ise, ahenk temin edebilmek maksadıyla vezin ve kafiye gereği bu yapı bozulmakta, dilbilgisi kurallarına tam anlamıyla bağlılık aranmamaktadır.

Şiir dilinde sözdiziminin bozulması her dönemde görülen bir özelliktir. Ancak, İkinci Yeni şiirindeki değiştirmeler, kendilerinden önceki şiirde olduğu gibi kelimelerin seslerinden yararlanmak için vezin ya da kafiye gereği değil; şiirde kendine amaç bir dilbilgisi oluşturma gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dil, Garip’te olduğu gibi bir anlatım aracı olarak görülmemiş; kendisi şiirin bir konusu haline gelmiştir. Kasıtlı sözdizimi deformasyonları, anlamı örtmenin, gizlemenin bir aracı olarak da kullanılmıştır.

 

İkinci Yeni sanatçılarının “Şiir geldi kelimeye dayandı”, “Şiir kelimelerle kurulur” ya da “Şiir salt kelimeciliktir” sözleri, bu şiir hareketiyle dadaizm, sürrealizm ya da letrizm arasında benzerlikler kurulmasına yol açmıştır. Bu yakıştırmaların arkasından da, anlamsız şiir suçlamaları gelmeye başlamıştır. Bu sözlerle ifade edilmek istenen temel düşünce, şiirin bir şeyler anlatmak için değil; kendisini kurmak için yazıldığıdır. Garipçiler şiir dilini, her türlü sanattan arındırarak, tıpkı nesirdeki gibi, tek anlama dayalı olarak kullanıyorlardı. Böyle bir dil kullanımı, kelimelerin anlam (gösterilen) yanını öne çıkararak gösteren tarafını (İkinci Yenicilere göre kelimeyi) göz ardı ediyordu.

 

Ece Ayhan, İkinci Yeni şiirinin de belirgin özelliklerinden birisi olduğu üzere, şiir sanatında dilbilgisi kurallarının geçerli olmadığına inanmaktadır. Bunda, şiir anlayışlarına bir tepki olarak ortaya çıktıkları Garip şiirinin de etkisi olmuştur. Garipçiler, şiir dilinde deformasyona gitmeye ya da olağan sözdiziminin düzenini bozmaya karşıydılar. Teşbih, istiare, mecaz gibi sanatlara yer vermeden, dili herkesin anlayabileceği bir şekilde kullanmak temel ilkelerinden birisiydi. Birinci Yeni’nin bu tek anlamlı dil kullanımına bir tepki hareketi olan İkinci Yeni, anlamı mümkün olduğu kadar örtmeye, gizlemeye, hatta şiir sanatında o kadar da önemli olmadığını ileri sürerek rastlantıya bırakmaya çalıştı.

 

Ece Ayhan’ın “yerleşik sözdizimi ile yazılamayacak her şeyi yeni sözdiziminden yararlanarak dile getirmek” (1993: 187) düşüncesi, İkinci Yeni’nin zor anlaşılır şiir dilinin hareket noktasını da ortaya koymaktadır.

 

Ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım İstanbul

(Ah İstanbul! Kesmece karpuzun içindeki delikanlım)

Konuşuluyordu mahallelerde iç ve dış

(İç ve dış mahallelerde konuşuluyordu)

Giriyor bir kumru içeri camdan çatlak.

(Bir kumru çatlak camdan içeri giriyor)

İkinci Yeni şiirindeki sözdizimi deformasyonlarını, anlamı kapalı ya da anlaşılmaz kılma düşüncesinin bir parçası olarak görmek; kelime oyunculuğu olarak değerlendirmek ya da kendine amaç bir dilbilgisi sapması durumuna indirgemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Şiirimizin İkinci Yeni’den sonraki gelişimi düşünüldüğünde, bu arayışlar, yeni bir şiir diline / söyleyişe bir adım olarak değerlendirilmelidir. Zira, Garipçilerin gündelik hayatı içinde anlattığı sokaktaki adam ya da Toplumcu Gerçekçilerin sınıf mücadelesi içinde ideolojik bir varlık olarak gördüğü insan, artık kentli birey olarak bütün iç dünyasıyla şiirin konusu haline gelmiştir. Böylesine kompleks bir konu, yeni bir biçimi ve şiir dilini de

beraberinde getirmiştir.

 

6 – YAZIMLA İLGİLİ SAPMALAR

Şiirin geleneksel özelliğinin dışına çıkılarak dize başının küçük harfle yazılması, özel isimlerin baş harfinin küçük yazılması, dize içinde cins bir ismin baş harfinin büyük yazılması gibi yazım kurallarını ilgilendiren sapmalardır.

 

Cumhuriyet dönemi şiirimiz, “iç yapı”, “dış yapı” ayrılığına son vererek “öz-biçim” kaynaşmasını getirmiştir. Özellikle Garip’ten sonraki dönemde, şairler geleneğin önlerine koyduğu nazım şekillerinden uzaklaşarak öze en uygun biçimi oluşturma arayışı içine girmişlerdir. Bu arayışlar sonucunda “kalıp”, yerini “biçim”e bırakmıştır. İkinci Yeni akımının da büyük katkılar sağladığı yeni biçim anlayışında, şiirin şekil yönünden belirli bir kalıba bağlanması söz konusu değildir. Her şiir, özüne en uygun biçimi almaktadır. Yeni biçimde, gelenekten bir sapma olarak, eski nazmın bir kuralı olan her

dizenin ilk harfinin büyük yazılması zorunluluğu da ortadan kalkmıştır. Böylece, İkinci Yeni sanatçıları, soyut bir anlatıma ulaşmada dilbilgisi yanında yazım kuralları ihlalinden de yararlanmışlardır. [ 2 ]

 

SON İKİ SAPMA ( ALIŞILMAMIŞ SÖZDİZİMİ VE YAZIMSAL SAPMA) İLE İLGİLİ  

 

Şiir dilini inceleyen bilginlerden S. Levin, yukarıda da değindiği­miz gibi, "alışılan dilin dilbilgisiyle uyuşmayan bütün sapmaların" şiir dilinin olağan, doğal dilden ayrılan yönlerinden biri olduğunu belirtir (1962: 11). Aynı konuya değinen başka yazarlar içinde şiir ve yazın dilinin ayrı bir dilbilgisinin bulunduğunu benimsemeye yönelenler, şiir dili incelemelerinin kendine özgü yöntemlerle yürütülmesi gerek­tiğini ileri sürenler de vardır. Burada bunlara değinmek istemiyoruz. Ancak hemen belirtelim ki, günümüz şiiri de içinde olmak üzere şiir dili bir bütün olarak ele alınırsa - daha önce değindiğimiz gibi - onun ayrı birtakım kurallarının, ayrı bir dilbilgisinin olduğunu söylemek olanaklı değildir. Sapmalar, bu bütün içinde büyük bir yer tutmaz; kullanılan sözvarlığı yine genel dilin sözvarlığıdır.

 

Sapmalar içinde, yukarıda değindiğimiz türler dışında, daha baş­kalarına da rastlanmaktadır. Örneğin sözdizimsel sapma olarak nitele­yebileceğimiz, aşağıdaki dizelerindeki kullanımıyla Yahya Kemal Beyatlı'nın, şiirinde zaman zaman rastladığımız sapmalardan birine yer verdiğini görüyoruz. Bu örnekte sapmanın oluşumu bizce, uyak kaygısından kaynaklanmakta ve bile bağlacı, sözcük sırası değiştirile­rek kullanılmaktadır:

"Hiç dönmemek, ölüm gecesinden bu sahile

Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile"

("Eylül Sonu" Şiiri, Kendi Gökkubbemiz)

Dildeki doğal kullanılışında ölümden bile beter kuruluşunda görü­len bağlaç, bir önceki dize sonundaki sözcükle, böylece uyak oluştur­muştur. Şairin "Vuslat" şiirinde kullandığı onlar ki... biçimindeki, ilgi adılıyla kurulmuş ve daha çok Fars şiirindeki anlatımları andıran özne gibi, güller tutuşan bahçe tamlaması da bir sözdizimsel sapma sayıla­bilir:

"Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler

Bir gün nereden, hangi tesadüfle gelirler?"

(Kendi Gökkubbemiz)

Doğal dilde güllerin tutuştuğu bahçe ya da gülleri tutuşan bahçe biçiminde anlatım bulabilecek olan bu öbek de yine, uyak kaygısıyla meydana gelmiştir.

Leech'in (1969: 79-83) ve Özünlü'nün (1983: 44) değindikleri, uyak yapma zorunluluğunun yol açtığı örneklerin dışında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak şiirde yer verilen sözdizimsel sapmalar da vardır. Örneğin Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın aşağıdaki dizelerinde, aslında, yö­nelme durumundaki bir tümleç alan ağlamak eyleminin (bir kimseye, bir şeye ağlamak) belirtme durumundaki bir tümleçle kullanıldığını görüyoruz:

"Ağla ağla

Oburluğumu

Yalancılığımı

Kötülüğümü sen yeşile karşı"

("Doğan Çocuğa İlk Gecesinde Utanma", Haydi, 14). Bu örnekler de kolaylıkla artırılabilir.

Kimi sanatçıların sözcüklerin yazımında başvurdukları değişiklik­ler de "yazınsal sapma" olarak belirlenmektedir. Örneğin Metin Eloğlu, aşağıdaki dizelerinde bir deyimi (cim karnında bir nokta), sözcüklerini bitiştirerek kullanmaktadır:

"Neler almalı ki yanımıza

Kedi mi azık mı rüzgâr gülü mü

Ya da cimkarnındabirnokta

Kestiremiyorum"

("Sığ" şiiri, Yazko Edebiyat 37 (1983), 30).

Turgut Uyar'ın nehirlere binmek biçimindeki alışılmamış bağ­daştırmayı da içeren aşağıdaki dizelerinde ise kalır sözcüğünün büyük harfle yazıldığı görülmektedir:

"Bir kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde

Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça"

("Çok Üşümek" şiiri, Milliyet Sanat, Yeni dizi 149).

Sapmalar konusunu bitirmeden önce özel adlarla ilgili sapmalara da kısaca değinmek istiyoruz.

Şiir dilinde özel adlardan da - okuyan / dinleyende değişik tasa­rımların uyandırılması, özellikle de duygu değerlerinin ön plana çıka­rılması amacıyla - yararlanıldığına yukarıda değinmiştik (6.3.1.4). Bu­rada, Türk şiirinde özel adlarla ilgili değişik kullanımlara birkaç örnek vereceğiz:

Cemal Süreya'nın "Bun" adlı şiirinde Meryem özel adından (bu­rada Hazreti Meryem kastedilmiştir) bir eylem türetilmiş (meryemse- mek), dilde olmayan bu öğeyle dizelere değişik bir duygu ve tasarım değeri kazandırılmıştır. Meryemsemek burada Haz. Meryem'in adın­dan yararlanılarak kadınlar için saflık, temizlik içeren olumlu duygu­lar taşımak anlamını yansıtıyor, kanısındayız:

"Ablasını o saat meryemsiyorum

Çünkü her kadını meryemsiyorum"

(Üvercinka, 65)

Aynı sanatçının

"Ablalarınsa boyunları soru işareti

Ağabeylerse utançlarından emrah"

("Göçebe", Göçebe, 30)

dizelerinde ise Erzurumlu Emrah özel adı bir sıfat ya da tür adı ola­rak kullanılmış ("utancından kıpkırmızı" ya da "utancından şaşkın" gibi) ve böylece bir şair duygululuğu, çekingenliği yansıtılmaya çalı­şılmıştır.

Attilâ İlhan'ın "İkinci Viyolonsel" şiirinde ise Hüseyin Rahmi ve Vahdettin özel adları belli tasarımların yansıtıcısı olarak kullanıl­mıştır; Hüseyin Rahmi adından bir tür adı olarak, onun romanlarındaki kişilerin ve ortamın aktarılması için yararlanılmış, Vahdettin özel adına ise bir sıfata dönüştürülerek Padişah Vahdettin dönemiyle ilgili tasarımların uyandırılması için başvurulmuştur:

"tersane sokağı'nda bir ben kaldım

yaylı bir tambur ve bir kedi

uzaktan parça parça son bozacılar

perdelerde hüseyin rahmi gölgeleri

 

aylardan en vahdettin bir kasım

günlerden mondros mütarekesi"

(Ben Sana Mecburum, 87).

Burada ilgi çeken bir nokta da özel adların küçük harfle yazılmasıdır ki, yukarıda değindiğimiz "yazınsal sapmalar"ın örneği sayılabi­lir.

Bu bölümde değindiğimiz sapmaların çoğunluğunun bilinçli ola­rak meydana getirildiğini görüyoruz. Bu da sanatçıların sözcükleri tek tek ve başka birimlerle bileşimler oluşturarak kullanırken onlardan yeni, değişik anlatım olanakları sağlamaya yöneldiklerini, ses ve anlam açısından yeni birtakım güçler elde etmeyi beklediklerini gös­termektedir, sanıyoruz. [ 1 ]

 

 

 

 

_____________________________________________________________________________

[ 1 ] AKSAN Doğan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, 2. Baskı, Engin Yayınevi, Ankara, 1995, s. 166 – 183

[ 2 ] Yrd. Doç. Dr. Hulusi GEÇGEL, İKİNCİ YENİ ŞİİRİNDE SAPMALAR, Uluslararası IV. Dil,
 Yazın ve Deyişbilim Sempozyumu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 17-19 Haziran 2004, s. 8- 10

İnternet adresi: https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&cad=rja&ved=0CCkQFjAA&url=http%3A%2F%
2Fturkoloji.cu.edu.tr%2FYENI%2520TURK%2520EDEBIYATI%2Fgecgel_ikinci_yeni.pdf&ei=
ybjdUZqqM6Gn4gSdmYCQCA&usg=AFQjCNG5wZM6cZimMh-8-81NMORq-_Cq8g&bvm=bv.48705608,d.bGE

 

 

 



 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar