Türklerin Kültür ve Sanata Katkıları İcatları

25.05.2011
 

TÜRKLERE AİT İCATLAR :


Pazırık kurganları Andropov, Anav ,Karasug , Pazırık kurganlarındaki arkeolojik buluntular şabak, halı, kilim, yün dokumacılık, tunç , demir, keçe işleme, koşum ve eğer takımlarını, kağnı tipi arabayı, üzerine çadırlarında  kurulabildiği yüksek arabaları,  üzengi ve eğer takımlarını , biranın atası sayılan arpa suyundan yapılmış mayayı, at sütünden yapılmış olan kımızı , tarak, ayna , çorap , kolye ,gibi alet ve eşyaları, gömlek ve pantolonu, kalpak ve pelerini, kollu ve uzun kaftanları, samur ve diğer hayvanların derilerinden kürkler yaptıklarını, yoğurt ve pastırmanın Türklerin icadı olduğunu ortaya koyan buluntulardır.

 

Türk kültürünün ortaya çıkışından çok sonra oluşan Roma medeniyetinin ve Romalıların pantolon, ceket, gömlek, börk çorap gibi giysileri yapmayı, kullanmayı bilmemeleri bu giysilerin Türklerin icadına yeterli deliller değil midir? Muhtemelen Avrupalılar Roma'nın kapılarına dayanan Hun Türklerini görene kadar bu tip modern giysileri yapmayı ve kullanmayı bilmiyorlardı. Hun Türklerinin Romanın kapılarına dayanması M.S 4 yy'a tekabül ettiğine göre Türk kültürünün ilk ortaya çıkışından bin sene sonraki Avrupa’nın medeni durumu budur. Doğu ve Batı Roman'ın ta Orta Asya’ dan akıp gelen bir avuç Hun Türkü'nün önünde eğilmesi her iki imparatorluğunda Türklere yenilip Türkler tarafından haraca bağlanması medeniyet üstünlüğüne delaletten başka ne olabilecektir? Kurganlardan çıkan eşyalara baktığımız zaman MÖ.6.yy civarından beridir. Türklerin atı, koyunu ehlileştirdiklerini, sulama kanalları inşa ettikleri ( Tötö Kanalı ), at koşum, üzengi, gem takımlarını icat ettiklerini, bakır, demir, tunç diğer metal işlerinde çağdaşlarından çok ileri oldukları anlaşılmaktadır.

 

 Üzerlerine çadırların açılabildiği yüksek arabalar yapmayı bilen Türklerin marangoz işlerinde de çağdaşlarından çok ileride olduğu yine bu kurganlardaki kalıntılardan anlaşılmaktadır. Hayvanları ehlileştiren Türklerin bu hayvanların derilerinden giysi, gömlek, pantolon, kürk pelerin, kaftan, çorap, keçe, çadır örtüsü,  yer ve duvar sergileri yaptıkları anlaşılmaktadır.




 

Halı, kilim, yer ve duvar sergileri örtüleri yapan Türklerin hayvanların yün ve tüylerinden faydalandıkları anlaşılmaktadır. At kuyruklarını, koyunların yününü kullanan Türklerin, yünü iplik haline getirmeyi öğrendiği belli olmaktadır. Yünü ip haline getirerek halı, kilim, keçe ürettiklerine göre dokuma tezgâhlarını buldukları, dokuma aletlerini keşfettiklerini de kabul etmek gerekecektir. Kurganlardan çıkan ve bu gün Anadolu’daki pek çok halı ve kilimde gördüğümüz bitki hayvan, çiçek desenleriyle süslenmiş  halı, kilim ve çadır, duvarlarını süsleyen sergilerdeki renk cümbüşünden Türklerin çok gelişmiş bir boyama koleksiyonuna sahip olduğunu savunmamak imkânsızdır. Ne şekilde olursa olsun boyama, desen verme dokuma tekniklerindeki düzey günümüzdeki el dokuma tekniğinden farklı değildir. Yukarıdaki resimlere baktığımızda bu gelenek ve tekniklerin o günlerden bu günlere kadar yaşadığını ve geçerliliğini koruduğu anlaşılır. Metal işleme alanında ulaşılan seviye, madeni pulların bir birine geçmesiyle, kemer yapabilme, maskeler yapabilme, altını iplik haline getirebilecek ve altın tellere elbise dokuyabilecek ( Telkari  sanatı benzeri veya tamamen telkari işleme tekniği ile) düzeyde ince metal işçiliğine ulaşabildikleri görülür.

 

Bakır üzerine altın yaldızlı kabartmalar yapabildikleri, metal üzerine hayvan figürleri dökebildikleri veya kabartma yapabildikleri gözükür. ( Reimleri görülen metal eşyalar da uygun, özellikle Türkiyeli Türk araştırmacılar bunları Hun eseri olarak nitelendirmişlerdir. )

 
 

Kurganlardaki buluntulardan anlaşıldığına göre Türklerin MÖ 6.7. YY da ağaç işleme, ağaç oyma ve ağaçlardan alet yapma maharetinde de ileri gittikleri anlaşılır. Ağaç oyma sanatında geldikleri boyut ileri düzeydedir. Ağaç işçiliği sayesinde araba, tekerlek ve tekerlekleri döndürecek mil görevi görebilen aletler yapabildikleri anlaşılır. Ağaçları bu şekilde işleyebilmek için kesici, yontucu, oyucu aletler yaptıklarını tahmin etmek güç olmasa gerektir. Metalleri tel haline getirip, zırh örebilen eski Türkler, bakır, gümüş, demir, tunç ev eşyaları, koşum takımları, kemer, el aletleri yapabilmektedirler. Madenlerin üzerine kabartma yapabildikleri, döküm ve maden alaşımlarında ustalaştıklarını, bakır veya gümüş levhalar üzerinde işlemeler, kabartmalar, figürler yapabildikleri görülmektedir. Bu çağda normalmiş gibi gelen bu olguları o çağın şartlarında düşündüğümüzde Türklerle çağdaş olan milletlerin o çağdaki durumlarıyla kıyasladığımızda Türklerin İlk çağ medeniyetlerinden sonra ( Sümer, Mısır, Hitit, Asur ) gibi maden çağına ulaşan, resim, kabartma, metal alaşımlar üzerine desen yapabilen ilk millet olduğu görülür. Üstelik ilk çağ medeniyetlerinin varisi olduğunu iddia edebilecek hiç bir kültür ve millet artık ortada yokken hatta bu medeniyetlerin varlığı binlerce yıl öncesinden beridir yok olmuşken Türklerin kültürel olarak da varlıklarını sürdürdüklerini göz önünde bulundurduğumuzda konun önemi çok daha iyi anlaşılabilecektir.



Khan Uya
 
 

 Altın elbiseli adam- Teğin Halı, kilim ve metal eşyalar üzerine yaptıkları desenlerin sanat tarihçileri açısından incelenmesi pek çok şeyi açığa çıkartacaktır. Soyut fiğürlerin yanı sıra geyik, boğa, koç, kurt ve diğer yabani hayvanların mücadelerini anlatan fiğürlerde ulaşılan çizim, dokuma, kabartma ve işleme tekniğinde ulaşılan düzey bugün ki pek çok sanatçının okul bitirdiklerinde dahi çizemeyecekleri hareketleri tasvir etmeyi başarmış şekillerdedir.( Bkz  yazı başındaki resimler) Bu motiflerde kimisi doğa dışı soyut varlıkları temsil eden, kimisi doğal hayattan alınmış hayvan figürlerindeki hareket çizimleri inanılmaz bir sanatçı ruhu, çizim ve hayal zenginliği gerektirir. Türklerin atalarından kalan bu miraslar hakkında derinlemesine - doktora tezi gibi- çalışmalar yapmaması ve üzerinde durmaması bu kuşağın en büyük ayıplarından biridir.

 

Bir milletin ilk edebi mahsullerine ulaşmak mümkün olmayabilir. Hatta bu nerdeyse imkânsızdır. Fakat medeniyet ile edebiyatın irtibatını düşünürsek bir medeniyetin büyüklüğü, edebiyatının büyüklüğü ile doğru orantılıdır. İslamiyet öncesi Türk kültür tarihinin uzantılarını ne kadar kavrayabilirsek Türk edebiyatının kökenini de o kadar kavrayabiliriz. Eski Türk edebiyatını karanlık dönemlerine ışık tutabilmek çok fazla mümkün olamamaktadır. Çünkü bu süreçte göçer bir hayat yaşayan Türklerin oluşturduğu numuneler bu yaşama biçimi şekli yüzünden günümüze ulaşma olanağı bulamamışlardır. Göçerlik sebebiyle, anıtlar, abideler, şehirler inşa edilememiş bu sebepten bu tip kalıntılar kanalıyla ulaşma zemini olmamıştır. Fakat hikâye ve destan anlatma geleneğiyle ozan geleneği sayesinde  bir kısım destanlar günümüze ulaşmayı başarmıştır. Yazıyı çok önceden bulan ve kullanan  göçer Göktürklerden günümüze bir kaç metin kalırken,  yarı yerleşik yaşadıklarından köy, kent ve ibadethanelere sahip Mani ve Buda( Burkan) dinlerine inanan tarım yapan Türklerden çok sayıda belge kalması, göçer Türklere ait edebi belgelerin neden az olduğunu da ortaya koymuş olur. Orhun yazıtlarındaki edebi  seviyeye birden bire gelinmediğini göstermek, edebiyatımızın Orhun yazıtlarıyla başlamadığını kanıtlamak amacıyla Türk Kültürünün Orhun yazıtları öncesindeki gelişme çağlarını belirlemek, işaretlemek uygun görülmüştü

 

Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
 BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar