KategorilerYAZILARSöyleşiTAYYİB ATMACA İLE HECENİN SERÜVENİ ÜZERİNE

TAYYİB ATMACA İLE HECENİN SERÜVENİ ÜZERİNE

06.05.2016
                                                                                                                    Konuşturan: Mehmet Gözükara
İlk şiiri orta ikinci sınıftayken mahalli gazetelerde yayınlanan Lisede okurken çeşitli şehirlerde yayınlanan mahalli gazetelerin kültür sanat sayfalarında yazan ve Ticaret son sınıfta okurken ilk şiir kitabını çıkarma cesareti gösterdi. Çağdaşlarından ve yaşıtlarından çok daha ileride, edebiyat dünyasında selamı alınan, sözüne itibar edilen Edebiyat adına yapılabilecek ne varsa en iyisini yapmaya çalışan, Güneysu, Kırağı, Ardıç dergisinden sonra e-dergi Hece Taşları Şiir Dergisi ile edebiyat alanında mutfakta çalışmayı seven bir hizmet eridir. Allah rızasını kazanmak için edebiyat dünyasına ilk adım attığı günden bu güne azmini ve şevkini yitirmedi, yazdıklarının önünde poz vermedi. Şiire erken başlayıp önce yazar olan daha sonra uzun bir süre okur olan ve şimdilerde kendini “okur-yazar” olarak kabul ediyor.
Hece sularında kulaç vuran ama heceyi yeniden yorumlama talimleri yapan, duru durağı olmayan ya da şiiri nesir gibi yan yana dizip hecenin ölçülerini kullanarak hem hece şiiri yazanların hem de modern şiir yazanların arasında kalmış hem heceyi hem serbest şiiri darasıyla safisiyle birbirinden ayıran bir şair Tayyib Atmaca.
            Gönlümüzden dilimize dökülen bu kelimelerden sonra şiir açarıyla gönlünüze ve vaktinize doğru bir yolculuk yapalım istiyorum.
 Genelde şiire nasıl ve ne zaman başladığınız gibi klasik soru ile başlayan şair söyleşilerini geçerek Tayyip Atmaca Ferhat misali, söz ülkesinde diliyle kullandığı külüngü ile taşlara çizdiği nakıştan yola çıkarak şöyle bir soruyla başlamak istiyorum. Kalemle, fırçayla iğneyle işlenmesi gereken nakış dururken neden külünkle taşlara nakış çizmeye çalışıyorsunuz?
●● Her şair bir kızıl elması olması ya da gönlünde bir Zümrüd-ü Ankası’nın olması gerektiğine inanıyorum. Şair kendine böyle bir hedef koyduktan sonra şiir talimleri yapmaya başlamalı. Bu yolda yürürken edep ve erkân libasını/pusatını kuşanarak sefer hazırlıklarını yapıp zafere ulaşmak için mücadele etmek zorundadır. İşte bu hazırlığın neticesince ışık yüzü gören Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış isimli kitabımızla yüreğimize şairlik kuşağının bağlandığını söyleyebilirim. 
● Ortaokulda iken Hamza Ekrem isminde bir şairden etkilenerek şiire başladığınızı…
Ve bir söyleşinizde “1993’de Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış ile bir şiir damarı yakaladığımı zannediyorum. O damarla daha derinlere dalarak bir şeyler yazmaya çalışıyorum.” diyorsunuz. Yakaladığınız damardan yeterince derine inebildiniz mi?
●● Ben birazda ya da birçoklarının hala yaptığı gibi şiir yazmaya tersinden başladım. Önce şiir yazdım daha sonra okumaya başladım. Okudukça yazdıklarımın kendi tafralarım olduğunu, kendi kendime söylediğim ne bende ne de bir başkasında karşılığı olmayan deli saçması sözler olduğunu gördüm. 1980 yılında ilk şiir kitabım Hüzünlerin Düğünü şiir kitabından sonra yaklaşık 13 yılım okumak ve şiiri tanımakla geçti. Şiiri tanıdıkça yazmam azaldı. Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış isimli kitabımı yayınlamadan önce Bahaettin Karakoç, rahmetli Dilaver Cebeci, Bestami Yazgan, Mehmet Fatih Köksal, Cengiz Coşkun ve birkaç şiiri tanıdığını bildiğim dostlarla şiir dosyamı paylaştım. Söz konusu şairlerden birisi bu şiirlerden kitap olmaz deseydi kitabı çıkarmayacaktım. Bu kitapla birlikte hecenin kendi ölçüleri içinde kalarak bazılarının şimdilerde adına serbest hece dedikleri tarzda yazmaya başladım. Görünüşte serbest şiir gibi algılansa da kendi içinde bir ses disiplini, örgüsü olan bir şiir tarzı çıktı ortaya. Bu tarz şiir yazmam belki de rahmetli Seydi Ahmet Kutuzman’ın bu tarz denemiş olduğu birkaç şiirden etkilenerek bu yola girdim. Bahaettin Karakoç, Sezai Karakoç, Dilaver Cebeci,  Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba, Ahmet Hamdi Tanpınar vb. şairlerin de zaman zaman şiirlerinde serbest heceyi denediklerini gördüm. Şimdilik dalabildiğim derinliklerde bu incileri bulabildim dalmaya devam edeceğim.
● Daha önceleri Abdurrahim Karakoç’u taklitle başladığın hece şiiri serüvenine 1987-1993 yılları arasında Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Bahaettin Karakoç, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Yetik Ozan, Seyit Ahmet Kutuzman, Arif Ay gibi şairlerin şiirlerini ve kitaplarının yanı sıra ciddi edebiyat dergilerini de takip ettiğiniz biliyoruz. Okuyan bir şair olarak okuduklarınızın yazmanıza katkısı nasıl oldu?
●● Evet, şiirde Abdurrahim Karakoç ağabey’i taklit ettiğim doğrudur. Hatta 1980 yılında çıkan ilk kitabımı kendisine takdim ederken terlemiştim. Çünkü iki üç tane şiirim kalıp ve şekil olarak neredeyse aynıydı. Bu arada Bahaettin Karakoç’u yakından tanıdım. 1987 yılında bir şiirimi Dolunay’da yayınlayarak önümü açtı. İsimlerini saydığınız şairlerin kitaplarını okudukça şiirin ne olup olmadığına kavramaya başladım. Mesela Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saati 1984 yılında okumuş ve anlamamıştım. Anlamamamın sebebini kendi kendine sorduğumda cahilliğim ortaya çıktı. Daha sonraki yıllarda Sezai Karakoç’u anladığımda Erdem Beyazıt’ın şiirlerinde Sezai Karakoç’un ışıltılarını gördüm. Benim şiir dünyamı şekillendiren üç Karakoç’un yanı sıra Yetik Ozan ve Seydahmet Kutuzman’ı da beslendiğim kaynaklar arasında sayarım. Şiirlerimi dikkatli okuyanlar şayet bahsetmiş olduğum bu şairleri iyi okumuşlarsa benim şiirlerimde de mutlaka onların ışıltılarını göreceklerdir.   
● Bu sözlerinizden şunu mu anlamalıyız: Bir şair adayı şiir yazma talimlerini yaparken bir ustanın talim ve terbiyesinden geçmeli mi demek istiyorsunuz?
●● Evet, aynen öyle diyorum. Bugün herhangi bir sanat dalında kendi kendini yetiştiren bir sanatçı/şair gösterebilir misiniz? Nasıl ki bir çocuk yürümesini, konuşmasını, davranışlarını anne ve babasını taklit ederek başlayıp daha sonra kendi karakterini oluşturuyorsa şair adayı da aynen bunun gibidir. Kendisine örnek aldığı şairlerin şiirlerinden beslenerek kendi sesini, üslubunu oluşturmada onların açmış olduğu patikadan yürüyerek yol ehli olmaya aday olur. Ne zaman ki onlardan aldığı ilhamla kendi sesini yakalamaya başlarsa asıl şiir yolculuğu o zaman başlar. Kendi düşünce ve ruh dünyasına yakın bulduğu şairlerin bütün kitaplarını okuyarak şiire nasıl maya çalındığını öğrenir ondan sonra da kendisi maya çalmaya başlar. Her çalınan mayanın tutması için de mayanın maya olması gerekir. Şiirin mayası -yoğurdun mayasının yine kendi mayası olduğu gibi- şiirin mayası da has şiirdir. Bu maya ile mayalanmayan şiirden bırak ayranı çalkama bile olmaz. Allah has şiiri yakalamak için cehd eden şairleri mayası bozuklardan uzak eylesin. 
● Sizin şiirleriniz suyu sert verilmiş çelik gibi. Bu söyleyişin hayata bakış açınızla direk bağlantısı olduğunu düşünüyorum? Sizin gönül dünyanızda “söz” ve “aşk” ne ifade ediyor? 
●● Cahilliğime bağışlayın Yunus Emre’yi Fuzuli’yi geç tanıdım. Koca Yunus’un: Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı/Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz’ü ile Fuzuli’nin Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kîl ü kâl imiş ancak dizeleri bu iki kelimenin en geniş açılımını vermektedir. Bu iki ölümsüz şairin dizelerinden başka ne sözü ve aşkı hangi kelimelerle anlatmaya çalışsam laf kalabalığından başka bir şey yapmış olmam. Ama illaki bu iki kelime ile ilgili konuşmam gerekse şöyle diyebilirim: Söz, insanın kimliği, kişiliğidir. İnsana sözüne göre itibar edilir. Aşk ise; bu itibarın terazisidir. Teraziniz ne kadar doğru tartarsa sözünüz o derece değerli olur. Akıl ve gönül süzgecinden geçerek söze dökülen kelimelerle yazılan şiir, şiir olur değilse laf salatasından başka bir şey olmaz. Laf da sözün döküntüsü, süprüntüsü olduğuna göre söz bedesteninde gül alıp gül satamazsınız. Aşkın ve sözün içini boşalttığınız zaman bezirgânlık yapmaya başlarsınız.  
● Bizim insanımızın keşkeleri çoktur. Sizin keşkeleriniz var mı?
●● Mevlana’nın: Dün söylenenler dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım. Dediği gibi dünün keşkelerine takılıp kalmanın bir manası yoktur. İnsan/şair aklını nerede nasıl şekilde kullanacağını bazen kestiremez. Bak aklıma Abdurrahim ağabey’in sanki yıllar önce keşkeler takılmamayı şöyle özetlemiş: Ah demişler oh demişler/Zaman bir kesim demişler/ Zaman dinler mi duyar mı? İşte aklımızı kullanamamamızın mahsulü bu yüzden keşkeler olur. Aklın bir nimet olduğunu bildikten sonra geriye dönüp keşkelerle hayıflanmanın yerine nimetin şükrünü eda ederek gönül mülkümüzü bereketlendirebiliriz. Bereketli gönüllerden de insanlığın faydalanacağı şifa bulacağı mahsuller kaldırılır.
● Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış ile başlayan asıl şiir taliminizde hecenin imkânlarından yararlanarak her kitabınız farklı ölçüleri kullandınız bu bir arayış mı? Eğer bu bir arayışsa neyi kaybettiniz de bulamıyorsunuz?
●● Dünyayı sürgün yeri olarak kabul edersek -ki ben öyle görüyorum- herkes yitiğini aramak durumundadır. Hamdım, piştim, yandım ilkesinden hareketle pişmek için talimler yapıyorum. Ya da şöyle diyeyim Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış ile kozasını örmeye başlayan bir tırtıl oldum. Her yeni kitapla kozayı örmeyi sürdürüyorum. Şiiri bir divan sazı gibi düşünürsek o sazdan çıkan seslerin de bir nota ile dökülmesi gerek. Notanın yerlerini bilmezseniz gözünüz mızrapla teller arasında gezinirken kulağınız da duymamak istediğiniz seslerin hepsini duyar. Şayet mızrabınız sazın tellerini sevgilinizin/eşinizin saçını okşar gibi okşamaya başlarsa o zaman gözlerinizi yumarak yüreğinizin ürettiği kelimelerle sözün meclisini açarsınız. Aslında geleneksel halk şiirinin imkânlarından yararlanarak yeni sözler söylemek istiyorum. Bu tutum ve davranışımdan dolayı zaman zaman dergiler bize kota koysa da bu geleneksel çizgiyi sürdürerek hece şiirine hizmet ederek geleceğe köprü temeli atmak istiyorum.    
● Susarak Konuşsan Gözüm Dinlese isimli şiir kitabınız ya nesir gibi ya da mensur şiir gibi anlaşıldı ama siz hecenin 11’li ölçüsün ritminden ve sesinden faydalanarak dizeleri yan yana dizdiniz. Hâlbuki bu kitaptaki bu dizeleri alt alta getirdiğinizde yine hecenin imkânlarından faydalanmış olacaktınız. Bu kitabın edebiyat çevrelerince yeterince anlaşıldığına inanıyor musunuz? İnanmıyorsanız bunu neye bağlıyorsunuz?
●● Bu kitap aslında belalı bir kitap oldu. Şiirin kelimeleri dilimden bir ölçü ile dökülmeye başladı. Aslında bu kitap bir atışma kitabıydı ama bunu kimseye anlatamadım. Bu nasıl atışmadır ki her iki aşığın yerine de kendin atışıyorsun. Bu kitap kısa zamanda tükendi. Kitap ile ilgili bu güne kadar bu kitap her ne kadar da deneme/mensur şiir gibi yazılsa da hece petekleriyle örülmüş bir atışma/şiir kitabı diyen çıkmadı. Prensip olarak edebiyat dünyasında malını/şiirini çığırtkanlar/simsarlar tarafından pazarlayan şair/yazar olmadım. Bu biraz da yetişme tarzımla alakalı olabilir. Koca Yunus Cümle şâir dost bahçesi bülbülü/Yunus Emre arada dürraçlanadediğine göre biz kim oluyoruz da ortalıkta hindi gibi kabararak dolaşalım. Ben şiiri bir sefer aracı olarak görüyorum, zafer ise bizden sonrakilerin şiirlerimizi okuduğunda kendilerinden bir parça bularak peşimizden hayır dua etmeleridir. Kitabın edebiyat çevrelerinde tartışılıp tartışılması da arka ile alakalıdır. Atasoy ağabey bir keresinde dükkândaki misafirlerine beni tanıtırken arkasız memur diye tanıtmıştı. Ama onun tanıtımının altında yatan gerçeğin Hiç kimse yok kimsesiz/ Herkesin var bir kimsesi/Ben bugün kimsesiz kaldım/Ey kimsesizler kimsesi olduğu gerçeğini biliyorum. Bu sorunuzu bir dize ile tamamlayım: Geri dönsem kimsem yok yürüsem yar ötesi.
● Gelenekten beslenerek geleneğin dışında farklı bir boyuta taşıdığınız şiir üslubunuzla ne yapmak istiyorsunuz?
●● Aslında yeni bir şey, yeni bir tarz peşinde değilim. Elimin altında yüzde yüz yerli Devrim Otomobili var. Ben bu otomobilden esinlenerek yeni modeller yapmaya çalışıyorum. Seri üretimden ziyade bir otomobilin farklı modelleri gibi düşünebiliriz şiir kitaplarımı.
● Sayın Hocam birazda Âşıklar Meclisi’n den bahsedelim.  Siyasi tarihimize damgasını vuran siyasilerimizin ağzıyla bir birini atıştırdığınız kitap hani… Gerek edebiyat çevresi gerekse siyasi çevre olsun beklediğiniz etkiyi gördünüz mü? Görmemişse bu durgunluğun-vurdumduymazlığın- sebebini neye bağlıyorsunuz?
●● Sezai Karakoç bir şiirinde Bir kadını al onu yont yont anne olsun diyor ya biz bunun tam tersini düşünerek bir siyasetçiyi yont yont kibir anıtı olsun şeklinde getirebiliriz. Siyasetçiler toplumun gözde insanları arasından seçilirler ama bazı istisnalar hariç meclisin kapısından içeri girdikten sonra o insanların yerlerinde yeller esmeye başlar. Kendi elimizle kendimizi temsil etsin diye seçmiş olduğumuz vekillerimizin yanına vardığımızda düğmelerimiz ilikli esas duruşun haricinde bir duruş sergilemekten korkarız. Normal bir vatandaş olarak yaptırmanızın mümkün olacağı birçok işin referansı milletvekili olmayınca kamudaki işler kilitlenir. Milletvekilleri zaman zaman mecliste birbirlerine atıp tutarlar. Bu atıp tutma esnasında bazen kürsüdeki su bardağı stres alacı olabilir. Milletvekillerinin kürsüde ya da meydanlarda birbirlerine atıp tutmalarından hareketle birbirine kendilerinden alıntıladığım sözlerle edep dairesinde atıştırayım istedim. Süheyl Batum ile Burhan Kuzu’yu atıştırmıştım. Atışmayı Mehmet Şeker’e gönderdim o da köşesinde yayınlamış ve aynı gün bir televizyon kanalı bu atışmayı kliplerle seslendirmiş ve haber olarak uzun süre gündemde kalmıştı. Bunun üzerine atışmayı sürdürdüm sonunda bir kitap meydana geldi. İstiyordum ki bu Âşıklar Meclisi kitabının tanıtımı Mecliste yapılsın ve gerçek atışmacılar birbirleriyle orada atışsın. Hatta Burhan Kuzu bu atışma televizyonda yayınlandıktan sonra beni aramış tebrik etmiş, isteğimi sormuş ben de kitap çıkınca Mecliste bir imza günü ricasında bulunmuştum. Yardımcı olacağını söylemişti ama maalesef sözünde duramadı. Bu kitapta yer alan atışmacıların tamamına kitap gönderdim ama maalesef Muharrem İnce’den bir teşekkür mektubu geldi. Bu kitap Atışma geleneği içinde kendi alınanda bir başka örneği olmayan bir atışma kitabı oldu. Ben üzerime düşeni yaptım hiçbir zaman geriye dönüp hayıflanmadım. Bizzat muhatabı kendisi olan bir insana kitabını ulaştırmışsınız ve o insan geri dönüp size teşekkür bile etmemişse ne deyim de ne söyleyim…
● Sizce şiir mi kalıcı şair mi?
            ●● Bazı şiirler zaman içinde şairinden önce gelir ve miri malı olur. Hani halk arasında anonim diyorlar ya ha işte öyle. İyi şairlerin şiirleri bir şişe içinde nehre bırakılan ve nasiplinin gönlüne ulaşabilen şiir de şair de iyidir. Her devirde gerek kavga ve polemikleriyle gerekse belinin elastik olmasıyla şiirinin önüne geçen bir sürü şair vardır. Protokol koltuklarında, Vip salonlarında, ön koltuklarda devamlı onlar oturur. Varsın otursunlar. Asıl şair şiiri okunurken sıkılan, kendine kaçacak yer arayandır. Ben buradayım diye etrafına nispet yaparak dolaşan değil, nefsinin üzerine basarak yürüyen insandır. Şiir de kalsa şair de kalsa ondan yüreğimizi gönendiren bir dize güzel bir davranış kalmamışsa zamanın tahtasında er geç silinir gider. 
● Sözün başında da belirttiğimiz gibi sizin bir de dergicilik yanınız var. Güneysu, Kırağı, Ardıç dergilerinden sonra Hece Taşları isimli elektronik e-dergiyi konuşalım. Edebiyat çevresi tarafından Hece Taşları gerekli ilgiyi görüyor mu? 
●● Hece Taşları Şiir Dergisi de bir bakıma kitaplarımın bir devamı gibi oldu. ec Hece şiiri yazanlar serbest şiiri tanımıyor, serbest şiir yazanlar hece şiirini tanımıyor. Çok değil elli yıl gerilere gittiğimizde şiirimizi besleyen ana kaynağın hece ve divan şiiri olduğunu görürüz. Her iki tarzda da yazan şairlerin çoğunun elli yıl öncesine gidip yola koyulmaya oradan başlamaları gerekirken üç kulfi bir elham okumayla kendini şeyhülislam sanıyor darbı meseli gibi kendini şair sanıyor. Git gide bu makasın açıldığını gördüm. Klasik hece şiiri kalıplarından dışarıya taşarak serbest hece ölçüsü tarzı diyebileceğim bir tarzla bunu kırmaya çalıştım ama birçok dergide şiirlerinizde hece sesi var halk şiirine pek sıcak bakmıyoruz cevaplarından da kurtulamadım. Hece Taşları Şiir Dergisi’nde klasik hece ve serbest hece tarzında yeni şiirler yazılacağı ve serbest şiir yazanların da hece şiiri yazabileceği düşüncesinden hareketle yola çıktım. Hece şiiri yazıp da kendine saklayanlar bu vesile ile yazacağı bir dergi bulmuş oldu. Dergi e-dergi olunca ister istemez sosyal medyayı da kullanmak zorundasınız -ki dergi okurlarının eposta adreslerine gidiyor- bir sürü şiir sitelerinin yanı sıra bir sürü kişisel şiir siteleri var. Gerek hece şiiri yazanlar gerekse serbest şiir yazanlar bu sitelerde şiirlerini paylaşıyorlar. Burada paylaşılan şiirlerin de ne kadar şiir olup olmadığı ayrıca tartışılır. Bundan dolayı bu sosyal medyada bir şekilde bulaşmış şairler de Hece Taşları’nı bir paylaşım sitesi olarak görüyorlar. İnsanımız dergiye dokunmak istiyor. Dergiye dokunmak da dünyanın külfeti demektir. Yola çıkarken kervanın yolda dizileceğini söylemiştim. Dergi binlerce şaire/okura her ay kesintisiz ulaştırılıyor. Bunca şairin/okurun arasında yirmi adamı/şairi bizden sonraki kuşaklara aktarabilirsem hayırlı bir iş yaptığıma inanacağım. Dergiye gösterilen ilginin sesi daha sonraki yıllarda çıkacak. Kervan yolda dizilmeye başladı. Bize katılanlara ve bizden ayrılacaklara da selam olsun.
● Günümüz hece şairleri genelde düz koşma yazıyor hece şiirinin farklı tarz ve çeşitlerini yazmamalarını sebepleri nelerdir. 
●● Hece şiiri yazanlar maalesef okumuyorlar, okumayınca da kendilerini yenileyemiyorlar. Mesela Abdurrahim ağabey’in Ekinözün’deyken yazdığı şiirler ile Ankara’ya taşındıktan sonra yazdığı şiirler arasındaki felsefi derinliği görmeden hece şiirinin tadını alamazsınız. Ya da bu sözü şöyle açayım ne kadar okursanız o kadar yazarsınız. Bugün daha ileriye gitmeden, Necip Fazıl Kısakürek’i, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu, Abdurrahim Karakoç’u Arif Nihat Asya’yı, Yetik Ozan’ı hatta Yunus Emre’nin bütün şiirlerini okumadan hece şiiri yazdığınızı zannediyorsanız kendi kendinizle avunuyorsunuz demektir.
● Serbest şiirle aranız nasıl, dergilerde okuduğunuz sizde bir karşılığı olan şiirler yayınlanıyor mu? 
●● Şiir şiirdir. Serbest olsun ölçülü olsun benim için hiç fark etmez. Zaman zaman dergilerde güzel şiirlere rastlıyorum. Mesela en son okuduğum ve beni sarsan Ömer Hatunoğlu’nun Dünyanın Dörtte Üçü şiiri gerçekten güzel bir şiirdi. Hangi dergide olursa olsun beğendiğim bir şiirin şairinin telefonu varsa ararım yoksa yazarak tebrik ve teşekkürlerimi bildirdim. İbrahim Yolalan, Mehmet Narlı, İsmail Karakurt, Nadir Aşçı, Hüseyin Kaya, Gökhan Akçiçek, Adem Konan, Özcan Ünlü, İsmail Söylemez, Nurettin Durman, Süleyman Çelik, Mustafa Özçelik serbest şiirde önemli bulduğum şairlerim arasında yerini alır.
● Peki, neden serbest şiir yazmıyorsun?
●● Zaman zaman serbest şiirler yazdığım olmuştur. Mesela Bir Yıkık Handa Buldum Seni, Ruanda, Reis, Elli Yaş Şiiri aklımda kalan önemli şiirlerim arasındadır. Şiir nasıl gelirse öyle ağırlarım ama uzun süredir şiir kalbimden dudaklarıma, dudaklarımdan kâğıda ölçülü şekilde döküldüğünden serbest şiir bir kenarda dinleniyor. 
● Hece daha kolay mı yazılıyor?
●● Hece şiiri serbest şiire nazaran daha kolay bir şiir türüdür. Ama bu kolaylık da herkesin ölçüyü, kafiyeyi tutturarak yazması anlamına gelmesin. Hece kendi içinde bir disiplini olan bir başkasından daha az etkilenen duygu ile bazen de irticalen yazılan bir şiir türüdür. Ama serbest şiir zor bir şiir türüdür. Belli bir okuma ve belli bir disiplinden geçmeden serbest şiir yazılmaz. Bugün serbest şiir yazan ünlü şairlerin hayatlarını okuduğunuzda gelenekten beslenerek serbest şiire kulaç attıklarına göreceksiniz.
● Şair adayı şiire nasıl başlamalı?
●● Şair adayı şiire başlamamalı. İyi bir şiir okuyucusu olmalı. Şiiri okuyarak tahlil etmeli. Her hafta en az iki şiir kitabı okumalı. Bu okuduğu kitaplar da en az iki yüz yıl gerilere giderek günümüze doğru gelmeli?
● Nazım Hikmet’i, Sezai Karakoç’u, ne zaman okumalı?
●● Bu iki ters kutuptaki şairleri okuyarak şiirin kapısından gireceklerini zannedenler yanılırlar. Nazım Hikmet, Yahya Kemal Beyatlı’nın, Sezai Karakoç ise Necip Fazıl Kısakürek’in tedrisatından geçtikten sonra şair oldular. Her iki şairi de anlamaları için onların okuyup geçtikleri yeri geçtikten sonra yavaş yavaş onları anlayabilirler. Bu iki şair de geleneği iyi bilen ve geleneğin imkânlarından yararlanarak şiirlerini bir çağlayan gibi akıtmasını bildiler. Günümüzde parmakla gösterilecek bir şair göster ki yazdıklarında Nazım Hikmet’in ya da Sezai Karakoç’un parmak izleri olsun. Her ikisinin de yaşadığı hayatın düşünü bile göremez günümüz şairleri. Bu iki şairin beslendiği kaynaklara kadar gitmedikten sonra onları anlamak mümkün değildir.
● Gel sohbeti tadında bırakalım Atmaca.
●● Doğru dersin çok olur uzun sözde atmaca. [1]
 [1]Bir Nokta Dergisi Sf:38-43 Sayı: 167 Aralık 2015  
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da