TOPLUM VE BİREYİN ÇÜRÜMESİ
“Topluma mutlak şekilde teslim olmak, bütünüyle onun esiri olmak gerekir. Toplum ancak o zaman yalnızca kölelere, ruhsal olarak intihar etmiş kimselere saygı duyar.” der Osho. Toplumdan kaçmamın sebebi belkide bu sözde zahirdir. Zira, köle olmak istemiyorum hiçbir zaman. Hem de toplumsal olarak lümpenleşmeye başladığımız bir zamanda. Toplumun bireylere benimsetmeye çalıştığı hegomanya ruhsal çöküntülere ve karakteristik değişimlere sebebiyet vermektedir. Toplumun belli kuralları vardır. Bunlara beli seviyeye kadar tabi olmak elbette zaruridir. Lakin top yekun kabullenme ve dogmatik kabul etmek de belli başlı sorunlar meydana getirmektedir. Söz gelimi, birey günlük yaşantsında topluma uymak için, benimsenen maskeleri takmak zorundadır. Toplumda meydana gelen bir takım durumlarda, onlardan ayrı kalmamak için üç maymunu oynamak zorunda kalır.
Toplumun bu durumları karşısında abandone durumuna düşen birey, kendini revize edememektedir. Onun değişimi topluma bağlıdır. Bir kere toplumun esiri olmuştur. Toplum değişmeden onun değişimi söz konusu olamaz. Bunu egosantrik bir durum olarak tabiki ele alamayız. Demek istediğim, toplumun bireyi kendi öz benliğinden soyutluyor oluşudur. Birey, kendi varlığını bir yerden sonra toplumda bulmaya çalışmaktadır. Ama bulurken de önüne bir takım zorluklar çıkmaktadır. Bu zorlukların en başta geleni de sınıfsal farklılıktır. Her ne kadar günümüzde sosyal sınıf ayrımı kati bir şekilde olmasa da maddi ve manevi bir şekilde karşımıza çıkar. Örneğin, alt sınıftan bir birey, üst sınıftan insanlarla kendisini kıyaslayarak onlar gibi olmak istiyor. Ama gerçek karşısına çıktığında da manevi boşluğa itiliyor. Bu durum bireyde kabil kompleksine yol açar.
Toplumun, ön yargıları bireyin kendini gerçekleştirmesine ve bir takım hakları kullanmasına mani olur. Söz gelimi, istediği bölümü ve mesleği yapmak istediği halde toplumun öncelikle maddiyata önem vermesi sebebiyle yapamamaktadır. Ayrıca toplumda var olan bir diğer unsur da, toplumda katıksız itaat meselesi. Şayet birey toplumdan farklı düşünür ve ayrılmaya çalışırsa toplum tarafından istiskal edilir. Yalnızlığa mahkum edilir. Birey kendisini gerçekleştirmesinden ziyade derhal topluma hizmet etmesi istenir. Hal böyle olunca da birey; yeteneksiz, ideasız ve geleceksiz ahvale bürünür. Buda bireyin, toplum içinde koyun sendromuna yakalanmasına ve ruhsuzlaşmasına kadar gider. İçinde yaşanılan toplum, ruhsuzlaşan bireyin, boyuna büyük bovarist hayaller kurmasına yol açtığına yukarıda değinmiştik. Bireyin bunlardan kaçıp özgürlüğünü kazanması elbette mümkündür. Ama, bu yol fazlasıyla meşakkatlidir. Bunu göze alan birey sonunda özgürlüğe kavuşur. Bu duruma örnek olarak “Simurg”u gösterebiliriz. Büyük topluluk halinde yola çıkan kuşların çoğunluğu meşakkatli yolda pes etmiştir. Sadece az bir miktarı özgürlüğe ulaşmıştır. Bireyde bu şekilde kendisi gibi toplumdan kaçmak isteyenler ile birlikte yola çıkmak ister. Ama zorluktan dolayı kimileri toplum içinde eriyip gider. Kararlı olanlar ise Kaf Dağına ulaşır ve özgür olur.
Bizler - yani toplumdan kurtulabilenler – toplum tarafından yalnızlığa terk edilmekle cezalandırıldık. Toplum, “Damnant quod non intelligunt” yani “Anlamadıkları şeyleri kınarlar.” Bu cümleyi ülkenin her yerine yazmakta fayda vardır. Zira bizim toplumun genel hastalıklarından biridir bu durum. Bizim gibi düşünmeyenleri ayıplama ve takbih yoluna gidiyoruz. İstiyoruz ki, herkes bizim gibi davransın, bizim gibi düşünsüz. Böyle olursak koyunlardan ne farkımız kalır.?
“Gnothi seauton” yani “Kendini Bil.”
Farklılığın ve düşünmenin özgür olacağı günlere selam olsun.