KategorilerYAZILARSöyleşiTAYYİB ATMACA İLE YENİ KİTAPLARI ÜZERİNE HASBİHAL

TAYYİB ATMACA İLE YENİ KİTAPLARI ÜZERİNE HASBİHAL

06.05.2016
                                                                                                                            Konuşan: Mustafa OĞUZ
 
9 yıl Güneysu, 5 yıl Kırağı serüveni bittiğinde 3 şiir kitabınız vardı. 1.Kitabınız Hüzünlerin Düğünü 1980, Külüngün Taşlara Çizdiği Nakış, 1993 ve Sarı Kitap 1997’de yayınlandı. Bu uzun aralıklardan sonra Mart 2004 de üç kitabınız birden yayınlandı. Anadolu’da yaşayan bir yazar olarak kitap yayınlatma süreci nasıl gelişti?
 
İlk kitabın yayınlandığında Ticaret Lisesi son sınıf öğrencisiydim, Hüzünlerin Düğünü’ne bir daha dönüp bakmadım. Bu kitapta yayınlanan şiirlerin bir çoğu Kelebek Gazetesi’nde “Ümit Yaşar Oğuzcan’ın seçtiği sizin şiirleriniz” köşesinde yayınlandı. İkinci kitabın yayınlanana kadar yazdıklarım şiir mi değil mi diye kendi kendimle hesaplaşmayla geçti. Hani, atalar: “Bal tutan parmağını yalar” demişler ya; biz parmağımızı bile yalayamadık. İkinci kitabımız, Güneysu Yayınları, üçüncü kitabımız ise Kırağı Şiir dizisinde çıktı. Bazı yayınevlerini ben beğenmedim, benim beğendiğim yayınevleri beni ciddiye almadı. Bundan dolayı kitaplarımız gecikti. Belki bütün bunları “suyun gözünde” bulunanlarla dirsek teması halinde olabilseydik kitaplarımız gecikmeli olarak yayınlanmayacaktı. Ben daha ziyade gönlü olanlarla gönül koyuyorum. Yüzüne baktığımda kendimi gördüğüm insanlarla omuz omuza oluyorum. İşte bu üç kitap, omuz omuza verdiğim dostların; içimin okuyucuya dökülmesine vesile oldular.
 
Tayyib Atmaca, susarak konuşunca neleri dinledi?
 
Susarak tirat okumayı denedim, içimin derinliklerinde kulaç vurmaya çalıştım, aşkın kıyılarında boyumu aşmayan sularda çırpındım. Akıntıya kapılmaktan korktum. Yanımda kimse yoktu. Birileri varmış gibi kendi kendimle konuştum. Kendi kendime tutundum, kendi kentimde yittim. Kalabalıklar arasında bir kalabalık gibi olmamaya özen gösterdim. Susa susa yara çıktı dilimden, konuşmaya başlarsam kelimelerin içini boşaltacağımdan korktum. Korkumun üstüne giderek korkuma korkuluk olmak istedim. Hangi dostun candan, hangi dostun camdan olduğunu gördüm. Yoklukla imtihan oldum. Sabrın acı ağacından tatlı meyveler devşirmeyi öğrendim. İçimin şehrini gezdim. İçimdeki deniz dev dalgalarla yalnızlığın kıyısını dövdü, sığınacak liman diledim. Dilenmedim. İsteklerimi hep O’ndan istedim. Umduklarımdan fazlasını verdi.
 
Med Cezir Vakitler’in büyük bölümü Yitik Düşler’de yayınlanmış daha sonra da  2002 yılında 101 adet basılmıştı. Susarak Konuşsan Gözüm Dinlese’de uzun süre Yitik Düşler’de yayınlandıktan sonra kitaplaştı. Med Cezir Vakitler’in serüveni hakkında ne söyleyeceksiniz?
 
            Yitik Düşler, Kırağı’dan sonra kendi dergim gibi gördüğüm ikinci dergi oldu. Özellikle M. Sait Türkoğlu, Mustafa Oğuz ve H. Ahmet Gökçe’nin de ateşlemesi neticesinde, kitaplaşacak yazılar ve şiirler peş peşe geldi. Med Cezir Vakitler’i yayınlamayı düşünmüyordum. Nasıl olduysa birden bire kendini Yitik Düşler’de buldu. Derginin seçkin okuyucularına ulaştırılmak üzere ben dahil 101 kişinin isimleri belirlendi ve kitap numaralanarak okuyucularına gönderildi. Bu kitap üç beş arkadaşın katkılarıyla çıkmıştı. Maalesef bizim dostlarımız bizim kitaplarımıza para verip almayı yazara saygısızlık olarak görüyor olmalı ki, adına imzalanıp ve kargo ile gönderilmesini beklerler. Kitap eline geçtiğinde ise bir çoğu kitaplarının arasına sıkıştırarak bakılan kitaplar listesine dahil ederler. Çünkü yazarı tanıyordur, okumasına gerek yoktur! Hele ulaşamadığınız arkadaşlarınızın kendilerine kitap gönderilmediğinden dolayı serzenişi ayrı bir konu. Konuşsanız olmuyor sussanız olmuyor. Matbaa, kitap kapağını 30 adet fazla basmıştı. Biz de içini fotokopiyle çoğaltarak ciltleyip ilgili yerlere ulaştırmaya çalıştık. Kitabın dergide yayınlanan bölümleri, daha sonraki basımı üzerinde tekrar çalışmalar yaptım. Susarak Konuşsan Gözüm Dinlese’de, aslında Med Cezir Vakitler’in devamı. Bunun da bir bölümü yayınlandıktan sonra kitaplaştı. İyimi yaptık kötü mü yaptık orasını zaman gösterecek.
 
İstanbul’da ne buldunuz?
 
İstanbul’da neler aradım, neler buldum ve neler yitirdim… Aradığım insanların çoğunu adreslerinde bulamadım. Nereye giderseniz gidin karşılaştığınız bir şair yazar tarafından “üstad”lık payesi alıyorsunuz. İyi şeyler yazmışsınız, yazmamışsınız önemli değil. Önemli olan ne kadar muhabbet ediyorsanız, birbirinizin başkalarının yanında nasıl taltif ediyorsanız o kadar şairsiniz, yazarsınız. Anadolu’daki  zavallı okuyucular İstanbul’da yaşayan şairlerin yazarların öyle burunlarından kıl aldırmadıklarını nasıl görsünler. Davet edildiklerinde kırallar gibi karşılanırlar ve uğurlanırlar. Siz taşralısınız onlar gibi dilinizi eğip bükemezsiniz sözü doğrudan söylersiniz ve dilinizin altına hiçbir şey gizlemezsiniz. Ne zaman onlarla bir araya geldiğinizde geyik muhabbetinin kıyısından köşesinden kareye dahil olursanız mevzuyu halletmiş olursunuz. Yok değilse ağzınızla kuş tutsanız taşralısınız. Bunu bütün şairler, yazarlar için söylemiyoruz elbette. Onlar da kim mi ben aradım buldum, sizinde yolunuz düşerse o şairler yazarlar, yüreklerinin kapısında bekliyorlar. Sakın pencereden girmeye çalışmayın. İstanbul’da neyi ararsanız onu bulursunuz, ama sabırlı olmak zorundasınız. Bende bu sabır vardı, ama Osmaniye’de yavrular yolumu gözlüyordu. Daha fazla güzel insana ulaşma imkanım olmadı. Ben İstanbul’da aradığımı buldum.
Beyazıt’tan Sultanahmet’e doğru yürürken Ulu Hakan’ın türbesinin yanından herhangi bir insan gibi geçmiyorsunuz, dudaklarınız kıpırdıyor, avuçlarınızdan kuşlar havalanıyor. Bir namaz sonrası, Sultanahmet’de, Süleymaniye’de, Fatih Camiinde, Şehzadepaşa (Büyük şehir belediyesinin karşısındaki camii olabilir adını unuttum) sırtüstü yatıp milyonlarca insanla aynı istikamete durmanın ve onların alınlarını koyduğu yere alnımı koymanın ve 300-400 yıl gerilere gidip gelmenin hazzını yaşamak insana ayrı bir huzur veriyor. Hele ara sıra Üsküdar’a geçip Harem’e doğru yürüyerek İstanbul’un gündüzünü ve gecesini seyretmek yok mu insanın yorgunluğunu alıyor.
Bir de İstanbul’dan ayrılış yok mu. Sanki sevgiliden ayrılıyormuş gibi koyuyor insana…
 
Med Cezir Vakitler ve Susarak Konuşsan Gözüm Dinlese’nin türüne ne demeliyiz
 
Med Cezir Vakitler’i yazmaya başladığımda günlük olarak düşünmüştüm. Ara sıra belli saatlerde ne yazarsam o kardan diye düşündüm. Bir de baktım ki iyi gidiyorum, daha titiz bir çalışmaya koyuldum. Bazen nesir, bazen şiir olarak geldi. Anadoluda “Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa bahtına” diye bir tabir vardır. 3 ay boyunca belli saatlerde yazdım, okuyucunun bahtına işte böyle bir kitap çıktı. Bazen şiir, bazen nesir şeklinde. Kitapla ilgili düşüncelerini aldığım dostların bir kısmı mensur şiir, bir kısmı deneme dedi. Kitap 3 ayda yazıldı. Kitap günlük-deneme-şiir karışımı oldu. Ben deneme demeyi daha yakışıklı buluyorum.
Susarak Konuşsan Gözüm Dinlese’ye gelince; bu kitap Med Cezir Vakitler’in devamı. Ben adına şiir kitabı diyorum, ama herkes bir şey söylüyor. Ben biraz daha ileriye giderek bu kitabın çağdaş bir atışma olduğunu söylüyorum. Kitabın çok az anlaşılacağını biliyordum. Çünkü okuyucunun karşısına böyle bir kitapla ilk defa çıkıyordum ve okuyucu böyle bir kitabı duymamış okumamıştı. Yitik Düşler’de yayınlanırken bile kitabı deneme gibi okudular. Böyle okuduğunuz takdirde bazen kelimeler birbirinin sınırlarını ihlal ediyor ve manasız bir söz öbeği oluşuyor. Gerek kitabın arka sayfasında ben, gerekse, Ön Okuyucu bölümündeki  dostlarla bazı şifreler vererek kitabın kapısını aralamayı düşünmüştük, anlaşılan olmadı. Ben kitabın anlaşılmasının zor olacağını biliyordum. Bu kitap böyle geldi. Dudaklarımdan şiir dizeleri olarak döküldü. Hem de yan yana. Okuyucu gözü ile ya da gönlü ile noktalama işaretlerini gerekli bulduğu yere koyduğunda kitaptan tat alacak. Aha küçük bir şifre daha; şiir başlığı gibi görülen ilk dizeden yola çıkarak,  alt bölümlerdeki birbirinin içine girmiş gibi görünen dizelerin belini bir kırın.
Çağdaş bir atışta dememesi yapmak istediğimi söylemiştim. Hem rakibin yerine kendine gül atacaksın, hem kendi bahçenden güller toplayıp rakibi taşlayacaksın. Bu kolay olmadı. Kendi kendimle satranç oynamaya çalıştım. Yenen kim, yenilen kim belli değil.....
 
 
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da