02.12.2022
SOSYAL SARILMA
Oğlumun yaramaz, uyumsuz, problemli değil de özel bir çocuk olduğunu öğrendiğimde çok da korkmadım. Sorunu bilen çözümü de bilir diye düşündüğümden...
Onu önce özel okula gönderdiler. Okul gerçekten özeldi. Büyük bir salon, iki uzun masa, masa etrafında sandalyeler, her sandalyenin karşısında bilgisayarlar, masanın üstünde içi kalem dolu kavanozlar, deste deste kâğıtlar... Sınıf, derslik, sıra, tahta hatta kapı veya duvar yoktu. Çocukların süre ile, sınır ile, bastırılmış duygular ile ilgisi de yoktu. Ödevler, grup projeleri olarak veriliyordu. Tiyatro, resim, müzik gibi sanatsal etkinlikler olduğu gibi, sokağa çıkıp sosyal deneyler de yapılıyordu. Bir gün tramvayda parti vermiş gibi yaptılar, bir gün kış güneşi altında plaj mizanseni yaptılar. Basel'in bütün tren, otobüs, tramvay güzergâhlarını öğrendiler. İsviçre-Almanya-Fransa ortak noktasında yemek yediler, şarkılar söylediler. Oğlumun özgüveni artmış, konuşma çekingenliği kalkmıştı. Bu arada biz de onunla birlikte sosyal deneylere destek olmayı öğrenmiştik.
Bir gün, çocuklara kışlık bir şeyler almak için, Basel'in dünyaca meşhur Freistrasse'sine doğru yola çıktık. O cadde, araç trafiğine kapalıdır, her bütçeye uygun mağazaların olmasıyla birlikte, dünyanın zenginlerinin de uğradığı bir yerdir. Çeşit çeşit turistlerin, performans sanatçılarının, bizim gibi halktan insanların yoğun bir akış içinde olduğu cadde...
Çocuklar önde, ben arkada yürüyoruz. Kilolu bir vücut ne kadar yürüyebilirse... Ağır aksak adımlarla, hafif bir yokuşa doğru tırmanıyorum. Önümde kalabalık bir insan nehri de yokuş yukarı akıyor. Çocukları gözümden kaybetmeden ama uzak bir mesafeden yürümeye çalışırken ilerde bir yerde kalabalığın hafifçe yön değiştirip, kavis çizdiğini gördüm. Orada bir şey vardı ve insanlar durup yollarını değiştiriyorlardı.
Biraz daha yaklaştığımda, insanların geçmediği o yerde oğlumun, bir çocukla konuştuğunu gördüm. Önünde ve arkasında kocaman pankartlar taşıyan bir gençti. Oğlum yan döndü, beni gösterdi. Sonra iki genç, ellerini havada birbirine vurup "Çak" yapıp, ayrıldılar. Çocuk caddede, kendi bölgesinde volta atıyor, insanlar ondan, virüsten kaçar gibi, kaçıyordu. Oğlumun onu, okuldan tanıdığını düşündüm. Karşılaşınca selamlaşmışlar, ayaküstü hâl hatır sormuşlardır. Bu arada oğlum, arkadan gelen annesini göstermiş olabilir.
Çocuğa biraz daha yaklaştım. Arkası dönüktü, sırtındaki panoda; Almanca, Fransızca, İngilizce olarak "Sarılmak istiyorum." yazıyordu. Yukarı yürüyüşünü tamamlayıp döndü. Önündeki panoda yine üç dilde "Sarılmaya ihtiyacım var." yazıyordu. Durdum... Bu cümle bana biraz ağır geldi. "İhtiyacım var..." Sosyal deney olduğunu biliyordum ama bir insanın dostça bir dokunuşa, bir sarılmaya ihtiyacı olduğu zamanlarının olduğunu da biliyordum. Başını kaldırıp beni görünce o da durdu. Kollarımı açtım, ona doğru koşmaya başladım. O da açtı kollarını, bana doğru koştu. Ortada sarıldık. Çocuklarımın arkadaşları bana "Anne" diye hitap eder. Anneyiz ne de olsa birinden bu hitabı duyunca hemen onun da annesi oluyoruz.
Çocuğa sarılınca elimle sırtına da vurdum "Pat pat pat" diye. O da benim sırtıma vurdu, Türk usûlü... Durup bir de öbür omuzdan yeniden sarıldık, yeniden sırtlara vurduk "Pat pat pat"... Ayrılınca bol şanslar diledim, yoluma devam ettim.
Çocuklar mağazaya girmiş, yaşlarına ve bedenlerine uygun montları denemeye başlamışlardı bile. Baktık, seçtik, denedik, karar verdik, gelmişken bere, eldiven, çorap da aldık. Elimizde mağaza torbalarıyla dışarı çıktık.
Cadde, ana baba günüydü. Kalabalık, bazen alkışlıyor bazen "Heyyoo" diye bağırıyordu. Ellerinde kameralarla çekim yapıyorlar, dijital makinelerle fotoğraf çekiyorlardı. (O zaman cep telefonu yaygın değildi.) Ne oluyor diye kalabalığın içinden geçip baktım.
Japon turist kadınlar sıraya girmişler, sırası gelen kollarını açıp koşuyor, çocuğa sarılıyordu. Her koşuda kalabalık bağırıyor, alkışlıyor, ıslık çalıyordu. Kameralar odaklanıyor, flaşlar patlıyordu. Ama her sarılma, sırtlara pat pat vurmayla devam ediyordu, atlanmaması gereken bir ritüel gibi...
Son olarak çocukla göz göze geldik. Sarıldığı turist kadının omzunun üstünden bana baktı, başparmağını yukarı kaldırıp "Her şey yolunda" işareti yaptı. Ben de yaptım, gülümsedim. Dudaklarını okudum çok belirgin bir şekilde "Danke anne" dedi.
Oğlum, işaretleşmemizi fark edince;
- Bizim okuldan... "Nasıl gidiyor?" dedim, "Sabahtan beri bekliyorum, sarılmayı bırak herkes vebalıymışım gibi daha çok kaçıyor." dedi. Ben de seni gösterdim, "Annem geliyor, o sana sarılır." dedim. İlk sen sarıldın değil mi?.. Biliyorduum, dedi gülerek.
- Beni o kadar iyi tanıyorsun yani...
- Hmm... Evet... Senin sevgin sana sığmıyor, hep taşıyor...
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın