SÜKÛTUN DA BİR SESİ VARDIR
Öğrencilik yıllarımızda okuyan kuşağın devamı olan büyüklerimizle birlikte olmaktan, -anlamasak dahi- onları dinlemekten büyük haz alıyorduk… Ciltli ve kalın kitaplarının raflarda dizili halini izlemek, mûsiki erbabını dinlemekle eşdeğerdi bizim için. Daha da önemlisi, odanın her tarafını kuşatan kitaplarla ilgili örneklerle konuştuklarında hayranlığımız kat kat artardı…
Onları dinlerken imrenmekle kıskanmak arasında gider gelirdik. Büyüklerimiz kendi arasında sohbete dalınca, biz de bizim için ayrılmış bölümden kitaplara dalardık. İşte macera burada başlıyordu… Şiir gibi konuşan hatibe özenerek ince şiir kitaplarını okumaya başlıyorduk. Onlar gibi okuyamıyor, onlar gibi konuşamıyor, onlar gibi yazamıyorduk; ama içimizde ifade edemediğimiz bir kıpırtıyla mutlu dönüyorduk evlerimize… Tabii bu arada nane şekeri kabını da boş bırakmayı ihmal etmiyorduk. Öyle demişlerdi bize: “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.”
Ve şiir serüvenimiz kendi çapında yola çıkmıştı. Dalında mevsim koşullarına uyumlu ermeye çalışan meyveler gibi yıllar bizi biz yılları kovaladık bugüne kadar.
Öğrendik ki şiir yaşanmışlığın semeresidir. Edebiyat adına önümüze konulan kurallarla mücadele etmek, kendimiz olabilmenin zaferine ulaşma savaşı neferi olduk farkına varmadan...
“ Sükûtun da bir sesi vardır.
Onu duyacak yürek lâzım. . . ” - Şems-i Tebrizi
Evet, yaşadığımız âlemin kimi zaman acımasızlığı, anlayışsızlığı hızımızı kesiyor, şevkimizi kırıyor ve bizi sükût âlemine postalıyordu. Sükûtumuzun sesini duyacak yürekli büyüklerimize sığınarak bu hezeyandan bir nebze de olsa uzaklaşıyorduk.
“Bir canım ben, lâkin yüz bin bedenim
Canım canına karıştı, artık ben senim
Ne varsa cancazım seni inciten
İncitir beni de bil ki derinden.” -Yusuf Has Hacib
Bin yıl öncesi incitmemekten, üzülen insanlar için hüzünlenmekten bahseden değerlerden günümüze nasıl gelindi, dilimizde, gönlümüzde ne kaldı sorusuna cevap olarak her birimiz kendi penceremizden değerlendirmede bulunacağız elbette. 550 yıl öncesinden Şairin ve şiirin gücüne, güzelliğine, hissiyatına ve hayata bakışına bir örnek de Eşrefoğlu Rûmi’den:
“Ol ezel bâğında biz bir gül idik
Biz ezelden ‘aşkı tuta gelmişiz” - Eşrefoğlu Rûmî
Söz olarak güzel olmasına güzel de; ezelden tuta gelinen aşk ile günümüz aşk anlayışı dost mu düşman mı!… Bu konuda şairlerimizin gönlüne ve kalemine kuvvet ola… Yakın tarihten bir örnekle şair ve şiir cephesine bir kez daha dönelim:
“Derler: insanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. “
“Ölümü unutup, hep bu dünyaya nazar edince, mesele sadece daha fazla kazanmak ve daha rahat yaşamak üzerine kuruluyor. Ancak kökü olmayanın gövdesi de olamıyor.” Yahya Kemal Beyatlı.
Şair ve şiirle ilgili bir pencere daha açalım… Her şair, şiirlerinde hayatı kendi kavrayış gücüne göre algılar ve ifade eder... Bu tesbit, şiir okuyan için de geçerlidir Ünlü ehl-i kaleme göre şair ve şiir nedir ya da ne değildir? Örneklerle paylaşalım:
Ahmet Haşim:
“Şairin lisanı, duyulmak üzere vücud bulmuş, mûsiki ile söz arasında sözden ziyade mûsikiye yakın ortalama bir lisandır.
Yahya Kemâl:
“Şiirde ‘ nefes’ ve ‘ses’ iki esaslı unsurdur.”
Nurullah Ataç:
Şiir mânâdadır diyenlerle de, sestedir diyenlerle de anlaşamam, ikisi de doğrudur; ancak bu ikisi de bir araya gelince doğrudur. Ne şekilsiz mânâ olur, ne de mânâsız şekil.”
Cahit Sıtkı Tarancı:
“Şairin hisleri, fikirleri, hayâlleri, dünya görüşü, felsefesi, şahsiyeti, her şeyi şiirde belli olur. Şu var ki; kelimeleri bilmek, tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerekir…”
Orhan Veli:
“Şiirde sadece hassasiyet, bir edâ, daha kestirme deyimiyle bir mânâ zevki aranır…”
Baudelaire:
“ Şiirdeki coşkunluk, aklın yoğurduğu hakikatin dışındadır…”
R. Maria Rilke:
“ Bazılarının sandığı gibi mısralar, duyguların değil; yaşanmış deneylerin sonucudur…”
Mallarme:
“ Şiir, kelimelerin dinidir…"
Şair ve şiir hedef kitle olarak insanın, duygu ve düşüncelerine birlikte seslenerek, bu açılardan mükemmel bir varlık hâline gelmesinin koşullarını hazırlar.
“Edebiyat, bu nedenle toplumun hafızası ve toplumsal değişimin yansıma alanı; toplum ile toplumsal değerlerin, kültürel inşa sürecinin kaydını tutan öncü disiplin ve sanat olarak da değer kazanır.” Prof. Dr. Ramazan KAPLAN
Teknolojiye ve faydasız eylemlere şuûrsuz müşteri oluşumuzun, okumaktan ve yazmaktan yana vurdumduymazlığımızın hâkim olduğu günümüzde gönül bahçemizi şiir çiçekleriyle tanıştırmak her ehl-i kalem için farz niteliğinde bir sorumluluktur diye düşünüyorum…
“Ne aradığını bilmeyen okuduğun anlamaz” der erenler… Eyvallah… Bu söz ışığında; “hayat sistemi” yaradılışın hikmetine teslimiyet göstermediği sürece kayıplar ve keyfilikler zincirinde beyhudeliklerdir.
Aradığını bilen ve okuduğunu anlayan fâninin mücadelesi işte bu noktada başlar… Yaradılanı Yaradan için severim ki muhabbetim O’nadır; yaradılış hikmetini bilmeyenler için de hüzünlenirim elbette…
İyiyi severim; ama kötüyle başlar kavgam(!)… Keşke’lerim fânilik ölçüsünde değil; yaradılış hikmetinde bulur kendini…
Sözümüzü şu güzel ifadeyle sonuçlandıralım:
“Leyla’nın güzelliğine ancak Mecnun’un gözüyle bakmalısın ki, onu seyretmenin sırrı sana da görünsün.” –Sadi
Selam ve muhabbetle hoşça bakın zâtınıza...
Şahin MUTLU
Seferi (Nurcan Bedir Ören)
8 years ago
Şahin Mutlu
8 years ago