Tabu ve totem kapsar bir ulam oluşla, hiç bir zaman bir din değildir.
Neden? Birkaç tanesini hemen söyleyeyim. 1-İlahi bir söylem ve hitap olmamakla
totemizm asla bir din değildir. 2-Tabu
ve totem sanı kanılardan da oluşsa da, bu sanı ve kanıların kaynağı, insan ve
insanın doğal çevresinden gelen nesnelliğin; insan düşüncesin içinde
yansıtılmasıdırlar. Böylece dini sanı kanıdan ayrılırlar.
3-Sosyal birlikti etnik totemi dönemler, dinlerin vaaz
edeceği hiç bir ortam ve zemin ideolojisini, içermezler. Bu neden ile dinlerin
seslenebileceği bir alan değildirler. Yani dinlerin bu dönem içinde söz
söyleyebileceği hiç bir argüman ve ideolojik tabanları bulunmamaktadırlar. Bu yüzden
dinleşemezler.
4-Etnik totem yapı olmaları durumun içten kapalı, kendi
üzerine kendisinin yansıması oluşla (tekil grup yansıması oluşla); bir fiziki flora,
fauna ortamla, kendi sosyal yapısı arasındaki alıp verme etkileşimi
olmasındandır. Değilse kendi kültürünü dışa ihraç eden bir yayılmacı totemilik
katiyetle değildir. Yani totemi argümanlarını ihraç etmelerinin bir nedeni de,
henüz o dönemlerde ortalıkta yoktur. Bu gibi nedenlerle totem bir din değildir;
bir dini anlayışta değildir.
Eski topluluklar (dikkat toplum değil) dönemini çok iyi
kategorize edip; işlettirilen mantık kurallarını iyi anlamalıyız. Yerleşen ve
çoban dönemlerin, devrimsel dönüşme ile temastı ittifakı toplumsal ilişkilere dek
sürecini başlayışları, vardı. Bu dönem bugünkü kullanılan mantığın çok bozuk
bir öncül oluşma biçimi olmakla tarifsiz önemlidir. Bunlarla bugüne nasıl geldiğimizi kavramak
gereklidir.
Yerleşen temastı ittifakı toplumsal süreci başlatan tarihi
bilmek hayli zordur. Çünkü gelişme bir türden ve bir noktadan aynı şekilde
başlayıp salınım yapan hareket değildi. Aynı benzer noktalardan devinişle yola
çıkıp ta, çok farklı noktalara giden süreçler vardı (buna varyasyon yapan
süreçler demeliyiz).
Yine aynı zemin içinde farklı noktalardan (zemin
tutuşlardan) yola çıkıp ta, benzer noktalara gelebilen süreçler de olasıydı.
Bunlar dallanıp çatallanan, yarılan alan içi kesikli sürekli zemin olaylarıydı.
Çok önceden beri var ola gelen, belli salınımlı totem sürecinin; zemin
esnemelerini ve zemin depremlerini de, hani neredeyse birden başlatan girişmeli
hareketlerdi, de.
Çok kaba bir bakışla milattan 12 bin yıl öncesi ile yine
milattan 8 bin yıl öncesi içinde genel dünyaya şamil çevreden kısmen kopuk,
özel çevre ilişki ve salınımlarıyla başlayan hareketler; zaman içi temas dek
ilişkilerin yalpalamaları içinde biraz biraz salınımlarını oldukça büyüttüler.
Klan yapıdan birleşme bir geçişle büyüyen salınımlar site konfederatif
ligi, şehir devleti yapılaşması, şehirler birliği konfederatifleri içinde büyük
devletlere ulaştı. Bunlardan da imparatorluklar ve ulus devleti olmaların alanlanması
içine gelindi. Her bir büyüyen salınım, kendi içinde düğüm noktasının başlanış
ve bitişini oluşturan; kesikli sürekli topak olan düğümün tarihselliklerini
ortaya koymuşlardır.
Bu salınım büyütme hareketleri bir araya gelen, dağılan ve
yeniden zorunlulukla bir araya gelen süreçlerin; yalpa yapan, hareketleri
içinde çalkanan (tufanlar yapan), bir düzen ilişkilerine girmenin tarihi
oluşmalarıydı. Süreç,8 bin yıl öncesine
gelene kadar elbette bitmedi. Kartopu hareketi kararlı olmaya başladı. Çevre
içi katılımcı besleyenleri azalmakla, bu yoldaki akış azaldı.
Belli bir periyodik yoğunluk sonunda giderek sönümlenendi.
Ama tarihi süreçler içinde de devam eden sürece katılma biçiminde günümüze dek
geldi. 19 yüz yılın başlarına dek bu sürece katılamayan on bin yıl eskisine göre
hayli gelişmiş ama oldukça otantik sosyal totemi grupçu topluluklara bir hayli olurla
rastlanmıştı. Şimdiki yapımız; sosyo-toplumsal totemi yapıdırlar.
Bahsedilen eski topluluklar süreci, tekil sosyal birlikti
totemi süreci kendi içinde olgunlaştıran, hayvan evcilleştirmesini; bitki, tohum yetiştiriciliği ile giderek
bunların bilgi ve kültürünün oturtup adeta tekil etnikti sosyal patlamalar yaptılar.
Sosyal biriktirmeli patlamalar döneminin
sonu ile temas eden ve de giderek ittifakı oldular. Eski topluluklar böylece
sosyal tekilci gelişmeyi sosyo-toplumsal yapışla tikel ve tükel girişmeli dönem,
ilişkilerini; başlaşan girişmelerin de
arefesidirler.
Bu temas eden; ittifaklar
yapan ve sosyo toplumsa hareket olurla; sosyo-toplum olma gibi ikili alan
ilişkilerini başlatan bir devrimdi. Bu dönüşme
hareketleri; yeni oluşan süreçten önce tekil ve sosyal birlikçi olmanın çok uzun
geçmişi vardır. Uzun geçmiş olan tarihsel dönemin totem ilişkileri köksüz,
soyut ilişkiler olmaktan çok, zemin hareketi ve bunun yaşantılarsan sosyal
yorumundan ibaret olan bir devinmeydi.
Sosyal elci totem hareketli anlayışının içine yeni dönemle
birlikte, toplumsal zemin hareket ilişkileri de katılmıştı. Bu dönemle birlikte
ilk kez, sosyal totem ilişkileri; sosyo-toplumsal ilişkiler olmuştu. Toplumsa
dönem öncesi totem ilişkileri asla bir toplumsal ilişkili değildirler.
Bu nedenle temas eden ittifak öncesi sosyal elli totem
anlayışı, tekil ve sadece sosyal zemin ilişkilidir. Yine bu dönem, bir sosyal
birliğin; diğer etnik sosyal birlikle temaşan oluşuyla; sosyal TOTEMLER
ilişkili birçoklu (plural ) totem anlayışlarının; kavranıp, kavratılmağa
başlandığı bir oluşan, süreçtiler.
Bu ayırt edicilikleri bilmek, yapmak zorundayız. Ki düşünme
mantıklarını ve gelişen mantık süreçlerini az çok anlayabilelim.
Eski Sosyal Birlikçi Mantıkla Sosyo toplumsal Yapının Mantık Farkları
Söz gelimi, " Eski toplumlar,ölüp dirilmeye inanıyorlardı. Bu yüzden hesap
vereceklerini ve hesaba çekileceklerinin, düşünmesi içinde oluşla; fantastik yansımaları
yapış şekillerine göre çeşitli ritüeller ortaya koyuyorlardı" diyen bir
cümle duyduğumuzda, açık açık eleştirel olabilelim. O dönem mantığını
kavrayalım. Bilmenin yansıtmalarını da siz; öznel deneyim zenginlik
tutumlarınızla belirteceksinizdir.
Böyle bir söz, kökten yanlıştır. Bir kere tarihi anlatma;
çok büyük oranda, yazıyla başlarsa da; bir sözlü anlatımlarla aktarılan,
resimlerle söyleşilen, el ürünü yontu ve kullanım araçları ile taş, balta,
çanak, çömlek gibi eserleri konuşturan anlatım dili ve ritüel gelenekleri de,
yazıdan önce vardı.
Yine insanlık tarihinin tekil sosyal yapı girişmesi oluştan
çıkışla, ivmesi ve çoklu girişendi girişmeler oluşla, karmaşıklaşması ve
karmaşan ilişkilerin entegrasyon süreçlerine yönelmesi; zaten var olan sosyal
alan devinmenin yanına bir de toplumsal alan devinmesini koyan girişme; tarihin
bir dönüm noktası oluşla; farklı bir insanlık tarihi seyri (akışı) olmuştur.
Bu dönüm noktasından öncesi olan uzun sürece; tekil girişen
eski totemi topluluklar dönemi diyoruz. Eskilik, doğal ve zorunlu olurla sonradan
olurların içerilme eksikliği idi. İçerik süreçle oluşan gelişme ve
girişmelerdi. Vakti gelmemiş gelişme; eskinin
içinde olmazdı. Yani eski topluluklar toplum yaşamını bilemezdi.
Bir toplum adamı olan Sokrat’ta, mekik devinimini bilemezdi.Bu nedenle bu dönemler eski dönem diye
kategorize edilse bile, barbar ve uygarlıktan yoksunluk diye belirtilemezdi. Çünkü zaman ve gelişme görece idi. Eski topluluk
ve toplumlarda zorunlu olurla, görecedirler. Ellerinde değildir.
Yukarıdaki
söz, çoğumuza çok doğru bir gelişme ve tanımlama gibi gelecektir. Ama aslında
sapla samanı karıştıran bir cümledir. Bir kere eski topluluklardaki
"topluluk" kelimesi toplum değildir. Topluluk, toplum gibi anlaşılıp
böyle kullanılmış. Birazdan göreceğiz.
İkincisi insanlar, animistik anlayış ve duygularıyla; etraflılarında
atalar ruhlarının dolaştığına dek olucu sanı kanıları edinmişlerdi. Bu nedenle etrafı,
kendi canı kanı gibi oluşla bir eşitleşmeydi. Bu yüzden her şey totemi olabilirdi. Bunlar
tekil ve sürü insan yaşamlı tekil algılardır.
Haz durumları yaratan ata ruhları olduğu gibi kendisine tehdit
olan ve ondan kaçındığı elem veren atalar ruhu da vardı. Hazdı olan atalar
ruhuna da yaklaşıyordu. İşte yanı başındaki bir çalılık ruhu; bir kayalık ruhu;
bir göl, su ruhu; bir çayır ruhu; bir orman ruhu; bir geyik bir domuz ruhu vs. olan
belirlemelerinin anoloji suret totemleri bu hazcı “atalar ruhu totemdiler”.
Bu bağlamda, kendi canlarının da bir gün bir bitki, bir
hayvan, bir dağ, bir kaya gibi şekil içine geçip yaşama devam edeceğinin
kanılarını, pek çok bölgede ritüel etmişlerdi. Totem haz ve elem duyguları üzerinden, egoya
göre sanı kanı edinilen bir davranılmanın, öznel soyutlamasıdır.
Bu nedenle çalılıkların kayalıkların veya ormanın ruhu
vardı. Bu anlayış bir ölüp te dirilme anlayışı olmayıp; haldeki bedeni terk
eden ruh (can) gezmesi ve bir can göçü olayı olma, anlayışıdırlar. Tin haldeki
bedenden kendisi gibi sıkılıyordu. Bunun için kuş gibi uçmak, aslan gibi güçlü
olmak, bir ağaç gibi bir dağ gibi ulu olmak istiyordu. Hem yeni arayış ve
anlayışla dünyayı; don değişmenin yepyeni şekliyle yaşantılaşıyordu.
Böylece canı, bir avatar kalıbı terk edip; başka ve yeni bir
avatar vücut kalıpları ile sürece ve yaşama katılmağa yaşamı bir başka yönden
anlayıp yaşanılamaya devam eden bir egoyu koruma ve egoyu sürdürme anlayışına
sahipti. Çelişkilerini görmek şimdilik
umurunda değildi. O an ego onu istiyordu.
Ölen ve yeniden dirilen bir egodan çok, başka kılık ve
donlarla (görünüşlerle) devam eder bir şekilde egoyu sürdüren (canlıcılık)
sanılı anlayışını kurgulayabiliyordu. Bu aşamada dünya ben merkezli oluşla tüm
olaylar egoya dönük ve egoyu gerçekleyen olaylar olarak bir çelişki gibi de
görünmüyordu. Her şey çelişkiyi değil, ben içince olurla, benin yani egonun
yani hayatının; kendi üzerinde süren hayatın; sürekliliğini ön görüyorlardı.
Ölüp te dirilme düşüncesi, sınıflı toplumlardaki haksız mal
edinilen köleleştirme ile insan emeğine ve insan emek ürünlerine el koyan
düzene olan haklı direnç, öfke ve şiddete yönelik süreçlerinin; nesnel
iknalarının yanına daha küçükken; çocuk yaştan itibaren, düzenin insanları
eğiten bir öznel ikna etme kabiliyet ve yeteneğidirler.
Ölüp te dirilme anlayışı; emeğe sahip çıkamama sonucu
eşitsiz mal edinmeli bir yaşam gerçeği oluşla bir “hak almanın” öznel düşünme
haline getirilmiş, öfke ve hırs (öç) birikmesini indirgeyici olmakla ve daha sonra,
totem huzurunda öç alıcı bir öznel yansıma oluşla, ortaya çıktı.
Yani yeni totem bir yandan zemin hareketli öznel yansımayı,
yaşam ilişkilerinden koparıp gözlerden ırak eden soyutlamanın soyutlaması
olurken; bir yandan da; eşitsiz, somut ilişkilerin öyle olmasının takdirinin
kendinde oluşunu söylemekle; somut ilişkilere de buyuruyordu.
Eşitsiz gelişmenin, zorunlu olan eşitsiz adalet anlayışı,
vardı. Eşitsiz gelişme vardı. Eşitsiz gelişmeyi sağlayan eşitsiz adalet vardı.
Adalet bu eşitsizliğe göre bir mantık yürütme ve düzenleme oluşla görece nesnel
ve doğru idi. Adalet eşitsiz zemin devinmesine göre dalgalanmak zorundaydı.
Adaletin bu zeminse devinmeye göre olması görece doğruydu. Açıkçası bir sınıfa göre doğru, bir sınıfa
göre yanlıştı. Egemen düşünce, baskın olan düşünce, daha çok ezen sınıfın yansımasıdır.
Ama ne zemin devinmesi ne de onu düzenli kılan adaletin illa
öyle olması gerekmiyordu elbette. Bu
nedenle ölüp dirilme ve hak alma, hesaba çekilme bu eşitsiz zemin adalet
duygusunun kapatamadığı noktalardaki nesnel geçekliği örten, öznel anlamayı
kısmen de olsa ikna eden bir taraflar kullanımlı yol yöntemi oluşla bir
ideolojik metottu.
Zengin dirilip hesap verecek (bu nedenle kolay kolay
haksızlığa kaçmayacaktı!). Ezilen hakkını nasılsa hesap günü alacaktı (öyle ise
kişi haksızlığa direnip günaha girmemeli sabretmeliydi). Bu anlayışların
karmaşık bir girişmesi olurla, öznel toplumsal cari kültürün; sosyal özne
kültürü, olmasıdır.
Yaşamın ilişkilerine dayalı ama halk kültürüne aksedişle
yaşamın gerçeklerinden kopan bir hüviyet alacaktı. Ölüp dirilme bir haklaşmayı
bir hesaplaşmayı bir ödünç olanı, tabu ve totem önünde sonra geri almayı öngörür
sınıflı toplumun çelişmesinden kaynaklı bir öznel mantıktır. Nesnel ilişki
olurla anlayamadığınızı hatta nesnel ilişkiler içinde bilip te, söyleyemediğinizi
totem zemine söyleterek dolaylı bir meşruiyet kazanıyordunuz. Bunu eski
topluluğun bilebilmesi için hiç bir olanağı yoktu.
Yani etnikçi sosyal birlikler dönemi içinde ölüp dirilme
kavramı hiç yoktu. Ölüp dirilme ve hesaba çekilme düşüncesi sınıflı toplumla
ortaya kondu. Çünkü sınıflı toplumda mal edinme vardı. Kendi emeği ortaya
çıkmıştı, kendi emeğine sahip çıkma, çıkamama vardı. Toplumda, emek ve mal
gaspları vardı. Köleleşme hırsızlık vs. vardı.
Oysa temastı toplum döneminden önceki etnik totemi sosyal
birlikler dönemi içinde; ne özel mal vardı. Ne özel mülk vardı. Ne de bunların
gaspından kaynaklı olurla, bunlardan yansıyan bir "hak alma"
düşüncesi, olan ölüp dirilme ve hesaba çekilme zinhar yoktu. Çünkü bu anlayış
temel ego düşünce var oluş ilkesini yansıtmayan bir tehdittir de. Ancak çıkar
sağlamaya yönelik, öznel özel tarafların egosuna hitap eder sınıflı toplumun
hayallerini verirdi. Bu da evrensel ego kültür değildir.
Bu bağlamda bir başka mantıki düşünme belirtelim. Etnik totemi
sosyal birlikçi yapıların "asla şanslı doğmak" gibi bir düşünme bir
mantık yürütmenin etki ve etkilenmeleri içinde değildiler. Neden mi? Çünkü bu
kabil eski dönemin ne özel mülkiyeti; ne özel zenginliği; ne de zengin soy
aileleri; ne de zengin ana babaları vardı. Ana babayı kategorize edecek bir
zorlama ortada yoktu. Eğer illa ana baba olacaksa, totem yapının kendisi
olmayan bir öznel duyuşla, onların ana babası ve ailesiydi(!)
Ana baba özel tanımlı bir aile ilişkisi içinde de,
değildiler. O totemi etnik sosyal grup kişinin ailesi ve ana babası olurla;
günlük sağlasan toplayıcılık, av yapma, güvenlik tedbiri içinde olma, cinsel
ilişki düzen içinde olmanın, paylaşan
düzenli bir parça olurla, bir kuşak düzeci; totem ilişkisi içindeydi.
Oysa kişinin özel ve zengin ya da fakir ana babaya sahip
oluşla doğma şansı; sınıflı ve mülkiyetçi toplumla beraber vardır. Şanslı doğmak,
sınıflı toplumun kültürü ve mantığı yansıtma eylem ve edimi içindeki yönelimleri
kurgu eden bir süreçtir. Etnik totemi
sosyal yapı, böyle bir anlayışı; katiyetle oluşturup; kişi hayatını kurgulayan bir öznel yansıma
boyutuna, hiçbir zaman indirgeyemezdi.
Dahası eski toplulukların, zengin fakir olma; efendi köle
olma kaderleri de yoktu. Apartmanı olma;
sürüsü olma; okullu köyde doğup doğmama gibi tedavi olup olamama; iş bulup
bulamama gibi kaderleri de yoktu. Sözcüğün tam anlamıyla kadersizdiler.
Olsa olsa ortak sağlamanın ortak tüketimi; ortak sağla
şansızlıklar tekil değil ancak hepsinin birden kaderi olabilirdi. Bu da
kategorize olan zeminden gelen eşitsizleşmenin bilgisi olmamakla; asla kader düşüncesi
değildi. Sınıflı toplumla birlikte; İnanan ve Enkidum “kaderlerine yürüyecekti”İnanna (Hava) kendisine bal, et, kaymak veren
çoban Dumizi’yi; kendisine buğday, fasulye, marul veren tarımcı Âdem’e (Enkidum’a)
göre tercih edip; onunla evlenip, her biri kendi kaderine yürüyecektiler.
Biraz da, yine bilimsel metot dediğimiz sürece kaçacak olan
bir toplumsal mantık kurgulu bir anlamaya daha girelim. Güncel toplumun kısaca
anlaşılır olsun diye "çocuk seviciliği dediği” ve adına pedofili hastalığı
dediğimiz hastalık ne etnik totemi düzen içinde; ne de toplumsal yapılaşmanın
ileri süreç aşamasının bir bölümü içinde asla yoktur.
Şöyle söyleyelim pedofili bir bedeni ya da ruhi arazlı bir
hastalıksa, insanlık tarihinin tüm dönemleri içinde vardır ama bir tanı, bir
teşhis, bir ayırt edici, bir kategorize edici oluşla ortaya konması ne etnik
totemi yapı içinde olasıydı. Ne de toplumsal sürecin başlangıçtan ilahi
dinlerin ortaya konuşuna dek olan süreçleri içinde gittikçe azalan bir
seyredişle fark edilebilir olan bir meşruiyetsizlikti.
Etnik totemin, başlanışta kimin kiminle aşk edeceğini
düzenleyen ve sonra da giderekten çok ileri süreçlerde kimin kiminle
evleneceğini düzenleyen bir yaptırım ilkesine sahip olduğu tartışılmazdır.
Etnikti sosyal birlik totemli dönem, temel olarak buluğ öncesini; kim kez de buluğ
döneminin birkaç yaş öncesini yani 6-7 yaş öncesinin cinsel ilişkisini genel
olarak belki yasaktan tabu kılmıştı. Beşikteki ile aşk yapmıyorsa da beşikteki
potansiyel bir aşk içermesi idi.
Bu içerme uygulanan bir içerme olmayıp kuşak kategorizesi
olmamaktan kaynaklı olası istismar yâda ara sıra yönelimler olacakla meşrutiyet
dışı düşünülemeyecekti. Bu nedenle bu zemin sınırlaması kendi şartlarıyla henüz
ortaya çıkmamış olmaktan hareketle, sınıflı toplumun ileri aşama evlilik kurumu
beşiktekine de beşik kertmesini dahi meşruiyet eştirmiştir.
O kurumsal ve toplumsal gerçek üzerine olan ittifakı düşünme
mantık düzenine göre bu doğrudur. Daha henüz insan kavramı içine insanlık
değeri soyutlamaları girmemişti. Evlendirdiği kişi için “onunda bir kişiliği
var. O ne düşünür? Ruhi yapısı bozulur mu? Bu çağda bunun okulda olması gerekir?
Gibi değerler kural olarak fark
edilmeyen ama kimi özel uygulamalar olurla da varsa da, herkesin bilip kabul
ettiği bir ittifakı kategorize bilgi değildiler.
Şimdi siz aynı şeyi meşru görebilir misiniz? Sizin meşru
görmediğiniz, ittifakın konusu olmamayla ve kategorize bilgi ya da kural
olmamakla; bir kuşak farkı ortaya koymayı içermemekle, meşruydu.
40-90 yaşındaki bir cins, 13 yaşındaki 9 yaşındaki bir dişi
cinsle; yine buluğ şartı erikliği taşıyan erkek cinsle, birlikte meşruiyetlikle
birlikte olabiliyordu. Ya da daha insafla söyleyelim; yasak olmayan uygulanabilir
bir potansiyel olarak; bu böyleydi. 80 yaş ile 14 yaş birlikteliği vakiydi. Ve
bunlardan biri pedofili hastalığı taşısa dahi; bu tanıyı yapmanız bunu
anlamanız ve anlatmanız; olanaksızdır. İşte size temel bir mantık işletme ve
mantıklı olma sebebi.
Yine bu süreç toplumsal dönemin ilk başlarında karşı grubu
kendisine kardeş ilan eden ittifakın da bir konusu olmuştur. İttifakın bu
kardeş ilan etme sürecinin yaptırımı da iç cinsel ilişkiyi yasaklayıp; karşı
totemi etnik grupla cinsel ilişkiyi (aşkı) ön gören zorlamalarıdır. Yani
buradaki ilanen kardeşliğin ön şartı, karşı gruptan cinsel ilişki (aşk) kurmanın
nesline sahip olunan bir kurumsallık, olmasıdır.
Bir totemi grup, karşı totemi grupla cinsellik (aşk)
yaşayacaktı. Bu cinsellikte kuşak ayrımı yine yoktu. Yani bir grubun 7'den 70'e
olur her bir kadın ve erkeği potansiyel olarak ve uygulama olarak; karşı grubun
7'den 70'e olur tüm üyelerinin, kadını ve kocası durumundadırlar.
Yani öylesi bir meşruiyetlik içinde de normal yaşamın
zorunlu bir seyri olan ama şimdiki sizin pedofili tanımınıza tam da denk düşen bu
durumu siz; ne pedofili hastalığı olarak görebilecek durumdasınız ne de çocuk
seviciliği olan birini teşhis edebilirdiniz, ne böyle bir sözcüğün kullanımını
akıl ederdiniz.
Üstelik ne de buna bağlı yaptırım ve kültürel ilerlemeleri
ortaya koyabilirdiniz. Bir zamanların toplum içi kurumlaşması olan bu durum
toplum içi kurumlaşma olarak ortadan kalktığı halde bu aktarım geri planı
olmayan bir gelenek oluşla ilahi dinler döneminin de evlilikler konusu olmağa,
devam ediyordu.
1960'ların gazete Radyo ve adliye haberlerinde 12 yaşında
kıza ağırlığınca para verip satın aldı diyen haberler olağandı. 2012 Türkiye’sinde
hala bu feodal süreç genel ve yaygın olmamakla vardır.
Yani kuşak farkı gözetmeyen, potansiyel her bir yaşların,
her bir yaşlarla olur aşk ilişkisini ve giderek karı koca ilişkisini; yani bir
dönemin içindeki tarihsel nesnel ve toplumsal gerçekli belirmenin eski kurumsal
meşrulaşması ortada kalkmış olmasına rağmen, içi başka anlamlarla doldurulmuş
biçimde, hem sünnet olarak; hem eski meşrulaşma olacaktan gelenek olarak
sürmektedir.
Bir de özellikle feodal dönemin ilahi din inanmaları içinde
bir olayı kategorize edip onu bilim haline getirmek yerine, onu susturan, onu
daha baştan reddeden ; “sapık, sapkın” deme mantığı vardır. Bu damga kapsamındaki
kimi pek çok durumların, şaşırtıcı şekilde hiçte öyle olmadığı gösterilmektedir.
Bu sünnet gelenek olmama anlayışını söz gelimi Pastör’ün
mikrop araştırmasına sapıklık demeyle işi; Mongolfiyer Kardeşler ve Hazerfen Ahmet Çelebi
olaylarına değin uzanan bir yığın olay, deney, buluş karalamacı anlayış olmayı
da, beraberinde getirmiştir. Oysa kendisinin görece meşru bulduğu bir konu
bugün akıl ve bilim dışı olabildiği gibi, basit bir tedavi edilir hastalık
sorunu dahi olmaktadır.
Kendi zamanına göre doğru olan bu mantık, güncel bakışın mantıkları
olmamalıdırlar. Bu da salt inanmayla değil, görece bilme inanmayla olur. Eğer
siz, 14 yaşındaki kızın toplumdan kaynaklı, insani olmaktan kaynaklı, özel
olmaktan kaynaklı, evrensel olmaktan kaynaklı aktüel totemi haklarını
duymuşsanız ve biliyorsanız ve dahi buna rağmen gelenektir deyip 14 yaşında
kişilerle evleniyorsanız bu doğru değildir.
Burada şunu ayırt ediniz sünnet olan gelenek yanlış olmaya bilir. Sünneti edimler görece sosyo toplum kesitli ittifak aşmalar oluşla
doğrulukları ve nesnellikleri içerir. Doğru olmayansa, bile bile durumlara bu
düzlemde hala gelenektir diye o şeyin yapılır olması, doğru değildir.Bunun zorunlu sonucu olarak gelenek
olmayanları, yapmamaktır. Ki ucu, aşı olmamaya kadar varır. Ki örnekleri de çok
yaygındır.
Örneğin; bir hastalık
olan pedofili de bu anlamda sapkınlık değildi. Hasta olanla sapkın olan aynı
şeyi yapıyorlardı ama bir fark vardı, biri normal oluşla arzu tutku koyup, o
işe bilinçli ve bile bile yaklaşırdı. Birisi elinde olmayan patolojik
bozuklarla, bastırılmış duygularla,tedavi edilir olacakla yöneliyordu .
Bu nedenle sapık deyip, üstünü örtmekle ikisi aynı
kategoride değildir. Biri kazanılırken diğeri sinsi ve taammüdendir. Bir
zamanın görece inanç dili yeni zamanın dili olamaz. Yeni zamanın dili de çok
kez geçmişi açıklayamaz.
Daha, onlarca örnek vardır. Ama konuyu uzatmaktan başka bir
işe yaramaz. Bu nedenle eski dönemi cahil, barbar sanmak; kendinizi dışa
vurmaktan başka bir şey değildir. Kendi mantık kalıplarınızı onların olmayan
mantık kalıbı yapıp, onları yargılayıp, pedofili hastası ilan etmek, işten bile
değildir. Ve yine günü anlamanın ana yollarından biri de tarihselliğin kendisi
olacaktır. Yolumuz bilgiye sevgi ile bakmak ve bilgiye susamak olmalıdır.